MÖ 2. Binde Ticaretin İşleyişi

Her türlü silah ve aletin ham maddesi olan tuncun üretimi için gerekli bakır ve kalay bu dönemde en fazla aranan ham maddelerdi. Doğal olarak, hem değer ifade eden, hem de para olarak kullanılan gümüşe ve ondan da kıymetli olan altına da sürekli ihtiyaç vardı. Saraylar doğrudan içinde bulunmadıkları ticaretten mallar üzerinden aldıkları vergiler sayesinde, bazen de anaparayı sağlayan finansörler veya nakliyatçılar olarak kar etmekteydiler.

İllüstrasyon: Ece ZEBER

Batı Anadolu’dan Asya’nın içlerine, Afganistan’a kadar uzanan geniş coğrafyayı saran ticaret yolları; Erken Tunç Çağı olarak da tanımlanan MÖ 3. binyılın ortalarında oluşmuştur. O dönemde bölgelerarası mal akışının en yoğun gözlendiği hatlar ise Mezopotamya’yı doğuda İndus bölgesi ile Afganistan’a ve güneyde bakır kaynağı Umman’a bağlayan yollardı. Orta Tunç Çağında (MÖ 2000-1600) bu durum değişmeye başlamış, Mezopotamya ve Elam’ı (Batı İran) Anadolu ve Suriye’ye bağlayan ticaret yolları gittikçe önem kazanmıştı. O dönemde stratejik önemi en yüksek ham madde olan bakırın ticareti ile ilgili bilgilerimiz bu değişimi açıkça yansıtır. MÖ 18. yüzyılın sonlarından itibaren Mezopotamya’ya, Suriye üzerinden ithali gittikçe artan Kıbrıs bakırı yüzyıllardır kullanılmakta olan Umman bakırının yerini almıştır. Geç Tunç Çağında (MÖ 1600-1200) ise Kıbrıs’ın bakır ihracatının artması; Minos, Girit ve Miken Yunanistanı’nın doğuyla ticaretinin yoğunlaşması ve bölgede oluşan ticaret ağlarına Orta Akdeniz adalarının da katılmasıyla ticari trafiğin yoğun ekseni daha da batıya, yani denize kayar. Bu gelişmeler sonucu özellikle MÖ 14. ve 13. yüzyıllarda bölgelerarası mal sirkülasyonu çok büyük boyutlara ulaşmış ve deniz taşımacılığı daha önce olmadığı kadar önem kazanmıştır. MÖ 2. binyıl boyunca devam eden bu trafiğin kimler tarafından ve hangi mekanizmalarla işletildiği sorusu her zaman ilgi çeken bir araştırma konusu olmuştur.

Ugarit’in Limanı Minet el- Beida’da1920’lı yıllarda yapılan kazılarda bulunan amfora grubu (MÖ 13. yüzyıl sonu)

MÖ 2. Binyılda Bölgelerarası Ticaretin Anahatları

MÖ 2. binyılın ilk yüzyıllarında gelişen ticaret ağlarından bazıları özellikle iyi bilinir. Bunlardan bir tanesi Kuzey Mezopotamya'daki Assur ile Kayseri yakınındaki Kaneş (Kültepe) şehir devletleri arasında MÖ 1920-1750 arasında işleyen mal akışıdır. Bu yolla Anadolu’ya kalay ve Mezopotamya’nın büyük rağbet gören kumaşları ithal edilirken, Anadolu gümüşü de Mezopotamya’ya ihraç edilmiştir. Bu ticaret, faaliyetleri gereği bazen yıllarca Kaneş’te ikamet etmek zorunda kalan Assurlu tüccarlar tarafından yönetilmekteydi. Kültepe’de yürütülen kazı çalışmalarında bu tüccarların yaşadığı mahalle (karum) açığa çıkarılmış ve bu şahısların yazışmalarını içeren yaklaşık 20 bin kil tablet günümüzden 4 binyıl önce gerçekleşen uluslararası mal değiştokuşu ile ilgili ayrıntılı bilgi sağlamıştır. Anadolu’ya gönderilecek kalay önce (muhtemelen Afganistan, Tacikistan veya Özbekistan’daki yataklardan) İran üzerinden Assur’a getirilmekteydi. İhracı yapılan kumaşların büyük bölümü de Güney Mezopotamya’da üretiliyordu. Yani Kaneş-Assur hattı, aslında daha doğuya ve güneye yayılan geniş ticaret ağının bir parçasıydı.

Orta Fırat Bölgesi'nde bir krallık başkenti olan Mari (bugün Suriye’nin doğu sınırında) de diğer bir ticaret yolu üzerinde bulunan önemli bir duraktı. Burada ortaya çıkarılan saraya ait tablet arşivi bu krallığın hem batıda Levant kıyısı (günümüzde Suriye, Lübnan ve İsrail kıyısı), hem de doğuda İran ile yaptığı ticarete ışık tutmuştur. MÖ 18. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen bu belgelerin gösterdiği gibi, başta kalay olmak üzere doğu malları Elam bölgesinin önemli kentleri Susa ve Anşan üzerinden Mari’ye gelmekte, bunların bir bölümü daha batıdaki şehirlere, hatta Girit’e iletilmekteydi. Batıdan ise Girit yapımı kundura ve silah gibi mallar ve kıbrıs bakırı ithal edilmekte, bunların bir kısmı doğuya Babil’e nakledilmekteydi. Bu mal değiş tokuşu esas olarak Marili ve Elamlı tüccarlar tarafından yürütülse de, mal gönderen veya teslim alan şahıslar arasında bizzat krallar veya kral ailesi mensubu kişiler de görülür. Örneğin Babil’in ünlü kralı Hammurabi’nin Halep kralına Mari yoluyla kalay gönderdiği bilinmektedir.      

Bilinen en eski yelkenli tekne tasvirlerinden biri (Mısır, MÖ 3200 civarı)

Yaklaşık MÖ 1760-1600 yılları arasında Ön Asya’daki politik dengeleri büyük ölçüde değiştiren gelişmeler olur. MÖ 18. yüzyılın ikinci yarısında Kaneş’in yakılıp yıkılması ve Mari’nin Babilli Hammurabi tarafından yerle bir edilmesi, iki önemli ticaret ağının sonunu getirir. MÖ 16. yüzyılın başlarında ise hem Babil hem de bir diğer krallık merkezi Halep, Hitit saldırıları sonucu haritadan silinecektir. Bunun sonrasında Hitit Devleti, iç kargaşaların pençesinde zayıflayarak anavatanı Orta Anadolu dışında varlık gösteremez olur. Bu gelişmeler sonucu Ön Asya’nın genelinde çöken veya oldukça zayıflayan devlet bürokrasileri dolayısıyla MÖ 16. ve 15. yüzyıllara ait yazılı belgeler görece azdır. Bundan dolayı o dönemin bölgelerarası ticareti ile ilgili bilgimiz detaylı değildir. Ama asıl kaynağı bir tartışma konusu olsa da, doğunun uzak ülkelerinden gelen kalayın kullanımında görülen artış, bu dönemde de uzun mesafe ticaret yollarının açık olduğunu gösterir. Ayrıca bu dönemde Ege’deki başlıca politik güç olan Girit’in Levant, Kıbrıs ve Mısır ile mal ve kültür değiş tokuşunun arttığı görülür. Hatta Nil deltasındaki Tell el-Dab’a’da bulunan ve MÖ 16. yüzyılın sonlarına veya 15. yüzyılın başlarına tarihlenen sarayın duvarları, Egeli sanatçılar tarafından Minos üslubunda fresklerle süslenmiştir. Teb’de bulunan MÖ 15. yüzyıla ait bir mezarın duvarında da Mısır limanlarında yüklerini boşaltan Suriye gemileri resmedilmiştir.

Teb’de bulunan duvar resmi sahnesi. Vezir Rekhmire’ye Suriye’li heyetin sunduğu armağanlar. Öküzgönü biçimli bakır külçe ve Suriye-Levant bölesine özgü amfora sunular arasında görülmektedir (Rekhmire Mezarı, MÖ 15. yüzyıl)

MÖ 1400’den sonra güçlü ve büyük devletlerin Ön Asya haritasına hakim oldukları görülür. Anadolu’da yeniden güçlenen Hitit Krallığı, Suriye ve Levant bölgesine yayılan bir imparatorluk halini alarak, benzer bir atılım gösteren Mısır’a rakip olur. Güney Mezopotamya’da Babil Devleti, Kasit Hanedanı'nın idaresi altında yeniden ayağa kaldırılır. Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da süregelen otorite boşluğu ise sonunda Mitanni Krallığı tarafından doldurulmuştur. Bu krallık da MÖ 14. yüzyılın son döneminde Hititler tarafından yıkılacak, bunun yerini güçlü bir Assur Krallığı dolduracaktır. Levant kıyısında ise, Mısır veya Hitit’e vergi bağımlısı olsalar da, deniz ticareti sayesinde önem kazanan daha küçük devletler bulunur ki bunların en önemlisi Kuzey Suriye’deki Ugarit Krallığı'dır. Bu dönemde, en azından barış zamanında, devletler arası diplomasi trafiği ve kültürel etkileşim daha önce görülmediği kadar yoğundur. Bu gelişme, dönemin sanatına da yansımış, tek bir sanat eseri üzerinde Mısır, Mezopotamya ve Ege’ye has motifler bir arada görülür olmuştur. Tüccarların, elçilerin, sanatkarların, doktorların, kahinlerin ve büyücülerin uluslararası trafiği sayesinde bu dönem, Ön Asya ve Doğu Akdeniz’in gerçek anlamda globalleştiği dönemdir. Bu gelişmelerden uluslararası ticaret de nasibini almış, hem yazılı kayıtların hem de arkeolojik bulguların gösterdiği üzere bölgelearası mal trafiği önemli artış göstermiştir.

Altın, elektron, bakır katkılı, yarı değerli taş, ahşap balta. Thebes, Ahhotep Mezarı Yeni Krallık, 18. Hanedanlık, MÖ 16. yüzyıl Luksor Müzesi, Mısır

Bu dönemde iyice artan bakır ihracatı, Kıbrıs’ı zenginleştirmiş ve adada zengin kentsel merkezlerin oluşmasına olanak sağlamıştır. Ege’de yeni baskın güç olarak ortaya çıkan Miken Yunanistan’ının tipik boyalı kapları Doğu Akdeniz ve Mısır’a geçmiş, yüzyılların Minos seramiğinden çok daha büyük miktarlarda ihraç edilmiştir. Sardinya malı çanak-çömleğin, orta Avrupa yapımı tunç silahların ve Baltık kökenli kehribarın Doğu Akdeniz Bölgesi'ne akmaya başlaması, bu dönemde ticaret yollarının Akdeniz’in ve Avrupa’nın ortalarına kadar genişlediğini gösterir. Kıbrıs kökenli bakır külçelerin yanı sıra Kıbrıs ve Miken çanak-çömleği de Sardinya ve Sicilya’da önemli miktarlarda görülmeye başlar. Organik maddelere gelince, esanslı bitkisel yağlar, çam reçinesi, şarap ve belki de afyon ürünlerinin ticareti de artık büyük boyutlarda yapılmaktadır. Tahılın ticaretinin ise nadiren ve ancak bir ülkede besin kıtlığı baş gösterince yapıldığı anlaşılmaktadır.

Öküzgönü biçiminde bakır külçe (Uluburun Gemisi, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi MÖ 14. yüzyıl sonu)

Kaş yakınlarındaki Uluburun’da bulunan ve MÖ 14. yüzyılın sonlarına tarihlenen gemi batığı 10 ton bakır ve bir ton kalay külçesi taşımaktaydı. Geminin kargosu ayrıca cam külçeler, reçine, kumaş boyası üretiminde kullanılan salyangoz kabukları gibi ham maddelerin yanı sıra fildişi, abanoz ağacı ve devekuşu yumurtası gibi egzotik malları içermekteydi. Bakırın Kıbrıs, diğer mallarının da Levant kökenli oluşu (kalayın kökeni maalesef tesbit edilememiştir) geminin doğudan batıya, muhtemelen Ege’ye yolculuk ettiğini göstermiştir. Yaklaşık yüzyıl sonrasına, MÖ 1200 civarına tarihlenen bir diğer batık da, Fenike yakınındaki Gelidonya Burnu’nda ortaya çıkarılmıştır. Kargosu Uluburun Batığı’nınkinden çok daha mütevazi de olsa, bakır külçelerin Kıbrıs, şahsi eşyaların da Levant kökenli oluşundan bu geminin de aynı rotayı izlediği anlaşılmaktadır.

Özetle, her türlü silah ve aletin ham maddesi olan tuncun üretimi için gerekli bakır ve kalay bu dönemde en fazla aranan ham maddelerdi. Doğal olarak, hem değer ifade eden, hem de para olarak kullanılan gümüşe ve ondan da kıymetli olan altına da sürekli ihtiyaç vardı. Bunların yanı sıra, dönemin bölgelerarası ticareti, özünde çeşitli lüks ürünlerin sirkülasyonu üzerine kurulmuştu. Sözgelimi, o dönemin Güney Mezopotamya kumaşlarını orta ve yeniçağların Çin veya İran ipeğine, Levant bölgesinin çam reçinesini Hint baharatına, Miken kap kacağını da Çin porselenine benzetebiliriz.

Uluburun gemisinin enkaz buluntusu üzerinde rekonstrüksiyonu illüstrasyon: Sam lim INA 1992.

Kamu, Özel ve Karma Sektör

MÖ 2. binyıla ait yazılı kaynakların çoğunluğu saray yapılarında bulunmuş devlet arşivlerine aittir. Bunun sonucu, sarayların ya da yönetici kadroların bizzat rol oynadığı mal değiştokuşu ile ilgili bilgimiz oldukça zengindir. Bu dönemde devlet adına mal alım satımıyla görevli tüccarlar olduğu ve bu kişilerin gerek kervanların gerek gemi filolarının başında yabancı ülkelere ticaret amaçlı yolculuklar yaptıkları bilinmektedir. Genellikle “kralın tüccarı” sıfatını taşıyan bu kişiler bazen yüksek kademeli saray bürokratları olarak karşımıza çıkarlar. Hatta bazı durumlarda bunların mal alıp satmaya gittikleri ülkelerin yöneticileriyle bir araya gelen diplomatlar da oldukları bilinmektedir.

Sarayların idaresinde gerçekleşen mal akışının bir diğer yolu da krallar arasında gerçekleşen armağan değiş tokuşu idi. Farklı devletlerin kralları veya üst düzey saray görevlileri arasındaki hediyeleşme, MÖ 2. binyılın ilk yüzyıllarında gözlenmiştir. Mısır’da, Teb’de MÖ 15. yüzyıla ait mezar odası resimleri de Suriye veya Ege’den gelen heyetler tarafından üst düzey Mısır bürokratlarına sunulan zengin hediyeleri resmederek bu uygulamanın önemini vurgulamaktadır. Fakat armağan değiş tokuşu, özellikle MÖ 1400’den sonra devletlerarası diplomasinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş ve daha büyük miktarda mal akışına olanak sağlamıştır. MÖ 14. yüzyıllın ikinci yarısında Mısır devletinin idari merkezi Tell el-Amarna’da ortaya çıkarılan kral mektupları dönemin firavunları ve diğer büyük devletlerin (Hitit, Babil, Mitanni, Asur, Kıbrıs) kralları arasındaki armağan trafiğini detaylarıyla anlatmaktadır. Bir kraldan diğerine gönderilen armağan grubu önemli miktarlarda altın, gümüş, değerli taş, fildişi, abanoz ağacı, özel kumaşlar gibi pahalı ve egzotik malzemeden oluşmaktaydı. Gönderilen hediyelerin tam listesini ve ayrıntılı tasvirlerini içeren mektuplardan bu malzemenin hem ham madde olarak, hem de en kalifiye zanaatkarlar tarafından üretilen sanat eserlerine dönüştürülmüş halde armağan edildiğini anlıyoruz.  

Kıbrıs’ta bulunan tunç tanrı heykelciği. Tanrının bakır külçe biçiminde bir kaide üzerinde duruyor olması, bakır üretiminin Tunç Çağı Kıbrıs’ı için önemini göstermektedir (MÖ 1200 civarı).
Ugarit, Ras Şamra, Krallık sarayından fildişi erkek başı, MÖ 13. yüzyıl, Suriye, Şam Arkeoloji Müzesi

Hediyeyi alanın aynı cömertlikte karşılık vermesi beklendiğinden bu mal değiş tokuşu doğal olarak kar amaçlı bir alış veriş değildi. Aslında bu armağan trafiğinin içinde yer almanın amacı kar elde etmek değil, diğer devletlerle dostane ilişkilerin devamını sağlamak ve şahsi prestij kazanmaktı. Büyük devletlerin kralları, dönemin diplomasi adetleri gereği “Büyük Kral” ünvanını taşımakta ve diğer büyük krallar tarafından “kardeş” olarak tanınmaktaydı. Krallar bu ünvanları hakettiklerini göstermek için gönderdikleri armağanların değeri bakımından karşı taraftan aşağı kalmamak zorundaydılar. Yalnız bazen çok büyük miktarda ham maddenin de gönderilen hediyeler arasında yer alması, bu değiş tokuşun prestij kazanma çabasının ötesinde önemli ölçekte mal akışına olanak sağladığını gösterir. Örnek olarak, 15 ton gibi ciddi miktarda bakır, Alaşiya (Kıbrıs) kralının firavuna gönderdiği hediyeler arasında yer almaktadır. İlginç olarak, gönderilen bakır miktarının büyüklüğüne rağmen Alaşiya kralı, ülkesinde süregelen salgını mazeret göstererek yeterli üretim yapılamadığı ve şimdilik daha fazlasını gönderemediği için özür dilemektedir. Yalnız bu durumlarda karşı tarafın aldığı malın ücretini gümüş olarak ödemesi, büyük miktarda hammadde içeren değiş tokuşun kıymetli mallarınkinden farklı değerlendirildiğini gösterir. On ton bakır, bir ton kalay ve krallar arası yazışmalarda sıkça rastladığımız türden egzotik mallardan oluşan kargosuyla Uluburun Gemisi de belki de bir saraydan diğerine gönderilmekte olan bir armağan grubunu taşımaktaydı.

Gerek devlet tarafından görevlendirilmiş tüccarlar, gerekse krallar arası hediyeleşme yoluyla yapılsın, bölgelerarası mal değiş tokuşunun yalnızca bir bölümü sarayların eliyle gerçekleşmekteydi. O dönemde faaliyetlerini devletten tamamen bağımsız yürüten tüccarların da varlığı ve bunların uluslararası ticarette oynadıkları önemli rol bilinmektedir. Binyılın başlarında Asur ve Kaneş arasındaki mal akışını gerçekleştiren Assurlu tüccarların durumu bunu açık biçimde gösterir. Bu tüccarlar kalay ve kumaşları Anadolu’da, gümüşü de Assur’da satarken bölgelerarasındaki fiyat farklarından yararlanarak kar etmeye çalışan serbest girişimcilerdi. Kaneş sarayının ithal malın müşterilerinden biri olmak, gümrük vergisi almak ve malın güvenliğini sağlamak dışında bu mal değiş tokuşunda bir rolü yoktu. Belgelerde neredeyse hiç sözü edilmeyen Asur kralı ve sarayının ise belli ki bu ticarette rollleri daha da önemsizdi.

Kıbrıs’ta bir mezarda bulunan boyalı Miken kapları (MÖ 14. yüzyıl)

Fiyatların serbest piyasa şartları tarafından belirlendiği bu ortamda, kalay üzerinden yüzde yüz, gümüş üzerinden yüzde 200 kar edilebiliyordu. Ama günümüz serbest piyasalarında olduğu gibi tüccarlar her zaman kar edemiyor, yaptıkları yatırımın risklerinden dolayı zarara uğrayabiliyor, hatta iflas edebiliyorlardı. Satılacak malın ve kervanlarda yük hayvanı olarak kullanılan eşeklerin satınalımı, ayrıca yol ve gümrük masrafları için önemli miktarda anaparaya gereksinim vardı. Bunu sağlamak için tüccarların bir çok durumda ya tapınaklar gibi kurumlardan ya da tefecilerden faizle borç aldıkları bilinmektedir. Kaneş’teki tüccarların Asur’daki akrabalarına gönderdiği mektupların bazılarında açıkça görüldüğü gibi tüccarlar mallarını Anadolu’ya gümrük vergilerinden kaçırarak sokmanın yollarını arıyor, bazen de bunu başararıyorlardı. Yani bu mektuplar günümüzden yaklaşık dört bin yıl önce Anadolu’da yapılmakta olan kaçakçılığı belgelemiştir.

MÖ 2. binyılın daha geç dönemlerinde de serbest tüccarların faaliyetleri, özellikle MÖ 1400-1200 arasına tarihlenen Ugarit ve Assur belgelerinde görülmektedir. Yalnız bu sefer, kamusal ve özel ticaret içiçe girmiş gibidir. Özellikle Ugarit kaynaklarında görüldüğü üzere saray için mal alıp sattığı bilinen bir şahıs, yabancı bir ülkeye gittiğinde hem devlet adına üstlendiği bu görevi yerine getirmekte, hem de bundan bağımsız olarak kendi ticari faaliyetlerini yürütmekteydi. Aslında saray ile tüccarlar arasındaki sıkı işbirliği birçok örnekle belgelenmektedir. Örneğin Ugarit sarayı, birçok kez serbest bir tüccarın ihtiyaç duyduğu anaparayı veya gemi filosunu sağlayan finansör olarak karşımıza çıkar. Aynı şekilde, saraya ait mallar, bazı durumlarda saraydan bağımsız bir tüccarın sağladığı eşek kervanıyla taşınabilmektedir.  

Özetle, MÖ 2. binyılın bölgelerarası ticaretinde hem sarayların hem de serbest ticaretin önemli rol oynadığı görülür. Saraylar ayrıca doğrudan içinde bulunmadıkları ticaretten de mallar üzerinden aldıkları vergiler sayesinde, bazen de anaparayı sağlayan finansörler veya nakliyatçılar olarak kar etmekteydiler. Dolayısıyla o dönemin yöneticileri serbest ticareti engellemek yerine bunu desteklemeyi, hatta korumayı tercih etmiştir.

Gemiler, Deniz Yolları ve Limanlar

Kıbrıs, Girit, Mayorka ve Melos adalarında MÖ 10 binden önceye tarihlenen insan faaliyetleri, Akdeniz’de bu kadar erken dönemlerde bile ilkel deniz taşıtlarıyla belli mesafeselerin aşılabildiğini göstermektedir. Deniz taşımacılığında bir devrim olan yelkenin kullanımına ait ilk örnekler ise MÖ 4. binyılın sonlarında Mısır’da ortaya çıkar. Bunu Nil’in yukarı kesiminde bulunan gemi tasvirlerinde görmekteyiz. Her ne kadar bu en eski örnekler Nil üzerinde kullanılmışsa da, en azından MÖ 3. binyılın ortalarında yelkenli Mısır gemilerinin Beyrut yakınlarındaki Byblos’a giderek sedir kütükleri yükleyerek geri döndükleri bilinmektedir. Yani Akdeniz’de yelkenli tekneler ile mal taşımacılığı burada incelediğimiz dönem olan MÖ 2. binyıldan önce başlamıştır. MÖ 3. binyılın sonu ve ikinci binyılın hemen başlarına tarihlenen dönemde ise önemli bir gelişme olur. O zamana kadar yalnızca Akdeniz'in güneydoğu köşesinde ve görece kısa rotalarda kullanıldığını bildiğimiz yelkenli tekneler, Doğu Akdeniz havzasının diğer kesimlerine de yayılır ve daha uzak kıyıların birbirine bağlanmasına olanak sağlar. Örneğin, Ege Bölgesi'nde bildiğimiz en erken yelkenli gemi tasvirleri, Girit’te MÖ 3. binyılın sonlarına doğru, adada doğu mallarının yoğun olarak görülmeye başlandığı dönemde ortaya çıkmıştır. Bu bulguların adada gerçekleşen büyük sosyal değişimin, yani saray toplumlarının ortaya çıkışının hemen öncesine tarihlenmesi, yelkenli teknelerin ve Doğu Akdeniz ile kurulan bağlantının bu gelişmede önemli rol oynadığını gösterir. MÖ 2. binyılın başlarında, Doğu Akdeniz havzasının iki ucunu birleştiren bu deniz ticaret yolu, ilerleyen yüzyıllarda Orta Akdeniz’e kadar genişleyerek Sardinya, Sicilya ve güney İtalya’yı içine alacaktır.

Her zaman olduğu gibi o dönemde de yelken seyrinde izlenecek rotalar doğal ve teknik koşullar tarafından beirlenmektedir. Gemilerin henüz rüzgarın geliş yönüne dar bir açıyla seyretmeye olanak sağlayacak gövde biçimi ve yelken donanımına sahip olmamaları bunların rüzgarı ancak sınırlı bir açı aralığında alarak ilerlemelerine imkan verir. Buna ek olarak, hem lojistik ihtiyaçlar, hem de kara ve deniz arasında oluşan meltemlerden olabildiğince faydalanma ihtiyacı, teknelerin büyük ölçüde açık denizden kaçınmalarını ve kıyılar boyunca seyretmelerini gerekli kılmıştır. Ayrıca antik dönemde denizcilerin rüzgarlar kadar akıntılardan da faydalandıkları bilinmektedir. Bu zorunluluklar ve Doğu Akdeniz’in hakim rüzgar ve akıntıları dikkate alındığında, MÖ 2. binyılda Uluburun Gemisi gibi görece büyük tonajlı uzun mesafe teknelerinin şu rotayı izlediği düşünülmektedir: Levant veya Kıbrıs’taki bir limandan ayrılan gemi, Güney Anadolu kıyılarını batı yönünde takip ederek Rodos’a ulaşmakta ve oradan güneye dönerek Girit’e, sonrasında da Mısır’a ve tekrar Levant kıyısına vararak saat yönünün tersinde izlediği rotayı tamamlamaktadır. Taşıdıkları kargodan doğudan batıya doğru seyrettikleri anlaşılan Uluburun ve Gelidonya Burnu gemilerinin Anadolu’nun güney kıyısında bulunmuş olması da bu varsayımı destekler. Büyük gemiler, yüklerini bu rota üzerindeki ana limanlarda bırakarak ve yeni malları yükleyerek ilerlemekteydiler. Başlıca limanlara bu şekilde ulaşan malların bölgesel, yani kısa mesafeli, dağıtımının ise daha küçük teknelerle ve o bölgenin denizcileri tarafından yapılmış olması en güçlü olasılıktır.

Bu dönemde birçok kıyı yerleşimi, gemilerin ve tüccarların uğradığı hareketli limanlar olarak karşımıza çıkar. Ancak bu liman kentlerinden yalnız birkaçı belli bir bölgenin ana denizyolu hattına bağlandığı başlıca nokta olarak özellikle gelişmiştir. Bu merkezler ya zaten kendi çevrelerindeki en büyük veya zengin kentlerdir ya da ticaret mallarının başka kentlerde görmediğimiz bolluğunu ve çeşitliliğini sergilerler. Söz konusu merkezlerin en önemlisi ve en iyi bilineni Kuzey Suriye kıyısında, Lazkiye yakınlarında bulunan Ugarit (Ras Şamra) kentidir. Daha MÖ 18. yüzyılda Mezopotamya’dan gelen başlıca kervan yolunun Akdeniz kıyısına ulaştığı nokta olarak önem kazanmaya başlayan bu kent, özellikle MÖ 1400-1200 arasında Ön Asya ve Doğu Akdeniz’in en önemli ticaret merkezi haline gelmiştir. Aynı zamanda bir krallık merkezi olan Ugarit’te açığa çıkarılan yazılı kaynaklar, bu kentin Levant, Mısır, Kıbrıs, Girit ve Hitit kontrolündeki Kilikya’dan gelen gemi ve tüccarların kaynaştığı bir pazaryeri olduğunu göstermiştir. Şehirde ayrıca burada bir süre kalmak zorunda olan yabancı tüccarlara ayrılan ve liman bölgesinde olduğu anlaşılan bir mahalle vardı. Gemilerin, tüccarların ve malların Ugarit’e giriş ve çıkışından sorumlu “Limanın Efendisi” ünvanlı saray mensubu belki de Ugarit kralından sonra en yetkili kişiydi.  

Ugarit’te bölgelerarası mal trafiğinin yoğunluğu arkeolojik bulgular tarafından da desteklenmektedir. Başlıca örnekleri Miken ve Kıbrıs yapımı boyalı kaplar olan ithal mallar, Ugarit’te Levant kıyısının başka kentlerinden çok daha fazladır. Limana yakın bir konumda ortaya çıkarılan ve bir depo binası olduğu anlaşılan yapıda istiflenmiş şekilde bulunan çok sayıda amphora, sanki bir gemiye yüklenmeyi beklemektedir veya bir gemiden yeni indirilmiş gibidir. Yine liman yerleşkesinde bulunan ve öküzgönü bakır külçe şeklindeki döküm kalıbı Uluburun ve Gelidonya gemilerinin başlıca kargosunu oluşturan bu külçelerden en azından bir kısmının gemiye yüklenmeden önce liman mahalinde üretildiğini göstermiştir.

Tell el-Dab’a’da (Mısır) bulunan freskli duvarın rekonstrüksiyonu. Hem stil, hem konu (boğanın üzerinden atlayan akrobatlar) sanatçının Ege’den, Minos kültür çevresinden geldiğini göstermektedir. (MÖ 16. veya 15. yüzyıl) Yeniden çizim Serkan İleri

Girit’in güney kıyısındaki Kommos’da ortaya çıkarılan liman kenti de aynı dönemde bu adanın başlıca limanı olarak karşımıza çıkar. Burada bulunan ve Kıbrıs, Mısır, Levant ve Sardinya mallarından oluşan ithal çanak çömlek repertuvarı Ege’nin başka yerinde görülmediği kadar bolluk ve çeşitlilik gösterir. İzotop analizleri sonucu kökenleri Kıbrıs olarak belirlenen bakır külçeler ve büyük taş gemi çapaları bu limanın önemine işaret eden diğer buluntulardır. Bu çapaların içinde bulunduğu sahildeki büyük yapı da ya bir depo binası ya da bir gemi çekeği olarak tanımlanmaktadır. Girit’in dışında Ege havzasının ana denizyoluna bağlantı noktasının ise bu denizin güney girişindeki stratejik konumu dolayısıyla Rodos’da olduğu tahmin edilmektedir.        

Kommos’a benzer karakter sergileyen ve Nil deltasının 300 kilometre batısındaki Marsa Matruh’da ortaya çıkarılan yerleşke de denizyolunun güney hattında bildiğimiz en önemli limandır. Kıbrıs’a gelince, bu dönemde adada bakır üretimi ve ithali sayesinde gelişmiş olduğu ve bölgelerası ticaretten nasibini aldığı anlaşılan birçok büyük kent ortaya çıkmıştır. Ancak, hem karşı kıyıdaki Ugarit’e yakınlığı, hem de zenginlik, ithal malların bolluğu ve bakır üretim hacminin büyüklüğü bakımından rakiplerine fark atan Enkomi, adanın en önemli kenti ve limanıdır. Kilikya kıyısında yer alan ve Hitit Devleti’nin Akdeniz’e açılan ana limanı olduğunu yazılı kaynaklardan bildiğimiz ama yeri henüz tesbit edilemeyen Ura da belli ki benzer karakterde bir liman kentiydi.

MÖ 12. yüzyılın başlarında yaşanan ve Tunç Çağının sonunu getiren kriz döneminde doğu Akdeniz’de oluşmuş olan ekonomik sistem çöker. Sonraki yüzyıllarda deniz ticareti Fenikeliler ve Yunanlılar tarafından canlandırılacak, denizyolunun İberya’ya ve kuzey Afrika kıyısının batı kesimine uzanmasıyla daha da önem kazanacaktır. Orta Çağda Asya’nın uzak yörelerine uzanan ipek ve baharat yolları açıldığında da, bu hattın en batı kesimini oluşturan Akdeniz ticareti önemini korumaya devam eder. Sonuçta Akdeniz MÖ 2. binyılda dünyada ticaretin en yoğun yapıldığı bölge olmuş ve bu konumunu Orta Çağın sonunda okyanus yollarının açıldığı döneme kadar korumuştur.

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

SON İÇERİKLER