Cumhuriyet’in 100. Yılında Atatürk’ün “Bilimde de Bağımsızlık” Ülküsü İzinde Türk Arkeolojisi

“Bağımsızlık” bir insanın asıl “karakteri” olunca, emperyalist güçlere “geçilemeyen Çanakkale”den 5 yıl sonra boyunduruk altındaki mazlum halklara umut olarak başkentlik için güvende bulduğu Ankara’daydı Mustafa Kemal. Oraya kadar gelmeye mecali kalmayan istilacı ayağının basamadığı bir bin yıllık vatan toprağında, Cumhuriyete giden kutlu yolda ilk meclisi açmış olmanın gururuyla oradaydı.

Kurtuluş, yedi düvele verilen bir ders gibiydi ki çıkışları ve yürüyüşleri vakurdu. Şimdi zaman; ecnebilerin elbirliğiyle çökerttikleri bir dünya devletini küllerinden dirilterek “Muasır medeniyetlerin üzerine çıkartma” zamanıydı. Çağdaşlaşacaksa, onlara muhtaçlık duymadan, “Çalışkan ve zeki milletinin” emeğiyle, gayretiyle olacaktı. Değilse “Hangi istiklâl vardı ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilmişti? Bütün dersleri Avrupa’dan almak yönünde beliren birtakım zihniyetlere” teslimiyet; emperyalist güçlere yeniden ve de beteriyle teslimiyet anlamındaydı.

Amaçta; bu müstesna kültür toprağının altına sahiplik de vardı. Eski Çağ bilimlerinde de “tam bağımsızlık” onun “karakteriydi” ki hedeflediği çağdaşlığa tez zamanda varabilmenin, Batı’yla yarışabilmenin özgüvenle kendin olmaktan öte başkaca yolu yoktu. Cumhuriyetle birlikte, 1923’te, bu amaçla değişik dallarda Avrupa’ya yollanacak 11 talebeye gönderdiği telgrafın, “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz” satırlarında okunan güven, özgüveni getirmişti. “Bir an gitmemeye karar veren” bir Sadi Irmak’ı öylesine yürekten vurmuştu ki bu satırlar, ona and içirdi: “Gel de gitme, git de orada çalışma, dön de bu ülke için canını verme” andını ki, her Türk gencine tüm zamanlarda yol olmalıydı. Çünkü o yurt ve ulus sevgisi, Ata sevgisi, Mahmut Sadi’yi 1974 de Türkiye Cumhuriyeti’nin 17. Başbakanı yapmıştı.

“Maarifçe harice tahsil” ihtiyacı içerisinde Eski Çağ bilimleri de vardı. Çünkü Ata’ya göre, “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdi ve yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir mahiyet alırdı.” Belli ki Anadolu tarihini yazanların, bu topraklarda benzersiz bir tarihi yapanlara sadık kalmadığının da farkındaydı O. Ve “Tarih araştırmalarında arkeoloji ve antropoloji başta gelir, tarih bu bilimlerin çıkardığı belgelere dayandıkça sağlam temelli olur”du. Eski Çağ bilimlerinin çağdaş araştırma yöntemlerini öğrensinler ve “tarih yapanlara sadık” bir Anadolu tarihi yazsınlar amacıyla 1930’lu yılların zor ekonomik koşullarında yurt dışına öğrenciler gönderdi. Türk Eski Çağ Biliminin kurucu ataları sayılan, aralarında hocam Ekrem Akurgal’ın da bulunduğu, Arif Müfid Mansel (1925), Halil Demircioğlu (1930), Sedat Alp (1932), Afif Erzen (1934) gibi yurtsever gençler de birer Mahmut Sadi olarak geri döndüler.

“Alevler olarak” geri dönenlerden olan Türk Arkeolojisinin “anaları”, bilgi devriminin de öncüleri arasındaydılar. Kurtuluş’taki gibi kuruluşta da hep önlerde saf tutmaları mayasında vardı “bizim kadınlarımızın.” Jale İnan (1935) ve Halet Çambel (1938) gibi bilgiyi dışarda arayanı da; Nimet Özgüç, Muhibbe Darga, Sabahat Atlan ve Muazzez İlmiye Çığ gibi içerde bulanı da, taşıdıkları Cumhuriyet meşalesiyle “ilmin” karanlığına ışıdılar. Bilimin izinde, onun gerektirdiği her şeyle, çalışkan, disiplinli ve kararlı oluşları ve özgüvenli tavırlarıyla, “muasır medeniyete değişimi” tüm dünyaya gösterdiler…

Devamı: Aktüel Arkeoloji Dergisi 101. Sayı “Kurtuluş Savaşı’ndan Kültürel Rönesansa Geçiş”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER