Eski Çağda Malazgirt Ve Çevresi: MÖ İkinci Ve Birinci Binyılda Göçlerin Ve Göçerlerin Çekim Merkezi

Doğu Anadolu, sahip olduğu zorlu coğrafi özellikleri nedeniyle bölgede yaşayanlara ulaşım/yol ağları ve yaşam biçimi konusunda fazla seçenek sunmamaktadır. Bu coğrafyada ana yollar belli nehir vadilerini ve sıradağlar üzerindeki geçitleri izlemek durumundadır. Genellikle 1500-2000 m arasında olan yaşam alanları ise tarımdan çok hayvancılık yapmaya uygundur.

Malazgirt savaş alanı projesi çerçevesinde kazılan kurganlar

Eskiçağdan günümüze kadar da bölgede Urartu Krallığı’nın yapmaya çalıştığı bazı projeler dışında coğrafyanın yaptırımlarını aşan bir çaba olmamıştır. Doğu Anadolu’ya gelen toplumlar kendilerine uygun değilse burada uzun ömürlü olmamış kalanlar da buradaki şartlara uyum sağlamayı öğrenmişlerdir. Kafkasya’dan ve doğudan İran üzerinden gelen yollar, Anadolu’nun içlerine Van Gölü’nün kuzeyinden ilerlemektedir. Modern yol yapılıncaya kadar Toros Dağlarının oldukça dik yamaçları nedeniyle Van Gölü’nün güneyinden geçmek zordu. Doğu Anadolu’da Eskiçağda da en çok kullanıldığı anlaşılan ana hat, Aras ve Karasu vadilerini izleyen günümüzdeki Erzurum – Erzincan yol güzergahıdır. Patnos – Malazgirt – Muş hattı, batısındaki zorlu Bingöl Dağları nedeniyle ticaret kervanlarının veya düzenli orduların öncelikle tercih edeceği kadar kolay bir yol değildi. Bu nedenle zengin otlaklara sahip bu bölge hemen her koşulda kendine yetebilen ve güvenliğini sağlayabilen göçebe/ yarı-göçebe toplumlar tarafından tercih edilmekteydi. Özellikle kış aylarında Torosların güney eteklerine, kar yağmayan Mezopotamya düzlükleri çevresine inen göçebe büyük gruplar için bu bölge daha stratejik öneme sahipti. Süphan ve Nemrut gibi dağların eteklerinde yaz aylarını geçiren büyük sürüler, Torosların nispeten daraldığı Bitlis Geçidi üzerinden güneye götürülmekteydi.

Urartu döneminde Malazgirt ve çevresi

Yalnızca Malazgirt ve çevresi değil, benzer özelliklere sahip Doğu Anadolu’nun büyük bölümü Eskiçağda daha çok göçebe ve yarı-göçebe toplumların yaşam alanı olmuştur. Yerleşik tarım toplumlarının öncelikli tercihi hiçbir zaman yaylalar olmamıştır. Örneğin İlk Tunç Çağında (MÖ 3000-2000) ovaların çevresinde belirginleşen yerleşik köylü yaşam biçimi ve höyüklerdeki izler, bu çağdan sonra silinir ve höyükler (küçük köy yerleşmeleri) yeniden Urartu’nun iskân politikası çerçevesinde yerleşim alanı olarak seçilmeye başlanır.

Kuzeydoğu Anadolu’da höyüklerin ıssızlaştığı Orta ve Geç Tunç Çağında (MÖ 2000-1450), kurgan türü mezar mimarisi ve bir bölümü çok renkli bezemelere sahip çanak çömlekle temsil edilen “yayla kültürü” yaygınlık kazanmıştır. Doğu Anadolu yüksek yaylasında bu kültüre ait yerleşim alanları belirlenememiştir. Höyüklerde izlerine rastlanmayan bu kültür, Malazgirt yakınlarında, Süphan Dağı çevresinde, Ağrı Dağı’nın eteklerinde, Sütey Yaylası’nda ve Ardahan bölgesindeki kurgan türü mezarlar ile çoğu kaçak kazılar yoluyla müzelere gelen çanak çömlek aracılığıyla tanımlanabilmektedir.

Boyalı çömlek, MÖ 2. binyılın ilk yarısı (Paksoy Koleksiyonu)

Taştan inşa edilmiş dikdörtgen bir mezar odası ve üzerindeki tepe görünümlü yükseltiden oluşan kurganların boyutları, gömülen kişinin statüsüne göre değişiyordu. Bu durum hayvancılıkla geçinen söz konusu toplumların daha çok yaylak ve kışlaklar arasında yarı-göçebe bir yaşam sürdüklerini göstermektedir.

Ziyaret Tepe’de, Malazgirt Savaş Alanı Arkeolojisi bağlamında kazılarla ortaya çıkardığımız türbe olarak adlandırılan kalıntıların kurgan olabileceğini düşünmekteyiz. Buradaki kurganların Eskiçağdan itibaren defineciler tarafından birçok kez kazıldığı anlaşılmaktadır. Bu müdahaleler sonucu içlerindeki çanak çömlekler parçalanmış ve ancak birkaç santimetre boyutlarında günümüze ulaşabilmiştir.

Uruatri-Nairi Toplumlarının Göçleri

Doğu Anadolu’ya MÖ 2. binyılın sonlarından itibaren kuzeyden yeni toplumların göç ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim MÖ 13. yüzyıla tarihlenen Orta Assur yazıtları, Doğu Anadolu’da Uruatri ve Nairi olarak adlandırdığı yeni toplumların varlından söz etmeye başlar. Bunların da büyük oranda yarı göçebe bir yaşam sürdüğü anlaşılmaktadır.

Daha öncekiler gibi bu göçebe grupları da mezarlarından ve çanak çömleklerinden tanımaktayız. Ancak bunların mezarları kurganlardan oldukça farklıdır. Kurganların her biri bir bireye aitken burada mezar, içine çok sayıda gömü yapılan, aile mezarı/ oda mezar biçimindedir. Yakarak ölü küllerinin bir çömlek içine koyulması da yaygın bir uygulamadır. Teknolojiyi günlük yaşamda çok fazla kullanmayan bu toplumlar çanak çömleklerini daha çok elde yapmaktaydılar. Fırınlama teknikleri de iyi değildi. Bu dönemi temsil eden çanak çömlekler, ağızları ile boyunları arasına yer alan yiv bezeme nedeniyle “yivli çanak çömlek” olarak tanımlanır.

Erken Demir Çağının temsilcisi yivli çanak (Ziyaret Tepe/Diyarbakır)

Yarı göçebe toplumların hareket alanları bu çanak çömleğin buluntu yerlerine ve yayıldığı bölgelere bakılarak belirlenebilmektedir. Bu yeni kültürün temsilcisi olan yivli çanak çömlek üretimi, oda mezarı geleneği ve yakarak gömme anlayışı Erken Demir Çağında (MÖ 13-9. yüzyıllar) ortaya çıkmakta Urartu Döneminde de devam etmektedir. Urartu Krallığı MÖ 9. yüzyıl ortaları ile MÖ 7. yüzyıl sonu arasında birçok kent kurmuş, tarım alanları oluşturmuş ve yerleşik toplumunun oranını artırmaya çalışmışsa da bu konuda yeterince başarılı olduğunu söylemek zordur. Doğu Anadolu’da köylerde ve yaylaların eteklerinde, Güneydoğu Anadolu’da Yeni Assur eyaletlerinin çevresinde aşiretler yaylak – kışlak hayatı yaşamaya devam etmiştir. Başta yivli çanak çömlek olmak üzere bu kültürün kalıntıları, Doğu Anadolu’ya Erken Demir Çağında kuzeyden Kafkasya’dan gelen toplumların Torosların güneyine Yukarı Dicle bölgesine, Orta Fırat havzasına, kuzeyde Erzurum-Kars çevresine, Aras Havzasına ve Urmiye bölgesine kadar yayıldıklarını göstermektedir. Anlaşıldığı kadarıyla bazı Uruatri ve Nairi aşiretleri Demir Çağının başından itibaren yazları Doğu Anadolu yaylalarında, ağır geçen kış aylarında ise Torosların güney eteklerine ve Urmiye havzasında geçirmişlerdir.

Malazgirt ve çevresinde özellikle Süphan Dağı’nın batı ve kuzey eteklerinde, günümüzdeki yüksek köylerin bulunduğu alanda yüzey araştırmalarında belgelenen oda mezarlar bu kültürle ilişkili gözükmektedir.

Nemrut Dağı ve krater gölü

Urartu Devleti: Kent ve Kırsal İlişkisi

Urartu Devleti, Erken Demir Çağında Doğu Anadolu’ya gelen ve dört yüz yıla yakın yarı-göçebe yaşam süren aşiretlerden biri tarafından MÖ 9. yüzyıl ortalarından sonra Van Gölü’nün doğusunda kurulmuştur. Urartu orduları kısa zamanda batıda Malatya sınırına, doğuda Urmiye Gölü havzasına, kuzeyde Kars platosuna ve Ermenistan bölgesine ulaştı. Devletin güney sınırı Toroslar tarafından belirlenmekteydi.

Doğu Anadolu gibi zor bir coğrafyada bu kadar hızlı büyüyen bir devletin bu coğrafyada tutunabilmesi ancak bölgeye özgü yanları olan bir yönetim modeli oluşturabilmesi ile mümkündü. Urartu Krallığı belli ölçülerde bunu yapmaya çalışmış gözükmektedir. Devlet modeli, yazı, mimari ve sanat gibi birçok alanda Assur’dan etkilendiği açıktır. Ancak yeniliklerin çoğunu bu coğrafyaya uyarlama çabası gözükmektedir. Devletin en önemli projesinin yerleşik nüfusu çoğaltma olduğu anlaşılmaktadır. Bu amaçlar yeni büyük krali kentler ve eyalet merkezleri kurmuştur. Kentlerin boyutları 20 ile 90 hektar arasında değişmektedir. Buralarda sitadellerde elit yönetici sınıf, aşağı şehirde ise zanaatkar, tüccar gibi sınıflar yanında tarım, hayvancılık yapan gruplar da iskan edilmekteydi. Büyük nüfus nakilleri gerçekleştirilmiş ve yüzbinlerce insan yeni yerleşim yerlerine iskan edilmiştir. Kentler daha çok tarım potansiyeli yüksek bölgelere kurulmuştu. Eyalet merkezleri ise ülkenin sınır bölgelerini ve ana yolları denetleme görevi üslenmişti. Dağlık olan bölgelerdeki aşiretlerin de devletle belli koşullarda bağ kurarak kendi egemenlik alanlarını korudukları anlaşılmaktadır. En büyük yatırım başkent çevresine yapılmıştı. Van Gölü havzasında Urartu Krallığı başkent Van (Tuşpa), Anzaf, Körzüt, Çavuştepe (Sardurihinili), Toprakkale (Rusahinili), Ayanis (Rusahinili), Kef Kalesi ve Murat havzasında da Patnos/Aznavurtepe gibi krali kentleri inşa etmiştir. Ayrıca bu kentlerin çevresinde sulama kanalları ve göletler de yapılmıştı.

Süphan Dağı ve bu yıl kaybettiğimiz sevgili hocamız Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu, Urartu kenti Ayanis’ten

Krallığın merkezi bölgesine uzak olmayan Malazgirt ve çevresi daha krallığın kuruluş ve gelişme sürecinde kral Menua (MÖ 810-786) tarafından denetim altına alınmış ve sisteme entegre edilmiştir. Aznavurtepe büyük bir kent olarak inşa edilirken onun batısında Bostankaya bir eyalet merkezi, göçerlerin dünyasını denetim altına almak için bir garnizon olarak planlanmıştı. Murat Nehri’nin kuzeyi büyük oranda aşiretlerin yaşam alanı gibi gözükmektedir. Malazgirt çevresinden özellikle Adalar civarında bulunan ve çeşitli kanalların inşasından söz eden çivi yazılı kitabeler Urartuların Malazgirt’in bulunduğu alanda da aktif olduğuna işaret eder. Ancak Malazgirt surları veya çevresinde Urartu dönemine işaret eden herhangi bir mimari kalıntı yoktur. Buradaki garnizon daha sonra Ortaçağda inşa edilmiştir. Yüzey araştırmalarında ele geçen kırmızı astarlı çanak çömlek Urartu döneminde Süphan Dağı yamaçlarında yaşayan köylülerin krali kentlerle bir şekilde ilişkide olduklarına ve bazı yenilikleri benimsediklerine işaret eder. Urartu Devleti’nin iskân politikası ve planlı kent inşa projeleri, Doğu Anadolu’daki yarı-göçebe toplumların bir bölümünü değişime zorlamıştır. Ancak bu tür uygulamaların geleneksel yaşamı bütünüyle değiştirecek şekilde başarılı sonuçlandığını söylemek zordur. Doğu Anadolu büyük oranda Urartu sınırları içinde gözükmekle birlikte dağlık ve zor ulaşılan kırsal alanlarda devletin kontrolü ve etkisinin çok sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Buralarda geleneksel yaşam biçimi devam etmiş yarı-göçebe aşiretler Urartu döneminde de varlıklarını korumuşlardır. Gerçekte devletin kuruluşuyla Doğu Anadolu’ya taşınan yerleşik kent kültürünün getirdiği yeniliklerin birçoğu, buradaki geleneksel yaşam biçimiyle hiçbir şekilde örtüşmemekteydi. Bu nedenle devlet yıkılınca Doğu’ya taşınan kent kültürü bütün bileşenleriyle birlikte uzun bir zaman dilimi ortaya çıkmamak üzere tarih sahnesinden kalkmıştır.

Süphan Dağı ve Kız Köprüsü

Kimmerler, İskitler ve Anadolu

Doğu Anadolu ve çevresi Urartu Krallığı’nın son yüzyılında (MÖ 7. Yüzyıl) Asya steplerinden gelen iki büyük ve etkili grubun göçüne sahne olur: Kimmerler ve İskitler. Kökenleri MÖ ikinci binyıla kadar giden bu göçebe toplumlar MÖ 8. yüzyılın sonlarından itibaren Kafkaslar ve İran üzerinden Anadolu’ya gelmişlerdir. Kimmer ve İskit göçleri birkaç noktada Selçukluların Anadolu’ya gelişiyle karşılaştırılabilir. Bozkır kökenli Kimmerler ve İskitlerin yalnızca ordularıyla değil aileleri ve sahip oldukları her şeyleriyle geldikleri anlaşılmaktadır. Kimmerler Urartu’nun kuzey bölgelerinden olasılıkla Malazgirt çevresinden batıya doğru göç etmiş, Urartu’ya ek olarak dönemin süper gücü Assur, arkasından da sırasıyla Frigler, Lidyalılar ve Yunan kent devletleriyle savaşmışlardır. At üzerinde savaşan, çok hızlı hareket eden ve daha etkili silahlar kullanan Kimmerler Urartu ve Assur ordularına karşı üstünlük sağlamışlardır. Kısa zamanda Orta Anadolu’da Frig ve İç Batı Anadolu’da Lidya başkentlerinin surlarını aşarak yağmalamışlar ve Ege kıyılarına ulaşmışlardır. Kimmerlerin arkasından yaşanan İskit göçü daha belirgin sonuçlar doğurmuştur. İskitler de Kimmerler gibi yarı göçebe bir toplumdu. Onların da aileleri ve yurtları arkalarındaydı. Geri dönmek fikri olmadan göç ettikleri anlaşılmaktadır. İskitlerin göçü en çok Urartu ve Assur devletlerini etkilemiştir. Kontrolsüz göçer grupları düzenli orduların durdurması neredeyse imkânsızdı.

Kız Köprüsü

Bunlar yalnızca ana yolları değil, yaylaları ve kestirme dağ geçitlerini de kolayca kullanabilmekteydiler. Olasılıkla II. Rusa döneminin sonlarında bu göç dalgası Urartu’nun kurduğu bütün kentlerin yangınlarla tahrip olmasına ve terk edilmesine yol açmıştır. Urartu kentlerinin sitadelleri ve aşağı yerleşmeleri bir daha kullanılmamak üzere yanarak molozların altında kalmıştır. İskitler yalnızca Anadolu’nun değil, Assur ülkesinin ve Mısır sınırına kadar Doğu Akdeniz kıyılarının dengelerini değiştirmiştir. Kimmerlerin ve İskitlerin Anadolu ve çevresindeki uygarlıklar üzerindeki en belirgin etkileri atçılık ve savaş araç gereçleri konusunda görülmektedir. Atın evcilleştirilmesi, arabaya koşulması, üzerine binilmesi ve ordularda bir savaş aracı olarak kullanılması gibi süreçlerin tümü Anadolu’dan çok önce Orta Asya steplerinde başlamış gözükmektedir. Özellikle at koşum takımlarının geliştirilmesi ve atı yönetme konusunda atılan adımlar, kısa zamanda uzun mesafeleri kat eden süvari sınıfının gelişmesini sağlamıştır. Hafif silahlarla at üzerinde savaşan Bozkır toplumları bu beceriye ulaşamamış uygarlıklar üzerinde kolayca üstünlük sağlamıştır. Bu dönemde Anadolu ve çevresine ulaşan daha etkili mahmuzlu ok uçları “İskit tipi” olarak tanımlanmaktadır. Kimmerlerin ve İskitlerin göç ettiği bölgeler bu türde onlarla ilişkilendirilen buluntular yardımıyla belirlenebilmektedir. Malazgirt çevresinden definecilerin kazılarından bu türde ok uçları bilinmektedir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER