Antik Mezopotamya’da Tıp

Issar-shumu-eresh’in mektuplarından Assur kralının MÖ 672 yılı Ağustos ayında soğuk algınlığına yakalandığı anlaşılmaktadır: “Kralım, lordum, hastalığı yüzünden üzülmemelidir. Bu mevsimsel bir hastalıktır, bu hastalığa yakalananların tümü şimdi iyileşti. Dahası, gece gündüz tanrılara dua eden kralım, lorduma ve onun çocuklarına ne olabilir ki?”

Lamashtu plakası Musée du Louvre, Paris

Bir zamanlar, çok geniş siyasi ve kültürel etkilere sahip güçlü devletlere ev sahipliği yapmış olan Mezopotamya, klasik kaynaklarda ve Eski Ahit’te, özellikle astronomi ve kehanet alanlarındaki büyük ustalığıyla hatırlanmaktadır. Buna karşın, Herodot’un bu konuyla ilgili görüşlerinden de anlaşılacağı gibi, Babillerin sahip olduğu tıp bilgisi, fazla takdir görmemiştir. MÖ 5. yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi, Babil’in en göze çarpan özelliklerinden bahsederken, Babil Kulesi ve Asma Bahçeler’in yanı sıra, Babil’deki tıbbi tedavi ve hekim eksikliğinden söz eder: “Hekim bulunmadığından, hastaları pazar yerine getiriyorlardı. Burada, yoldan geçenler hastalara bakarak, eğer kendileri de aynı hastalığı geçirmişlerse veya hastalığı geçiren tanıdıkları varsa, hastaya yaklaşarak, ona hastalığı hakkında öğütler verir, kendi iyileşme süreçlerini veya iyileşen yakınlarının yaşadıklarını anlatarak onu teselli ederlerdi. Hiç kimse hastaların yakınından onlarla konuşmadan veya hastalıklarının ne olduğunu sormadan geçmezdi.”

Assur ve Babil gibi Antik Çağ medeniyetlerine dair sahip olduğumuz bilgi, özgün kaynakların, yani Akadca yazılmış çiviyazılı kil tabletlerin, 19. yüzyıl sonlarında okunup anlaşılmasıyla, düzeltilmiş ve tamamlanmıştır. Bugün, hekimlerin isim ve kariyer bilgilerinin yanı sıra, Babil’in tıbbi uygulamalarını yeniden oluşturmaya yetecek kadar geniş bilgiye sahibiz. Babiller, kavramsal açıdan hastalıkları nedensellik ilkesine bağlı olarak ayırt ediyor, 'doğal' veya 'beklenen' sebepleri olan hastalıkları, 'doğaüstü' nedenlerle veya büyücülükle bağdaştırılan hastalıklardan ayırıyorlardı. Ayrıca yılan, akrep sokması, köpek ısırması veya kısırlık gibi olağandışı veya beklenmedik durumları da çoğu zaman doğaüstü nedenlerle bağdaştırıyorlardı. Hastalıklar, acının şiddetine, tekrarlanmasına ve anlaşılmazlığına bağlı olarak ‘doğal’ nedenleri olan hastalıklar kategorisinden, ‘beklenmedik’ veya ‘doğaüstü’ nedenleri olan hastalıklar kategorisine aktarılıyordu. Doğal ve beklenmedik sebepleri olan hastalıkların birbirinden nasıl ayırt edildiği, Assur kralı Esarhaddon ile dönemin uzman ve âlimleri arasında geçen mektuplaşmalarda görülmektedir. Çoğunlukla gök gürültülü fırtına, ay ve güneş tutulması, Venüs gezegeninin hareketleri veya depremler gibi olağandışı konular hakkında krala mektuplar yazan başkâtip ve bilge danışman Issar-shumu-eresh, Esarhaddon’a yazdığı mektuplarında kralı sakinleştirmeye çalışmaktadır. Issar-shumu-eresh’in mektuplarından Assur kralının MÖ 672 yılı Ağustos ayında soğuk algınlığına yakalandığı anlaşılmaktadır: “Kralım, lordum, hastalığı yüzünden üzülmemelidir. Bu mevsimsel bir hastalıktır, bu hastalığa yakalananların tümü şimdi iyileşti. Dahası, gece gündüz tanrılara dua eden kralım, lorduma ve onun çocuklarına ne olabilir ki?” Issar-shumu-eresh ayrıca, “İyi olanın ömrü kısa olur, ancak hasta olanın ömrü uzun olur” atasözüyle kralı neşelendirmekte ısrar eder.

Esarhaddon örneği bize, Assur Döneminde sağlık konusundaki kaygılar, farklı tedavi yöntemleri ve tedavi ile ilgilenen uzmanlar hakkında güçlü bir anlayış sunmaktadır. Kral Esarhaddon, MÖ 672 yılı Şubat ayında, en sevdiği eşi, daha sonradan kral olacak oğulları Asurbanipal ve Shamash-shum-ukin’in annesini kaybetmişti. Görünüşe göre bu olay, kralın sağlığının kötüye gitmeye başlamasına neden olmuştur. Nisan-Mayıs aylarında varislerinin tahta geçiş işlemlerini düzenlemesinin ardından, MÖ 672 yılı Temmuz-Ağustos aylarında hastalığa yakalanan kral, hastaları iyileştirmekle yükümlü iki uzmandan biri olan, sarayın baş büyücüsü Marduk-shakin-shumi tarafından tedavi edilmiştir. Issar-shumu-eresh’in sözlerini doğrulayan deneyimli büyücü, krala soğuk algınlığının mevsimsel olduğunu ve çabuk iyileşeceğini, bu nedenle endişelenmemesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine büyücü Urad-Gula, kralın hızlı bir şekilde iyileşmesini sağlamak için gerekli dini tören ve merasimlerin yapılmasını öngören bir nota verdi. Ancak, Esarhaddon keyifsiz hastalık sürecinin arkasında başka güçler olduğundan şüphelenmeye başladı. Kötü ruhları ve epilepsiyi kovma amaçlı yapılan büyü ve ritüellerle özel olarak ilgilenen kral, okunan büyülü sözlere eşlik edecek dini törenler düzenlemesi baş büyücüsüne başvurdu. MÖ 672 Kasım ayından 671 Şubat ayına kadar, hastalıklara ve kötü ruhlara karşı koruyucu dini törenler yapıldı. MÖ 672 yılı Kasım ve Aralık aylarında sıtma, veba ve diğer salgın hastalıkları kovma amaçlı özel bir dini tören düzenlendi. MÖ 671 yılı Ocak ayında ise, her türlü hastalık ve baş ağrısını defedecek bir dini tören gerçekleştirildi. Bir ay sonra ise, kötü güçlere, büyülere, yine sıtma ve vebaya karşı dini törenler düzenlendi. Kil tabletlere aktarılarak günümüze ulaşan bu ritüellerden bazıları bugün, İstanbul Arkeoloji Müzeleri veya Londra’daki British Museum gibi dünyanın önemli müzelerine ait koleksiyonlarda sergilenmektedir. Koruyucu özelliklere sahip figürinler ile küçük boyutlu ahşap veya kil heykelcikler bu ritüellerin önemli bir parçasıydı. Kırmızı, beyaz, sarı, turuncu veya yeşil renklerde boyanmış, kıyafetlere sarılmış ve silahlarla bezenmiş olarak ele geçen bu figürinlerin her biri, evlere veya saraylara girmeye çalışan kötü ruhları ve hastalıkları korkutmak ve onlarla savaşmakla görevli belirli bir koruyucu ruhu temsil ediyordu. Figürinler, büyücüler tarafından kral dairesindeki kapı eşikleri ve kapıların yanları ile yatak odasının köşelerine gömülüyordu. 'Kuş adam', 'balık adam', 'öküz adam', 'akrep adam' veya 'aslan adam' gibi isimlerle bilinen bu melez yaratıkların bazıları ayrıca Assur saraylarının duvarlarında yer alan taş kabartmalarda da tasvir edilmektedir. MÖ 670 yılı Nisan ayında yeniden hastalanan Esarhaddon, mektuplarında baş büyücüsüne “Bacaklarım ve kollarım güçsüz. Gözlerimi açamıyorum ve çok güçsüz hissediyorum” şeklinde açıklamalarda bulunur. Baş büyücü 'Marduk-shakin-shumi' krala “yükselen ateşinin kemiklerine uzandığını, hissettiği acının bundan kaynaklandığını” söyler ve “Kral iyi olacak, endişelenmemeli” sözleriyle onu sakinleştirmeye çalışır. Ancak kralın endişesi yatışmaz. Birkaç hafta sonra Esarhaddon her iki baş büyücüsünü ve başhekimi Urad-Nanaya’yı, hastalığına kayıtsız kaldıkları ve hiçbirinin hastalığını teşhis edemediği, tedavisini bulamadığı gerekçesiyle suçlar. Böylece kralın öfkesi işleri hızlandırmaya başlar; Urud-Nanaya krala ateşi için bir losyon yollayarak, “Ateşinin kesinlikle geçeceğini” söyler ve ekler: “Bu losyonu kral için daha önce 2 veya 3 kez hazırladım –yani kral bunu biliyor. Eğer isterse yarından itibaren bunu düzenli olarak uygulayabilir, böylece hastalığı azalır.” Başhekim ise ek olarak krala özel bir tedavi tavsiye etti. Bu tedaviye göre çapraz olarak sarılacak bir bandaj, kralın terlemesine neden olacaktı. Hekim ayrıca krala boynunun etrafına asacağı, içinde çeşitli malzemeler bulunan küçük çantalardan oluşan muskalar gönderdi. Bu sırada, Marduk-shakin-shumi gözlerde oluşan iltihaplanmalara karşı özel bir ritüel uygulamak için gerekli malzemeleri hazırladı. Zor bir hasta olan kral, baş büyücüsüne, başhekiminin hazırladığı özel tedavinin çok sıcak olduğundan yakındı. Marduk-shakin-shumi, krala “çapraz takılacak olan bu bandajın çok sıcak olması gerektiğini, yoksa terlemeyeceğini” söyleyerek, ayrıca Urad-Nanaya’nın krala bu tedavi yönteminin onun terlemesine yol açacağını söylediğini hatırlattı. Ancak mektuplardan anlaşıldığı üzere, Marduk-shakin-shumi, kralın bir türlü geçmek bilmeyen ateşinin gerçek nedeni konusunda hala kuşku duyuyordu: “Bu hastalığı anlayamıyorum. Neden kral, yazın ilk aylarında bu hastalığa yakalansın ki? Bu tanrıların işi olmalı.” Başka bir nedenden şüphelenen Urad-Nanaya, birkaç gün sonra krala özel bir bitki göndererek ona “bir küpenin altlığına benzeyen bu bitkinin oldukça nadir bulunduğunu ve tesirinin çok güçlü olduğunu, büyücülüğe karşı çok etkili olduğunu” söyler. Kral Esarhaddon, büyücü ve hekimin ortak çabaları sonucunda MÖ 670 yılı Haziran ayında iyileşir. Bir yıl sonra, yine aynı tarihlerde hastalanan kral bu kez özel büyücüsü Adad-shumu-usur’a safra kustuğunu söyler. Bu yeni hastalık nöbetinin ne anlama geldiğinin farkında olan büyücü, krala “bunun iyiye işaret etmediğini” yazar ancak “yukarı doğru kusmasının, safranın aşağıya doğru yerleşmiş olmasının ve iki gündür terliyor olmasının iyiye işaret ettiğini, kralın sevinmesi gerektiğini” ekleyerek kralı sakinleştirmeye çalışır. Bu yeni hastalık nöbeti başhekim Urad-Nanaya’yı da telaşlandırır. MÖ 669 yılı Haziran ayında krala yazdığı mektupta, Adad-shumu-usur’un 'yukarı doğru kusma ve aşağı doğru yerleşen safra' ile ilgili teşhisinin doğru olduğunu belirten hekim, tüm tıp literatüründe 'ağız ve anüs yoluyla yapılan boşaltımın ardından iyileşeceğinin' belirtildiğini ekler. Her iki uzmanın güven verici sözlerine karşın, kralın büyücüsünün kuşkuları doğru çıkar. Hastalık nöbeti gerçekten de iyiye işaret etmez: Kral Esarhaddon dört ay sonra, MÖ 669 yılı Ekim ayında hayatını kaybeder.

MÖ 680-669 tarihli Yeni Assur Dönemine ait prizma biçimli taş eserde Kral Esarhaddon, Babil’de, babası Sennacherib tarafından yıkılan tapınaklar ve duvarları yeniden inşa ettirirken görülmektedir. British Museum, London

Kral Esarhaddon ile dönemin uzman ve âlimleri arasında geçen mektuplaşmalar, hastalık nöbetlerinin nasıl algılandığını da göstermektedir: İlk olarak, endişe duyulmasına neden olmayan mevsimsel hastalıklar olarak algılanırlar. Ancak hastalığın tekrarlanıyor olması ve başka kimsenin hasta olmadığı bir sırada hastalanmak, hastalığın beklenmedik bir tür olduğunu, doğal nedenlerle açıklanamayacağını gösterir. Bu tür durumlarda, şeytan veya cadı gibi kötü güçleri uzaklaştırmak amacıyla, kötü ruhlara ve hastalıklara karşı koruyucu ritüeller gibi farklı korunma yolları aranır. Hekimin, kralın tanrılar tarafından cezalandırılmış olabileceği veya bir tabuyu yıkmış olabileceği için hastalanmış olduğu ihtimalini hastalık nedenlerinden hariç tutması, bu konuda dikkate değer bir noktadır. Günümüze ulaşmış olan Mezopotamya dua metinlerinin çoğu, tüm dini törenlerin yerine getirildiğini, tanrılara düzenli olarak kurban verildiğini ancak yine de ilgili kişinin hastalıkla cezalandırıldığını anlatan ağıtlar içermektedir. Dua metinlerinin çoğunda yer alan “Ben ne yaptım?” “Her ne yaptıysam, bilinçsiz yaptım” veya “yıktığım tabunun ne olduğu bilmiyorum” gibi cümleler, tanrılara karşı işlenen suçun bilinçli olarak yapılmadığını, dolayısıyla verilen cezanın adaletsiz olduğunu ve geri alınması gerektiğini belirtmektedir. Ancak, kötü ruhları, hastalıkları ve büyüleri kovma amaçlı büyü ve ritüeller yapan ve böylece onların kötü etkilerini engelleyen baş büyücü, bu hastalıkların tanrıların gazabı olduğuna inanmaktadır. Ancak, başkâtip ve bilge Issar-shumi-eresh’in krala yazdığı bir mektuptan da anlaşıldığı üzere, Esarhaddon oldukça dindardı ve tanrılara hürmet ediyordu. Esarhaddon tüm yaşamı süresince, Babil’de, babası Sennacherib tarafından yıkılan tüm büyük tapınakları yeniden inşa etmek gibi büyük bir projeyi gerçekleştirmeye çalışmıştı. Dolayısıyla hekim kralın hastalığının gerçek nedeninin büyülerden kaynaklandığını düşünüyordu, bu nedenle ona büyüye karşı etkili, nadir bir bitki gönderdi. Birlikte çalışan büyücü ve hekim, birbirlerinin teşhislerini ve önerdikleri tedavi yöntemlerini doğruladılar. Ancak, ilacı hazırlama ve tıp literatürünü araştırma kısmı hekim tarafından gerçekleştirildi. Urad-Nanaya’nın krala yazdığı mektup, safra kusması rahatsızlığı için nasıl bir reçete verildiği konusunda değerli bilgiler içermektedir. Çiviyazılı tabletlerde yer alan tıp reçeteleri, ismini metnin ilk satırından alan bir kitapta toplanmıştır. “Bir adamın kafasının tepesi ateşle yanıyorsa” adını taşıyan kitap, en az 128 bölümden oluşmaktadır. Her bölümde ise sayısı 40 ila 90 arasında değişen tıp reçetesi yer almaktadır. Bu da kabaca 5 bin ila 12 bin madde olduğu anlamına gelmektedir (Dioscorides’in De Materia Medica’sında 5 bin 300 reçete yer almaktadır). Babiller sağlık sorunlarını, semptomların vücutlarındaki konumuna göre tarif ediyorlardı, örneğin kafa – burun, gözler, kulaklar ve dişler- , göğüs, mide, ciğer, göbek, bacaklar gibi... Ara sıra, bilindik bir hastalığa yakalandıklarına, hastalığın adını da ekliyorlardı. Reçete kitabı, insanın anatomik yapısına uygun olarak kafa ile başlayıp, ayak ile biten maddelerden oluşan bir tıp reçeteleri listesidir. Benzer şekilde, elkitabının ilk bölümünde kafanın üst kısmındaki ağrılarla ilgili maddeler yer alır, bu maddeleri kafada oluşan deri hastalıkları takip eder. Daha sonra ise göz, kulak ve boyun sorunları gelir. Bunları diş hastalıkları, üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları takip eder. Daha sonra safra kusma sorununun da dâhil olduğu sindirim sistemi hastalıkları gelir. Liste böbrek, idrar yolu, boşaltım sistemi rahatsızlıkları ve bacak ağrıları ile devam eder. Daha sonraki bölümlerde ise deri hastalıkları yer alır. Elkitabında ayrıca büyücülük ve büyülere karşı reçeteler, tanrıların gazabından korunmak için şifa yolları ve kadın hastalıkları için reçeteler yer alır. Son bölümde ise hayvan hastalıkları ile ilgili tedaviler yer alır. Bu liste göz önünde bulundurulduğunda, Urad-Nanaya’nın kitabın safra kusma ile ilgili bölümünden yararlandığı anlaşılır. Gerçekten de, çiviyazısı ile yazılmış reçetelerin bazılarında yer alan, Babillere ait tedavi yöntemlerinin birinde, 'ağızdan ve anüsten yapılan boşaltım' ardından'hastanın iyileşeceği' yazmaktadır. Safra yolu ile ilgili bölümde, hastalığın nedenleri arasında genellikle sarılığa neden olan bir “yakalayıcı-şeytan”dan bahsedilmektedir. Ancak, başhekim Esarhaddon’un rahatsızlığının asıl nedeninin büyücülük olduğunu savunur. Elkitabında yer alan reçeteler arasında büyüleri bozma amaçlı olanlar, nadiren büyülenen kişinin 'zehirli bitkiler' yemiş veya içmiş olabileceğinden bahseder. Bu, büyülenmiş yiyeceklerin alınımına dair örtmeceli bir ifadedir. Sindirim sistemi rahatsızlıklarının nedenleri arasında sayılan büyülü yiyeceklerin ateş ve halsizlik yaptığı ve sonunda safra kusmasına neden olduğu belirtilmiştir. Urad-Nanaya, Esarhaddon’un rahatsızlığı ile ilgili kuşkularını meslektaşı olan büyücülere açıkça anlatmamış olsa da, krala büyücülüğe karşı kullanıldığı bilinen bir bitki göndermiş olması yeterli kanıt oluşturmaktadır.

MÖ 220 tarihli adak heykelinde Susa prensi Puzur görülmektedir. © DEA / G. Dagli Orti.  Musée du Louvre, Paris

Başhekimin, Kral Esarhaddon’un ateşini düşürmek daha hafif bir tedavi yöntemi seçerek, ona bir losyon vermesinin nedeni, onun kralı tedavi ediyor olması ile açıklanabilir. Reçeteler kitabındaki ateşlenme ile ilgili bölümün tamamı günümüze ulaşamamış olsa da, korunabilen reçeteler arasında ağız ve anüs yolu ile boşaltımı sağlayacak ilaçlar öneren reçeteler yer almaktadır. Reçetelerin bazılarında, hastaya sürülen bir losyondan bahsedilmektedir: “Yüksek ateşi düşürmek için, sabun bitkisinin suyunu sıkın, bir dişi ve bir erkek sütleğen ve mercanı ezin, hepsini yağ ile karıştırın ve hastaya sürün.” Urad-Nanaya’nın krala, losyon tedavisinin yanında hangi muskaları verdiğini bilmiyoruz, ancak reçeteler kitabında yer alanlar şu malzemeleri içermektedir: “Yüksek ateşi düşürmek için, ‘kırılabilir ahşap bitkisini’ ‘çiftleşmemiş bir çocuk saçı’ ile sarın, küçük bir deri çanta içine koyun ve hastanın boynuna asın.” ‘Kırılabilir ahşap bitkisi’, büyücülüğe karşı kullanılan bitkiler grubuna girmektedir. Kullanılan diğer malzeme ise Babil tıbbının karakteristik özelliklerinden biri olan bitkiler için kodlu veya gizli isimler kullanımına dair iyi bir örnektir. Özellikle güçlü malzemelerin garip isimler almış olması Antik Çağ hekimlerinin becerilerine ait bilgi, sanat ve sırlarını korumak ve kontrol etmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Ateş düşürmek için kullanılan bir başka muska, ‘maymun saçı’ ve ‘insan kemiği’ malzemelerinden oluşur, her iki isim de bitkilerin takma adlarıdır. Bu takma adlara dair sahip olduğumuz bilgi, Babilli hekimler tarafından bir araya getirilen tedavi amaçlı kullanılan bitkiler kitabında yer alan bitki terimlerinden gelmektedir. Kitabın adı, kitapta yer alan ilk bitki ismi olan ‘Uruanna’dan gelmektedir. Çiviyazısı ile yazılmış olan kitapta yer alan bir bölümde gerçek bitkilere karşılık gelen terimlerin yer aldığı uzun bir liste bulunmaktadır. Bunlar arasında, 'bir denizcinin dışkısı’ veya ‘bir firavun faresinin kuyruğu’ gibi terimler göze çarpar.

Ne yazık ki, birkaç istisna haricinde kitapta yer alan bitkisel malzemelerin büyük çoğunluğu tanımlanamamaktadır. Bu bakımdan, Urad-Nanaya’nın Assur kralına büyüyü tedavi etme amaçlı verdiği bitkinin ne olduğunu büyük olasılıkla hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Çiviyazılı reçetelerin büyük çoğunluğu genellikle sayısı 2 ile 6 arasında değişen farklı malzemelerden oluşmuş karışım ilaç formüllerini tavsiye etmektedir. Ancak, nadiren de olsa, daha fazla malzemeden oluşmuş ilaç formülleri de karşımıza çıkmaktadır. Sayısı 20’ye kadar çıkabilen bu formüllerin yanı sıra bazı istisnai örneklerde bu sayının 100’e kadar çıktığını görmekteyiz. Elimizdeki bu örnekler ve bitkilerin tanımlanmasındaki belirsizlikler, Babillerin ilaç formüllerini oluştururken bitkileri rastgele seçtikleri veya ‘az iyidir, çok daha iyidir’ sloganı ile hareket ettikleri fikrine yol açmaktadır. Pek çok hastalık zaman içerisinde, tedavi ile veya tedavisiz iyileştiğinden, Babilli şifacıların ilaçları rastgele verdiklerini düşünmek yanlıştır. Her hastalık grubunun, farklı ilaçlarla tedavi edildiği gözlemlenmektedir. Göz tedavilerinde kullanılan Fırat sazanı safrası veya anal fissürlerin tedavisinde kullanılan öküz safra kesesi gibi bazı malzemelerin özel kullanım alanları vardı. Bazı nadir örneklerde Babillerin sahip olduğu bilgi ve deneyimi doğrulayabiliyoruz. Örneğin; hastalara tuzlu su veya Antik Çağda tuz yerine kullanılan fermante edilmiş bir balık sosu olan bir tür garum sosu içirmek, onların kusmalarını sağlıyordu. Babilli şifacılar ilaç olarak kullandıkları yaklaşık 384 farklı malzeme tespit etmişlerdi. Bunların 75%’i bitkisel, 10%’u mineral, 15%’i ise hayvansaldı. En geniş kategoriyi otlar, şifalı bitkiler ve ağaçsılar oluşturuyordu. Bunlar arasında ağaç kabukları, kökler, yapraklar, tohumlar ve dallar yer alıyordu. Çiğ veya kurutulmuş olarak kullanılabilen malzemeler doğranıyor, parçalara bölünüyor, karıştırılıyor ve ilacın formuna göre farklı işlemlerden geçiyordu. İç yağı ile karıştırılarak fitil yapılıyor, yağ losyonları ile karıştırılıyor ve merhemler yapılıyordu. İlaçların ağızdan alınması gereken durumlarda ise bira, şarap veya süt ile içiliyordu. Reçetelerde sıklıkla, ilaç yapımında kullanılacak bitkinin ilk olarak ekstraksiyon (özütleme) işleminden geçmesi gerektiğinden bahsediliyordu. Babilli şifacılar, ilaçların yapım tekniklerini üç farklı kategoriye ayırmışlardı. Maserasyon adı verilen ilk metotta, bitkiler gece boyunca bir sıvı içerisinde bekletiliyor, daha sonra süzülen özü kullanılıyordu. Dekoksiyon adı verilen bir diğer metotta, malzemeler belirli bir süre kaynatılıyor, daha sonra soğutuluyor ve süzülüyordu. Dijesyon (özümseme) adı verilen diğer metotta özütleme işlemi hafif ateşte yapılıyordu. İlginç biçimde infüzyon (demlendirme) tekniğini bir ekstraksiyon metodu olarak kullanmayı benimsememişlerdir. Yapılan işlemler sonucu ortaya çıkan ekstre sıvıydı ve daha sonra farklı dozajlarda kullanılarak, başka işlemlerden geçecek bir tür tentür formundaydı.

Babiller, eski çağlarda kullanılan fal yöntemlerinden biri olan hayvan iç organlarına bakarak kehanette bulunma uygulaması sayesinde koyun anatomisine dair üstün bir bilgiye sahip olmuşlardı. Ancak insan vücudu hakkında fazla bilgiye sahip değillerdi. Akad dilinde insan iç organları ile ilgili pek çok terim bulunsa da, Mezopotamyalılar bunların nasıl çalıştığına dair çalışmalara odaklanmamışlardır. Kolları ve birleşme noktalarıyla birlikte kanal sistemi, genellikle iç organların birbirine nasıl bağlandığını açıklamak için kullanılan bir benzetmedir. Güney Mezopotamya'nın kendine özgü suni sulama sistemi görüntüsünü iç organ sistemine dönüştürür. Gerçek bir sulama sisteminde olduğu gibi, kanallar tıkanabiliyor, bentler yıkılabiliyordu. Hastalık, vücudu saran küçük kanallarda tıkanmaya yol açan bir şey olarak görülüyordu. Bu nedenle, hastalıklarda kullanılan en tipik tedavi yöntemlerinden birinin, vücuttaki tıkanıklıkları açmaya yönelik bir yöntem olan kusma olmasına şaşmamak gerekir.

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER