Mozaikler Nasıl Üretildi?

Mozaik ustalarının neredeyse hepsi anonimdir. Hepsi erkek  olan mozaikçilerden bazıları, mozaiğin tümünde kullanılan  aynı tip tesseralar ile çalışmalarının üzerine imzalarını atmışlardır.  Roma İmparatorluğu’nun doğu kısmında bu tür imzalar her  zaman Grekçe, batı kısmında ise genelde Latince yazılmıştır.

Pergamonlu Sosus tarafından yapılan Hellenistik mozaiğin MS 2. yüzyıl tarihli Roma Dönemi kopyasında Asarotos stilinde maske tasvirleri görülmektedir. Vatikan Müzeleri Gregoriano Etrusco Müzesi

Küçük ya da büyük, basit ya da gösterişli, ince ya da kaba olmaları fark etmeksizin tüm mozaikler belirli ortak özelliklere sahiptir: Küçük parçalar halinde kesilen malzemenin, düzgün ve kalıcı bir yüzey oluşturacak şekilde harç zemini içerisine yerleştirilmesiyle elde edilir. Mozaik üretiminin ilk zamanlarında, deniz ve nehir kıyılarından toplanan doğal çakıl taşları kullanılmaktaydı. Oldukça basit tasarımlara sahip erken örneklere Gordion’da rastlanmıştır (MÖ 8. yüzyıl). Yunanistan’da tam anlamıyla gelişen bu teknik, Pella, Makedonya’da bulunan MÖ 4. yüzyıl sonlarına tarihlenen örneklerde de görüldüğü gibi, figürlü tasarımlara gösterilen özenle birlikte oldukça sofistike bir dereceye yükseldi. MÖ 3. yüzyıl sonlarında gelişen yeni bir teknik olan tessera, elle kesilen doğal taşlardan yapılma küçük küpler ile yapılıyor, açık yeşil, mavi veya kırmızı gibi taşlardan elde edilemeyecek renkler katmak amacıyla bunların arasına cam ve bazen seramikten üretilen küçük küpler de yerleştiriliyordu. Boyutları değişken olmakla birlikte tesseraların yüzeyleri genellikle 8-10 milimetrelik bir alana sahiptir. En ince yapılmış örneklerde, bazen yalnızca birkaç milimetrelik alanı kaplayan, çok daha küçük boyutlu tesseralar kullanılmıştır. Farklı renkte tesseraların bir araya getirilmesiyle oluşturulan tasarımlar, siyah-beyaz basit geometrik desenlerden, karmaşık ve detaylı figürlü sahnelere kadar uzanan bir çeşitlilik göstermektedir. Bu sahnelerde, örneğin insan derisi veya bir bitkinin yapraklarındaki tonlarda natüralist etkiler yaratmak amacıyla renkli tesseralar bir araya getirilmiştir. Oldukça ince işçilikle yapılmış mozaik örneklerine Küçük Asya’daki Pergamon’da (Bergama), Mısır’daki İskenderiye’de ve Delos Adası’nda rastlanır. Daha sonra bu teknik Romalılar tarafından benimsenerek, imparatorluk boyunca yayılmıştır. Böylece İngiltere’den Kuzey Afrika’ya, Atlantik kıyısından Fırat’a ve ötesine kadar uzanan bir bölgede mozaiklere rastlanır. Önceleri saraylar ile gösterişli konutlarda kullanılan pahalı ve ender bir bezeme formu olan mozaikler, daha sonraları yaygın kullanılan bir döşeme tipi haline gelerek, farklı tip mekanlarda kullanılmıştır. Bunlar arasında hamam, ticari yapılar ve bazı kamu yapılarının yanı sıra en sık kullanım alanı olan orta zenginlikteki özel konutlar gösterilir.

Mozaik ustalarının neredeyse hepsi anonimdir. İçlerinden yalnızca biri, ismi Romalı yazar Yaşlı Plinius tarafından, ‘Ansiklopedi’ çalışmasında kayıt altına alınan Pergamonlu Sosos, kendi yaşadığı dönem içinde ünlü sayılabilirdi.

Sosos’un çalışmaları günümüze ulaşmamış olsa da, bazı geç dönem mozaiklerinin onun işlerine ait kopyalar olduğu bazı akademisyenler tarafından öne sürülür. Hepsi erkek olan mozaikçilerden bazıları, mozaiğin tümünde kullanılan aynı tip tesseralar ile çalışmalarının üzerine imzalarını atmışlardır. Roma İmparatorluğu’nun doğu kısmında bu tür imzalar her zaman Grekçe, batı kısmında ise genelde Latince yazılmıştır. İmzalar nadiren de olsa, mozaiği yapan kişinin nereli olduğu hakkında da bilgi verir. Hephaistion adındaki bir mozaikçi, Pergamon’da bulunan sarayın mozaiklerinden birine imzasını atmıştır. Samoslu Dioscourides, kentte yapıldığı kesin olmamakla birlikte Pompeii’de bulunan ve teatral sahneler içeren iki panel üzerine imzasını atmıştır. Hiçbir durumda, imzalara dayanarak, aynı mozaik ustasının farklı yerlerde çalıştığını tespit etmek mümkün değildir. Ancak Zeugma’da, biri Synaristosai mozaiğinde, diğeri Poseidon Evi’ndeki Denizcilerin Koruyucusu Aphrodite mozaiğinde olmak üzere iki kez ‘Samosatalı Zosimos tarafından yapılmıştır’ formu ile Zosimos ismine rastlanmıştır. Ancak Zosimos oldukça yaygın kullanılan bir isim olduğundan, bu iki mozaiğin aynı kişi tarafından yapıldığını kesin olarak bilmek mümkün değildir. Nadiren bir mozaikte birkaç kişinin ismine rastlanır. Müşterek bir işçilik olduğunu gösteren bu mozaiklerde çok ender rastlanmakla birlikte, iş dağılımını, örneğin kimin tasarımı çizdiğini, kimin tesseraları yerleştirdiğini gösteren ibareler de bulunur. Bazı durumlarda, özellikle batı vilayetlerinde, işin bir atölye tarafından yapılmış olduğuna dair bir cümle yer alıyordu. İspanya’daki Carranque’de bulunan bir örnekte, bir odanın girişinde yer alan mozaik panelde ‘Ma…us’un (isim zarar görmüştür) atölyesinden’ ve ‘Hirinius tarafından boyanmıştır’ şeklinde ibareler yer almaktadır.

Sicilya’da bulunan Piazza Armerina’daki Villa Romana del Casale içerisindeki MS 4. yüzyıl tarihli Küçük Av mozaiğine ait detayda kuş avlamakta olan iki figür görülmektedir.

Mozaik ustaları sanatkar statüsüne sahip olup, bezemesi yapılacak ev ya da binanın sahibi tarafından işe alınıyorlardı. Atölyenin başındaki kişi usta mozaikçi olarak anılıyor, yanında asistan ve çırakların yanı sıra köleler de çalışabiliyordu.

İşi veren patronlar bazen istedikleri bezeme türü hakkında belli fikirlere sahip olup, planlarını usta mozaikçi ile ayrıntılı bir şekilde görüşüyorlardı. Bazıları ise görüşmeleri vekil ve müteahhitlere bırakıyor, yalnızca en genel talimatlar yukarıdan veriliyordu. Bazı mozaiklerde yer alan konular patronların seçimlerini yansıtıyordu, bunlar arasında patronların kendi finanse ettikleri sirk veya tiyatro gösterileri, favori sirk arabacısı veya gladyatörlerinin tasviri veya kendi atları veya avcı köpeklerine ait tasvirler gibi konular yer alıyordu. Genellikle tekrar eden Nereid ve deniz canavarı figürleri, alem yapmakta olan Tanrı Dionysos ve müritleri, veya Yunan mitolojisinin ünlü hikayelerini yansıtan geleneksel sahneler de yaygındı. Bu tip daha genel konular için, mozaik ustalarının, müşterilerin bakıp seçebilecekleri, taslak ve çizimlerden oluşan bir repertuarlarının olduğu düşünülmektedir. Seçimlerde ekonomik sebeplerin de rol oynadığı düşünülmektedir. Basit siyah-beyaz tasarımların, renklilere göre, soyut geometrik desenlerin ise figürlü sahnelere göre çok daha ucuz oldukları düşünülür. Repertuardan seçilen standart bir tasarım, patronların isteklerine göre tasarlananlardan daha ucuz olmalıdır.

İşin ayrıntıları belirlendiğinde, artık iş başlayabilirdi. Emblemeta olarak bilinen mozaik paneller haricinde her şey yerinde yapılıyordu. İş genellikle ustaların yaşadığı kentlerde olmakla birlikte, sıklıkla da, taşrada bulunan villalar gibi, uzak bölgelerde bulunan yerlere seyahat etmeleri gerekiyordu. Bu gibi durumlarda organizasyon ve lojistik çok daha karmaşık olabiliyordu. İlk görev tessera yapımında kullanılacak malzemenin yeteri kadar tedarik edilmesini sağlamaktı. Malzemenin çoğu bölgedeki taş ocaklarından geliyordu. Ayrıca inşaatçı ve heykeltıraşların depolarından gelen artık malzeme de kullanılabiliyordu. Bunların yanı sıra, diğer türlü elde edilemeyecek bazı renkler için uzak mesafelerden malzeme de getirtilebiliyordu. Tesseraların büyük blok veya kalın tabaka halindeki taşlardan kesilmesi işlemi yerinde yapılıyordu. Bazı kazılarda mozaiğin olduğu mekanların yakınındaki uygun noktalarda, bu aşamada ortaya çıkan atık malzeme, yedek tessera ve şekilsiz moloz parçaları gibi buluntulara rastlanmıştır. Tesseraların hazırlanma işlemi sırasında, mozaiğin yerleştirileceği zemin düzleştiriliyordu. Kabadan inceye doğru derecelenen harç tabakalarından oluşan temeller, en üstte tesseraların yerleştirileceği ince bir tabaka ile sonlanıyordu. Tasarımın düzeni önceden dikkatli bir şekilde planlanıyor olmalıydı. Özellikle evlerin koridor ve revaklarındaki pek çok mozaik soyut geometrik veya bitkisel motiflidir. Bunların ölçüleri mekanın boyutlarına uyması için dikkatlice ölçülüyor, tekrarlayan öğeler için de mimari birimler seçiliyordu.

Pompeii’de bulunan Cicero Villası’nda bulunan MÖ 2. yüzyıl tarihli mozaikte yer alan sokak müzisyenleri. Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi

En ayrıntılı desenler bile basit bir yapısal çerçeve içine oturtuluyordu. Altta bir ızgara plan veya iç içe daireler şeklinde olabilen bu çerçeveler, düz cetvel, pergel, ip ve çivi gibi basit aletlerle oluşturulabiliyordu. Çerçevenin ana hatları harç üzerine boya ile çiziliyor veya ip ile çizgi çekiliyordu. Tunus’ta Utica’daki bir örnekte ana hatlar kırmızı ve siyah renk boya ile harç üzerine boyanmıştır. Figürlü sahnelerde, öncelikli olarak panellerin boyutu ölçülüyor ve oda içerisine nasıl yerleştirilecekleri planlanıyor, daha sonra bordürler ölçülüyordu. Odanın işlevi ve mobilyaların düzeni de tasarımı etkiliyordu. Örneğin konukların odanın üç kenarına yerleştirilen kanepelerde uzanacakları bir yemek odasında, kanepelerin altında kalacak olan kısım genellikle daha sade bir motifle kaplanır, kanepelerin arasında kalacak kısımda ise bir figürlü sahne yer alırdı. Daha geniş bir yemek odasında ise odanın girişinde yer alan bir başka figürlü panel gelen konukları karşılardı. T formu oluşturan bu tasarımların en görkemli örnekleri Zeugma’daki Poseidon Evi’nde bulunan Daedalus ve Pasiphae mozaikleridir. Yine benzer biçimde bir yatak odasında, yatağın altında kalacak kısım sadece bir bezemeye sahipken, karşısında bir figürlü bezeme daha yer alır.

Daedalus ve Pasiphae panellerindeki mozaikler, sanki resimler tesseralar aracılığıyla kalıcı bir forma aktarılır gibi tasarlanmıştır. Bu tip karmaşık figürlü sahnelerde, figürlerin yerleştirilmesi ve pozları için taslak çizimler hazırlanmış olmalıdır. En büyük ve en başarılı atölyelerde, bu tür çizimlerin hazırlanması genellikle usta mozaikçinin sorumluluğunda olsa da, bu iş için özel sanatçılar getirtilmiş olmalıdır. Tasarım, tesseraların yerleştirilmesi sürecinde mozaik ustasını yönlendirmek amacıyla, harcın en üst tabakası üzerine birkaç basit renk ile çiziliyordu. Tesseraların altında yer alan bu tür taslak çizimler, birkaç örnekte, dikkatli arkeologlar tarafından ortaya çıkarılmıştır. İsrail’de yer alan Sepphoris’teki Dionysos Evi’nde bulunan mozaiklerde bu tür taslak çizimlere rastlanmıştır. Bu tür taslak çizimlerin kullanımı Bizans duvar mozaiklerinde yaygındır. Ayrıca şimdiye kadar ortaya çıkarılan örnekler arasında yüksek kalitedeki Antik Dönem yer mozaiklerinde de taslak çizimlere oldukça sık rastlanır.

Hazırlıklar tamamlandığında, zanaatkarlar tesseraları yerleştirme işlemine başlıyorlardı. Bu zaman alan bir işti ve ince işçilik gerektiren mozaiklerde, genellikle bir usta, yaklaşık bir metrekarelik alanı, bir günde tamamlayabiliyordu. Daha sade kısımlarda iş daha hızlı ilerliyordu. Çok ince bir tabaka iyi kalite harç, tek seferde, bezemenin yapılacağı alana yayılıyordu. Tesseralar bu zemin üzerine elle, tek tek yerleştiriliyordu. Geometrik desenlerde çalışma, odanın bir ucundan başlayıp diğerine doğru ilerleyerek, ortalanmış tasarımlarda ise ortadan uçlara doğru ilerleyerek tamamlanıyordu.

Genellikle ilk olarak figürlü paneller yerleştiriliyordu (ayrı olarak hazırlanıp (emblema) getirilerek, bitmiş bir zemine sonradan yerleştirilen ender örnekler haricinde); daha sonra ise bordürler ve son olarak kenar kısımların çevresindeki sade alanlar ekleniyordu. Benzer şekilde ilk olarak figürler yerleştiriliyordu. Bunlardan bazıları ayrı bir figürlü panel içerisine, bazıları ise desenin geneline ait parçalar içerisine yerleştiriliyordu. Usta mozaikçi, figürlerin yerleştirilmesindeki ince işçilikten ve özellikle yüz ve vücutlardaki deri tonlarında, renklerin oldukça titiz bir şekilde tonlanmasından sorumluydu. Yaklaşık olarak kare bir yüzeye sahip sıradan tesseralara ek olarak, yüz ve saç gibi ince detaylar için daha küçük parçalar kullanılabiliyordu. Ayrıca figürlerde kullanılan tesseraların boyutları, arka planda kullanılanlara kıyasla genellikle daha küçüktür. Figürler genellikle konturlarını takip eden düz tessera sıraları ile çevrelenmektedir. Arka plan ise hemen hemen düz çizgiler içerisine yerleştirilmektedir. Arka planı oluşturmak büyük olasılıkla, figürlerin yerleştirilmesi işlemi sona erdikten sonra asistanlara verilen bir görevdi. İşin son aşamasında tesseraların yüzeyleri törpü taşı ile zımparalanarak pürüzsüzleştirilip parlatılıyor, son rötuşlarda ise ince bir boya tabakası, yüzeyi genişletmek ve parçalar arasındaki harç açıklıkları gizlemek amacıyla tesseraların yüzeyine sürülüyordu. Böylece mozaik tamamlanıyor ve ustalar bir sonraki görevlerine geçiyorlardı.

Yunanistan’da bulunan Pella antik kentindeki doğal çakıl taşından yapılma Geyik Avı mozaiğinden detay.

Tek bir mozaiğin yapımında kaç kişinin görev aldığını ya da zanaatkarlar arasındaki görev dağılımını bilmek mümkün değildir. Ustalar ile çıraklar arasındaki ayrım açıkça ortada olmakla birlikte bu ayrım kuşkusuz, atölyenin büyüklüğü ve projenin karmaşıklığına göre değişmektedir. Bir desenin uygulamasında meydana gelen hatalar bazen aynı işin birden fazla zanaatkar tarafından yürütüldüğünü ve aralarındaki koordinasyon eksikliğini göstermektedir. Bir mozaik uygulamasında görev alan farklı bireyleri ayırt etmek üzerine bazı çalışmalar yürütülmüştür. Bu çalışmalar, Ürdün’de yer alan Bizans kiliseleri örneğinde olduğu gibi, daha çok aynı bölgede, fazla sayıda bulunan ve yaklaşık olarak birbiriyle çağdaş işler sayesinde başarılı olmuştur. Ürdün örneğinde, hayvan ve insan figürlerindeki detayların yakın benzerlikleri, işin tek bir zanaatkar tarafından yapıldığına işaret etmektedir. Ancak çoğunlukla, mozaikler arasındaki benzerlikler, yalnızca tek bir kent dahilinde olsalar dahi, zaman içerisinde, tek bir zanaatkar yerine bir atölyenin faaliyetini yansıtırlar.

Mozaik atölyelerinin niteliği yakın zamanda pek çok tartışmaya konu olmuştur. İşin burada gerçekleştirildiği göz önünde tutulursa, ‘atölye’ bir ressamın stüdyosu gibi özel bir yer olarak değil de, daha çok bir grup erkeğin bir arada çalıştığı bir yer olarak düşünülmelidir. Çoğu kez oğulların, çocukluklarından itibaren babalarının yanında çırak olarak eğitime tabi tutuldukları, baba artık çalışamayacak hale geldiğindeyse çocukların işi devraldığı bir aile işletmesi olarak işlemişlerdir. Köleler, daha az uzmanlık gerektiren işlerin yanı sıra çırak olarak da eğitiliyorlardı. Özgür kılındıkları takdirde eski ustalarının işine devam edebiliyorlardı. Diğer asistanlar, daha büyük işletmelerde veya daha büyük projelerde yer alabilirdi.

Geometrik ve bitkisel motifler ile kompozisyon şemasının geneli, atölyeler arasındaki farklılıkların en iyi göstergeleridir. Zanaatkarlar, çocukluklarından itibaren yapmayı öğrendikleri bazı motifleri ezberden üretebiliyorlar ve aynı eğitimi çıraklarına da veriyorlardı. Zanaatkarların özgün yetenekleri, tasarımlarda çeşitliliğe, gelişime ve güzelleşmeye yol açar. Böylece zamanla her atölye kendine özgü bir bezeme repertuarı oluşturuyordu. Buna göre, bir kent veya bölgeden yeteri kadar mozaik elde ettiğimizde, bu tip karakteristik özellikleri de belirleyebiliriz. Özellikle tesseraların dizilmesinde veya detayların ele alınma biçimlerindeki küçük hileler ortaya çıkmakta ve ustaların çalışma yöntemlerindeki bilinçsizliği gözler önüne sermektedir. Aynı motifler ve aynı küçük hileler başka yerlerde ortaya çıktığında, ilk atölyenin farklı bölgelerde de faaliyet gösterdiği düşünülebilir. Bunun nedeni bölgede yerel mozaik atölyelerinin olmayışı veya patronların daha farklı kalitede işler istemesi olarak gösterilebilir. Buna göre, Sicilya’da bulunan Piazza Armerina’daki büyük villanın mozaiklerinin, Kuzey Afrika kıyılarındaki Kartaca’da bulunan bir atölyeden getirtildiği konusunda fikir birliğine varılmıştır. Villada bulunan mozaikler ile Kartaca’daki mozaikler arasında yakın benzerlikler tespit edilmiştir. Örneğin, Piazza Armerina’daki sütunlu avluda yer alan mozaik, ızgara biçiminde düzenlenmiş defne çelenklerinden oluşan bir desene sahiptir. Aynı motif neredeyse aynı biçimde, Kartaca’da defalarca kullanılmıştır ve kesinlikle aynı atölyenin ürünüdür.

Atölyelerin sabit olmaması ve farklı kentlerdeki mozaikler arasındaki benzerlikler, bir yerden diğerini işleten bir atölyenin doğrudan varlığından daha karmaşık bir ilişkiyi ortaya koymaktadır. Bir atölyede yetişen bir zanaatkar daha sonra, atölyesinin desteğiyle veya desteği olmadan, başka bir yere geçebilir, öğrendiği tasarım ve desenleri de beraberinde götürerek, bunları kendinden sonra gelenlere aktarabilirdi. Zeugma’da ve Asi’deki Antakya’da bulunan mozaiklerin benzerliği, büyük olasılıkla benzer bir senaryo ile açıklanabilir. Çok daha büyük bir kent olan Antakya’da mozaik geleneği çok daha eskilere dayanır. Zeugma’daki ilk mozaiklerin de Antakya’dan gelen zanaatkarlar tarafından yapıldığı olası bir ihtimaldir. İşçiler Zeugma’ya yerleştikten sonra burada kendi atölyelerini kurmuş, ancak iki kent arasındaki ilişkiler yakın tutulmuştur. İki kentte yer alan mozaikler arasındaki benzerliklerin temelinde, süregelen insan, fikir ve tasarım değişimi yatar.

Figürlü sahnelerde farklı problemler ortaya çıkar. Aynı konular, Roma İmparatorluğu genelinde bulunan mozaiklerde, ve çoğu kez duvar resimleri, kabartma heykel, gümüş ve tekstil gibi farklı ortam ve malzemelerde de işlenmiştir. Skyros adasında bulunan Achilles sahnesinin iki örneğine Zeugma’da, bir düzineden fazla örneğine ise İspanya, Cezayir ve Suriye’de rastlanmıştır. Aynı sahne ayrıca, Pompeii, Roma ve Palmyra’da yer alan duvar resimlerinde, Roma ve Atina’da yer alan lahitlerde ve gümüş tabaklarda görülür. Bu tip sahneler, bir kültürel toplumun ortak eserlerine aittir ve herhangi bir eğitim görmüş herhangi biri tarafından hemen fark edilir. Sahnenin farklı bölgelerde yer alan versiyonları ile tamamen aynı olanlar bulunmasa da, çoğu ortak özelliklere sahiptir. Buna göre, uzaktan da olsa, bu sahnelerin temelinde ortak bir model yattığı öne sürülebilir. Bu desenlerin, zaman ve mekan içerisinde oldukça geniş bir şekilde dağılım gösteren mozaik zanaatkarları arasında nasıl aktarıldığı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bu görüşler arasında iki temel görüş bulunmakla birlikte, gerçek bu iki görüşün birleştirilmesinde yatıyor olabilir. İlk görüş, zanaatkarların, eğitimleri sırasında geometrik motiflerin nasıl uygulanacağını öğrendiklerine benzer biçimde, bu sahneleri de ezberden yapmayı öğrenmiş olabileceklerini öne sürer. Buna göre, özgün tasarım, belirli gereksinimlere göre uyarlanıp, değiştirilse de, temel şema aynı şekilde gelecek nesillere aktarılıyor olabilir. Diğer görüş ise, figürler ve popüler konuları içeren temel şemalardan oluşan bir tür kopya kitap, büyük olasılıkla parşömen üzerine çizilmiş bir çizim serisinin mevcut olduğunu öne sürer. Bu görüşe göre atölyelerin, bu tür tasarımlardan oluşan kendilerine ait bir repertuara sahip olabilecekleri düşünülür. Eğer patron bu repertuar dışında bir tasarım isterse, mozaik ustaları farklı kaynaklardan yeni model arayışına girer veya eski bir tasarıma yeni bir işlev verirlerdi.

Mozaik yapımında kullanılan bir başka yöntem de, mozaik parçalarının, ayrı bir yerde önceden üretilmesidir. Hellenistik Dönemde (MÖ 3. – 1. yüzyıllar) yaygın olan bir başka teknik de emblemata üretimidir. Emblematalar, mermer ya da seramikten yapılma tepsiler içerisinde üretilen, genellikle yalnızca birkaç milimetrekarelik tesseralardan oluşan ve ince işçilik gerektiren ufak panellerdir. Kolayca taşınabilen bu paneller, uzak mesafelere taşınabiliyor ve burada yerlerine yerleştiriliyorlardı. Emblemataların birçok örneğine Pompeii’de rastlanmıştır. Samoslu Dioskurides imzalı paneller gibi, zeminin ortasına yerleştirilen emblematalar da bulundukları ortamda resim görevi görürler. Daha geç dönemlerde nadiren üretimine devam edilen bu paneller, zamanla daha da seyrekleşmiş ve işçilik kalitesi de düşmüştür. Mozaik parçalarının önceden üretiminin oldukça yaygın bir uygulama olduğu öne sürülmüştür. Parçaların önceden hazırlanarak, yerleştirilecekleri alana götürülmesiyle hem işlem daha hızlı hale getirilmiş, hem de ev sahibi için karmaşa aza indirgenmiş olmalıdır. Ancak bu tekniğin kullanımına dair çok az bulguya, mozaiklerin kullanım yerinde üretimine dair ise oldukça fazla bulguya rastlanmıştır. Buna göre, prefabrikasyon uygulanmış olsa dahi, fazla yaygın olmadığı düşünülmektedir.

Yunanistan Kos Adası’nda bulunan Silenos Evi’ndeki panelde, birbirleriyle mücadele halinde tasvir edilen iki gladyatör ve figürlerin üzerinde yer alan isimleri görülmektedir

Bu makalede sözü edilen mozaiklerin tümü, ayak altında ezilmek üzere tasarlanmış taban bezemeleridir. Bu tür yer döşemeleri, yapının geri kalanı yok olmasına rağmen, dayanıklı olmaları sayesinde günümüze ulaşabilmiştir. Mozaikler ayrıca, çok daha ince formlarda duvar ya da tonoz bezemesi olarak da kullanılmışlardır. Romalılar tarafından icat edilen bu uygulama, ilk olarak MÖ 1. yüzyılda, taşra bölgelerdeki gösterişli villalarda bulunan doğal veya yapay yeraltı odalarını, deniz kabuğu, ponzataşı veya cam parçaları gibi malzemelerle kaplamalarıyla başlamıştır. Taş yerine çoğunlukla camdan üretilen tesseralar üretilerek, önce çeşme bezemelerinde, daha sonraları ise hamam gibi diğer yapıların duvar ve tonozlarında kullanılmaya başlanmıştır. Bu tür mozaiklerin yapımında uzmanlaşan zanaatkarların, yer mozaiklerini üretenlerden farklı bir grup oldukları düşünülmektedir, ancak teknik uygulamalar, dikey ve eğri yüzeylere uygulanmalarının haricinde çok da farklı değildi. Üzerlerinde yürünmeyeceğinden ana malzeme olarak cam tessera, insan derisi gibi bazı detaylarda ise taş kullanılıyordu. Yüzeyin tamamen düzgün olması gerekmediğinden, tesseralar, rengi yakalayıp yansıtmaları amacıyla hafif bir açıyla yerleştirilebiliyorlardı. Böylece renksiz camdan üretilen tesseralar üzerine ince bir tabaka altın varak uygulanarak özel bir yansıma elde ediliyordu. Duvar mozaiği Roma İmparatorluğu’nun geç yüzyıllarında, oldukça yaygın bir uygulamaydı. Yalnızca istisnai durumlarda günümüze ulaşan duvar mozaiklerinin iyi örneklerine Pompeii’de bulunan çeşmelerde ve Roma’da bulunan bazı yapılarda rastlanır. Efes’teki Yamaç Evler’in bir odasındaki tonozu süsleyen bir diğer örnekte, asma yapraklarından oluşan bir arka plan üzerinde Dionysos ve Ariadne figürleri görülmektedir. Bizans kiliselerinin görkemini oluşturan mozaikler doğrudan bu gelenekten doğmuştur.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER