Antik Dünyada Tıp ve Sağlık

Bugün ‘modern tıbbın babası’ olarak bilinen Hippokrates, tarih boyunca tıp biliminin kurucusu ve en yüksek otoritesi olarak görülmüştür. ‘Hippokratik tıp’ bugün, yalnızca hastalığa odaklı değil, kişinin tamamen iyileşmesine odaklı bir tıp anlamına gelen ‘holistik tıp’ tanımı için kullanılan bir eşanlamlı sözcük haline gelmiştir.

1866 yılına ait gravürde gladyatörlerin hekimi olarak bilinen Galenos, Pergamon amfitiyatrosunda yaralıları tedavi ederkentasvir edilmektedir. World History Archive © IMAGE ASSET MANAGEMEN

Klasik Döneme ilgi duyan modern çağ hastaları, Epidauros, Kos veya Pergamon gibi Antik Çağ Akdeniz dünyasının önemli sağlık merkezlerinden birine yapacakları bir ziyaretten esinlenebilir. Bu tür bir deneyim kendi hastalıklarına başka bir gözle bakmalarını sağlayabilir, hastalıklarını tarihsel bir perspektife yerleştirmelerine yardımcı olabilir, şifa arayışlarına yeni bir anlam kazandırabilir ve gündelik yaşamlarındaki acılarını az da olsa unutmalarını sağlayabilir. Seyahatin kendisi bir ölçüde şifa verici olabilir ve tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Antik Çağ şifa merkezlerini ziyaret eden modern çağ hastaları, hastalık nedenleri farklı olsa da, aynı yolculuğa 20 yüzyıldan fazla bir süre önce çıkan seleflerinden çok da farklı değillerdir. Öyleyse, Antik Çağ tıbbının günümüzün modern hastalık ve sağlık anlayışıyla nasıl bir ilişkisi vardır?

Kos Adası’na seyahat eden modern çağ seyyahları, ziyaretlerinin önemli bir durak noktası olarak kent meydanında yer alan ulu ağacı ziyaret ederler. Hippokrates’in (Hipokrat), gölgesinde öğrencilerine ders verdiği bu ağaç ‘Hippokrates çınarı’ olarak bilinir. Ancak bu ağaç yalnızca 500 yaşındadır. Diğer yandan, Hippokrates’in MÖ 5. yüzyıl sonundan MÖ 4. yüzyılın ilk yarısı arasında yaşamış olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu hikaye tarihsel verilerle doğrulanamaz.

Bugün, hala Hippokrates’in adına aşina olmayan bir grup insan olmakla birlikte, Hippokrates yaygın olarak ‘modern tıbbın babası’ olarak bilinir. ‘Hippokratik tıp’ bugün, holistik tıp veya yalnızca hastalığa odaklı değil, kişinin tamamen iyileşmesine odaklı bir tıp anlamına gelen bir tanım için kullanılan bir eşanlamlı sözcük haline gelmiştir. Tıp öğrencilerinin mezuniyet törenlerinde ettikleri ‘Hipokrat yemini’ bugün hala uygulanmaktadır. Batı tıbbı, Hippokratik ilkeler temel alınarak kurulmuştur, öyle ki, 1839-1860 yılları arasında Fransız filolog Émil Littré tarafından Fransızca’ya çevrilerek kitap haline getirilen ‘Hippokrates’in çalışmaları’, 18. yüzyılda tıp öğrencileri tarafından kaynak olarak kullanılmaktaydı.

MÖ 6. yüzyıla ait Kırmızı Figürlü aryballosta kan alma işlemi görülmektedir. Musée Du Louvre, Paris © DEA / G. Dagli Orti

Hippokratik tıp üzerine sahip olduğumuz bilgiye karşın, Hippokrates’in tarihsel kişiliği hakkında oldukça yetersiz ve hikaye türü bilgiye sahibiz. Hippokrates’in doğduğu yer olarak bilinen Kos Adası eserlerinde yok denecek kadar az yer almaktadır. Bugün okuduğumuz ‘Hippokrates’in Toplu Eserleri’, 16. yüzyılda Venedik’te basılan ve farklı yazarlara ait 60 çalışmadan oluşan bir derlemedir (ilk derlemenin MÖ 3. yüzyılda Mısır’daki Ptolemaios Hanedanlığı döneminde İskenderiye Kütüphanesi’nde bir araya getirildiği bilinmektedir). Hippokrates’e ait çeşitli bilimsel eserlerde yer alan teoriler çoğunlukla örtüşmemektedir.

Örneğin, Hippokrates’in Antik Tıp adlı eseri, doğal dünyayı, dört unsurun özellikleri (sıcak, soğuk, kuru, nemli) arasındaki ilişkilerin sonucuna indirgeyen ve dengenin korunmasını hedefleyen hekimlere karşı sert bir saldırı niteliğindedir. Bu tür felsefi ve soyut kavramlarla fikir zıtlığı içinde olan yazar, doğru tıbbi uygulamanın, akılcı mantık ilkelerinin nesilden nesle uzmanlar tarafından uygulanması ile ayrıntılandırılan ampirik verilerden elde edilen bilgiler ışığında ilerlemesi gerektiğini savunur. Pek çok bilim adamının modern deneysel tıbbın gerçek doğuşunu bu açıklamada görmesine şaşırmamak gerekir. Diğer yandan, Hippokrates İnsan Doğası Üzerine adlı çalışmasını, Antik Tıp adlı eserinde şiddetle reddettiği bu dört unsuru temel alarak oluşturmuştur. Dahası, bu çalışma gelecek yüzyıllarda gerçek Hippokratik öğretinin temelini oluşturacak ilk eksiksiz ve kesin formülasyon dahilinde, bu geleneksel dört unsuru (sıcak, soğuk, kuru, nemli), dört mevsimle (yaz, kış, sonbahar, ilkbahar) ve dört humor ile (sarı safra, balgam, siyah safra, kan) ilişkilendirmektedir.

Epilepsi ve benzer hastalıkların, balgam veya diğer vücut sıvılarının yaygınlığı ile açıklandığı Kutsal Hastalık Üzerine adlı eserin temelinde de bu dört unsur teorisi yatmaktadır. Kutsal Hastalık Üzerine adlı eser, hastalıkların ilahi bir nedene bağlanmasını katı bir biçimde reddeder. Hastalıkların ilahi nedenlerle açıklanması, Homeros’tan Herodotus’a, şifacılar ve şarlatanlar tarafından uygulanan popüler tedavi yöntemlerinden, Asklepios rahipleri tarafından tapınaklarda uygulanan dini tedavi yöntemlerine kadar Antik Çağ kültürünün çeşitli evrelerinde kabul görmüş bir kavramdır.

Humoral fizyoloji, ayrıca Hippokrates’in en popüler eserlerinden biri olan Havalar, Sular ve Yerler adlı ‘ekolojik’ eserinin de bilimsel çerçevesini oluşturmaktadır. Bu eserde, hastalıklar ve sağlık, bölge coğrafyası, iklimi, sularının kalitesi ve bölge sakinlerinin beslenme düzeni gibi çevresel faktörlerle açıklanmaktadır. Hastalıklar ile çevresel faktörler arasındaki ilişki belirgin olsa da, yine de bireysel insan doğası ile oluşur, vücutta balgam veya safra olsun olmasın, hastalıkların kendilerine özgü biçimde gelişmesine neden olur. Sağlık ve hastalık, içsel ve dışsal faktörler arasındaki hassas bir denge meselesidir. Havalar, Sular ve Yerler gezgin hekimlerin nesiller boyunca yürüttüğü saha çalışmaları üzerine kurulu ve Salgın Hastalıklar adlı geniş kapsamlı derleme ile doruk noktasına ulaşan bir çalışmadır. Salgın Hastalıklar, Klasik Dönemden kalma bilimsel gözlemler ile vaka çalışmalarına ait tek sistematik derleme niteliğinde ve Antik Çağ biliminin tipik bir özelliği olan teorileştirme eğiliminde olan bir çalışmadır.

Bu noktada, doktor bilim adamından güçlükle ayırt edilir. Klinik gözlemler bize, zengin toprak sahipleri, kadınlar, zanaatkarlar ve kölelerin hastalıklarına dair, gezgin tıbbi uygulama ile uzun süreli bir tanışıklığa işaret eden etkileyici bir anlayış sunar. Aynı zamanda ampirik bilgi, insan doğasının kapsamlı bir analizine duyulan ihtiyaç gibi metodolojik ilkelere ait sofistike bir farkındalık tarafından bilgilendirilmiştir. Hasta, doktor ve hastalık birbirinden yapay bir biçimde ayrıştırılmaz. Hippokratik tıbbın ilham kaynağı belki de insanın çevresiyle olan derin bağı ve hastalık ve sağlığını tek bir varlık olarak gören bütüncül kavramdır.

Mermer bir levha üzerine betimlenmiş doğum sahnesinde bir yatağın üzerine uzanmış halde tasvir edilmiş doğum yapan bir kadın ve etrafındaki kadın yardımcılar görülmekte. MÖ 400-300 Ostia, İtalya Science Museum

Tarihsel bir kişilik olarak Hippokrates’in Kos Adası’ndaki Asklepiades ailesinden geldiği söylense de, Hippokrates’in Toplu Eserleri’nde adadan hiç söz edilmez. Diğer yandan, anakarada bulunan ve yalnızca birkaç saatlik bir deniz yolculuğu uzaklığında olan Knidos’tan daha sık söz edilir, ancak toplu eserlerinde yer alan en sağlam bulgular, Kuzey Ege’de yer alan merkezler ile batıda yer alan Teselya bölgesine işaret etmektedir. Bütün yönleriyle bakıldığında, edebi ifadelerden ortaya çıkan bu tablo, Trakya’dan Girit kıyılarına kadar Ege’nin her iki yanında gezen doktorların eseridir. Epigrafik ve arkeolojik bulgular, Antik Çağ topluluklarında tıbbın kurumsal konumu ve doktorların sosyal statüsüne ışık tutmakla birlikte, edebi bulguları da güçlendirir.

MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında Büyük İskender ve halefleri Antik Çağ biliminin Doğu Akdeniz bölgesindeki yayılımının temellerini attılar. İskenderiye’de açılan yeni müze, Antik Çağ hekimlerine ait metinler üzerine çalışmalar yapılan bir merkez haline gelecekti. Tıbbi metinler ilk kez Hippokrates’in adı altında toplanacaktı. Aynı zamanda, Herophilus ve Erasistratus gibi İskenderiyeli bilim adamları, insan kadavralarını inceleyerek (Antik Çağ kadavra incelemesine dair tek örnek) ve beyin yapısı ve sinir sistemi gibi insan vücudunun derinde gizli yapılarını keşfederek, fizyoloji ve anatomi alanlarında yeni araştırmalar yürüttüler.

İskenderiye tıbbı ile Hellenistik tıp, aralarındaki güçlü felsefi bağlantı ile dikkat çekmektedir. Anatomik ve fizyolojik bilginin gelişimi, müzenin araştırma tesislerinde kullanıma sunulan kaynaklar ve fikir alışverişi sayesinde istikrarlı bir şekilde ilerlemiştir. Ancak yeni keşifler, Aristoteles sonrası felsefe okullarında gerçekleşen epistemolojik tartışmalar ile kıyaslanabilen bu tür bir bilginin geçerliliğine dair coşkulu yansımayı da beraberinde getirir. Öyleyse, ampirik gözlemin rolü nedir? Hastalıkların bilinmeyen sebeplerini gerçekten bilmek mümkün müdür? Bu, başarılı bir tedavi için gerekli veya arzu edilir bir şey midir? Gözle görünür belirtilerden bir hastalığın varlığını nasıl anlarız? İncelenen kadavralardan elde edilen bulgular, canlı bir vücudun nasıl çalıştığını anlamamıza yardımcı olur mu? Bu sorular, Hellenistik Dönemin filozof ve bilim adamları arasındaki verimli fikir alışverişi sırasında hekimler tarafından gündeme getirilen sorulardır. Ve görebildiğimiz kadarıyla bu soruların çoğu, modern tıp tarafından yanıtlanması güç veya alakasız sorulardır.

Bu öğrenilmiş geleneğin yanı sıra ve büyük ölçüde ondan bağımsız olarak, uzak bölgelerdeki sağlık merkezlerinde görev yapan hekimler hastaları popüler gelenekten gelen ve neden işe yaradığı konusunda bilgi sahibi olmadıkları ilaçlarla tedavi etmeye devam etmişlerdir. Cato’nun Tarım adlı eserinde örneklendirilen yerel ve rüstik ilaç, şüphesiz Roma dünyasına ait bir ayrıcalık değildi. Kendinden yetişmiş ebeler doğumlardan ve kadın hastalıklarından sorumluydu. Çıkıkçılar, bitki ve diğer doğal ilaç türlerini toplayan kimseler herhangi bir sanayi öncesi toplumunda olduğu kadar aktiflerdi.

Köle doktorların suçlarına dair hikayeler Latin edebiyatında oldukça yaygındır. Doktorların seyahat ettiğine dair en iyi örnek, Ege bölgesinde seyahat eden hekimler tarafından yazılan hasta geçmişlerinin yer aldığı Salgın Hastalıklar Üzerine adlı eserdir. Ancak seyahat eden yalnızca doktorlar değildi. Seyahat masraflarına ve zorluklarına güçleri yettiği ölçüde hastalar da seyahat ediyordu (Celsus tarafından kaydedilen bir vakada akciğer tedavisi için deniz yolculuğu tavsiye edilmektedir). Sağlık tanrısı Asklepios’un kültü Akdeniz’de yayıldıkça, büyük ve küçük çeşitli merkezlerde en erken MÖ 6. yüzyıl tarihli olmak üzere Asklepios adına atfedilen tapınaklar inşa edilmiştir. Hem eskilik hem de tanrıyla olan yakın ilişkisi açısından rakipsiz olan Epidauros’un, Teselya veya Peleponez bölgesinde doğduğu düşünülüyordu. Epidauros’un kültü, tanrının bir yılan suretinde, MÖ 291 yılında, korkunç bir salgın hastalığa son vermek için Roma’ya zafer dolu girişi örneğinde de görüldüğü üzere, popülerliğini hızlı bir şekilde arttırdı. Pergamon Asklepieionu’nun kaderi, İmparator Hadrianus tarafından MS 2. yüzyılda inşa edilen ihtişamlı ek yapılar, kültün uzun ömürlülüğüne tanıklık etmektedir.

Hastalar genellikle, tanrının şifa bulmak için uykuya yatan hastalara rüyalarında uygulamaları gereken tedavi yöntemini gösterdiği inkübasyon uygulaması ile tedavi ediliyorlardı. Tanrının gösterdiği kutsal işaret basit bir tıbbi reçeteyi gösteren, örneğin bazı yiyecekler veya soğuk bir duş almak gibi bir rüya oluyordu. Bazı durumlarda ise tanrı hastaya doğrudan kendisi görünüyordu. Epidauros plakasında yer alan bir vakada Hermionlu kör bir çocuğun gözlerinin bir köpek tarafından yalandıktan sonra görüşünün düzelmesi örneğinde de görüldüğü gibi kutsal yılan ve köpekler de bu tedavilerde yer alıyordu.

Arkeolojik kazılarda, vücudun bazı kısımlarına–eller, ayaklar, gözler, üreme organları- ait modellerden oluşan pişmiş toprak adak hediyeleri ortaya çıkarılmıştır. Zanaatkar ve dükkan sahipleri tarafından hazırlanarak satılan bu objeler, gelişmekte olan bir ‘sağlık endüstrisi’ne işaret etmektedir. Asklepios tapınakları yakınında yer alan kütüphane, tiyatro ve hamam yapıları, tapınma, dinlenme ve çalışmanın da dahil olduğu bütüncül ve aynı zamanda sosyal bir örgütlenmeyi içeren global bir sağlık deneyiminin işaretidir.


MÖ 5.-4. yüzyıla ait mermer adak kabartmasında yer alan sahnede Amphiarus, Archinus’un omzunu tedavi etmektedir. Amphiaraos Tapınağı, Oropos, Attika. Atina Arkeoloji Müzesi

MÖ 2. yüzyılda Mysia kentinde doğmuş olan hatip Aelius Aristides’in sağlıkla ilgili oldukça sıra dışı bir talebi olmuştur. Phrygia’da eğitim alan Aelius, daha sonra Pergamon ve Smyrna’ya gitmiştir. İlk eğitimini tamamlamasının ardından Yunanistan, Mısır ve Roma’da Akdeniz’in Antik Çağ merkezlerini ziyaret etmiştir. Bu bakımdan, Aelius’un yolu Galen ve Küçük Asya’nın zengin ailelerinin mensubu çok sayıda gençten farklı değildir. Roma’da kaldığı süre boyunca bir konuşmacı olarak kariyerine başlayacak olan Aelius, burada geçirdiği bir gizemli hastalık nedeniyle geri dönmek zorunda kaldı. Aelius Smyrna’ya ayak bastığında, neredeyse ölecek durumdaydı. Takip eden aylarda, hekimlerin çabalarının boşa olduğuna inanmaya başlayan Aelius için dönüm noktası, Asklepios’un kendisi tarafından yapılan bir çağrı oldu. Aelius bu çağrı sonucunda tanrının Pergamon’daki tapınağına giderek, hayatının geri kalanını Asklepios’a adadı.

Aelius, periyodik olarak devam eden hastalık, terapi ve iyileşme süreçlerine dair deneyimlerini, bir dizi konuşmadan oluşan Kutsal Anlatılar adlı eserinde kaleme almıştır. Eserde, tanrıyla olan ayrıcalıklı ilişkisini: kendisine görünmesini, tanrı tarafından kendisine gönderilen rüya ve işaretleri, terapileri ve çektiği çileleri anlatmaktadır. Aelius’un hastalığının asıl nedeni halen tartışılıyor olsa da, Asklepios için hastalığın nedeni önemsiz bir konudur. Tanrı için önemli olan hastalığa bir çare bulmaktır ve bir açıklama veya teşhise gerek duymaz. Aelius, tedavisi sırasında, doktorların ve tanrıların tedavi yöntemlerinin birbirlerine uymadığı durumlarda, hangisini uygulayacağı konusunda kararsız kalmıştı. Tanrının önerdiği tedavi yöntemleri arasında tekrarlanan perhiz, kusma, kan verme ve hatta kış ortasında Smyrna’daki Meles Nehri’nin buz gibi sularına atlama gibi zor yöntemler yer alıyordu.

Aelius ve Galen, hem kronolojik ve coğrafi olarak birbirlerine yakınlardı, hem de sağlık ve hastalık konusunda karşıt görüşlere sahiplerdi. Bir tarafta soğukkanlı mantıklı doktor, diğer tarafta aşırı heyecanlı ve batıl inançlı hasta…

Bilimsel tıbbın, dini tedavi ile hekimler tarafından yapılan tedavi yöntemlerinin birleşmesinden doğduğu görüşü yaygındır. Çoğu tarihçi, bilimsel tıbbın doğuşunu Hippokrates’in epilepsi hastalığının nedenini ilahi bir varlığın ziyareti yerine beyinde oluşan balgam ile açıkladığı Kutsal Hastalık Üzerine adlı çalışması ile bağdaştırmaktadır. Bugün, klasik Antik Çağ boyunca dini tedaviler ile hekim tedavilerinin hangi ölçüde etkileşim içinde olduğunu görebilecek yeterli bulgulara sahibiz.

Galen tıp eğitimine, Asklepios tarafından babasına gönderilen bir rüya sayesinde başlamıştı. Galen’in kariyeri, Pergamon ve Smyrna’da geçirdiği ilk yıllarından, İskenderiye’de kalarak anatomik bilgisini geliştirdiği döneme, Pergamon’a gladyatörlerin doktoru olarak döndüğü zamandan, Roma aristokrasisi ile sahip olduğu ilişkiler nedeniyle Roma’ya döndüğü ve daha sonra İmparator Marcus Aurelius’un kişisel doktoru olarak atandığı sürece kadar pek çok açıdan olağanüstüdür. Galen hem diğer klasik Antik Çağ yazarlarından açık ara çok daha fazla eser üretmiş, hem de sağlık bilgisinin hemen hemen her alanında eserler vermiştir.

Galen, Hippokrates’i tıp biliminin kurucusu ve en yüksek otoritesi olarak görmüştür. Hippokrates’in İnsan Doğası Üzerine adlı çalışmasında yer alan dört humor teorisi ile Empedokles ve Aristoteles gibi Antik Çağ filozoflarına ait eserlerden öğrendiği dört unsur teorisi (sıcak, soğuk, kuru, nemli) ile dört element teorisini (ateş, toprak, hava, su) birleştirerek kendi fiziksel sisteminin temelini oluşturmuştur. Bu sistem, en basit beden yapılarının yanı sıra insan vücudunun en karmaşık fizyolojik süreçlerini de açık ve mantıklı bir şekilde açıklayan ve farmasötik ilaçların işleyişine dair bilimsel bir temel sağlayan bir yapı oluşturmuştur.

Asklepios
Tapınağı’na adanan göz biçimli adak hediyesi British Museum, London

Galen’in humoral teorisinin muhtemelen modern dünyaya söyleyeceği az şey var ancak bu düşüncenin halen çağdaş tıbbi refleksler için bir başlangıç noktası olarak hizmet ettiği alanlar olabilir. Tıbbi neden kavramı halen tartışma konusudur (sigara paketleri üzerindeki, sigaranın vereceği zararlara ilişkin etiketler onlarca yıllık kötü mücadelelerin sonucudur). Hastalıkların tanımlama ve sınıflandırılmaları günden güne değişir. Tıbbi göstergeler, tanılar ve teşhisler arasındaki ilişkiler, uzmanların tartışmalarıyla oluşan sınırın ötesine geçen sosyal ve etnik dolaşıma sahiptir. Ve sağlık tanımlaması, sağlık komitelerinde olduğu gibi filozoflar için de sürekli bir tartışma konusudur.

Altı uzun kitapla birlikte, Sağlığın Korunması Galen tarafından sağlık veya hijyen konusuna odaklanılarak oluşturulan en önemli eserdir. Günümüz filozoflarının değindiği gibi, sağlık birçok açıdan halen gizli bir durumdur. Tıbbi düşüncenin şafağında çözümlenen, isimlendirilen ve sınıflandırılan sayısız bireysel hastalıktan farklı olarak gizlenmeyi seven kaçamak bir kavram ve aldatıcı sınıflandırmaya yatkındır. Hastalar, doktorlar, sanatçılar ve rahipler hastalıkta bir anlam arayıp, zaman zaman bulsalar da, sağlık halen gizemini korumaktadır.

Galen’in sağlık üzerine değerlendirmeleri, bu bağlamda alışılmışın dışında bir şekilde konuyla ilişkilidir. Hippokrates zamanından beri, beslenme sağlıklı olmanın ana koşulu olarak dikkate alınmıştır. Rejim Üzerine adlı eserinde, sağlık, fiziksel egzersizlerle dengelenen yiyecek ihtiyacının sebep olduğu pletorik durumla birlikte mideye neyin girdiği ve neyin boşaltıldığı arasındaki dengenin ürünüdür. Diocletianus’un Sağlığın Korunması Üzerine Mektup adlı yapıtı, uygun yiyeceklerin doğru kullanımını ve fiziksel egzersizleri öğreterek sağlığın korunması amacı taşıyan, tamamen vücudu korumaya yönelik titiz bir programı detaylandırır.

Galen de temel niteliklerin dengesi kavramıyla başlar, ancak mükemmel dengenin bu dünyada neredeyse ulaşılamaz olduğunu kabul eder: Genel anlamda insanlar mükemmel sağlıkla ilgilenmez, tıpkı Polikleitos’un meşhur heykellerindeki gibi mükemmel orantılara sahip olmadıkları gibi... Tam tersi, bireysel koşullar, farklı dış etkiler ve farklı yaşlara göre çeşitlilik gösteren sağlıklı yerleşimler vardır: Yaşlı bir kişi genç biri gibi sağlıklı olmayabilir ancak kendi yaşıtlarına oranla kusursuz sağlığı ortaya koyabilir. Hastanın öz algısı (iyi olup olmadığına yönelik kendi hisleri) her zaman sağlık tanımlamasında odak noktasıdır.

İmparatorluk hekimi, zengin kitlelere eğer sağlıklı bir şekilde yaşlanmak isterlerse, dikkat edilecek unsurları (“doğal olmayan altı şey”: hava, yiyecek ve içecek, egzersiz ve dinlenme, uyku ve uykusuzluk, salgı ve boşaltım ve zihinsel etkiler) ana hatlarıyla belirleyerek, ideal sağlıklı bir yaşam biçimini salık verebilir. Ancak imparatorluk vatandaşlarının çok büyük çoğunluğu günlük yaşam sınırlandırmalarının farkında olacaklar. Sağlığın bu karmaşık, dinamik, esnek yapısı, tabi ki tüm çelişkilere rağmen antik dönem tıp düşüncesine sunulan en etkileyici katkıdır.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER