Antik Kentler Nasıl İnşa Edildi?

"Kentler, insan coğrafyasının dünya gezegenindeki yeni harita detayıdır."

Türümüz yüzbinlerce yıl yaşında ve bu zamanın çoğunda gezegenimizi diğer insanlarla, kendi yerel bölgelerimizin etrafında dolanıp, yenilebilir bitkiler toplayarak, balık tutarak ve avlanarak paylaşk. Gruplar genellikle küçüktü, çoğu zaman sayıları otuzdan azdı. Bunun nedeni ise yerrenin çoğu kısnda bu tarz bir yaşamın yoğun nüfusları destekleyemiyor oluşuydu. Tarihöncesi insanlar  muhtemele kalabalı gruplar halinde zaman zaman bir araya geldiler; törenler, eş bulmak ve bazen de hayvanlar ya da balıklarınçlerinin sağladığı ani besin kazancı için birlik oluşturdular. Bu toplumların kentlere ihtiyacı olmadığı gibi bu kentleri yaratacak gücü de yoktu. Kentler yuva olarak düşünülebilir, sosyal hayvanların – ki bizler her zaman sosyal olmuşuzdur–birliği yapıp, birbirini desteklemelerine izin veren, yoğun bir şekilde dolu yaşam ortamlarıdır. Ama insanlık tarihinin genelinde, yuvalarımız çok daha ufak olmuştu. Yaşlıların küçüklere z kulak olabildiği ve yetişkinlerin daha geniş alanlarda yiyecek toplayabildikleri mevsimsel kamplar halindeydiler.

Yerleşik düzene geçiş ve tarım bütün bunları değiştirdi. Balıkçılık yapan insanların tüm yıl boyunc yaşayabilecekleri birkaç yer vardı ancak yerlimin temelinde, bizleri toprağa bağlayan, sadece boş bölgeler olan geniş alanlar yerine, yerlim yeri haline gelecek evleri ortaya çıkartan tarımın gelimi bulunmaktar. Holosen Çağının başlarında, çiftçilik, bir dizi farklı mahsul kullanılarak yerrenin birçok bölgesinde ortaya çıkmıştır Her çiftçilik yapısının merkezinde, enerji için gerek karbonhidratı sağlayacak bir ya da daha fazla tür bulunmaktaydı: buğday, arpa, akdarı, süpürge darısı, pirinç, mısır ve çeşitlikler.

Güneydoğu Anadolu'daki Geç Hitit kent devletlerinden biri olan Zincirli [Sam'al], Hitit müzisyenleri. İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Bunlar zamanla, bakliyatlar, yeşil sebzeler, meyveler ve sonunda çeşitli evcilleştirilmiş çiftlik hayvanları  ile tamamlandı. Bütün bunlar  yıl boyu bakım gerektirmekteydi. Tarlaları temizlemek, ekim, ot yolma, hasat ve yiyeceklerin birleme tâbi tutulması için insan gücünden başka enerji kaynağı yoktu. Tarım, nüfusun çoğalmasını mümkünldığı gibi bunu bir gereklilik haline de getirdi. Çoğalan nüfus, sadece besin için değil, su ve barınak için de yeni talepler yarattı. Yoğun bir yerlime sahip topluluklar, sosyal düzen ve çatışma değimlerinde yükseli sağlamıştır: rekabet ve gerginlik artık grupların lünmesiyle çözülemez. Savaş, kanun,  adalet ve mülkiyet yepyeni biçimler almışlarr. İnsan toplumu bir daha asla aynı olmayacaktır.

İlk kentler, bu başkalaşım geçirmiş insan manzarasında, tarımın ortaya çıkışından birkaç binyıl sonra görülmeye başlamıştır. Bilinen en eski oluşum Güneybatı Asya’da 6 binyıl önce ortaya çıkmıştır. Diğer erken kentleşme deneyleri Mısır’da,  günümüz Hindistan ve Pakistan devletlerinin ortasından geçen İndus Nehri Vadisi’nde, Çin’de, Meksika Vadisi’nde, Sahra’nın güneyinde Sahelde, An Dağları’nda, Mississippi Vadisi’nde, Amazon Havzası’nda ve daha sonra hızla başarısız olup iz  rakmadan yok olan daha birçok yerde görülmüşlerdir

Eski nesil arkeologlar, bir grup yerleşik medeniyeti belirlemeye çalıştılar ve kentlerin yayılımını, fikirlerin yeni alanlara yayılımına dayanrarak açıkladılar. Şehirciliğin birçok ica varmış gibi görünüyor. Tunç Çağında coğrafik olarak birbirlerine çok yakın olan Mısır, Mezopotamya ve Anadolu’daki kentler bile erken evrelerinde birbirlerinden oldua farklı görünmekteydiler. Farklı kent kültürlerinin, çıkış noktalarından ayrı kollara aylmasındansa, bu kentlerin zamanla daha çok birbirlerine benzer hale geldiği görülmektedir. Bugün gezegende, havaalanından havaalanına, merkez iş bölgesinden başka merkez iş bölgesine hızla hareket ederken,  aynı beton otoyollarla ve fiber optik  kablolarla birbirine bağlı, büyüyen müthiş parlak çelikler ve camlarla bütün kentler basitçe birbirine benzeyebilir. Yeni bir yeri ziyaret ettiğimiz zaman, tıpkı Tokyo ve Londra’nın, Johannesburg ve San Francisco’nun birbirine benzemediği gibi özel tarzlarını anlayabilmek için eski şehrin bir versiyonunu veya başka bir halini ararız. Bu derin düşünce tarzı arkeologlar için önemlidir çünkü bizler çoğu zaman erken kentlerin ortak noktasının ne olduğunu tespit etmeye odaklandık. Bir tanımı belirlemeye yarmcı olan çarpıcı özellikler var: Kabile ylerinin yerlileri ya da çiftçi kasabalılara kıyasla, kent sakinlerinin kendi yemeklerini üretmesi olasılığı daha düşük, evleri ise kendi aralarındaki zenginlik, statü ve mesleklerine göre daha farklı çeşitlilikler sergilemektedir. Monica Smith, Cities. The first six thousand years [Kentler; İlk Altı Binyıl] eserinde yerel kentleşmenin tekrar tekrar yinelenen özelliklerini muhteşem bir şekilde ortaya koyar. Erken kentlerin hepsinde toplanma için alanlar, şehrin sınırlardan merkezine doğru giden ana yollar ve genellikle anıt olarak da adlanrabileceğimiz büyüe yapılar vardı. Bunlar sıkça tapınaklar, saraylar, müthiş duvarlar ve giriş kapıları, tören ala yolları, bazen de, Mayaların top sahası, Yunan tiyatroları ya da Roma amfitiyatroları gibi toplu törenlere ev sahipliği yapacak alanlar olarak yer aldılar. Bu yerlerin ailesel bir benzerliği var ancak ortak bir soydan  gelmemektedirler. Tarihi çağlar boyunca, bir başka kent medeniyetinden gezginlerin uzak bir yere geldiği ve bura hemen bir kent olarak tanımladığı birçok durum olmuştur. On üçüncü yüzyılda Moğol İmparatorluğu boyunca seyahat eden Venedikli Marco Polo, on dörncü yüzyılda Doğu Asya ve Afrika’nın büyüksmını gezen Faslı İbn-i Batuta ve on beşinci yüzyılda kendilerini Amerika’nın muhteşem kentlerinde bulan Ceneviz, İspanyol ve Portekizli kaşifler, gördükleri yerleri hemen bir kent olarak tanımış ancak bunların oldua farklı geleneklerden geliştiklerini görmüşlerdir. Gittikleri her yerin ve bölge insanlarının, garip, alışılmamış özelliklerini anlatmışlardır ama “kent kategorisinde asla bir şüpheleri olmamıştır. Kentler, tıpkı tarım gibi, 100.000 ila 20.000 yıl önce dünyadaki yerleşilebilir toprakları kolonileştiren erken insanların selefleri tarafından, tüm dünya çapında tekrar tekrar yeniden icat edilmiştir. Bu kara kaşiflerin hiçbirinin bir “kent hakkında fikirleri yoktu. Bu durumun tek açıklaması, kentlerin sıradan formlarının yeterli sada insanın uzun süre birlikte yaşaması ile ortak düşünce ve yaşam koşulları ile şekillenmesidir. Yapısal olarak kentlerin iki tür binadan türemiş olduğu düşünülebilir. İlki, insanların dinlenebileceği, doğa olaylarından korunabileceği ve sahip olduklarını saklayabileceği barınakların inşasıdır. Tarihöncesi dönem boyunca atalarımız, kayadan barınakları ve mağaraları modifiye etm, mamut derisinden çar, kemiklerinden ise kulübeler yapmış, siperler kazıp üzerini çatı ile kapatmış, buzdan evler ia etmiş ve daha başka bir sürü yolla kendine korunacak bir yer yapmayı öğrenmiştir.

Yuva yapma içdümüz evrenseldir, ama diğer tüm yuva yapan canlılardan daha çok çeşidini yaratabilmemiz teknolojik kapasitemizin bunu yapmaya elverişliliğindendir. Uzun mevsimsel gezginlik süresince yapılan geçici barınaklar, erken dönem yerleşik toplumlarının  basi yapılarının  temelini oluşturmaktar. Bunlar çalışma, uyuma, yemek ve çoğu zaman ritüellevli alanları birleştiren tek ya da iki odalı yapılarr. Birçok erken köy, birbirine epeyce benzeyen bu tarz yapılardan oluşmaktaydı. Malzemeler ve mimari de farklılıklar görülebiliyordu. Bazı bölgelerde aap, bazılarında kerpiç ve taş daha uygundu. Bazı geleneklerde evler küçük ama kümelenm, bazılarında ise uzun evler bulunmaktaydı.

Evcilleştirilmiş hayvanlar ve de insanlar ufak alanlarda birlikte yaşarlardı. Yapıların, ailelerin  dönüşümlü olarak birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için, akrabalık ya da komşuluğa dayalı olarak kolektif bir şekilde büyük gruplarca ia edildiğine inanmak için iyi nedenler varr. İkinci gelenek, kesinlikle ortak bir mesele olan ibadethanelerin yapımıydı. İnsan toplulukları tarım yapmayı öğrenmekten çok daha uzun bir zaman önce kutsal yerler yaratmaya başladılar. Buzul Çağ Avrupa’sının mağara duvar resimleri, Avustralya’nın kaya resimleri ve Amazon havzasında yakın zamanda keşfedilmiş insan ve hayvan resimlerinin hepsi on binlerce yıl öncesine tarihlenmektedir. Küçük ölçekte olmalarına rağmen yaratmak için büyük yetenek ve muhtemelen çok uzun zaman gerektirmlerdir.

Holosen Çağın erken dönemlerinde, tarımın yavaş yavaş tamamlacı besin kaynağı olmaya başlaması ve avcılık ile toplalığın yerini aldığı zaman, tüm dünya çapında bir grup büyük kutsal ibadethane ortaya çıkmay başlamıştır.  Bunların arasında, karmaşık ve evrimleşen geleneksel daire- sel ve çizgisel topraki ile yekpare taşları kullanmasıyla,  Batı Avrupa’nın megalitik yapıları da varr. Bu tarz yapıların en erken örneklerinden biri şaşkınlık verici Göbekli Tepe’dir. Bu tür anıtsal alanlar, bazen uzak mesafelerden getirilen malzemelerle [Stonehenge’de olduğu gibi] ve olağanüstü iş günleri ile nesillerce ia edilmiş ve detaylanlmıştır.

Bu nedenlerle  genellikle,  büyük kolektif kült eylemlerinde bir araya gelen, geniş bir  bölgeden  nüfusun ortak çabalarını içerdikleri  düşünülmüştür. Antik  zamanların en harika tapınakları ve hatta Orta Çağ katedralleri aynı zamanda muazzam enerji tüketimini temsil ederler. Demir Çağ Yunanistan’ında kent devletlerinin ortaya çıkmasının ilkaretleri kent merkezlerinde ve bölge sınırlarında büyük ibadethanelerin yaratılmasıdır.

Büyük anıtsal yapıları, erke kentlerden art etmek arkeologlar için zor olmuştur. Bunun bir nedeni de günümüzde anıtsal yapıların erken evlerden daha çok görünür olmasıdır. Kahokya [Cahokia, Illinois, ABD] ve Büyük Zimbabve [Masvingo,  Zimbabve]deki anıtların izole yapılar  oldukları düşünülmüştür ancak muhtemelen ikisi de kent alanlarıdır. Erken kentler, anıtsal yapıları, yerleşik çiftçilerin mütevazı meskenleri ile birleştirmiştir. Bu iki yapı genellikle farklı mimari kullanmış ve farklı ölçülerde yapılmışlarr. Muhtemelen aileler kendi evlerini ia etm, yeni ortaya çıkan otoriteler de sadece büyük toplumsal projelerle ilgilenmlerdir. Bu durum  da genellikle konut mimarisinin geride kalmasına neden olmuştur.

Mezopotamya’nın ilk kentleri fiziksel olarak zigguratlar ve sarayların baskınlığı altındaydı, ancak duvarları aynı zamanda, tlaları yapan, ağır materyalleri taşıyan, tanrılara ve krallara desteklerini ve ordularını veren kitlelerin evlerini barınrmaktaydı. Bu ayrım Tunç Çağın bitişinden çok sonra da devam etmiştir. Roma Avrupa’sının ilk kentleri bazen duvarlarla çevrili ızgara plan üzerine yerleştirilmişti. İlk nesil evlerin çoğu, forum, çevredeki halka açık salonlar, tapınaklar ve seremoni kullanımı için yaratılmış tüm yapıların gölgesinde kalan, aap ve topraktan ia edilen alçak yapılardı.

Kamu yapıları, yeni açılan taş ocaklarından, çatı kiremitlerinden ve Akdeniz teknolojisi ile üretilmiş diğer yapı malzemelerinden gelen ilk ürünleri alma hakkına sahiplerdi. Takip eden iki yüzyıl boyunca, her ne kadar kırsal  kesimde zengin yöneticiler yapılan en harika villaların ölçü ile bir olmasa da daha büyük kent evleri ortaya çıktı. Antik çağlar boyunca kentler, kamusal zenginlik ve çoğu özel mülkün göreceli fakirliği arasındaki çarpıcı zıtlık ile belirlenmiştir. Kentlerin geneli küçüktü ve etkileyici değildi. Büyük olanların nüfusları iseleler ve zengin eskile sahipleri ile artışa çıkmıştı.lelik ve kentlerin birlikteliği uzun zaman öncesine dayanmaktar. Gılgamış Destanı, şehri bir koyun ağı ile karşılaştırır.

Vatandaşlar,çlülerin istediklerini yapabilecekleri mülkleri olarak, evcilleştirilmiş hayvanlara benzetilir. Bu tasvir muhtemelen, erken kentlerde yaşayan birçok insanın yaşadığı deneyimden çok uzak değildir. Hayvanların evcilleştirilmesileliğin icadı için [yine dünya genelinde, birçok yerde] bir model sunmuş olabilir. Arkeologların bioğu, her ne kadar yaş ve cinsiyet ilelün- müş olsalar da, avcı toplacı toplumlarının ilk kent toplumlarına kıyasla temel olarak daha eşitlikçi bir yapıya sahip olduklarını düşünmektedirler. Çin’den Antik Yunanistan’a ve Romaya kent kurma gelenekleri, kentlerin ve anıtsal yapıların inşasını, kendi projeleri için büyük işçlerini çalışmaya zorlayacak tiranlar ile ilişkilendirilmiştir.

Yollar, kanallar ve kraliyet mezarları kitleler tarafından yapılmıştır. Bu erken kent topluluklarının çoğu aynı zamanda şu ya da bu şekilde bir yazı formu geliştirmekteydiler. İlk belgeler tipik olarak öncelikle iş gücü ve onların yiyecek payları, malzeme takibi,le işçiler ve askerlerle alakalıdır. İlk  açıklamalar,  kralların,  kentler  arası savaşların ve onlara destek veren ya da tehdit  eden tanrıların  öykülerini anlatır. Tıpkı İlyada’da olduğu gibi,  kitleler muazzam ancak tekze yarmcı oyuncular, kahraman aristokratların asil trajedilerinde acıları gölgede kalan büyük ordular olarak kalırlar. Kentleri yaratmak için bu kitlelerin iş gücü kullanılmıştır. Ama her zaman aynı şekilde ia edilmemlerdir. Tebaa olan kitleler Tunç Çağında Yakın Doğu’daki kentlerin bioğunu ia ettiler. Ancak Atina’da vatandaşlar, kamu ia projelerinde, kendi ya dalelerinin işçleri karşılığında ödeme alıyorlardı. Savaş esirleri, Colosseum ve MÖ 4. yüzyılın başlarında hızla ia edilen büyük duvar çemberi gibi Roma anıtlarının inşasında çalışmıştır Rom ordusunda görevli olan asker vatandaşlar, su kemerleri ve yollar da dâhil alt yapı inşasında görev almışlarr. Koloniciler olarak birlikte gruplanrdığımız her çeşit yeni temelde, ızgara plandaki boşlukları  doldurmak ve muhteşem bir kent yaratmak içinnüllü olan büyük bir kuvvet olması muhtemeldir. Vatandaşlar, kuşatma altında kalmış, yangın ya da deprem yaşanmış kentlerde mutlulukla yeniden inşaatta çalışmışlarr.

Antik kentleşmenin muhteşem hikâyesi, kıtaları kapsayan kent ağlarının nasıl birçok farklı kent kökeninden ortaya çıkmış olmasıdır. Bazı kentler, yüzyıllar içerisinde kasabalar veylerin birleşmesi ile büyümüşlerdir. Birçok erken Yunan ve Etrüsk kentleri, bir araya gelenyler ve bir ibadet alanı ya da Tunç Çağ sara kalıntıları etrafında gruplanan çiftliklerin büyümesi ile olmuştur. Küçük tarlalar ve mezarlıkların akropolisin altındaki ev gruplarının arasına serpiştirildiği bir manzaraya sahip olan MÖ 1000 yılının Atina’sı da bunlardan biriydi. Diğer kentler, genellikle bir kralın hükmü altında hızla ortaya çıkmaktaydı. Assur ve Pers kralları, bütün bir nüfuslarını yüzlerce kilometre uzaklıktaki bölgelere taşıyıp yeni kraliyet kentlerinde hizmet ettirmlerdir. Eyüp Kitabı’nda, Ninova kenti dünyanın bir harikası olarak anlatılmıştır. Akhamenid imparatorları, Perslilerin şehri muhteşem Persepolisi yaratmışlarr. Burada ele geçen yazı belgeler göre, imparatorluğun her köşesinden işçiler, zanaatkârlar ve kâtipler çalışmaları için şehre getirilmlerdir. Pers İmparatorluğu’nu fetheden Makedon kral, Büyük İskender düzinelerce kent kurmuştur. Bazısı asna barsa, sefere çıkmadıkları sırada onları destekleyecek bir toprağa sahip, mirasla geçen bir ordunun birimlerinin bulunduğu kalıcı askeri üslerdi. Romalılar, bazen kritik yolları kontrol etmek için bazen de yoksulları kentten atmak ve onlara fethedilen bölgelerden toprak vermek için asker kolonileri yerleştirirdi. Roma dünyası kentleşme için ne kadar farklı yollar olduğunu göstermektedir. Roma şehri olmadan önce Oskan dili ya da Yunan dili konan antik kentler bulunmaktaydı.

Autun ya da Dorchester gibi sahip oldukları nüfusun atalarının yaşadığı tepelerin altında kurulu yeni kentler vardı. Gazi askerler için kurulmuş  kentler, imparatorları onurlandırmak için kurulan kentler, yol ağlarının düğüm noktasında kurulmuş kentler ve diğerleri için limanlar kadar önemli hale gelen başka kentler. Büyük çoğunluğu küçük pazar kentleri olarak, büyük taşra arazilere hizmet etmiş ancak sadece birkaç bin yerlisi olan kentlerdir. Bunun yanı sıra, İskenderiye, Konstantinopolis ve Roma gibi çoğunluğu köle ya da köle soyundan gelen, yüzbinlerce yerlisi olan muazzam metropoller de vardı. Antik kentler zamanla daha çok birbirine benzemeye başlamıştır.  Bunun bir kısmı, bir şehrin nasıl olması gerektiği ile ilgili fikirlerin yayılması ve tarz hakkındaydı. Yerel seviyede açıkça görülebiliyor ki yapı ustaları yakın çevrelerinde yapılanları görmüş, yam tekniklerini ve mimari özelliklerini taklit etmişlerdir. Ege dünyasında Arkaik ve Klasik dönemlerde, muhteşem tapınaklar yapmak için neredeyse bir yarış vardır. Bir süre sonra Küçük Asya’nın batısındaki kentler mermer kullanmayı benimsemeye başladılar. Bu sırada merkezi İtalya’da özgün Etrüsk stili meydana çıktı. Ancak bu yakınlaşma sadecezeysel değildi. Kentlerin temel işlevlerinden biri, iç bölgelerini uzak yerlere bağlamaktı. Bu antik Irak’ta, Assur kentlerinin, kervanlarla Anadolu iç bölgelerini Mezopotamya’ya, Karadeniz’in etrafında ve Güney Fransa’da Yunan kentlerinin Avrupa iç bölgelerini Akdeni pazarların bağlaması  durumunda görülebilir. Kurdukları ağlar, kentler birbirleri ile aynı safta yer aldığı zaman en iyi şekilde çalışmaktaydı. Tabi bu da, sikke, ağırlık ve ölçülerin kullanımı, liman alt yapısının yayılması anlamına gelmekteydi. Kentler iç bölgelerini uzak bölgelerdeki imparatorluk başkentlerine bağladıklarında, birbirleri ile uyumlulukları daha da önemli hale geldi.

Tıpkı  bugünü küreselleşmiş  dünyasında olduğu gibi, kentler bütün yabancı toprakların en tanıdık yerleri ve geniş kültürlerde bizi çeken ilk yerle olmaktadırlar. Antik kültürler hakkındaki görüşlerimiz genellikle kentlerle başlar. Büyük anıtlarının çoğu buralara yapılmış ve yazı en çok buralarda kullanılmıştır.

Kentler, destanlarda ve tarihte yer alırlar ve yöneticileri çoğu zaman kırsal kesimdeki nüfusu dikkatimize değer olmayan bir kesim olarak görmüştür. Büyük başarılarının yanı sıra, kentleşmenin insan hayatına olan maliyetini anlayabilmek ve her şeyi daha farklı görmek için yapıcı bir çaba gerekmektedir.

 

Aktüel Arkeoloji Dergisi 78. Sayı - Kentlerin Doğuşu 

www.arkeolojidukkani.com

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER