Kadının Siyasi ve Sosyal Statüsü

Hitit Öncesi Anadolu Toplumlarında

Anadolu’nun prehistorik (tarih öncesi) dönemlerinde kadın bereket ve doğurganlığıyla ön plana çıkarılmış ve tanrıça figürleriyle sembolize edilmiştir. Anadolu’da rastlanan, prehistorik çağlara ait bu tür tasvirlerin en eskisi MÖ 7000’lere, yani besin üretimine geçişin sağlanmış olduğu Neolitik Çağ’a tarihlenen Konya Çatalhöyük’te ele geçen pişmiş topraktan yapılma ana tanrıça heykelidir.

Çatalhöyük’te James Mellart Kazıları döneminde bulunan Anatanrıça heykelçiği, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

İnsanlık tarihi biyolojik olarak kadın ve erkekle başlamıştır. Gerçekten tarihin her devresinde kadın ile erkek birbirilerini tamamlayıcı, yani bir bütünün parçasını oluşturan birer varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira insan neslinin devamı ve sosyal hayatın şartları açısından her iki cinsiyetin varlığı zorunludur. Anacak tarih boyunca her iki cinsiyetin toplum içerisindeki konumu farklılık göstermiştir. Bu bağlamda kadim toplumlarda kadının siyasi ve sosyal statüsü, toplumdaki önemi ve hukuki hakları hep merak konusu olmuştur. Özelikle kadının rolünün merak edildiği sosyal çevrelerden biri de; sosyal ve hukuki ilk yazılı vesikaların bulunduğu ve muhafaza edildiği yerlerden birisi olan Eski Anadolu toprakları ve onun toplumlarıdır.

Hitit Öncesi Anadolu toplumlarında kadının siyasi ve sosyal konumunu irdelemek için iki temel kaynağı ele almak gerekir. Bunlardan birincisi toplumun sosyal, siyasi ve dini hayatına dair ilk bilgileri edindiğimiz her türlü arkeolojik malzeme, ikincisi ise insanlığın ilkyazı sistemi olan çivi yazısı ile yazılmış belgelerdir. Bu noktada ortaya çıkarılan arkeolojik malzemeden, Anadolu’nun  tarihöncesi dönemlerinde kadın bereket ve doğurganlığıyla ön plana çıkarılmış ve tanrıça figürleriyle sembolize edilmiştir. Anadolu’da rastlanan, Prehistorik Çağlara ait bu tür tasvirlerin en eskisi MÖ 7 binlere, yani besin üretimine geçişin sağlanmış olduğu Neolitik Çağa tarihlenen Konya Çatalhöyük’te ele geçen pişmiş topraktan yapılma ana tanrıça heykelidir. Ayrıca Kalkolitik Çağda ise avcılığın tarıma öncelik tanıması sonucu, avcılıkla ilgili figürler ve erkek tasvirleri de yerini bereket simgesi olarak kabul edilen kadın figürlerine bırakmıştır. Böylece henüz özel mülkiyet kavramının gelişmediği, kadın ve erkeğin topluluğun yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamada ürettikleri ürün, üretme biçimleri ve ilişkilerinde de hiyerarşik bir yapılanmanın olmadığı dönemin ürünü olan anaerkil toplum düzeni, kadın ve erkeğin ortaklaşa yaşam biçimi ile oluşturduğu ilkel komünal toplum yapısı içinde doğal olarak biçimlenmiştir. Bu düzen içinde kadın, doğurganlığı ile neslin devamını sağlayan üretkenliğin simgesi ve doğa ile özdeş değerli bir varlıktır. Üretim ilişkisi ve biçimleri de, anatomik gerekçelerle belirli iş bölümleri gerektirse de, topluluğun hayatta kalması için gerçekleşen üretim ortaklaşa yapılmaktadır. Erkek avlanırken, kadın, önce toplayıcılık ve daha sonra da toprakla uğraşması sonucunda tarımda uzmanlaşmıştır. Toplumu oluşturan bireyin dünyaya gelişine aracılık eden dişi, bu rolüyle, yaşamın devamını garantileyen bir kimlikle algılanmış ve kimliği ona büyük değer kazandırmıştır.

Çocuğunu emziren kadın heykelciği, Horoztepe mezar buluntusu, İlk Tunç Çağı, MÖ 3. binyılın sonu. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesia
Pişmiş toprak kadın heykelciği, Hacılar, Burdur, Geç Neolitik Çağ MÖ 6200- 5800. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi.

Kadının toplum içerisinde elde ettiği bu yüksek vasıf, Anadolu’da küçük krallıkların teşkilatlandıkları dönem olan Eski Tunç Çağında da aynen devam etmiş, kadın siyasi nüfuz bakımından ve sosyo-ekonomik hayat açısından önemli bir statü elde etmiştir. Anadolu kadınının söz konusu konumuyla ilgili olarak arkeolojik her türlü malzemenin yanı sıra MÖ 1974-1719 yılları arasına tesadüf eden Assur Ticaret Kolonileri Çağına ait olan, Eski Assur lehçesi ve çivi yazısıyla yazılan, umumiyetle “Kültepe Tabletleri” olarak isimlendirilen yazılı kaynaklardan önemli bilgiler edinilmektedir. Ancak bu vesikalar Anadolu halk kadınından ziyade daha çok saray kadınının devlet ve toplum içerisindeki konumu hakkında bilgi verir.

Anadolu kadını kraliçedir ve suçluları cezalandırmada adaletlidir.

ATHE 62 nolu metin ise Kaniş kraliçesinin siyasi konumunu ve idari fonksiyonunu göstermesi açısından önemlidir. Aynı zamanda bu dönemde Kaniş tahtında bir kralın olmadığını ve ülke yönetiminin bir kraliçenin idaresi altında olduğunu düşündürür. Gerçekten belgede, kraliçenin kaçakçılık yapan Pušuken adlı Assurlu tüccarı tutuklattığı bilgisi mevcuttur. Pušuken’in Kaniş’te ikamet etmesi sebebiyle, tüccarı tutuklatan bayanın Kaniş’in kraliçesi olduğu kabul edilmektedir. Bu olay Eski Assur kralı Šarrukin’in son dönemine, MÖ 1880 yılarına tarihlendirilmektedir. Belgede Kaniş kraliçesinin Malatya ve Kahramanmaraş arasında kalan bölgede aranan Luhuzattia, Hurama ve Šalahşua şehirleri ile ülkesindeki her yere kaçakçılığın önlenmesi hususunda bir mektup yazdığı belirtilerek, tüccarlardan dikkatli olmaları ve kaçakçılık yapmamaları istenmektedir. İlgili satırlarda: “Onun kaçak malını Ira’nın oğlu Pušuken’e gönderdi ve onun kaçak malı yakalandı. Ve saray Pušuken’i hapse attı. ……..ve kraliçe Luhuzattia, Hurama ve Šalahšua ve ülkesindeki (her yere) kaçakçılıkla ilgili (mektup) yazdı. Gözlerinizi açın, lütfen hiçbir şeyin kaçakçılığını yapmayın” denmektedir.

Günbattı tarafından yayınlanan metin (Kt n/k 504 nolu), MÖ II. binde Eski Anadolu’da hukuk anlayışını ortaya koymasının yanında, Koloni Çağı Anadolu kraliçelerinin ülke yönetimindeki etkinliğini, hatta kral ile eşit söz hakkına sahip olduğunu göstermesi bakımından son derece önemli bir belgedir. Metin, Aşşur-taklaku adlı Assur tüccarının saray tarafından tutuklandığı, bunun üzerine Karum’dan bir heyetin Kaniş kralı ve kraliçesinin huzuruna çıktığı ve meslektaşlarının serbest bırakılması hususunda talepte bulundukları kayıtlıdır. Elçiler Aššur-taklaku’nun kendileri gibi bir tüccar olduğunu, her zaman kral ve kraliçenin emrinde bulunduğunu belirterek, arkadaşlarının suçsuzluğunu ispatlaması için ya Tanrı Aššur’un hançeri huzurunda yemin etmesini ya da yerli bir kimse gibi nehre gitmesine izin verilmesini istemektedirler. Kral ve kraliçe elçilerin bu isteklerinin yerine getirilmesi için; düşmanları olan Tawinia kralı adına casusluk yapan bir şahsın kendilerine teslim edilmesini veya bir mina amutum madeni ya da 10 mina altın verilmesini istemişlerdir. Bu isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda ise Aššur-taklakunun öldürüleceği ifade edilmektedir.

Metindeki ifadeler, kral ve kraliçenin ülke yönetiminde ortak söz hakkı bulunduğunu göstermektedir. Öyle ki, ülke güvenliğini ilgilendiren bir meselede dahi kraliçenin bu denli etkin bir pozisyona sahip olması, bu dönem Anadolu kraliçelerinin siyasi güçlerini göstermesi bakımından önemlidir.

Hitit Kralı Arnuvanda ve Kraliçe Aşmunikal’ın Kuvatalli adındaki bir rahibeye yaptıkları bağışı anlatan bağış belgesi, pişmiş toprak, Boğazköy. Orta Hitit Dönemi, MÖ 15. yüzyıl sonu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri.

HİTİT ÖNCESİ ANADOLU KADINININ SOSYAL STATÜSÜ

Anadolulu kadınların yerli erkeklerle evlenmelerinde eşitlik esasına dayalı nikâh akdi yapılmaktadır.

Kültepe tabletleri, Anadolu insanının aile hukukuna bilhassa kadının toplum ve aile içerisindeki statüsüne işaret eder. Bu metinlerden bazıları, doğrudan yerlilerin kendi aralarındaki evlenme ve boşanma, miras ve kadının nafaka almış olduklarına, dolayısıyla kadının hukuk nazarındaki konumuna ışık tutmaktadır. Bu metinlerin muhtevasından, yerli çiftlerin mal ve mülk konusunda eşit haklara sahip oldukları, ölüm halinde de malın eşit olarak bölüşüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca evlilik akdi şahitler huzurunda ve yetkililer tarafından evlilik tableti düzenlemek suretiyle yapılmaktadır.

Anadolu yerlilerinin kendi aralarında yaptıkları evliliklere ait olan metin üzerinde iki yerli, bir Assurlu şahit ile evlenen yerli erkek Saparašna ve kadın Kulsia’nın mühürleri bulunmaktadır. Metnin, hukukî açıdan belirtmeye değer tarafı, erkek ve kadının oturdukları ev üzerinde, gerek fakirlik ve gerekse zenginlik hâllerinde ve kocasının kadını boşaması durumunda eşit haklara sahip olmalarıdır.

Metnin tercümesi şöyledir: “Hanu’nun mührü, İnar’ın mührü, Aššur-malik’in mührü, Saparāšna’nın mührü, Kulsia’nın mührü. Saparāšna Kulsia ile evlendi. Ev her ikisinin olup fakirleşirler veya zenginleşirlerse, her ikisine aittir. Ve eğer Saparāšna (eşi) Kulsia’yı boşarsa, evi her ikisi taksim edecekler. Öldükleri zaman evi Hištahšušar ve Peruwa alacaklardır.”

Metnin genel muhtevasından, evlenen yerli çiftin her ikisinin de dul olduğu ve ikinci evliliklerini yaptıkları düşünülebilir. Gerçekten, 14-18. satırlarda “Öldükleri zaman evi Hıštahšušar ve Peruwa alacaklardır” ifadesi buna bir işaret olsa gerek. Dolayısıyla yerli şahıs oldukları gayet açık olan bu kişilerin, evlenen çiftle yakınlık dereceleri kesin tespit edilmemekle beraber, her ikisinin de varis gösterilmesi, onların evlenen çiftin ilk evliliklerinden doğan çocukları olduğunu (taygeldi), hatta Saparāšna ve Kulsia’nın ileri bir yaşta olduklarını ve bu yeni evlilikten muhtemelen çocuk beklemediklerini akla getirmektedir.

Anadolulu kadınlar Assurlu erkeklerle Anadolu gelenekleri çerçevesinde evlenmişlerdir. Anadolu’da geçerli olan monogami prensibi uygulanmıştır.

Assur Ticaret Kolonileri Çağı adını verdiğimiz ve en az 255 yıllık bir zamanı içine alan bu devrede, Assurlu tüccarlar kendileri veya görev verdikleri kimselerle Anadolu’ya gelmişlerdir. Ticaretin başlangıç safhasında, muhtemelen ailelerini Assur’da bırakan tüccarlar, zamanla ticaretin gelişerek devam etmesi üzerine ya eşlerini yanlarına almışlar, yani Anadolu’ya getirmişler ya da Anadolu’da geçerli olan âdetler çerçevesinde yerli bayanlarla evlenmişlerdir. Bu durum, hem Assurlu tüccarların, hem de yerli halkın sosyal hayatında birtakım değişiklikler meydana getirmiştir.

Assurlu tüccarların yerli kadınlarla yapmış oldukları evliliklere ait mukavelenameler, sınırlı sayıda ele geçen evlilik vesikalarının çoğunluğunu teşkil etmektedir.

Yerli erkeklerin Assurlu kadınlarla evlendiklerine dair vesika henüz yoktur. Fakat bunda hem ele geçen evlenme vesikalarının, hem de kolonilerdeki Assurlu kadınların sayıca azlığı etkili olmalıdır.

Bunun dışında, bugüne kadar yayınlanmış olan belgelerin azlığı, evlilik akdi safhalarını ve ayrıntılarını saptamaya yetmemektedir. Aynı durum, boşanma vesikaları için de söz konusu olup, belgelerde boşanmanın sebepleri kesin bir şekilde bildirilmemektedir. Bu vesikalarda saptanan husus, evlilik müessesesinde eşlerin tamamıyla eşit haklara sahip oldukları, ayrılma hâlinde var olan ve kazanılan malları eşit taksim edecekleridir.

Tuttula isimli bir babanın kızına olan sevgisi ve tanrıçalara verilen önemin bir göstergesi olan Akadça pişmiş toprak tablet. Metinde kızını evlendiren baba yeni evlilere bir ev bağışlamaktadır. İnandıktepe. Eski Hitit Dönemi, MÖ 1650. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Esasında Sami satın alma evlenmesi ve levirat (adı verilen, kocası ölen gelinin ev içindeki başka bir erkekle evlendirilmesi) sistemine bağlı olarak hayatlarını sürdüren Assurluların, Anadolu’da yerli bir kadın ile evli olmaları hâlinde Anadolu’nun başka neresinde olurlarsa olsunlar, ikinci bir kadın ile evlenemeyecekleri, belgelerde şahitlerin huzurunda kaydedilmiştir. Ancak, Assur'a döndüklerinde ise, orada uzun zaman kalacakları için, “qadištum” adı verilen hafif meşrep bir kadınla, geçici bir zaman için birlikte olabilecekleri belirtilmiştir.

Yerli bir kadın ile Assurlu bir erkeğin evlenmesine ilişkin, elimizdeki ilk belge niteliği taşıyan metnin (Kt a/k 894a belgesi, AKT I’de 76 numara ile işlenmiştir) tercümesi şöyledir: “İdi-Adad Anana ile evlendi. Memlekette ikinci bir eş (ile) evlenmeyecek. Eğer evlenirse ve onu (Anana'yı) boşarsa, 5 mina gümüş tartacak. Būr-Su’en'in huzurunda, Ānah-ili’nin oğlu Tāb-silla-Aššur’un huzurunda, Aššur-bēlï’nin huzurunda.”

Metnimizden, Assurlu olduğu anlaşılan İdi-Adad’ın şahitler huzurunda Anadolulu Bayan Anana ile evlendiği anlaşılmaktadır. Burada dikkate değer husus, İdi-Adad’ın Anadolu’da ikinci bir evlilik yapamayacağının evlilik akdinde belirtilmesidir.

Bilindiği üzere, başka evlenme mukavelelerinde, yerli kadınla evlenen Assurlu erkeklerin, Anadolu’da ikinci bir evlilik yapması yasaklandığı hâlde, Assur’da bir qadištum ile evlenebileceği ifade edilmektedir. Elimizdeki mevcut evlenme sözleşmelerinden, bu kişilerin, neden Anadolu dışında evlenmesine izin verildiğine açıklık getirmek imkânsızdır. Fakat ticaretle uğraşan bu şahısların sürekli seyahat ettikleri ve işleri gereği eşlerinden uzun süre ayrı kalmalarından dolayı, Anadolu dışında geçici bir süre için bir qadištum ile beraberliklerine onay verildiği düşünülebilir. Zira, ticarete katılımda bulunan tüccarlar ve himayesindeki şahıslar, uzun zaman Anadolu’da ikamet ettikleri gibi, aynı şekilde Assur’da da uzun süre kalmak mecburiyetinde olmuşlardır. Diğer taraftan, bu durum bazı yerli ailelerin, kızlarını Assurlularla evlendirirken onları Anadolu dışına çıkarmayacaklarına dair belgelere kayıt koydurmasına sebep olmuştur.

Anadolu kadını boşanma durumunda erkekle aynı hukuki haklara sahiptir. Nikâh akdinin bozulmasını talep edebilmektedir.

Kültepe tabletlerinden anlaşıldığı üzere, evlilik akdinin yapılmasında olduğu gibi, söz konusu akdin bozulması da şahitler huzurunda yetkililerce karara bağlanmakta ve tableti düzenlenmektedir.

Özellikle, yerli bir çiftin boşanmasını konu alan metnin tercümesi şöyledir: “Humadašu ve Hahaluwan karı ve kocadır. Onlar ayrıldılar (boşandılar). (Koca) kadının boşanma parasını Alili’nin x-x’de ona verdi ve Hahaluwan [.........]. Humadašu’[ya] hukukî bir itirazda bulunmayacak. Kimse kimseye hukukî itirazda bulunmayacak. (İkisinden biri) itirazda bulundukları takdirde, 5 mina gümüşü verecek (ve) o cezalandırılacaktır. Kral Waršama'nın yönetim döneminde, Halkiašu’nun rabi simmiltim’liği döneminde. İnar’ın huzurunda, [........] Suhur[bia]’nın huzurunda, Peruwa]’nın huzurunda.

Metinde, yerli çiftin ayrıldığı ve koca tarafından kadına ayrılma parası ödendiği anlaşılmaktadır. Devam eden satırlarda ise, tarafların birbirlerine karşı herhangi bir hukukî talepte bulunamayacakları, şayet bulunurlarsa, 5 mina gümüş vermek suretiyle cezalandırılacakları vurgulanmaktadır.

Bu ifadelerden, kocanın kadına boşanma parası verdikten sonra ayrılmanın gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bir defaya mahsus olmak üzere, hemen boşanma anında kadına ödenen bu paranın, evliliğin başlangıç safhasında kararlaştırıldığı düşünülebilir. Gerçekten, evliliğin hemen başlangıcında koca tarafından bizzat kadına ödenen bu tür paraya, çok daha sonraki devirlerde, yani İslam medeniyeti zamanında da rastlanmakta olup, İslam hukukunda, kadına nikâh bedeli olarak ödenen bu para “mehir” olarak tanımlanmaktadır. Mehir kadının kendi malıdır; bu sebeple evlenme sonuçsuz kalsa bile kadın onu muhafaza eder. Bir kimse karısını boşayıp, onun yerine bir başkasını almak isterse, evvelkine vaktiyle vermiş olduğu ağırlıktan hiçbir şeyi geri alamaz. Eğer erkek, evlenme neticelenmeden, karısından ayrılırsa, kadına tespit edilmiş ağırlığın yarısını bırakmak mecburiyetindedir. Zira söz konusu paranın, kadının ailesine değil, kadına verilmesi bu ihtimali güçlü kılmaktadır.

Diğer taraftan, Kültepe tabletlerinin muhtevalarından anlaşılacağı üzere, eşit hukukî şartlara göre evlenen Anadolulu çiftlerin, boşanma durumunda da eşit hukuka sahip oldukları söylenebilir. Gerçekten, yerlilerin kendi aralarında yapmış oldukları evliliklere ait vesikalarda, Mezopotamya kanunlarında varlığını gördüğümüz başlık parasından söz edilmemektedir. Anadolu yerlileri arasında bu tür bir uygulamanın olmayışı, Anadolulu kadının erkekle eşit haklara sahip olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Yerli bir çiftin boşanmaları konusunda düzenlenmiş olan bir diğer metnin tercümesinde yer alan cümleler ise şunlardır: “Karı ve koca (olan Harnašarna ve Hanahana ayrıldılar. Biri diğerine (hukukî itiraz için) dönmeyecektir. Eğer dönerse (itirazda bulunursa), 5 mina gümüş tartacak (ödeyecek) ve ortak mal hissesinden onu (suçluyu) mahrum edeceklerdir. Şahit Sasaku’nun oğlu Dikšar’ın huzurunda, şahit Šarua’nın oğlu Kulakula’nın huzurunda, şahit Karnuma’nın oğlu Peruwa’nın huzurunda, şahit Adad-bani’nin oğlu Hanu’nun huzurunda.”

Metnimizin genel muhtevasından, tarafların boşanma kararını ortaklaşa aldıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca, yerliler arası boşanmalarda, taraflardan birinin diğerine hukukî itirazda bulunması hâlinde ödemek zorunda olduğu ceza olan 5 mina gümüş bu metnimizde de belirtilmiştir. Ancak, çoğu boşanma belgesinde varlığını gördüğümüz boşanma parasından burada söz edilmemektedir.

Anadolu kadını Assurlu kocasından boşanmasından sonra ikinci evlilik yapabilmektedir.

Yerli bir kadın ile Assurlu bir erkeğin boşanması hususundaki ilk vesikamız (Kt n/k 1414), Assurlu tüccarlardan Aššur-taklaku ile Anadolulu yerli kadın Šakriušwa’nın boşanmaları ile ilgilidir.

Burada, kadın ve erkek boşanma, yeniden evlenme, boşandıktan sonra yeni eş seçme konusunda tamamen eşit haklara sahiptirler.

Metnin tercümesi şöyledir: “Šakriušwa Aššur-taklaku’nun karısıdır. Koca ve karı boşandılar. Taraflardan biri diğerine herhangi bir şey için dönmeyecek (herhangi hukukî bir talepte bulunmayacak). O kadının fiyatı (bedeli) hususunda da (taraflar birbirlerine) dönmeyecekler (bir itirazda bulunmayacaklar). Šakriušwa, ister bir yerliye, ister bir tüccara (Assurlu birisine) kalbinin istediği yere gidecek. Ve Aššur-taklaku da kalbinin istediği (bir) kadını alacak. Taraflardan birisi diğerine herhangi bir şey için dönmeyecek. Walhašna’nın oğlu Alulu’nun huzurunda, Dalaš’ın oğlu Šat-ahšu’nun huzurunda, Anini’nin huzurunda, İdi-Aššur’un huzurunda, Ušman-ahšu’nun huzurunda.”

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre; boşanma, her iki tarafın rızası ile gerçekleşmiştir.

Altıncı satırda zikredildiği üzere: “O kadının fiyatı (bedeli) konusunda (da) (taraflar birbirlerine) dönmeyecekler” ifadesinden, Bayan Šakriušwa için önceden ödenmesi gereken bir para ile ilgili herhangi bir talepte bulunamayacakları ve bu konuda da mutabakata vardıkları anlaşılmaktadır. Söz konusu bedelin evliliğin başlangıcında erkek tarafından kadına ödenmesi gereken nikâh bedeli olduğu, ancak bu para evlilik süresince ödenmediği gibi, boşanma durumunda da Bayan Šakriušwa’nın bu hakkından vazgeçtiği şeklinde düşünülmelidir.

Assurlu bir şahıs ile yerli bir kadının boşanmalarına ait diğer bir vesika (Kt 88/k 269) ise Wahšušana kārum’una ait bir mahkeme zaptıdır.

Metnin tercümesi şöyledir: “Wahšušana Kārumu’nun yetkililerinin mührü. Kārum’un yetkilileri karar verdi ve Pilah-İštar’ın karısı (ve) Agia’nın kızı (olan) Tatana burada alıkonmuştur. Anadolu’yu terk etmeyecektir. Pilah-ištar, Kaniš’e gidinceye kadar onun babasının âilesi, onun mobilyalarını ve vesikalarını göndermemişlerdir. Her ay 8’er mina’lık kırık bakırı, onun yiyeceği, yağı ve yakacak odunu olarak, Pilah-İštar karısı Tatana’ya verecek, ayrıca her sene kumaş verecek. Kārum’un kararı ile ilgili olarak zarflı tabletin nüshası (olan) bu notu, zarflı tablet ile Wahšušana’da bıraktım.”

 

Giysili ve çıplak kadın betimleri, Serpantin, Akhisar-Manisa, Orta Tunç Çağı I/Geçiş Çağı MÖ 2100-1950. Louvre Museum.

Metnin tercümesinden görüldüğü üzere, Assurlu tüccar Pilah-İštar ile evli olan Anadolulu Bayan Tatana, Wahšušana kārumu’nun yetkililerinin kararıyla alıkonmuştur. Belki de bu yüzden, günün şartları dâhilinde, kadının ihtiyaçlarının erkek tarafından karşılanması kaydedilmiştir. Kadının ihtiyaçlarının tür ve miktarının nasıl belirlendiği hususunda bir açıklık olmamakla beraber, metinde mahkeme Tatana’nın, her ay için yaklaşık 4 kg. kırık bakır, yiyecek, yağ ve yakacak odun ile senelik kumaş ihtiyacının kocası tarafından karşılanacağını karara bağlamıştır. Bir anlamda kadına nafaka bağlanmıştır. Gerçekten nafaka; birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere mahkeme kararıyla bağlanan aylıktır.

Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce, Anadolu’da benzer bir anlayışla kadının haklarını koruyan ve boşanma durumunda, geçiminin devam etmesini sağlamak üzere mahkeme kanalı ile nafaka almaya hak kazandığını gösteren ve bu ihtiyaçların aylık ve yıllık olarak nelerden teşekkül ettiğini ve ne kadar para ödeneceğini ortaya koyan ifadeler kayda geçirilmiştir. Buradan MÖ 2000’lerde de temel ihtiyaç mallarının yiyecek, giyecek ve yakacak odun olduğu anlaşılmakta ve bu ihtiyaçlar için nafaka olarak verilecek paranın, o zamanki hayat şartlarına ve özellikle karısını boşayan kocanın maddî imkânlarına göre, her ay 4 kilo kırık bakır olduğu ortaya çıkmış olmaktadır. Aynı şekilde günümüzde de, karısına veya çocuklarına nafaka vermesi konusunda hakkında mahkeme kararı çıkan şahsın mallarına ve aylık veya yıllık gelirine göre ödeme yapmak durumunda olduğu bilinen bir gerçektir.

Anadolu kadını baba ve koca mirasının paydaşıdır. Ayrıca çocuğunu aile mirasından men etme yetkisine sahiptir.

Bu konuda önemli bilgiler içeren bir metinde, anne ve baba Galiti ve Buza’nın velâyetindeki dört kardeşin bir evde yaşadıkları, kardeşlerden herhangi birisinin anne ve babasına karşı gelmesi, onlardan herhangi bir şey gizlemesi ve karısıyla birlikte evi terk etmesi durumunda onun hissesinin satılacağı belirtilmektedir. Metnin muhtevasından anlaşılacağı üzere, dönemin Anadolu toplumunun aile hukukunda anne ve babaya karşı gelmenin ve evi terk etmenin cezası mirastan çıkarılmaktır. (Kt 89/k 369)

Metnin ilerleyen satırlarında ise, anne ve babanın ölümünden sonra mirasın nasıl paylaşılacağı hususuna açıklık getirilmektedir. Burada “Kardeşler iyi geçinirlerse birlikte yaşarlar. Eğer kardeşler iyi geçinmezlerse ve birlikte yaşamazlarsa, dört kardeş mirası eşit şekilde bölüşecekler” denilmektedir.

Daha sonraki satırlarda da kardeşlerden herhangi birisinin ölümü durumunda, onun mirasının intikali söz konusu edilmiştir. Buna göre, “Eğer kardeşlerden herhangi birisi ölürse, onun karısı (muhtemelen) onun mirasını alır (ve) o kendi kendine geçinir.” şeklinde ifadelendirilmiştir.

Burada ölenin çocuk sahibi olup olmadığı konusunda herhangi bir iz yoktur. Fakat ölenin mirasının karısına geçmesi Anadolu’da kadına verilen değerin bir göstergesi olsa gerek.

Metnin 24-34. satırlarında dört kardeşe intikâl eden aile servetinin nelerden oluştuğu hakkında bilgiler vardır. İlgili kısmın tercümesi şöyledir: “Bir hizmetli, kaliteli bronzdan yapılmış bir sürahi [...], dört tabak, üç ukapu keçesi, iki arzalum (dokuma) elbise, bir bronzdan yapılmış kaşık, iki hançer, bir rēmum (şişman/ yağlı) boğa (ve) on koyun...

Metnin önem arz eden diğer bir özelliği ise, dönemin Anadolu’sunda miras meselelerinin bizzat şehirlerin başında bulunan krallar veya onların yardımcılarının onaylaması suretiyle kayda geçirilmesidir. Zira metinde hem Alahzina’nın büyük kralı Zuzu’nun mührü, hem de kralın kâtibi merdiven büyüğü (yardımcısı) İštar- İpra’nın mührü bulunmaktadır.

Hitit öncesi Anadolu halkının miras hukukuna ait ikinci belgede ise, kötü koruma şartlarından dolayı, metnin içeriği ve özellikle arka yüzü kısmen anlaşılmaktadır. Metinde ikisi evlat, diğer ikisinin de ebeveyn olması kuvvetle muhtemel olan dört kişinin adı geçmektedir. Ayrıca, bu dört kişinin ortak bir evde birlikte yaşadıkları belirtilmiştir. Metinde, iki oğuldan birinin anne ve babasına haksız davranması ya da ebeveynin ölmeleri hâlinde miras paylaşımının ne şekilde olacağı konusunda net olarak seçilemeyen kararların alındığı görülmektedir. Söz konusu metne hukukî açıdan bakıldığında karşılıklı bir vasiyet değil, aksine ortak ev idaresi için bir antlaşma olduğu ortaya çıkmaktadır.

Burada dikkate değer nokta, kardeşlerden herhangi birinin anne veya babasına haksız davranması halinde mirastan çıkarılacağının vurgulanmasıdır. Diğer taraftan anne ve babanın ölümü durumunda, isterlerse birlikte evde yaşayabilecekleri, ancak aralarında geçimsizlik durumu hasıl olduğu takdirde ise evi ve diğer terekeyi eşit olarak paylaşacakları belirtilmiştir.

Hüseyindede Vazosu, Hatti / Hitit , Çorum Arkeoloji Müzesi

Metnin tercümesi şöyledir: “Kölelerin başı Hudarlani’nin mührü, Adad rahibi Peruwa’nın mührü, Suppiana’nın oğlu Harsula’nın mührü. Happuaššu (ve) Hištahšušar baba ve anne, Waliasazu ve kardeşi Kunuwan ortak bir evde yaşamaktadırlar. Tek hisse olarak buna sahiptirler. Aralarından biri anne ve babaya haksız davranırsa, ortak malda sahip olduğu hisse o kişiye satılacaktır (onun hissesi verilmeyecektir). Anne ve baba ikisi de öldüğü takdirde, evde beraber oturmaya devam edecekler. Eğer istemezlerse, evi ve diğer her şeyi eşit olarak ikiye ayıracaklardır.”

Metnin geri kalan kısmı, fazlaca tahrip olduğundan ifade bütünlüğünü sağlamak bir hayli zordur. Yine de okunabilen kısımlarından kardeşlerden herhangi birisinin ölmesi durumunda, miras hissesinin akıbetinin nasıl olacağı hususunda izler vardır. Ayrıca, metnin bu kırık kısımlarından, kölelerin mirasın içine dâhil edildikleri anlaşılmaktadır. Metnin sonunda ise, merdiven büyüğü (kral yardımcısı) İštar-İpra’nın ismi geçmektedir.

Metinlerden çıkan ortak neticelere bakılacak olursa; her iki metin de, aynı formda hazırlanmış olup, muhteva bakımından büyük benzerlik göstermektedir. Zira metinlerde, ebeveynleri ile ortak evde oturan kardeşlerden herhangi birisinin anne ve babasına karşı gelmesi durumunda aile mirasından çıkarılacağı vurgulanmıştır. Ayrıca, anne ve babanın ölmesi halinde kardeşler arasında mirasın nasıl taksim edileceği belirtilmiş ve mirasa nelerin dâhil edildiği ifade edilmiştir.

Burada aile yönetiminde ve özellikle çocuklar üzerindeki haklar noktasında karı-kocanın eşit yetkilere sahip oldukları görülmektedir. Ayrıca kocası ölen geline koca mirasının intikal etmesi kadının aile ve toplum içerisindeki sosyal statüsünü göstermesi açısından önemlidir.

Anadolu kadını faal bir şekilde ticaretin içerisindedir.

Kültepe metinlerinde Anadolu kadınının faal bir şekilde iş hayatında ve ticarette de rol aldığı anlaşılır. Anadolulu iş kadınları, metinlerde çoğunlukla tahıl ve gümüş ticareti ile meşgul olan kendilerine çeşitli malların teslim edildiği kişiler olarak zikredilmektedirler. Bunun yanında bazı köle ve gayrimenkul alım-satım belgelerinde de alıcı ya da satıcı pozisyonunda karşımıza çıkmaktadırlar. Buna en güzel örnek Anadolulu bir bayan olarak bilinen Madawada’dır. Çeşitli metinlerde Bayan Madawada’nın köle, eşek, besili sığır, ekmek, gümüş, buğday ve arpa alım-satımı yaptığı açıktır. Bu devirde Anadolu kadını kendi adına borçlanıyor veya borç para veriyor, yürüttüğü faaliyetlerle ilgi senet düzenleyip, buları imza ediyor ve çeşitli konularda dava açabiliyordu. Yerli kadınların ticaretteki girişimleri bunlarla sınırlı değildi. Aynı zamanda bu borç verirken standart ağırlıkları kullanmayıp ürünleri kendi belirledikleri ölçü kapları vermekte ve aynı ölçü kaplarıyla da geri almaktaydılar. Bu durum onların iş hayatındaki konumunu yeterince ortaya koymaktadır.

Diğer taraftan yapılan kazılar esnasında bol miktarda altın, gümüş, bronz, lapis-lazuli gibi farklı maden, taş ve fildişi, antilop dişi ve kemikleri ile diğer nesnelerden yapılan kadın süs objesi ve mücevher takılarının ortaya çıkması ve çivi yazılı metinlerde de bazı kadın süs eşyasından söz edilmesi, her devirde olduğu gibi Hitit öncesi Anadolu’sunda da kadının mücevherle süslenmeye meraklı olduğunu göstermektedir. Ayrıca metinlerden Assur ve Anadolu’da oturan kadınların birbirilerine hediye olarak diğer nesnelerin yanında takılar da gönderdikleriyle ilgili bilgilere rastlanmaktadır. Bu mücevherat ve objelerin büyük çoğunluğu daha önceleri soyulmuş olan kadın mezarlarında bulunmuştur. Aynı geleneğin Hitit kadını tarafından da benimsendiği Hitit çivi yazılı belgelerinden anlaşılmaktadır.

Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan her türlü tarihi malzeme ve Anadolu’nun ilk tarihi dönemine ışık tutan çivi yazılı Kültepe tabletleri, Hitit öncesi Anadolu kadınının siyasi arenada erkekle eşit statüye sahip olduğunu, kocası veya veliahtla birlikte şehir devletini yönettiği gibi, kraliçe olarak müstakil devletini tek başına idare ettiğini göstermektedir. Ayrıca gelenekler ve hukuk nizamı karşısında önemli bir sosyal statüye sahip olduğu, aile içerisinde önemli bir birey olarak hareket ettiği, ailenin oluşumu ve bozulması esnasında yani evlenme, boşanma ve miras konularında hukuki eşitliği sağladığını söylemek zor değildir. Kadının toplum içerisinde elde ettiği söz konusu siyasi ve sosyal statüyü dönemin Anadolu’sunun anaerkil aile yapısıyla açıklamak mümkündür. Aynı yapı ve gelenek Hitit hukuk nizamında ve özellikle yönetim anlayışı ile sosyal ve gündelik hayatında da uzun süre tesirini devam ettirmiştir. Hititlerin Orta Anadolu’da egemen olmalarıyla birlikte anaerkil yapının yavaş yavaş yerini ataerkil yapıya bırakmasının nedenini, Anadolu’daki nüfus yoğunluğuna ve bunun beraberinde getirdiği istila ve çapulculuğa dolayısıyla dinmek bilmeyen siyasi mücadele ve savaşlara bağlamak mümkündür.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER