Özgürlükten Tutsaklığa

Hayvanlar; gerek sınır tanımaz güçleri, gerek yüreklere korku salan cesaretleri ve gerekse büyüleyici renklerle bezenmiş görünümleriyle, insan zihnini harekete geçiren önemli birer enerji kaynağı olmuşlardır. İnsan düş gücü, hayvanların bu korkutucu cazibesine kayıtsız kalamamış ve yazılı tarihten çok önceki dönemlerde hayvanlardan köken alan zengin mitoslar üretmiştir.

Assur kralı III. Şalmaneser tarafından yaptırılan Kara Dikilitaş. Dikilitaş üzerinde III. Şalmaneser’in askeri başarıları, topladıkları haraç ve vergiler, İrail kralı Yehu’nun haraç ödemesini canlandıran sahneler yer alır. Toplanan haraçlar arasında deve

ANTİKÇAĞDA HAYVAN

Her şey hayvanın evcilleştirilmesiyle başlar. İlk kez insan ve köpek arasında Neolitik Dönemde kurulan bu çok yönlü ilişki, tarihsel süreçte daha da karmaşıklaşarak günümüze ulaşır. Ancak insan-hayvan birlikteliğinin temellerinin çok daha eski dönemlere uzandığı da bir gerçektir. Evcilleştirme, var olan bu ilişkinin –belki de- daha çok insan çıkarlarına göre yeni baştan oluşturulmasıdır. Hayvanlar; gerek sınır tanımaz güçleri, gerek yüreklere korku salan cesaretleri ve gerekse büyüleyici renklerle bezenmiş görünümleriyle, insan zihnini harekete geçiren önemli birer enerji kaynağı olmuşlardır. İnsan düş gücü, hayvanların bu korkutucu cazibesine kayıtsız kalamamış ve yazılı tarihten çok önceki dönemlerde hayvanlardan köken alan zengin mitoslar üretmiştir. Animizm ve totemizm olarak sonraları bilim adamlarınca üzerlerinde çok durulacak kavramların başrollerinin çoğunlukla hayvanlara ait olduğu söylenebilir.

Önce gücünden ve yırtıcılığından korkulan hayvanların fiziki bedenleri içerisinde gizlenmiş güçlü tanrıların varlığı “zoomorfizm” adı verilen hayvan biçimli tanrılar dönemini başlatmıştır. Bu aşamayı, avladıkları hayvanları daha yakından tanıyan ve yer yer bazı hayvan türlerini evcilleştirmeye başlayan insanlarca ortaya konulan “yarı hayvan-yarı insan tanrılar (sfenks) dönemi” izlemiştir. En son olarak da insanın hayvan üzerindeki egemenliğinin iyice artarak bazı hayvan türlerinin tamamiyle evcilleştirilmesi ve insan eliyle üretilmesi, hayvandan çok daha akıllı, kurnaz ve insan biçimli tanrıların varlığını gündeme getirmiş ve bu süreç “antropomorfizm” adını almıştır.

Hayvan biçimli törensel içki kapları. Kültepe / Kaniş Assur Ticaret Kolonileri Çağı, Kültepe Kazı Arşivi

Görüldüğü gibi hayvanların evcilleştirilme öncesi ile evcilleştirilme periyotlarının, insan düşüncesi ile inanç sistemlerinin zenginleşerek gelişimleri üzerine önemli etkileri olmuştur. Dinler tarihinde çok tanrıcılık ya da politeizm/paganlık adlarıyla anılan bu aşamaların hayvanlarla ilişkisi yadsınamaz. Burada, başta yırtıcı ve güçlü hayvanlar olmak üzere birçok hayvan türünün, tanrıların ruhunu taşıdığı ve insan biçimli tanrıların yer yer hayvan biçimine bürünerek, o hayvanın gücünden ve kuvvetinden kısa sürelerle de olsa yararlandıkları hayal edilmiştir. Bu noktada, evcilleştirilen yaklaşık sekiz hayvan türünün, evcilleştirilmeyen/evcilleştirilemeyen hayvanlara oranla mitolojik önemlerinin daha az olduğu ya da zamanla bu önemi yitirdikleri yolunda bir yaklaşım, evcil hale getirilen hayvanların tılsımlarını yitirmeleriyle açıklanabilir. Sürüdeki bir evcil koyun ya da köpeğin; dağlarda özgür ve uzak yaşayan gizemli bir ayı ya da kurt kadar etkili olamayacağı açıktır.

İnsan biçimli tanrılar dönemi yani insanın hayvanları çok iyi tanıdığı, evcilleştirdiği ve ürettiği bu süreç, hayvanların insanlar tarafından kullanılmaya başlamalarına yol açacak ve bir süre sonra hayvanların tamamiyle insanların yararına yaratıldığı yolunda mesajlar verecek olan “Tek Tanrılı İlahi Dinler” in fikirsel alt yapısının oluşturulmasına da önemli katkılar sağlayacaktır.

Bu algı, zamanla yaratıcı adına “hayvanların kâhyası insan” modeli için de felsefi bir zemin oluşturacaktır. Böylesi bir yaklaşım, daha sonraki yüzyıllarda hayvanlarla ilgili verdiği her türlü kararı, tanrıdan aldığı yetki ile açıklayan ve hayvanları dilediğince sömürerek buna hiç bir sınır getirmeye yanaşmayan insan topluluklarının oluşumuna neden olacaktır ki, bunlar kısa sürede dünyayı hayvanlar için bir cehenneme çevireceklerdir.

Tarım ve hayvancılık toplumu olan Eski Mezopotamya’dan Sumerler’de hayvanlar; balıklar, eklemliler, yılanlar, kuşlar ve dört ayaklılar olmak üzere sınıflandırılmış; hayvan hastalıkları ile ilgilenen veteriner hekimlere “Monai-Su” adı verilmiştir. Çiftlik hayvanlarının yaygın olarak yetiştirilerek üretildiği, yavrularına özenle bakıldığı, sütlerinden yararlanıldığı, sağılan sütlerin bir perde ile ayrılan bölmelerde bulunan dar boyunlu toprak kaplara doldurularak dağıtımlarının yapıldığı böylesi hayvancılıkla yaşamını sürdüren bir toplumda, hasta hayvanlar için hazırlanan ilaçların bütünüyle büyü ve sihir etkisinde hazırlanması, bu toplumda dini düşüncenin etkisini göstermesi açısından ilginç bir örnektir. Ayrıca Sumerlerde, domuz çok yaygın olarak bakılıp beslenir ve eti tüketilir.

Mezopotamya’ya Sumerler’den sonra yerleşmiş olan Babillilerde de yine hayvan hastalıklarının tedavisi din ve büyünün etkisi altında kalmış, ancak bu kültürde Kral Hammurabi (MÖ 1728-1688) zamanında yürürlüğe giren “Hammurabi Kanunları”nda veteriner hekimlerin alacakları ücretlere değin detaylara inilmiş, bunun da ötesinde ilk kez teşhis ve tedavide başarılı olamayan bir veteriner hekimin ödemesi gereken cezalara değinilmiş ve bu şekilde dünyanın yazılı olarak ilk hayvan haklarını korumaya yönelik hükümleri uygulamaya konulmuştur. Hasta bir hayvanı tedavide başarılı olamayan bir veteriner hekimi, hasta hayvan sahibine, hayvanın değerinin dörtte birini ödemeye mahkûm eden Hammurabi Kanunları; hayvan haklarını korumaya yönelik olarak hazırlanmış dünyanın en eski metinleridir.

Mezopotamya’da büyü uygulamalarının bir uzantısı da “hepatoskopi” yani karaciğer fallarıdır. Karaciğer yaşamın merkezi olarak kabul edildiğinden, bu organın incelenerek muayene edilmesi tıpkı bir ayna gibi, sunulan kurbanı kabul eden tanrının fikir ve amacını gösterir. Karaciğer aracılığı ile kehanette bulunabilmek için kurban edilmek üzere lekesiz bir hayvan bulmak gerekir. Tanrıların en çok hoşuna gidecek hayvan koyun olduğundan ve koyunun insanın vekili olduğuna inanıldığından, lekesiz bir koyun tan yeri ağarırken bir zigguratta, kâhin-rahip tarafından gelecekten haber almaya niyet edilerek kesilir. Kurban edilen koyunun karaciğeri çıkartılarak bu organdaki bazı belirtiler ya da işaretler aranır ve bulunan ipuçları, konuyla ilgili kitaplara ya da koyun karaciğerinin kilden ya da taştan yapılmış maketlerine bakılarak değerlendirilir. Bununla beraber, Mezopotamya toplumlarında en değerli kurbanlık hayvan kuzulardır. Kurban törenleri görkemli ve süslü tapınaklarda gerçekleştirilir. Ayrıca oğlak, boğa, piliç, ördek ve daha az olarak da domuzun kurban edildiği görülür.

Yeni Babil Devleti’nin başkenti Babil’in iç ve dış sur duvarlarını birleştiren ve Tanrıça İştar adına yaptırılmış olan anıtsal çifte kapı, Tanrı Adad’ın kutsal hayvanı boğa ve Babil’in baş tanrısı Marduk’un kutsal hayvanı ejder ‘Muşuşu’nun kabartmaları ile süslenmiştir. İştar Kapısı’ndan geçen Anıtsal Tören Yolu’nun her iki yanında ise Tanrıça İştar’ın kutsal hayvanı olan aslan kabartmaları yer almaktadır. MÖ 6. yüzyıl sonları, II. Nabukadnezar Dönemi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri © İsmail Yıldız

Dünyanın değişik yörelerinde köpeklerin öte dünyada da insanları koruyacağına inanılır ve bu nedenle insanlarla beraber gömülürler. Özellikle Ortadoğu’daki evlerde pet olarak beslenen köpeklerin çocuklar ile beraber gömülmeleri dikkat çekicidir. Tarım ve hayvancılık toplumları olan Sumer ve Babillilerde de büyük hayvan sürülerinin kontrol ve idaresinde insana yardımcı olan köpeklerin, bir yandan da mitolojik olarak şifa verici ve koruyucu olduklarına inanılır. Hammurabi Kanunlarında atlardan söz edilmemesi, Mezopotamya’ya atın çok geç getirildiğinin sağlam bir kanıtıdır.

Mezopotamya toplumlarıyla hemen hemen çağdaş olan Antik Mısır, yaşayan ve ölmüş hayvanların cennetidir. Gerçek anlamda bir ölüler imparatorluğu olan Antik Mısır’da birçok hayvana tanrılık ya da tanrıçalık verildiği görülür. Bazı tanrıların hayvan biçimli oldukları ya da biçimden biçime geçişler yaptıkları izlenir. Mısır ve Habeşistan, günümüzden yaklaşık 5 binyıl önce kedinin evcilleştirildiği topraklardır. Sıcak iklimin bu çekici canlısı önce doğal bir tahıl deposu olan Mısır’daki evlerin kilerlerindeki fareleri yakalamış ve bir süre sonra da bu toplumda sevilen ve sayılan kutsal bir canlı haline gelerek evcilleştirilebilmiştir. Özellikle Bast bölgesinde kutsal sayılan “Bastet” adlı kedi tanrıçanın heykelleri evleri süslemiş ve bu heykellerin içinde bulunduğu düşünülen kedi tanrıçanın ruhunun bulunduğu eve bolluk ve bereket getirdiğine inanılmıştır. Bu inanışa bağlı olarak evlerde kedi beslenmesi yaygınlaşmış ancak, evdeki kedi doğal bir şekilde öldüğünde o evin Bastet’in lanetini çekeceğine inanılmıştır. Kedisi ölüp, evlerine uğursuzluk ve bereketsizlik çökeceğine inanan kişilerin kaşlarını kazıtarak acılarını ve endişelerini dile getirdikleri görülmüştür. Ayrıca, ölen kedilerin ayrı bir mezarlığa mumyalanarak gömülmeleri de dikkat çekicidir. Kediler alevden çok korktuklarından Mısırlılar yangınlarda ortamda bulunan kedilerin çevresine etten bir duvar örerler. Bu şekilde panik içindeki kedilerin alevler içerisine dalmalarına engel olan Mısırlılar, kedilerin canlarını kurtarırlar ve dolayısıyla Bastet’in hoşnutluğunu kazanırlar.

Antik Mısır’da köpek de sevilen ve evlerde pet amaçlı olarak beslenen hayvanlardandır. Köpeklerin de mumyalarına rastlanır. Köpekleri ölen kişilerin üzüntüden gövdelerindeki tüm kılları kazıttıkları anlatılmıştır. Bu hayvanlar kadar önemli olan bir diğer hayvan da “Apis Boğası”dır. Bu ritüel; tapınaklardaki rahiplerin, yılın belirli günlerinde kutsal anlatılara uygun bir genç boğa bularak bu hayvanı tapınağa getirmeleri ve tam bir yıl özenle baktıktan sonra kutsal günde büyük bir törenle bu hayvanı kesmeleri ve içinde taşıdığı tanrısal ruhu açığa çıkarmaları uygulamasına dayanır. Tapınakta rahiplerce kesilen boğanın etleri halka dağıtılır ve tanrısal ruhun özgürlüğüne kavuşması kutlanır. Ertesi gün rahipler, yeni bir Apis Boğası bulmak üzere yeniden yola koyulacaklardır.

Sığır bu toplumda bir yerde, halkın zenginliğini oluşturduğundan, bazen bir ineğin ölümü ailede küçük bir çocuğun ölümünden daha üzüntü vericidir. Gerek kutsal hayvanlar, gerek vahşi ve yırtıcı hayvanlar ve gerekse çiftlik hayvanları hatta fareler, tıpkı insanlar gibi mumyalanırlar. Mumyalama; ölümden sonra açığa çıkan ruhun, daha önce yaşadığı bedene bir gün mutlaka döneceğinden, bedenin muhafaza edilmesi kaygısına dayanan dini bir ritüeldir ve ne yazık ki hiçbir bilimsel yaklaşım içermediği gibi anatomik bir bilgi birikimine de temel oluşturmamıştır.

Antik Dönemde Mısır toplumunda domuzun pek sevilmediği görülür. Yılda bir-iki kez dışında domuz eti yenmez; o günlerde de tanrılara domuz kurban edilir. Domuz çobanlarının toplumda saygınlıklarının olmadığı, bu kişilere kız verilmediği ve kötü kokmaları nedeniyle ancak Nil Nehri’nde yıkanarak temizlenebildiklerine inanılır. Yine evlerde timsahın bir pet hayvanı olarak bakıldığı, sevildiği ve timsahlara yüzük, kolye gibi takıların yanı sıra tasma takıldığı da belirlenmiştir. Bunların dışında kuzu ve oğlağın da kurban edildiği görülür. Hasta hayvanların tedavilerinde kullanılan ilaçlar, Mezopotamya’da kullanılanlar kadar iğrenç ve büyü amaçlıdır.

Mısır hayvancılığı ile ilgili günümüze ulaşan fresklerden; kazlar, sığırlar ve keçilerin insanlar tarafından lokma haline getirilmiş hamurlarla beslendikleri görülür. Yine bu fresklerde, ineklere doğum anında yapılan yardım, yatırılan, tedavi edilen, çiftleşen ve otlatılan hayvanlar çarpıcı görüntülerle izleyiciye sunulur. Tavukçuluğun da çok yaygın olduğu Mısırlıların, gübre gibi ısı sağlayan ortamlara yumurtaları gömerek tarihte ilk suni kuluçka uygulaması yaptıkları saptanmıştır. Mısır’a da tıpkı Mezopotamya’ya olduğu gibi at çok geç getirilmiş ama kısa sürede bir savaş hayvanı olarak dikkati çekmiş ve firavuna bağlı binlerce süvariden oluşan atlı birlikler ve silahlı at arabaları Mısır ordusunun başarılarında büyük oranda söz sahibi olmuştur.

İbranilerde, başta domuz olmak üzere kabuklu deniz hayvanları, ölü hayvan eti, kan, sakatat ve yağ yenilmesi, kutsal kitap Tevrat tarafından kesinlikle yasaklanmıştır. Kesilecek hayvanlarla ilgili temel bilgilerden çok, nasıl kesileceği konusundaki yaklaşım, çağdaşı olan diğer toplumlara göre çok daha insancıldır. Diğer din ve toplumlarca yapılan kafasına baltayla vurararak, boğarak ya da yakarak gerçekleştirilen kurban kesim yöntemleri Yahudiler’in kesim yöntemine göre çok acımasızdır. İbraniler, büyük koyun ve sığır sürülerine sahiptir. At genellikle avcılıkta kullanılmış, İsrail topraklarında at yetiştiriciliği Mısır’a dönmeyi önlemek amacıyla yasaklanmıştır. Bir süre sonra köpek de lanetlenmiş ve insanla arkadaşlık yapması uygun bulunmamıştır. İsrailoğullarının bu eğilimleri zaman içerisinde kendi içlerinden doğan Hristiyan dinini de etkilemiş ve İncil'de de gerek köpek gerekse domuz için son derece alçaltıcı ifadeler kullanılmıştır. Bu yaklaşımın altında, özellikle domuzların diğer hayvanlardan farklı olan beslenme özelliği ve iklim faktörü gibi birçok nedenin yattığı sanılmaktadır. Her iki dinde de insan ve hayvan eşitliği kabul edilmeyip, insan merkezli bir dünya kurulmasının gerekliliği, hayvanların insanın ihtiyaçlarını karşılamaktan başka görevleri olmadığı, daha doğrusu bunun için yaratıldıkları ısrarla vurgulanmıştır.

Beyaz zemin üzerine siyah ve kırmızı boya ile stilize bir erkek figürü hayvanları güderken betimlenmektedir. MÖ 695-547 , Geç Frig Dönemi Gordion, Ankara Gordion Müzesi

Eski İran’da köpek özellikle sevilen ve kutsal kabul edilen bir hayvandır. İnsanı ya da köpeği yaralamak eşit ceza gerektirir; hatta bazen köpeği yaralamak daha ağır bir cezaya çarptırılmaya neden olabilir. Köpeklere bozuk ya da yiyemeyeceği, uygun olmayan sıcak yemek verenler de ağır bedeller ödemek zorunda kalırlar. Bu toplumda, hayvan-insan eşitliği hep göz önünde tutulur. Öyle ki; insan ve hayvan hekiminin aynı kişi oluşu, bir başka deyişle aynı hekimin hem insanı hem hayvanı muayene ve tedavi etmesi, Antik İran’da (Pers) insan-hayvan eşitliğinin mükemmel bir göstergesidir. Hayvancılığa çok önem verilen Perslerde hayvan yetiştiriciliği ile hayvanların bakım ve tedavilerinin özenle yapıldığı söylenebilir. Antik İran’da Zerdüşt’ten önce at, sığır ve koyunların kurban edilme törenleri çok yaygınken, Zerdüşt inancıyla beraber kötülük tanrısının ve şeytanların kurban edilen hayvanlardan yükselen buğu ile beslendiğine inanılmış ve bu nedenden ötürü kurban kesimi ve sığır eti yenmesi yasaklanmıştır. Antik İran’da atçılık çok güçlüdür. Süvari birlikleri hem savunmada rol alırlar hem de ülkenin bir ucundan öbür ucuna süratle yol alarak alınan bilgi ve haberleri ulaştırırlar.

İlkçağ tarihinde hiç şüphesiz hayvanların en konforlu yaşam sürdürdükleri yer Antik Hindistan’dır. Bu ülkede MÖ 3000’li yıllardan kalma mühürler üzerinde boğa, manda, fil, gergedan, kaplan ve timsah gibi hayvanların resimleri bulunur. Bu mühürler aslında Hindistan’ın farklı hayvan türleri yönünden ne kadar zengin olduğunun da ifadesidir. Hint Tanrısı Brahma, dünyaya yol göstermek için yarattığı kutsal kitabı Vedalar’ında, özellikle at ve fil hekimliğine ait pasajlara yer vermiştir. Fil hekimliği bölümünün yazarı Palakapya; at hekimliği bölümünün yazarı ise Salihotriya adlı kutsal kişilerdir ve bu bilgileri Tanrı Brahma’dan almışlardır. Hayvanlara inançlarında bu kadar önemli bir yer veren bu toplumda bir süre sonra hasta hayvanların şifa bulabilecekleri tarihin en büyük ilk yerleşik hayvan hastaneleri kurulmuş; bu hastanelerin yakınlarında da Hindistan’ın dört bir yanından getirtilmiş şifalı otlar yetiştirilmiştir. Bu hayvan hastanelerinde at, fil, sığır, av kuşları ve balıklar bile tedavi edilir. Bir süre sonra hayvan kurban etmenin yasaklandığı Hindistan’da önce ineklerin eti tüketilirken daha sonra bu hayvanlara yönelik olarak öldürme ve bu hayvanlardan elde edilen ürünleri tüketme yasağı (purdah geleneği) getirilmiştir. Hindistan her çağda doğal bir hayvanat bahçesidir ve Hint mitolojisi hayvan motifi yönünden son derece zengindir.

Zengin hayvancılık birikimine sahip olan Uzakdoğu’da ise Çin’de hayvan hastalıklarının tedavisinde geleneksel akupunktur yöntemleri kullanılırken, Japonya’da atların ayaklarının kaymaması için sazlardan yapılan nal benzeri yapılar kullanılagelmiştir. Antik Çin ve Japonya’da süvarilerden oluşan güçlü birlikler ve özellikle Çin’de yüz binlerce baştan oluşan devasa hayvan sürüleri çok dikkat çekicidir. Antik Japonya’da bir köpeği yaralamak büyük bir suç olarak kabul edilirken, bir hayvanı nedensiz yere öldürmenin cezası ölümdür. Bu yaklaşımın Budizm’in Japonya’ya girişiyle yaygınlaştığı ileri sürülmektedir. Yine Japonya’da nedeni anlaşılamadan ölen bir hayvanın sahibi ya ölümle ya da sürgünle cezalandırılır.

Antik Anadolu’nun en iyi atlara sahip olan ve biniciliği en iyi bilen toplumu hiç şüphesiz Hititlerdir. Günümüzden yaklaşık olarak 4 binyıl önce Maveraünnehir’de evcilleştirildiği düşünülen atı Anadolu’ya getirenler de yine Hititlerdir. Hitit Kanunlarında hayvanlarla ilgili 34 madde tespit edilmiştir ve bu maddeler daha çok, hayvanların çalınması ya da sakatlanması durumlarında uygulanan cezalarla ilgilidir. Hititler; at yetiştiriciliği, beslenmesi ve özellikle eğitimi alanlarında bir ekoldür. Atlara koşu ve savaş eğitimlerinin mükemmel şekilde verildiği bu ülkede, yine hepatoskopiye rastlanır. İş alanında en çok kullanılan hayvan sığırlardır. Kurban edilen hayvanlar sığır, koyun ve keçiler arasından seçilir. Ayrıca arıcılık da çok yaygındır. Köpek, kirli bulunduğundan çok sevilmez ama özellikle tavşan bir totem olarak kabul görür ve eti tüketilmez.

Orta Asya Türklerinde en önemli hayvan hiç şüphesiz attır. Mitolojik önemi Türk toplumunda bozkurtla eşdeğerdir. Gerek günlük yaşamda, gerek savaşta ve gerekse törenlerde atın önemi büyüktür. Atın etini yiyen, sütünü içen Türkler atın üzerinde doğar ve üzerinde ölürler. Atları konun edinen sayısız efsane ve masal vardır. Kurban olarak da atı tercih eden Türkler, hakanlarını ve ünlü kumandanlarını atlarıyla beraber gömerler. Attan sonra bu toplumda en sevilen hayvanlar koyun ve sığırdır. Çok sayıda koyun ve sığır besleyen Türklerin kümes hayvanlarından da yararlandıkları bilinir. Türk mitolojisinin ilahı bozkurttur. Türkler atalarının boz renkli bir kurt olduğuna inanırlar. Türk kavimlerinde ayıya da çok önem verilir. Türklere ait “12 Hayvanlı Türk Takvimi”nde her yıl bir hayvanla temsil edilir ve bu takvim eski Türklerin hayatında hayvanların ne kadar önemli bir yer işgal ettiğinin de kanıtıdır. Hayvanlar, Orta Asya Türklerinin yaşamlarında çok önemli rol oynamışlardır. Tarıma pek elverişli olmayan Orta Asya’daki topraklarında hayvancılıkla yaşayan Türk kavimleri, besledikleri sürülerinin sık sık yerlerini değiştirmişlerdir. Hayvanların çoğunu at, sığır, koyun ve eşekler oluşturur. Türklerin sürülerindeki hayvan sayısı yüz binlerle ifade edilir. Orta Asya Türklerinde hayvan sevgisi çok yaygındır. Hekimlik uygulamaları ise şamanlar tarafından yürütülür.

Hayvancılığın yaygın olduğu ve domuz, keçi, koyun ile sığırın yetiştirildiği Antik Yunan toplumunda köpek, tanrılar ve tanrıçalar ile beraber betimlenir. Ayrıca, Homeros’un destanlarında köpek vefalı bir eski dost olarak anlatılırken bir yandan da cehenneme bekçilik yaptığına inanılır. Köpek, Karia’da da önemli bir kurban hayvanıdır. Bu topraklarda, tanrılar ve tanrıçalar adına her tür hayvan kurban edilir. Dünyanın en zengin mitolojilerinin başında gelen Yunan mitolojisinde de hayvan motifinin çok zengin bir şekilde yer aldığı görülür. Özellikle yarı at-yarı insan, yarı keçi-yarı insan gibi sfenks tanrılar ile insan biçimli tanrılara ve zaman zaman hayvan biçimine bürünen tanrılara da çok rastlanır. Antik Yunan toplumunda etleri yenmese de at ve eşeğin gücünden yararlanılır; domuz, koyun, keçi, sığır ve balıklar ise mutfak malzemesi olarak kullanılır. Ordularının vurucu gücünü ise, atlı arabalar ile süvari birlikleri oluşturur.

Antik Yunan’da ilk kez din dışı bilimsel laik düşünce de yeşermeye başladığından, çok sayıda yeni bilim alanının kuruluşuna ve çok sayıda bilim adamı ile filozof ve yazarın yaşamına tanıklık ederiz. Tanıklık edeceğimiz bir diğer olay da bu bilim adamlarının öncelikli olarak anatomi ve fizyoloji alanındaki bilimsel çalışmalarda hayvanları da kullanmaya başlamalarıdır. İnsanın önce kendi bedenini tanımak uğruna başlattığı ve daha sonraki yüzyıllarda artarak sürecek olan hayvan deneyleri, hayvanların insanlar tarafından kullanılmasına yeni ve farklı bir boyut ekler. Özellikle Aristoteles ve Hippokrates; araştırmalarını hayvanlar üzerinde gerçekleştirirler. Hayvanlar, Antik Yunan kültüründen önce, sadece avlanarak ve kurban olarak can verirken; Antik Yunanların elinde bilimsel araştırmaların temel materyali olarak değerlendirilir.

Dünyanın en büyük imparatorluklarının başında gelen Roma İmparatorluğu; sahip olduğu olağanüstü büyüklükteki topraklarında tarım ve hayvancılığı çağının en ileri tekniklerine göre gerçekleştirir. Bilim, kültür ve sanat yönünden Antik Yunan toplumunun mirasına konan imparatorluk, sahip olduğu hayvan varlığıyla da döneminin zirvesindedir. Zengin Romalıların evlerinde mutlaka minyatür bir hayvanat bahçesi bulunur ki burada, farklı iklim ve coğrafyalardan getirtilmiş hayvanlar gururla sergilenir. Romanın kuruluş efsanesinde yer alan ve Savaş Tanrısı Mars’ın oğulları olan Romus ve Romulus’u, Tiber nehri kıyılarında bulup emziren de dişi bir kurttur.

Romalılar tarım ve hayvancılığa daha doğrusu çiftlik hayatına çok düşkündürler. Özellikle uzun yıllar asker olarak imparatora hizmet etmiş emekli askerlere, imparatorun bağışladığı toprak parçası üzerinde çiftliklerini kuran Romalılar, başta sığır olmak üzere koyun, keçi ve domuz yetiştiriciliği yaparlar. Hayvancılık ve tarımdan zengin olan bu insanlar, genellikle hayvan sever kişilerdir. Hayvan ve bitki yetiştiriciliği üzerine incelemeler yapar; kitaplar yazarlar. Bu arada, döneminin en güçlü ordusuna sahip olan Roma İmparatorluğu’nda iri ve yüksek Roma atları ve bu atlardan oluşan ürkütücü süvari birlikleri, dünyanın altını üstüne getirirler. Bu süvari birliklerinin yanı sıra, üzerinde savaşçıları taşıyan at arabaları da çok ihtişamlıdır.

Efes Antik kentinden fresk, Efes, İzmir.

Antik Yunan’ın bilimsel mirasını sürdürmeye çalışan Roma İmparatorluğunda, başta Galen olmak üzere birçok araştırmacı, hayvanları araştırma materyali olarak kullanmaya devam ederler. Roma İmparatorluğu’nda kurban önemli bir ibadettir. Özel tapınaklarda sığır, domuz, keçi, koyun ve hatta güvercin gibi hayvanları kurban ederler. Kurban edilecek hayvanların daha çok beyaz olmasına özen gösterilir. Kurban edilen hayvanların bağırsaklarının biçiminden geleceğe yönelik kehanetlerde de bulunulur.

Genel olarak Neolitik Çağda günümüzden yaklaşık 15 binyıl önce ilk kez köpeğin evcilleştirilmesiyle başlayan serüven; keçi, koyun, sığır ve domuz ile kanatlı hayvanların günümüzden yaklaşık 10 binyıl önce evcilleştirilmeleriyle sürmüş ve günümüzden 5 binyıl önce kedi ve 4 binyıl önce de atın evcilleştirilmesiyle sona ermiştir. Karşılıklı çıkarlar üzerinde yükselen insan-hayvan ilişkilerinin en ilginç süreci hiç şüphesiz ilkçağdır. Bu çağda hüküm sürmüş devletlerin bazılarında ya yasalar yolu ile ya dinsel kurallar gereği ya da ahlaki kurallara göre hayvanların da hakları olduğu göz ardı edilmemiş ve bir yerde farkında olmadan insan-hayvan eşitliği korunmaya çalışılmıştır. Ancak bu çok narin dengeyi önce Antik Yunan’da başlayan ve hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar ve deneyler sarsmış ama esas darbeyi İbrani ve Hristiyan dinlerinin masum hayvanları, insanların insafına terk eden yaklaşımları indirmiştir. Bu o kadar ağır bir darbedir ki; etkisi bütün ortaçağ, yeniçağ ve yakınçağlar boyu devam etmiş ve bu yaklaşık 1600 yıllık süreç, hayvan hakları ihlalleri, hayvan refahı tecavüzleri, hayvan katliamları, hayvan soykırımlarıyla sürmüş ve günümüze ulaşmıştır. Bilimsel araştırmaların zirveye ulaştığı aydınlanma çağı ve öncesinde hayvanların ruh taşımadıkları, dolayısıyla acı duymayacakları ileri sürülerek acı veren bilimsel deneyler başta olmak üzere birçok işkence hayvanlar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Neolitik Çağda insanların ürktüğü hayvanlara, İlkçağda bir canlı varlık olarak sempatiyle bakılmış ama ortaçağlar ve sonrasında ise bu canlı varlıklara, cansız, duygusuz bir eşya muamelesi yapılmıştır. İnsanlık tarihinde her şey ilerleyen zamana paralel bir gelişim gösterse de; hayvan hakları bu tanımlamanın dışında kalmıştır. Sonuç olarak; Antik Yunan öncesi dünya, bilimsel gelişim yönünden yetersiz bulunabilir ama hayvan hakları yönünden aynı şeylerin söylenmesi mümkün değildir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER