Çatalhöyük’te Değişen Yorumlamalar Ana Tanrıça

Günümüzden yaklaşık 9 bin sene önce Neolitik dediğimiz Yeni Taş Devri’nde, bir grup yaratıcı insan, üst üste dizelenmiş, yalnızca çatısından girişi sağlanabilen evlerden oluşan geniş bir köyde bir araya gelmiştir. Bu köye günümüzde, iki büyük höyükten oluşan Çatalhöyük diyoruz.

1960’lı yıllardaki Mellaart dönemi kazılarında bulunan, ‘Ana Tanrıça Herkelciği’ diye adlandırılan kil figürin. İki tarafında leoparlarla, bir tür oturağa oturmuş, şişman bir kadın betimlenmiştir.

Çatalhöyük’teki ev birimleri ve gömütler göz önüne alınarak yapılmış hesaplamalara göre, bu yerleşkede 9 bin civarında insanın yaşamış olduğu düşünülmektedir. Kendi devri içinde bu ölçekte büyük köyler veya başka bir yorumla ‘kent’ diyebileceğimiz yerleşimler Yakındoğu’da mevcuttur ancak tüm bunların içerisinde Çatalhöyük duvar resimleri ve diğer sembolik simgeleme açısından eşsiz yerini korumaktadır. Bu muammalı bir araya gelişin sırları henüz çözülememiş olsa da, Çatalhöyük geniş çevrelerin ilgisini çekmeye devam etmektedir.

Çatalhöyük ilk kez bir İngiliz arkeolog olan James Mellaart tarafından 1958 yılında, soğuk bir Kasım ayında bulunmuştur. Mellaart, her ne kadar bu keşfin önemini baştan beri anladığını söylese de hem kazıldığı dönemde hem de devamındaki süreçte dünyada alanında böylesi bir derinlikte yankı uyandıracağını eminim tahmin edememişti. Keşiften birkaç yıl sonra 1961 yılında kazılar başlatıldı. Dört sezon boyunca sürmüş olan bu çalışmalarda Mellaart’ın ‘tapınak’ diye adlandırdığı mekânların da dâhil olduğu 150’nin üzerinde ev kazıldı. Bu evlerden oldukça özenli ve ayrıntılı betimlenmiş duvar resimleri, kabartmalar ve karmaşık ev içi mimari unsurların yanı sıra Çatalhöyük gündelik yaşamını zenginleştiren obsidyen, çakmaktaşı ve kemikten yapılan aletler, çoğunlukla kilden ve ekseriyetle farklı taşlardan yapılan figürinler ve yine kil, taş, kemik ve deniz kabuklarından boncuk ve takılara kadar birçok küçük buluntu ortaya çıkarıldı.

2004 kazı sezonunda taban dolgusundan çıkarılmış olan, mermerden yapılmış bir antropomorfik figürin. Oldukça uzun bir boyun ile betimlenen figürinin, gözleri ve burnu da dikkat çekmektedir. Bu figürinin cinsiyeti belirtilmemişse de, yan açıdan boyun ve baş kısmına bir arada bakıldığında fallik bir biçim sergilemektedir. Çatalhöyük’de buna benzer, farklı açılardan farklı görünen figürinler bulunmuştur. Bu tür figürinler, konunun uzmanları için yeni pencereler açmış, figürinlerle ilgili araştırma soruları yelpazesini genişletmiştir.

1965 yılında kesintiye uğrayan Çatalhöyük kazılarını, 1993 yılında yine bir İngiliz arkeolog olan Prof. Ian Hodder yeniden başlattı. Hodder, bu yeni dönem kazılarında aradan geçen 30 yıllık sürecin gelişim avantajını kullanarak,  arkeolojide uygulanmaya başlanan yeni teknikler ve teorik akımları kazı alanına taşımakla kalmadı, günümüz arkeoloji dünyasında da yapı taşı olacak yepyeni teknikler, kazı metodları, kavramlar ve kuramsal yaklaşımlar geliştirdi. Eski buluntuların yeni buluntular ışığında yorumlanışı da, yeni dönem Çatalhöyük çalışmalarında farklı oldu.  

Çatalhöyük, Doğu Höyük’ün Güney Alanı’ndan 2005 yılı kazı sezonunda bulunan, iki zoormorfik (hayvan betimli) figürin.

Arkeolojik buluntu diye tabir ettiğimiz kavram, yalnızca bir insan topluluğunun yaşadığı mekanlardan çıkarılan statik, tek anlamlı unsurlar demek değildir. Tıpkı modern dünyada kullandığımız günlük eşyalar gibi, arkeolojik buluntular da kullanıldıkları şekil, zaman, ortam ve biçim itibariyle anlam kazanırlar. Bu nedenle arkeolojik buluntular için de bu “çok katmanlı anlam” fenomeni geçerlidir. Dolayısıyla buluntular, bulundukları özgün ortamla anlamlandırılabilir ve yorumlanabilirler. Bu özgün ortamları ne kadar derinden ve ayrıntılı anlayabiliyorsak, buluntuları da, genel geçer statik anlamlarından çıkararak, o kadar etraflarını saran nüanslarıyla birlikte anlayabiliriz. Bu noktada bir müzenin cam vitrininden baktığımız insan ürünü bir obje, altındaki bilgi kartında okuduğumuz iki satırdan çok daha fazla anlam taşır. Zaman içerisinde değişen anlayışımız veya yaklaşımımız da bu anlam katmanlarından biridir.

1993’ten günümüze devam eden Çatalhöyük kazılarında çeşitli zamanlarda ortaya çıkarılmış olan antromorfik (insan betimli) figürin örnekleri.

Ana Tanrıça Heykelciği

Çatalhöyük’te bulunan ve dünya çapında yankı yaratan buluntuların belki de en önemlisi, James Mellaart’ın 1960’lı yıllardaki kazılarda ortaya çıkardığı ‘Ana Tanrıça Heykelciği’ diye adlandırdığı kil figürindir. İki tarafında leoparlarla, bir tür oturağa oturmuş ve abartılı bir gövde ile betimlenen bu kadın figürininin, “av hayvanlarının sağlayıcısı ve avların yöneticisi” gibi atıfları olan bir tanrıça olduğu düşünülmüştür. Mellaart, figürinin, ‘Tapınak A.II.1’ diye adlandırılan binanın tahıl saklanan silosunda bulunduğunu belirtmiş ve bu figürini Neolitik Çağın inanış biçimini anlamak açısından değerli bir kaynak olarak görmüştür. Bulunduğu yerle ilgili olarak ve doğuran bir kadını betimlediği düşünülerek bu figürinin bereketi simgeleyen bir tanrıça olduğu yorumu, bulunduğu zamanın düşünce dünyasında doğru yerine oturmuştur. Aynı dönemde, özellikle feminist akımın sahiplendiği, ‘Ana Tanrıça kültünün başlangıç yeri’ söylemi ortaya atılmıştır.

Ancak yeni dönem kazılarında figürinler üzerine çalışan Stanford Üniversitesi’nden Prof. Lynn Meskell ve Leiden Üniversitesi’nden Dr. Carolyn Nakamura, son dönem kazılarından çıkarılan figürinler ve Mellaart dönemi buluntularının yeniden değerlendirilmesi üzerine yaptıkları çalışmalarda, figürinleri, bulundukları kontekstsel konum ile değerlendirmiş ve çok farklı yorumlamalar getirmişlerdir.

Bu yeni dönem çalışmalarında 1993’den günümüze, 1960’ların kazılarına göre çok daha az sayıda ev ünitesi kazılmış ancak bu kazılarda yanlızca mimari unsurlar değil, ev içi aktivitelerinin detaylarını, buna bağlı olarak da Çatalhöyük yaşamını anlayabilmek amacıyla, oldukça yoğun örneklendirme ve analizlere yer verilmiştir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir başka unsur ise çıkarılan toprağın, hem kuru hem ıslak eleme yöntemleriyle elden geçirilmiş oluşudur. Bu yöntem sayesinde, diğer buluntularda olduğu gibi, figürinlerle ilgili incelemede de buluntular gözden kaçırılmadan toplanmıştır. Bu durum, ilk dönemdeki kazılara kıyasla, çok daha az sayıda ev kazılmış olmasına rağmen oldukça yoğun bir buluntu topluluğu anlamına gelmektedir. İncelenen figürinler çok daha ayrıntılı alt kategorilerin yanı sıra, ana sınıflandırmada; zoomorfik (hayvan betimli), antromorfik (insan betimli) ve betimsiz olarak üç kategoriye ayrılmaktadırlar. Bu üç kategoride işlenen verilerde, figürinlerin baskın bir çoğunluğunun zoomorfik yani hayvan betimli ve betimsiz kategorisine girdiği anlaşılmıştır. Bunun yanında figürinlerin, hem ev içi ünitelerden ki daha önce ‘tapınak’ atfedilen  mekânlarda, hem ev dışındaki çöplük tabakalarında eşit oranda bulunduğu anlaşılmıştır. Bu gözlemler yeni yorumlar açısından birkaç farklı sonuç doğurmaktadır. Meskell ve ekibinin savunduğu sonuçlar; kısaca üç maddede özetlenebilir. Birincisi, genel anlamda figürinlerle ilgili ve özelde ‘Ana Tanrıça’ heykelciği ile ilgili yorumlamalar, hem oldukça dar hem de yanlı (bütün veriler toplanmadığı için) bir veri topluluğuna dayanırlar. İkincisi, Çatalhöyük’te figürinlerden oluşan buluntu topluluğunun odağı insan değil hayvandır, dolayısıyla insan betimli bir Tanrı veya Tanrıça kültünün oluşması olası değildir. Üçüncüsü, diğer buluntu toplulukları ve mekanların kullanılışı da göz önünde bulundurulduğunda, ev içlerindeki dolgu topraktan olduğu kadar, çöplük alanlardan (hatta son dönem kazılarında figürinlerin çoğunlukla çöplük alanlarından geldiği gözlemlenmektedir) çıkarılan figürinler evin bir köşesinde tapınılmak üzere yerleştirilen ikonlardan daha çok, belki de ceplerde taşınan, evler arası hareket eden ve günlük yaşamın parçası olan, belki zamanmekansal bir konumu veya soya ait birer temsili olan günlük eşyalar olarak yorumlanmaktadırlar.

Prof. Ian Hodder tarafından yürütülen son dönem Çatalhöyük kazılarında, gerek ev içi üretimle ilgili olarak gerekse herhangi bir mekânı diğerinden hiyerarşik bir biçimde ayıracak bir farklılık gözlemlenmediğinden, Çatalhöyük’te, daha önce Mellaart dönemi yorumlarının aksine ‘tapınaklar’ın da olmadığı düşünülmektedir.

Bu yeni yorumlamalar, Çatalhöyük sakinlerinin ve yaşamlarının düşündüğümüzden çok daha karmaşık ve genellemelere ancak çok geniş anlamlarda oturtulabildiğini anlatmaktadır.

Neolitik yerleşim alanları insanlığın çok erken bir dönemini temsil ettiğinden yazılı belgenin olmadığı, daha geç dönem yerleşimlerine oranla geriye daha az materyal kültür kalıntısı bırakan arkeolojik yerleşimlerdir. Bu anlamda, Neolitik insanın yaşamını anlamada, buluntuların yorumlanması ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu yorumlama süreci yeni kazı teknikleri ve yeni yaklaşımlarla desteklendiğinde, buluntuların anlamı ve Neolitik yaşam içinde oturdukları yer çok daha kapsamlı bir şekilde su yüzüne çıkmaktadır.

Kaynak: Aktüel Arkeoloji Dergisi “Anadolu’nun Zenginliği”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER