Antik Çağ Trakyasında Mistik Bir Din: Orfeizm

“…kendinin değil, bedeninin ölümlü olduğunu düşün; çünkü kalıbının açığa vurduğu o insan sen değilsin. Her bir kimsenin kendisine ait olan ve parmakla gösterilen biçimi değil, sahip olduğu ruhudur.”

Cicero (Rep.6.24.26)   

Lir Çalan Orpheus mozaiği,Tarsus’da bulunmuş MS. 3. Yüzyılın sonuna ait. Cimok, F.,Antioch on the Orontes, A Truzim Yayınları, 1980. Antakya (Hatay) Mozaik Müzesi.

Gizem dinleri, Greko-Romen kültür dünyasında bireysel dini deneyimler sunan çeşitli gizli kültlere verilen addır. Bu dinlerin kökeninin, ilkel insanlar tarafından dünyanın çeşitli yörelerinde uygulanan kabile törenlerinde yer aldığı ileri sürülür. Gizemli dinlerin çıkış noktasında tanrının gizi, dinsel gerçekler ve batıl inançlar vardır. Bu inançlar doğrultusunda insanın yaşamı şekillendirilerek, belirli yasaklar ve zorunluluklarla kişilerin ahlaksal davranışı ortaya çıkarılır. İnsana tanrısal özü duyumsatmayı amaçlayarak, özellikle ölüm ve sonrasını ön planda tutar. Gizem dinlerinde gizem tanrıları da ölümlüler gibi acı çekerler ve ölürler. Gizem dinlerinin temelinde acı çeken tanrının acısına ortak olmak vardır.

Orfeizm de gizler temeli üzerine kurulmuş olan bir dindir. Orfik inanca göre insan iyilikle kötülüğün karışımı olan bir varlıktır. İnsan ruhunun, tanrılığın bir parçası olduğu düşüncesinden dolayı ölümsüz olduğunu, fakat bir mezar gibi bedenin içine tıkılmış olduğu, insan vücudunda bin türlü işkence ve azap çektiğini, ölümle de ruhun vücuttan kurtulamadığını bildirmektedir. Ayrıca ruhun ölümsüzlüğü düşüncesi ruhun zaman içinde farklı bedenlerde de var olabilmesi fikrini de ortaya koymuştur. Ruh, temizlenebilmesi için defalarca farklı bedenlere girmektedir. Bu da Orfeciliğe özgü bir karamsarlıktır. Çünkü ruhun temizlenmesi uzun bir zamanı gerektirir. Ruh, vücut öldükten sonra yeraltına iner, orada bir süre kaldıktan sonra tekrar yeryüzüne çıkar, buradaki durumuna göre başka bir insanın veya hayvanın vücuduna girer. Böylece yeryüzü ile yeraltı arasında sürekli olarak yer değiştirmek zorunda kalan ruh bitip tükenmeyen bir dolaşım içine girer. Din törenlerine katılmak ve dinin buyruklarını tamamen yerine getirmek, ruhun bu dayanılmaz durumundan kurtulmasına olanak sağlayan tek imkandır.

Trakya, her zaman Dionysos tapımının bir merkezi olmuştur. Dionysos kültünün biçimlendirdiği Orfeus kültü de Trakya’da altın ve gümüş madenleriyle ünlü Pangaion Dağı çevresindeki kırsal alanda gerçekleşmiştir. Orfeci öğreti destansı ozan Orfeus’un mitlerinden doğmuştur.  Peki, kimdir Orfeus?

Orfeus, şarkılarıyla insanları, hayvanları, ağaçları ve hatta kayaları dahi etkileyen yetenekli bir lir çalgıcısıdır. Orfeus’un Trakyalı Oiagros ya da Apollon ile epik şiirin Musası Kalliope’nin oğlu olduğuna inanılır. Şair yönünü annesi Kalliope’den, müzik yeteneğini ise babası Apollon’dan almıştır. Orpheus’un kaplumbağa derisinden yaptığı liri ile doğayı kendinden geçirdiğine inanılır.

Orpheus’un güzeller güzeli karısına olan aşkı ise dillere destandır. Ancak güzel karısının ve kendisinin ölümü oldukça trajiktir.

Orfeus’un güzel genç karısı Eurydike, bir gün Trakya’daki bir ırmakta yıkanırken Aristaios adında bir çoban ona tecavüz etmek ister ve peşine düşer. Eurydike, çobandan kaçmaya çalışırken bir yılanın üstüne basar. Yılan, Eurydike’yi sokar ve Eurydike hemen oracıkta ölür. Orfeus, Eurydike’nin ölümü üzerine dayanılmaz bir acıya kapılır ve lirini alarak ölüler dünyasına Eurydike’yi geri almaya gider.  Orfeus lirini o kadar etkili kullanır ki, lirinden çıkan nağmelerden yalnızca cehennemin canavarları değil aynı zamanda yeraltı dünyasının bütün tanrıları da mest olur. Yeraltı dünyasının tanrısı olan Hades ile karısı Persephone; karısını böyle büyük bir aşkla seven Orfeus’a Eurydike’yi geri vermeye karar verirler. Ancak bir şartları vardır: yeryüzüne çıkarken Orfeus önde karısı Eurydike ise arkadan gidecektir ve hiçbir şekilde Orfeus arkasına dönüp karısına bakmayacaktır.  Eğer ki dönüp bakarsa karısı yok alacaktır. Tanrıların bu şartını kabul eden Orfeus önde, karısı arkada ölüler dünyasından yeryüzüne doğru yola koyulurlar. Tam çıkışa geldiklerinde…

“…Orpheus birden çılgınlık etti , boş bulundu

Ölüm tanrıları bağışlamasını bilseler ,

Bağışlanabilir bir çılgınlıktı bu;

Eurydice'si ışığın altına tam çıktı çıkacakken

Unutup duruverdi, gönlüne yenildi döndü baktı arkasına

İşte bir anda bütün çabalar oracıkta uçtu gitti

Bir anda kopuverdi amansız zorbayla yapılan anlaşmalar

Bir gümbürtüdür yükseldi, hem de üç kez Avernus batağından

Haykırdı Eurydice :"Bu ne Orpheus , bu ne ?

Bu ne çılgınlık böyle ,seni de yok eden, zavallı beni de?

İşte gene geri çağırır beni zalim kader

Uyku kapatır kararan gözlerimi

Dört yanımı saran gece götürür beni, Elveda!

Giderim işte uzata uzata ellerimi sana

Artık senin olmayan güçsüz ellerimi"

Dedi ve birdenbire bir duman gibi karıştı hafif yellere,

Gitti karşıt yöne doğru, görünmez oldu,

Ve Orpheus göremedi bir daha

Ruhlara tutunup dil dökmeye çalışan Eurydice'yi

Yer altı sandalcısı da aradaki bataklığı bir daha komadı geçsin.

Ne yapsındı? Nereye gitsindi? Kime baş vursundu ?

İkinci kez kaçırılmıştı karıcığı.

Bir daha ölü ruhları nasıl yumuşatırdı?Tanrıları nasıl?

Eurydice buz kesilmiş gidiyordu işte…”

Vergilius, Georgica

Eurydike’nin birdenbire yok oluşunun şaşkınlığına uğrayan Orfeus, ölüler ülkesine dönüp karısını yeniden bulmayı denediyse de onun yalvarmalarından bu sefer kimse yumuşamamış ve Orfeus’un ölüler dünyasına girmesine bile izin verilmemiştir. Böylece içindeki kuşkuya yenilen Orpheus, biranlık hatasının bedelini ağır ödemiş, dönüşü olmayan bu büyük hatanın ona verdiği tarifsiz acısını elinde liri ile hafifletmeye çalışmıştır. Ancak onun acısı bununla kalmayacak ve acılı aşığın ölümü daha da büyük bir trajediye dönüşecektir.

Eurydike’yi hiç unutamayan Orfeus, güzel karısının anısına da hep sadık kalmış ve başka hiçbir kadına gönlünü kaptırmamış ve hiçbir kadınla ilişki yaşamamıştır. Bir söylentiye göre yakışıklı Orfeus’u elde edemeyen Trakyalı kadınlar kıskançlığa tutulmuşlar, Orfeus’un onları beğenmemesini kendilerine bir hakaret olarak kabul etmişler ve onu parçalayarak öldürmüşlerdir. Trakyalı kadınların Orpheus’a duyduğu nefretten sürekli bahsedilmekte fakat bu nefrete yol açan nedenler birbirinden farklılık göstermektedir. Kimi kaynaklara göre Orfeus hiçbir kadınla ilişkide bulunmadığından çevresini hep delikanlılarla doldurmuş ve böylece oğlancılığa öncülük etmiştir. Bir başka mitosta ise öldürülmesi Aphrodite’nin bir lanetine bağlanmıştır. Aphrodite, aşık olduğu ölümlü erkek Adonis’i, Persephone’ye saklaması için verdiğinde Persephone’nin de Adonis’e aşık olacağını ve onu geri vermek istemeyeceğini düşünememiştir. İki tanrıça arasında çıkan kavgada, Zeus’un emri üzerine Orfeus’un annesi Kalliope hakemlik yapmak zorunda zorunda kalmıştır. Kalliope, Adonis’in yılın altı ayı Aphrodite’nin yanında diğer altı ayı ise Persephone’nin yanında kalması kararına ortaklık etmiştir. Bu karara çok kızan Aphrodite, doğrudan doğruya Kalliope’den öç alamadığı için Trakyalı kadınların yüreğine oğlu Orfeus’a karşı aşk ateşi düşürmüştür. Ama Trakyalı kadınlar Orfeus’a boyun eğmek istemedikleri için onu parçalamışlardır. Başka bir görüş ise Dionysos’un, Orfeus’un tanrı Apollon’a tapındığı için onu Bakkalara öldürttüğüdür. Tamamen farklı bir söylenti ise, Orfeus’un Zeus tarafından yıldırımla çarpılarak öldürüldüğü şeklindedir.  

Orfeus, şarkılarıyla insanları, hayvanları, ağaçları ve hatta kayaları dahi etkileyen yetenekli bir lir çalgıcısıdır. Orfeus’un Trakyalı Oiagros ya da Apollon ile epik şiirin Musası Kalliope’nin oğlu olduğuna inanılır. Edirne Arkeoloji Müzesi.

Orfeus’un kadınlar tarafından parçalanan bedenine ne olmuştur? Bunun üzerine de farklı mitler karşımıza çıkar. Bir mite göre Trakyalı kadınlar, Orfeus’u parçaladıktan sonra parçaları ırmağa atmışlardır. Irmağın suları, bu parçaları denize kadar sürüklemiştir ve böylece şairin başı ve liri Lesbos Adası’na kadar gitmiştir. Başı bulan Lesboslular, şaire cenaze törenleri düzenlemişler ve ona bir mezar yapmışlardır. Bu mezardan bazen lir seslerinin duyulduğu bile iddia edilmiştir. Söylenene göre Lesbos Adası’nın lirik şiirin öz yurdu olarak seçilmesinin nedeni de budur. Bir başka mite göre ise Orfeus’un başı Meles Irmağı’nın ağzında bulunmuştur.

Orfeus’un öldürülmesinden sonra Trakya’da bir veba salgınının baş gösterdiği anlatılır. Danışılan kâhin, bunun, şairin öldürülmesinden kaynaklanan bir ceza olduğunu ve ülkeyi bu beladan kurtarmak için şairin başının bulunup cenaze töreni yapılması gerektiğini söyler. Uzun araştırmalar sonucunda balıkçılar, Orfeus’un başını Meles ırmağının ağzında kumlara bulanmış bir halde bulurlar. Buldukları esnada baş hala kan içindedir ve sağlığındaki gibi şarkı söylemektedir.

Roma mozaiği - Palermo Archaeological Museum, Sicilya. Fotoğraf Giovanni Dall'Orto.

Teselya’daki Orfeus’un mezarı için de ilginç bir efsane vardır. Efsaneye göre mezar bir zamanlar Leibethra’da bulunmaktaydi ve Trakyalı bir Dionysos kahini Orfeus’un kemikleri gün ışığı görürse bir domuzun şehri harabeye çevireceği kehanetinde bulunmuştur. Bir domuzun şehirlerini harabeye çevirmesinin mümkün olmadığını düşünen şehir sakinleri kahinin bu kehanetiyle alay etmişlerdir. Bir gün bir çobanın yanık bir sesle Orfeus’un ilahilerini okunduğu duyulmuştur. Ses o kadar etkilidir ki bunu duyan herkes tüm işlerini bırakıp mezara doğru koşmaya başlamışlardır. Bu kalabalığın neden olduğu itiş kakış anıt mezarın direklerinin kırılmasına ve kahramanın kemiklerini içeren lahitin ortadan ikiye ayrılmasına neden olmuştur. Ertesi gece, şiddetli bir fırtına çıkmış ve şehrin kıyısında kurulduğu Sis Irmağı’nın suları kabarmış, su baskını, kentin harabeye çevrilmesine neden olmuştur. Kahinin alay edilen o esrarengiz kehaneti de bu şekilde gerçekleşmiştir.

Kırmızı figürlü Attika seramiği, Orpheus Ressamı, Geleneksel Trak kiyafeti giyinmiş dört genç arasında lir çalan Orpheus.British Museum.

Destansı ozan Orfeus’un bu etkileyici miti, Orfik inancın doğmasına neden olmuş ve bu inanç zamanla bir tapım biçimine dönmüştür. Orfeizmin öğeleri, Orfeciliğin bir reformcusu olan Pythagoras ve Platon öğretilerinden geçerek hemen bütün büyük dinlerin de temeli olmuştur. Orfeizmin yayılmasında ve yaşatılmasında önemli rolü üstlenenler Orfik rahiplerdi. Bu rahipler, ruhunu arındırabilmek için belirli bir yaşam tarzını uygulamak zorundaydılar. Bu yaşam tarzı yeri geldiğinde katı kurallara dönüşmekteydi. Öbür dünyada var olabilmek için bu dünyada çileli bir yaşam sürmek gerekliydi. Bu görüşte ruh tanrısaldır. İnsanin ilahi ve şeytani olarak ayrılan iki yönü vardır. İnsan şeytani yönünü eğiterek, ruhunu dünyaya gelip gitme eziyetinden kurtarabilir ve ruhunu özgürleştirmeyi mümkün kılabilirdi. Orfik inancın kurallarına göre herhangi bir canlının hayatına son vermek yasaktır. Böylece Yunan toplumlarında sıkça uygulanan kanlı kurban ayinleri reddedilmiştir. Bu yasak beraberinde kesinlikle hayvan eti yememelerini ve vejeteryan bir yaşam sürdürmelerini getirmiştir. Bununla da yetinilmemiş bazı bakliyat türlerine de yasak getirilmiştir. Orfeciler ilk yetişen baklalarla hayatın kökeni hakkında sembolik bir benzerlik kurmuşlar, bazı bakla tanelerini testiküllere benzettiklerinden soyun sürmesi ile ilgili bağlar da kurmuşlardır. Ayrıca Orfeizme mensup olan kişiler kesinlikle intihar edemezlerdi. Orfecilik her ne kadar ruhun ölmezliğine ve bu bedendeki yaşamın asıl yaşam olmadığına inansa da, intihar, taşınılan tanrısal öz yüzünden kesinlikle yasaklanmıştı. Bu dine giren, her şeyden önce temiz yaşayabilmek için çile çıkarmak, oruç tutmak ve toprakla temizlenmek zorundadır. Hatta bu dini kabul edenler yün elbise bile giyemezler. Bu dini kabul etmeyen günahkarların ruhları ise yer altında her türlü işkenceyle karşılaşmakta, acı içinde kıvranmakta ve kendilerini bir vücuttan başka vücuda geçmekten kurtaramamaktadırlar.

Trak süvari ve karısı için lir çalan Orpheus Kırmızı figür Attika seramiği, Orpheus Ressamı. British Museum.

Orfeciler, insanların, günahlarının bedelini ödemek üzere bedene girdiğine, ayın altında yer alan evrenin aşağısındaki düzlükte yaşadığına inanırlardı. Onlara göre ölüm ve acı çekme, evrenin henüz tamamlanamayışından kaynaklanmaktaydı. İnanca göre gezegenler küresi arınmış bölgelerdi ve buralardan geçilerek tanrıların mekanına ulaşılıyordu. Ruhun gerçek evi ise yıldızların en üstünde bulunuyordu. Buraya ancak bedenin ölümüyle geçileceğine inanan Orfeus gizemcileri, yiyecek, içecek ya da gösterişli giysiler gibi bedeni besleyen unsurları reddedip ruhlarını bedensel deneyimler olan ruh coşkunluğu ile dinginliğe kavuştururlardı.

Trak kıyafeti içinde iki Trakyalı gence lir çalan Orpheus. British Museum. Sheehan, S., Ancient Greece, 2002.

Anlaşılacağı üzere, Orfeci inancın içeriğini ruh ve beden ikilemi oluşturmaktadır. Bu öğretiler, gizem dinini benimseyen insanların istekleri ve inançlarıyla aynı doğrultudadır. Orfeci dinin öğretileri, ruhlarını maddenin sınırlandırıcılığından kurtarmak ve özgür olmak isteyen insanların beklentilerine bir cevap oluşturmuştur.

Orfecilik, uzun bir zaman sürecinde, demokratları, aristokratları, burjuvaları etkileyerek toplumun bütün sınıflarına yayılmıştır. Aslında dikkate alınması gereken önemli nokta Orfeciliğin en erken döneminde bile bir köle hareketinin olduğudur.   Kent devrimiyle toprağından atılmış ve köleleştirilmiş ya da endüstriye sürülmüş köylü sınıfının acılarının bu inancı ortaya çıkardığını düşünmek hiç de yanlış değildir. Thompson’un bu konudaki düşündüren haklı tespitlerinde, Orfeciliğin devrimci bir hareket olmadığı, Orfeci öğretinin temelinde aslında dünyayı değiştirme çabasının değil dünyadan kaçma isteği vardır. Orfeciler köklerinden sökülmüş bir köylü sınıfının etkin bir biçimde örgütlenemeyişini yansıtır. Derin bir protestoyu dile getirir, fakat hiçbir istekte bulunmaz, böylece de maddi gereksinimlerin baskısını öte dünya vaatleriyle saptırır.

Trakyalı kadınların yüreğine oğlu Orfeus’a karşı aşk ateşi düşürmüştür. Ama Trakyalı kadınlar Orfeus’a boyun eğmek istemedikleri için onu parçalamışlardır.

Orfeciler, umdun, sevginin, çabanın tehlikesinden bahseden, insanın elindekiyle yetinmesi gerekliliğini vurgulayan aristokrat ahlak yasasına da meydan okumuşlardır. Elindekilerle yetinmemişlerdir, çünkü ellerinde hiçbir şey yoktur. Umutları ise arzuları kadar çoktur. Tüm yaşam onlar için bir çaba ve savaşımdır.

Kaynak: Aktüel Arkeoloji Dergisi “Traklar”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER