Atatürk ve Arkeoloji

21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmak üzere; varoluştan bu yana insan aklını kurcalayan tarih ve zaman problemi, İslam teolojisinin 12. yüzyıl sonrasında yaygınca kabul ettiği “vakti bilme” gerekliliğinin çok ötesinde. İbni Haldun’un “vakti belirleme/bilme” tabanlı vakanuvisciliğine karşı, izah ve açıklama temelli tarih yazıcılığı İslam aleminde kendine gelişme alanı bulamadı. 12. yüzyıla kadar Tanrı’nın yaratıcılığını kabul etmekle birlikte bilimsel düşüncenin temeli olan neden-sonuç sorgulamasını kullanan İslam dünyası düşünürleri, bu süreçte tıp, kimya, matematik, zooloji, astroloji gibi bilimlere önemli katkılar sundular.

Atatürk'ün 13.04.1934 yılı Pergamon Asklepion ziyareti

15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet’in eğitim vizyonu ve dönemin iyi yetişmiş alimleriyle tıp, matematik ve astronomi gibi alanlarda ilerlemeler kaydedildiyse de zamanla, “Tanrı’nın bütün varlığa ve bütün tarihe egemen olan mutlak iradesi” olarak özetlenebilecek “adetullah/ sünettullah” kavramının öne çıkışı sebep-sonuç ilişkisini ve eşyanın kendine ait tabiatı olduğu fikrini de yavaş yavaş yok etti. 16. yüzyılda İslam devletinin liderliğini (halifeliği) Anadolu topraklarına getiren I. Selim ile askeri başarıların sarhoşluğu içine düşen Osmanlı İmparatorluğu özellikle 17. yüzyıldan itibaren pozitif bilimden koparak bilimin ışığında aydınlığa uzanmaktansa, Orta Çağın karanlığına doğru sürüklenme yoluna girdi.

Avrupa ise 16. yüzyılda inanç dünyasında, adına “Reform” denen sorgulayıcı bir açılım yaşıyordu. Dindeki yeniden şekillenme süreci öncesinde başlamış Rönesans hareketi, Eski Yunan ve Roma dünyasının maddi ve manevi tarihsel mirasını, metin çevirileri, eski eser restorasyonları ve yeniden yaratılarla, derinlemesine anlama çabası içindeydi. Bu süreç geçmişin, “Tarih Yazımı” çerçevesinde sorgulanabilirliğinin yolunu açtı. Geçmişin tanıkları sayılan “maddi kültür varlıklarının”, koleksiyoner ya da ganimet nesnesi olmaktan öte anlamlar taşıdığı anlaşıldı. Gelişmeler başlangıçta elitler arasında kalsa da, matbaanın icadı “bilginin” tabana doğru yayılımını hızlandırmış, Avrupa 18. Yüzyılda Aydınlanma Çağı’nı yaşamıştır. Günümüz dünyasını da şekillendirmiş Aydınlanmacılar bir yandan dinden bağımsız bilime, bireye, ilerlemeye odaklı bir felsefe ve yaşam modelini yayarken, diğer yandan aydınlanma ideallerini “Avrupa medeniyetinin üstünlüğü”yle ilişkilendirmekteydiler.

19. yüzyıl başında Orta Avrupa’da hüküm sürmüş devletçikler bütünü olan Kutsal Roma Germen İmparatorluğu dağılmıştı. Yeni kimlik arayışındaki bu halklar, “üstün medeniyetin halkları” olarak kabul edilen, Hint-Avrupa dillerini geliştirmiş “Ari Irk” ideolojisiyle tanıştı. Bu süreçte Alman arkeolog Gustaf Kossina’nın (1858-1931) kültür tarihsel arkeoloji teorisi arkeoloji pratiğine girmiş oldu. Yenilikçi teknolojinin pazara girişi ve buna bağlı olarak paranın el değiştirmesinin ardından Sanayi Devrimini yaşayan Avrupa, modern çağa doğru dört nala koşuyordu. Onun geride bıraktığı toz bulutu içinde Osmanlı Devleti hızla, çöküş, çürüme ve parçalanmaya doğru sürüklenirken I. Dünya Savaşı bu süreci hızlandırdı.

Yukarıda kısaca özetlenen ve herkesçe bilinen bu tarihi gelişmeler sonrasında, Türklerin vatan toprağı olarak yurtlandığı günümüz Türkiye’sinde, tarihin en sıra dışı, en vizyoner başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde “Kurtuluş Savaşı” ve beraberinde yaşanan zorlu barış anlaşmaları sonrasında, çağdaş devletler arenasında kendisine itibarlı bir konum bulan Genç Türkiye’nin temelleri atılmıştı. Bu zorlu mücadelenin önderi Atatürk, kurtuluştan belki daha zor olanı kuruluşu ve ondan çok daha zoru, günümüz deyimiyle sürdürülebilirliği kurtuluştan önce planlamıştı. Cepheden cepheye koşarken bu topraklarda daha önce düşülmüş hatalara asla yeniden düşmemek üzere bilimin ışığında sağlam temeller atılması gerekliği, kurtuluşun en önemli can damarıydı…

Devamı; Aktüel Arkeoloji Dergisi 100. Sayı “Atatürk ve Arkeoloji”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER