Kuzeyin Savaşçı Halkı Vikingler

Korsanların tarihi yazıldığında Vikingler, eşkıyaların farklı bir türü olarak özel yerini alacaktır. Vikingler, Orta Çağın ilk zamanlarında İskandinavya’dan tasfiye edilen Atlantik Okyanusu kuzey kıyılarına yerleşen halk arasından çıkmıştır.

Yağmacılık, çapulculuk ve kargaşa, ‘Viking Çağı’’nın tüm özelliklerini yansıtsa da; yerleşme, ticaret ve icatlar gibi günümüzde yankı uyandıran yönleri de vardır. Atlantik’i gemiyle geçme zorluğuna direnebilmelerini sağlayacak bir gemiyi tasarlamaya yönelik buldukları çözümler, Vikinglere orayı kendilerine özgü bir ‘göl’ haline getirmelerine olanak sağlar. Okyanusa yönelik gizli göndermelerle oluşturdukları şiirleri, kenning adı verilen söz sanatları ile karmakarışık olmuştur: ‘dipsiz karanlık deniz’, ‘şeylerin denizi’ ve  ‘Tanrı Odin’in Caddesi’. Gemi tasarımındaki yenilikleri, Avrupa’da sırasıyla hem karada hem de suda yapılan savaşlara yeni bir model oluşturur. Savaşlardaki başarıları, Atlantik boyunca kolonilerin kurulmasına yönelik bütün yolları açar. Ancak tüm koloniler aynı derecede başarı sağlayamazlar ve bu yerleşimlerin çoğu kolayca yok olur. Başarılı olanlar ise yaşamlarını sürdürür ve İrlanda’nın başkenti Dublin, Normandiya Dükalığı (Kuzey Fransa’da) ve İzlanda Cumhuriyeti’nde gelişimini sürdürür. Bu koloniler, başarıları atalarının başarısını gölgede bırakan yeni bir savaşçı kuşağını oluşturur.

İsveç, Gotland Adası’nda Anga’da bulunan Vikinglere ait at koşum takımı. 9. - 10. yüzyıla aittir. © London, The British Museum

‘Viking’ ismi, Eski Norsça bir sözcük olan ‘vik’ isminden gelir ve orijinalde ‘koy’ veya ‘körfez’ anlamındadır. Vikingler, çok tanrılı inanca sahip bir kültürden; övgülerle dolu bir savaş, hileler ve başarılardan gelmişlerdir. ‘Viking’ teriminin tarihsel olarak kanıtlanmış olmasına rağmen, bu kuzey savaşçıları daha çok komşuları ve kurbanları tarafından ‘Yahudi olmayan’ (gentile) veya ‘pagan’ (pagani) olarak bilinirlerdi, ancak her iki kelime de ‘putperest’ anlamına gelmekteydi. Tanrıları tek gözlü Odin’di. Odin’in iki casusu vardı, bunlar her gün dünyayı gezen ve Odin’e haberleri fısıldayan Huginn (düşünce) ve Muginn (anımsama) adlarındaki kuzgunlardı. Büyük fırtına tanrısı Thor, Mjöllnir (parçalayıcı) adındaki savaş çekici ile görünürdü, çok güçlüydü fakat hiç de zeki değildi. Loki ise entrikacı bir tanrıydı, zaman zaman rastgele anlaşmalar yapar ve bazen de yoldaşı olan tanrıların düşmanı olurdu. Bir yüzyıl sonra bu durum değişmeye başladı ve Vikingler, ‘korsanlar’ yani ‘deniz-hırsızları’ olarak adlandırılmaya başlandı. Savaşırken cesurca ölen savaşçılar, tanrılar tarafından Valhalla’da büyük festival alanında karşılanırdı. Bu ölümle ödüllendirilme kültürünün ne kadar derin olduğu Siward (İngiltere’de Northumbria) adındaki Viking soylusunun (jarl) ölümüyle betimlenmiştir. Viking soylusu yaşlanana kadar yaşamıştır, ölüme yaklaştığını hissettiğinde ise ondan savaş zırhlarını giymesi istenmiştir. Siward yatağına uzanmış kılıcını savurmuş ve son düşmanı olan ölümle mücadele etmiştir.   

11. yüzyıla ait kemik çivi, domuz kemiğinden yapılmıştır Thames Nehrinde bulunmuştur. © London, The British Museum

Vikinglerin İskandinavya’dan neden ayrıldıkları bilinmez. Tabii ki sebeplerden biri macera aşkıdır, ancak bu sebebe toprak açlığı ve nüfus patlaması da ortak olur. Gotlar ve Anglosaksonların da içinde yer aldığı, Cermen dili konuşan halkın yüzyıllar boyu devam eden hareketinin bir parçasıydılar. Viking Çağının gemilerle sürdürüldüğü şüphe götürmez. Başlangıçta, İskandinavya’yı çevreleyen sular, Nydam gemisi gibi büyük kayıklarla dolaşılır, daha sonra 9. yüzyıl Gokstad Gemisi gibi direkli tekneler de bu seyahate katılır. Savaşçıları, kolonistleri ve tüccarları taşıyan bu botlar, dengeyi sağlamak amaçlı, T-biçimli omurgaya ve önce dış kısmı yaparak onu tutması için uygun tekne kaburgalarının yerleştirilmesi ile inşa edilen bindirme kaplamalı tekneye sahiptir.

Viking topraklarını ve seyahat alanlarını gösteren harita Miklagard Viking dilinde Konstantinopolis – İstanbul anlamına gelir.

Viking gemisini inşa etmek, farklı zanaatkârların bir araya gelmesini gerektirirdi. (Norveç Kralı) Olaf Tryggvason’un Viking Destanı, kralın ejderha biçimindeki gemisinin nasıl inşa edildiğini anlatır: Bir kişi gövdesini ve geminin kıç kısmını tasarlarken, diğerleri geminin kaburgasını şekillendirir veya kenarlardaki perçinleri biçimlendirirdi. Her zanaatkâr, geminin inşası aşamasında kendine özgü bir fikre sahipti. Olaf’ın gemisinde çalışırken, Thorberg Skafhogg ismindeki gemi tasarımcısı, ilk tasarımı beğenmemişti ve gemiyi, kendi kriterlerine göre yeniden inşa ettirmek için tahrip etmişti. Sonuç hem daha hafif hem de çok daha güçlüydü.

Viking gemilerinin hafifliği İzlanda’ya ait ‘Laxdoela Destanı’ adlı bir öykü tarafından da betimlenmiştir, hiç şüphesiz ki gerçeğe dayanan bir öyküdür bu. İrlanda’ya yaklaşan Viking sandalı kumsalda karaya oturmuştur. Kıyıda bekleyen İrlandalıların bu sandala binmesini önlemek amacıyla, mürettebat gemiden atlamış ve gemiyi derin sulara itmiştir.

Gümüş ağırlık. © London, The British Museum

Denize daha yakın olan sığ omurgalarından dolayı Viking gemileri, sığ denizlerden küçük nehir akıntılarına kadar süzülebilirlerdi. Bu yenilikler, Viking savaş gemilerinin zamana göre çok daha hızlı olmasını sağlamıştır ve çağdaş kopyaları, saatteki hızının 12 deniz mili olduğunu ortaya koyar. Bu gemileri kullanan Vikingler, karadaki haydutların sahip olmadığı bir şeyden hoşnuttular: dinlenmek. Bir yelkenli sadece yelken açmak için bir mürettebata ihtiyaç duyardı, geriye kalanlar ise savaşa hazırlanırdı. Ayrıca deniz, onlara saldırı için zamanlarını dikkatli ayarlamaları ve bölge belirlemeleri amacıyla avantaj sunardı.

Geminin yeni biçimi, Romalılar için gerekli olan limanlara Vikinglerin ihtiyaç duymadığını gösterir. Bu biçim, gemilerin hızları da dikkate alınırsa, Viking saldırılarının başarısına katkıda bulunurdu. Herhangi bir kıyı şeridine inecekleri zaman, gemiler çabucak sudan taşınırdı. Mürettebat, sandalı en yüksek noktaya sürüyebilmek için daha karaya ulaşmadan gemiyi terk ederdi. Genellikle gemiyle birlikte bir muhafız gönderilirdi ve eğer ki gemiyi yüksek noktaya oturtamazlarsa sıkıntıyla karşılaşabilirlerdi. Yağmalama ekibinin başına gelen en bilindik felaketlerden biri, 1014 yılındaki Klontarf Savaşı’nda İrlanda’da yaşandı. Viking gemileri normal deniz seviyesinde duraklamış fakat beklenmeyen bir yüksek su seviyesi gemileri kanalın ortasına kadar taşımıştı. Vikingler, gemilerini geri çekmek isteyince gemilerinin nehrin ortasında olduğunu görmüşlerdi ve kıyıda kalan mürettebat, İrlandalılar tarafından katledilmişti.         

Gelişmiş gemi tasarımının yanı sıra, Vikingler düşmanlarına kıyasla daha iyi silahlar yapmışlardı. Frenklerin ‘franisic’ adı verilen silahlarına benzeyen uzun saplı balta ve kuzey Avrupa’nın silahı olarak bilinen, ‘saks’ adı verilen (Saksonların adı da bu silahtan gelir), tek tarafı kesici olan bıçaktan geliştirilmiş çift taraflı kılıç kullanmışlardır. Ek olarak Vikingler, büyük topların ilkel biçimini sergileyen ok ve yayı da kullanmışlardır. Bunlar gemiden yapılan atışlarda kullanıldığı gibi karada da kullanılmıştır. İrlanda Denizi’nde 1098’deki seferi sırasında, Norveç Kralı ‘Yalınayak’ Magnus, Galler açıklarında bulunan Anglesey Adaları’na saldırmıştır. Savunmada atının üzerinde Shrewsbury kontu vardır. Kral ve adamlarından biri hazırlıksız okçuluk yarışı yapmaya karar verir: Hedef ‘düşmanlarıdır’. Kralın okunun kontun gözüne saplanması ve onu atın üstünden fırlatmasıyla zafer kralın olur. Zaferi, “Fırlat onu” nidasıyla ilan edilir. Viking silahlarının üstünlüğü düşmanlarının taklit ettiği silahlardan da bellidir. Klontarf Savaşı’nda İrlandalılar Viking silahlarını kullanmışlardır. 

Kutusu ile birlikte tarak. © London, The British Museum

Denizlerin hâkimiyeti ve gelişmiş silahlar, Vikinglere operasyon alanlarını hızla genişletme imkânı sunmuştur. İskandinavya’dan tam olarak ne zaman ayrıldıkları belli değildir.  Dicuil adındaki İrlandalı bir coğrafyacı, 8. yüzyıldan önce, Orkney ve Shetland Adası gibi Kuzey Atlantik adalarına yerleştiklerini söyler. Çoğu bilim insanı, Viking Çağının başlangıcı olarak 789’da Güney İngiltere’de gerçekleşen saldırıya dikkat çeker. 8. yüzyılın geç evrelerinde Britanya’ya saldıran gemiler, İngiliz Kanalı’ndan püskürtülmüş ve Fransa’nın batı kıyılarından saldırarak talihsizliklerini kendileri için avantaja çevirmişlerdir. Artık ünleri onlardan önce kıyılara ulaşmaya, kıyılarda ve nehir boylarında yaşayan halk ise Vikingleri beklemeye başlamışlardır. Bu nedenle, Loire Nehri’ndeki başarılı saldırıda da görüldüğü gibi, Vikinglerin sürprizlerine hileler eklemesi gerekmiştir. 24 Haziran 843’te Nantes kentine yapılan baskın, oldukça başarılı sonuçlanmıştır. Vikingler kente girebilmek için hacı grubunun arasına karışmış ve kent insanı Vikinglerin satış yapmak için gelen tüccarlar olduklarını sanmıştır.     

Vikinglerin, ‘Demirgüç’ Bjorn önderliğinde Britanya Adaları’na iki kuşak halinde devam eden ilk saldırıları, İberya Yarımadası krallıklarına karşı ve Akdeniz’de Gibraltar Boğazı boyunca devam etmiştir. Bir kuşak sonra, cumhuriyet kurdukları ve 14. yüzyıla kadar merkezi bir yönetim olmadan yaşadıkları İzlanda’ya yelken açmışlardır. Takip eden yüzyılda, Batı Yarımküre’ye sokulmuşlar ve Grönland’da koloniler kurmuşlardır. Bundan sonraki kuşakta, Kuzey Amerika’ya girmişlerdir. Viking seyahatleri, Avrupa’dan Kanada’ya kadar tüm Atlantik’e yayılan bir İskandinav kültür dünyası yaratmıştır. Britanya Adaları için hazırladıkları ticaret malları, Kanada’da L’Anse aux Meadows’da bulunmuştur. İrlanda tasarımı, Norveç’te yapılan mobilyalarda kullanılmıştır. Vikingler, lüks malların doyumsuz tüketicileriydi ve mezarlarında karşılaşılan eşyalar ve defineleri, altın veya gümüşün yanı sıra cam boncuklara kadar özel metalleri süslemedeki zevklerini ortaya koyuyordu. Bunlar sadece ziynet eşyası değildi aynı zamanda bunları kullanan kişinin statüsünü de ortaya çıkarıyordu. Metal ne kadar değerliyse kişi de o kadar önemliydi. Modaya olan ilgi daha sonra da devam etti ve Grönland yerleşimindeki mezarlar, koloniler gibi son Avrupa modasıyla giyinen kadınların da yok olduğunu gösterir. 

Vikingler, antik dönem boyunca kullanılan rotaları takip ederek uzak güneye kadar uzanmışlardır. Biskaya Körfezi kıyılarına kadar saldırmışlar ve sonra İberya Yarımadası’na geçmişlerdir. Galicia 844’te baskına uğramış, Lizbon aynı yıl yağmalanmıştır. Bunu 860’ta Gibraltar Boğazı boyunca devam eden sefer ve İtalya saldırıları takip etmiştir. Günümüze ulaşan kayıtlara göre bu rotanın kullanım sıklığını değerlendirmek zor olsa da, 9. yüzyılın ortalarından önce, söz konusu ‘Demirgüç’ Bjorn komutasındaki Viking filosu ve müttefiki Hastein, Afrika kıyıları boyunca çarpıştıkları Akdeniz’de yelken açmışlardır.

Broş takımı. © London, The British Museum

Haritaların veya herhangi bir eğitimin yardımı olmadan, saldırılar gelişigüzel yapılıyordu. Hastein Roma’nın görkemini duymuştu. Fakat korsanlardan hiçbiri şehri bile görmemişti veya sınırları hakkında bir bilgiye sahip değildi. Büyüleyici evlerle karşı karşıya geldiklerinde Vikingler, karar vermişlerdi: Burası Roma olmalıydı. Kent, fırtınalara karşı oldukça iyi korunuyordu ve hemen bir kurnazlık tezgâhlandı. Vikingler, Hastein’in gövdesini kent kapısına taşımış, ölen başkanlarını gömmek için bir Hristiyan gömü alanı aradıklarını öne sürmüşlerdi. Piskopos, ayin düzenlemeye karar vermiş, ‘yas tutan’ Vikingler, tabutu mezarlığa kadar takip etmişlerdi. Hastein, tam mezara konulurken, birdenbire “ölümden uyanmış”, bu işaretle, yanındakiler birdenbire yas tutan görüntülerinden sıyrılmış ve sokaklarda koşup hiçbir şeyden şüphelenmeyen masum halkı katlederek gerçekteki katil kimliklerine bürünmüşlerdi. Tatsız sürprizlerle dolu bu günde, Vikingleri de bekleyen bir sürpriz vardı: Roma’yı değil Luna kentini yağmalamışlardı.   

Korsanlık sadece bir yönde devam etmemiştir. Doğu İskandinavya’dan Karadeniz’e doğru, Volga ve Dinyeper gibi nehirlere yönünü çeviren ve baskın yapan İsveç veya Rus Vikingleri gelmiştir. Erken tarihleri, sadece birkaç güvenilir kaynağın yanında efsane ve gizemler altında saklanmıştır. Bunlardan biri yaklaşık 922 yılında Volga Nehri’nde Rus tüccarlarla karşılaşan ve Bağdat Halifesi olan efendisine ulaştırmak üzere rapor tutan Ahmad ibn Fadlān ibn al-Abbās ibn Rāšid ibn Hammād’den gelir. Heybetli görüntüleri ve tuhaf gelenekleri hakkındaki düşüncelerini belirtir: Putperestlikleri, gömü gelenekleri ve köle kızlara karşı tutumları bir yana, adamların her biri yanlarında her zaman balta, kılıç ve bıçak taşıyorlardı. Ibn Fadlān’ın anlattıkları yakın zamanda sinemaya uyarlanmış ve 13. Savaşçı filminin temelini oluşturmuştur.

Vikingler, Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’deki baskınları sırasında, koloniler kurmuş veya kurmak için uğraşmışlardı. Dublin veya Rouen gibi, Viking kamplarının sonucunda oluşan yeni kentler, önemli ticaret merkezleri haline gelmişti. Korsan üslerinden gelişerek ticaret merkezlerine dönüşen Viking kentleri de kendi yapılarını oluşturmuşlardı. Savaşlarla katılaşan 10. yüzyıl Vikingleri her geleni kabul etmek için hazırlanmıştı. Rouen’de de olduğu gibi, kentlerini herhangi bir giriş kapısı ile sınırlamamışlardı. Ancak bir kuşak sonra ticaret kargaşa yaratmış ve 11. yüzyılda yaşayan torunları, büyük duvarlarla büyük setler kurma konusunda ısrarlı davranmışlardı. Viking pazarları oldukça değerli hale gelmişti. İrlanda’daki Klontarf Savaşı, Liffrey Nehri’nin kuzeyine uzanmış ve böylece nehrin güneyindeki önemli Viking pazar alanı zarar verilmeden terk edilmişti.

Milenyuma kadar merkezi politik bir yönetime sahip olmayan bir toplumda, uzak ya da yakın derecedeki akrabalık bağı Vikingler için önemliydi. Örneğin, 11. yüzyılın erken dönemlerinde, bir Viking filosu Aziz Michel l’Herme’ye saldırmıştı. Tutsaklar arasında Limoges (Güney Fransa’da bir kent) Kontesi de vardı; fakat korsanlar, Vikinglerin atası olan Normandi Dükü rehineleri serbest bırakmaları için aracı oluncaya kadar, onu serbest bırakmayı reddettiler. Dini inançları, savaşlardaki motivasyonları için de çok önemliydi. İskandinav halkının çoğu, milenyuma kadar çok tanrılıydı. Yukarıda adı geçen Odin ve Thor gibi tanrıları, ve hemen hepsi vahşetle bağlantılı olan Freyja gibi tanrıçaları vardı. Kültleri veya efsaneleri de bu tanrı ve tanrıçalarla ilgiliydi. İrlanda gibi Hıristiyan karalarındaki Viking kolonileri, komşularının dini inançlarını değiştirmişler ve Danimarkalı ‘Mavi Dişli’ Harald veya Norveçli Olaf Tryggvason gibi İskandinav prenslerine, 10. yüzyıldan önce eski dini inançlarını terk etmelerine öncülük etmişlerdi. Vikinglerin Hıristiyanlığı seçerek din değiştirmeleri, tüm enerjilerini yeni inançlarının doğrultusunda harcamalarına neden olmuştu. Norveçli Kral Sigurd, Sidon’un ele geçirilmesiyle sonuçlanan 1107-1111 haçlı seferleri sırasında, Britanya Adaları’na ve daha sonra güneye Akdeniz’e giden küçük filoya önderlik etmişti.

Vikingler sadece başarılı korsanlar değillerdi, aynı zamanda hünerli birer sanatçılardı da. Gemileri, silahları, mobilyaları doğal dünyayı yansıtan muhteşem bezemelerle süslemişlerdi. Düşmanları, bu yaratıcılıklarına hayran kalmışlar ve Viking süslemelerini taklit etmişlerdir.

Vikinglerin vahşiliği, onları düşmanlarının gözünde değerli kılmıştı. Yerel hükümdarlar, Vikingleri rakiplerine karşı kullanmak için oldukça hevesli davranırlardı, hatta kendilerini halk olarak putperestlerin düşmanı olarak da tanıtırlardı.

Öyküler, Vikinglerin sertlikleri ve şiddetlerini vurgulamak için yeterlidir. Britanya Adaları’ndan İberya Yarımadası’na kadar her yeri yağmalayan Korsan Ragnar Lothbrok’u konu alan Ragnar Destanı, oldukça ünlüdür. Ragnar İngiltere’de yakalandığında, ölüme mahkûm edilmiş ve zehirli yılanlarla dolu bir kuyuya atılmıştır. Herhangi bir korku yaşamaktansa, harpını almış ve sürüngenler onu sokarak öldürürken şanlı vazifesini şarkılara dökmüştü. İberya’da baskına giden oğulları, babalarının ölümü ile ilgili bilgi alınca, babalarının öcünü almak için hemen Britanya’ya doğru yelken açmışlardı. Babalarının canisini, Kral Aelle’yi esir almışlar ve sırtına “kanlı kartal” çizerek onu öldürmüşlerdi. Bir başka hikâyede bir grup Viking, mücevherlerle süslü bir İncil’in de içinde bulunduğu değerli eşyalara sahip bir kilisenin bulunduğu İskoç kıyıları açıklarındaki Iona adasına doğru yelken açmıştır. Ancak Blathmac olarak adlandırılan bir rahip, refakatçilerini güvene almış ve sonra da kitabı saklamıştır. Vikingler karaya indiğinde ise Balthmac onlara yaptıklarını anlatmıştır. Vikingler onun cesaretini övmüşler ve sonra da öldürmüşlerdir.

Vikingler dışarıdaki insanlara karşı oldukları kadar kendi içlerinde de vahşiydiler. Bu vahşet Kuzey Amerika’nın keşfine de öncülük etmişti. Döktüğü kanlardan dolayı ‘Kırmızı’ Erik olarak adlandırılan bir adam, katliamlarından sonra Norveç’ten sürgüne gönderilmiştir. Katliama yönelik kariyerini sürdürdüğü İzlanda’ya gitmiş, fakat buradan da sürülünce denizcilerin demir attığı batıya doğru yelken açmıştı. Şuan Grönland olarak bilinen yere gelmesi üzerine Erik buradan ve denizcilik yaşamının bolluğundan etkilenmişti. Bu yeni karaya yerleşebilmek için daha fazla insana ihtiyacı vardı, fakat bunu dile getirdiğinde biliyordu ki hiç kimse yanında gelmeyecekti. Aracılarına İzlanda’ya döndükleri zaman buradan ‘Yeşilalan-Greenland’ olarak bahsetmelerini emretti. Kurduğu oyun başarılıydı, kayıklar yerleşimcilerle dolu bir şekilde karaya doğru yola koyuldu. Fakat kaynakların özellikle de kerestelerin kısa sürede tükenmesiyle yeni kaynak arayışları başladı. Erik’in oğlu Leif bir gemi alarak batı tarafa doğru yelken açtı, daha önceki kaynaklar burada bir karanın varlığından söz ediyordu. Sonunda şu anki Kanada’da hiç araştırılmamış karaları buldu. Leif ve diğerleri tarafından yeni yerleşimler kuruldu. Bu hikâye yıllar boyu bir masal gibi devam etti, ta ki L’Anse aux Meadows’ta Viking malikâneleri bulununcaya kadar. Vikingler şuan Kuzey Amerika’da yerleşen ilk Avrupalılar olarak bilinir.

Viking Çağı, 11. yüzyılın başlarında İskandinav Krallıklarının kuruluşuyla son bulur. Hiçbir monarşi kendi etki alanında bağımsız bir gücü kabul etmez. Norveçli ‘Aziz’ Olaf ve Danimarkalı ‘Çatal sakal’ Sven gibi krallar, bu savaşçılara sert bir seçenek sunmuştu: ya ordularına katılacaklar ya da yok edileceklerdi.

Viking seyahatlerinin kalıntıları ile Türkiye’den Grönland’a kadar Vikinglerin Ortaçağ İzlanda el yazmalarında korunan ve Atlantik kıyılarında yaşayan atalarının destanlarında, runik yazıtlarda karşılaşılır. Başarıları, etkileyici kalmış ve uzun-gemilerinin kopyaları, yapısındaki gizi öğrenmek amacıyla yapılmaya devam etmiştir. Tabi ki en büyük giz, maceracı ruhları ve zorluklara karşı koyma yetenekleridir.  

Kaynak: Aktüel Arkeoloji Dergisi “Herakles”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER