Türklere Anadolu’nun Kapılarını Açan Savaş; Malazgirt

26 Ağustos 1071 tarihinde, günümüz Türkiye’sinin doğu vilayetlerinden biri olan Muş iline bağlı Malazgirt ilçe merkezinin güneydoğusunda uzanan platoda, Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes (1068-1071) ile Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan (1063-1072) arasında gerçekleşen ve Selçukluların kesin zaferi ile neticelenen Malazgirt Savaşı, Türk ve dünya tarihini etkileyen sonuçlarıyla “Anadolu’nun kapılarını Türklere açan savaş” olarak bilinmektedir.

TÜRKLERE ANADOLU’NUN KAPILARINI AÇAN SAVAŞ: MALAZGİRT

İlk Selçuklu Akınları

Aslında Selçukluların Anadolu’yla ilişkisi daha gerilere, 1018-1021 yılları arasındaki Çağrı Beye atfedilen ve “keşif harekâtı” olarak bilinen sefere kadar gitmektedir. O tarihten başlayarak Malazgirt Savaşı’na kadar Oğuzlar/Türkmen kitleleri her baharla birlikte Anadolu’ya akınlar yapar, her akından sonra da kışlakları haline gelen Azerbaycan’a geri dönerlerdi. 1040 yılında Gazneliler karşısında kazanılan Dandanakan Zaferi, Selçuklular adıyla devletleşen Oğuzların Anadolu’ya akınlarını artırmakla kalmamış, aynı zamanda bu kınları Selçuklu sultanlarının sevk ve idaresinde daha sistematik bir hale getirmiştir. Nitekim bu süreçte, 1048 yılında Selçuklu hanedan üyelerinden İbrahim Yınal ve Kutalmış’ın komuta ettiği Selçuklu ordusu, Gürcü Prensi Liparit’in başında bulunduğu Bizans ordusunu Erzurum/Pasinler’de ağır bir mağlubiyete uğratmıştır. Ardından Selçukluların ilk Sultanı Tuğrul, 1054 yılında Van gölü havzasının doğu ucunu tutan Erciş’i fethetmiş, devamında Bizans’ın önemli hudut garnizon şehirlerinden Malazgirt’i kuşatmışsa da kışın bastırması sebebiyle geri dönmek zorunda kalmıştır. Nihayet yeni Selçuklu Sultanı Alparslan, 1064 yılının 16 Ağustos’unda, Bizans’ın doğu savunma stratejisinin kilit şehirlerinden olan ve “alınamaz” denilen Ani’yi fethetmiş, böylece Anadolu kapıları Türklere aralanmıştır. Ancak bütün bunlara rağmen, Bizans’ın askeri direnişi tam olarak kırılamadığı için Anadolu’nun fethi gerçekleşememiş, Oğuzların yurt tutması gecikmiş, yapılan akınlar yağma ve talandan öteye gidememiştir.

Bizans ordugahının bulunduğu Kız Köprüsü mevkiinden savaşın olduğu Süphan Dağı etekleri

Bizans’ın Tepkisi Öte yandan bütün bunlar olurken, Bizans İmparatorluğu ise uzun zamandır iç karışlıklılar ve taht mücadeleleriyle bozulan devlet ve ordu düzenini yeniden tesis etmek, dolayısıyla da Türk akınlarına son vermek amacıyla, 1067 yılında ölen Konstantinos’un yerine tahta imparator olarak asker kökenli birinin geçmesi gerektiğine karar vermiştir. Bunun için bulunan aday ise, Balkanlar’da Peçeneklere karşı yürüttüğü askeri başarılarıyla ünlenen genç ve hırslı general Romanos Diogenes olmuştur. Kapadokyalı soylu bir aileden gelen Diogenes, dul imparatoriçe ile evlendirilerek IV. Romanos unvanı ile 1068 yılı başında imparator ilan edilmiştir. Yeni imparatordan beklenen en önemli görev, hiç şüphesiz otuz yıldır kangrene dönen ve imparatorluğun doğu ve güney sınırlarını neredeyse ortadan kaldıran Türk akınlarını durdurmaktır. Nitekim meşruiyetinin buna bağlı olduğunu gayet iyi bilen IV. Romanos Diogenes, derhal hazırlıklara girişmiş ve imparator ilan edildikten üç ay sonra, içinde Türklerin de bulunduğu ücretli askerlerden oluşan ordusuyla ilk seferine çıkmıştır. Bizans ordusuna uzun zamandan sonra ilk kez bir imparator komuta ederken, öncelikli hedef en çok saldırıya uğrayan Suriye sınırı olmuştur. Zira bir süredir Halep ve civarını mesken tutan Türkmen kitleleri, Bizans’ın bölgedeki iki önemli şehri olan Antakya ve Urfa’yı tehdit etmekte, hatta buralar üzerinden Anadolu’nun içlerine kadar uzanan akınlar düzenlemekteydiler.

Türkmen Savaşçıları temsil eden illüstrasyon - Osprey Askeri Tarih Serisi

Diogenes’in 1068 Yılı Seferi

Suriye seferi için 1068 baharında başkentten ayrılan yeni imparator, Kayseri bölgesinden geçerken, Türkmenlerin Niksar ve yöresini tahrip etmekte oldukları bilgisini almış, güzergâhını değiştirerek vakit kaybetmeksizin kuzeye, Sivas’a yönelmiştir. Şehre ulaştığında piyadeleri burada bırakıp seçkin süvari birliklerinin başında Türkmenlerin üzerine yürümüş ve şiddetli çatışmalar sonunda onları firara mecbur etmiştir. Ardından tekrar güneye dönen Diogenes, Göksun geçidini kullanarak ekim ortalarında Maraş-Antep hattından asıl hedefi olan Suriye topraklarına girmiştir. Buradaki ilk hedefi ise Antakya-Urfa yolu üzerindeki stratejik konumuyla dikkat çeken Menbiç olmuştur. Uzun ve şiddetli bir kuşatmanın ardından kasım ortalarında şehri teslim alan Diogenes, iç kaleye kendi garnizonunu yerleştirdikten sonra Kuzey Suriye’nin en önemli şehri olan Halep üzerine yürümüşse de burada tutunamayıp kuzeye Azez istikametine çekilmek zorunda kalmıştır. Bunda, Menbiç kuşatmasından itibaren Halep Mirdasi emiri Mahmud’un yöredeki Türkmenlerin yardımıyla Bizans ordusuna verdirdiği ağır zayiatlar etkili olmuştur. Bölgede daha fazla kalmanın tehlikeli olduğunu gören İmparator, Afrin vadisine yönelerek Antakya-Halep yolunun stratejik öneme sahip ve henüz Türklerin eline geçmiş bulunan kalelerinden Artah’ı (Reyhanlı) da ele geçirmiş ve böylece, nispeten başarılı sayılabilecek bir seferin ardından 1069 yılı Ocak sonunda başkente geri dönmüştür. Ancak geri dönüş sırasında yaşanan bir gelişme, Diogenes’in zafer sevincini gölgeleyecek ve vakit kaybetmeksizin ikinci bir seferin hazırlıklarına girişmesine sebep olacaktır. Çünkü Bizans ordusu Suriye harekâtıyla meşgul iken, Alparslan’ın önde gelen komutanlarından Afşin, emrindeki Türkmenlerle Afyonkarahisar’a kadar sokulmuş, Bizans’ın bölgedeki önemli şehirlerinden Amorium’u tahrip ve yağma ettikten sonra büyük bir ganimetle geri dönmüştür. Üstelik bunu, kendisini durdurmak için geride bırakılan seçkin Bizans birliklerini bozguna uğratarak yapmıştır.

Diogenes’in 1068 yılı seferini gösteren minyatür

Diogenes’in 1069 Yılı Seferi

İkinci seferi için hazırlıklarını tamamlayan Diogenes, 12 Nisan 1069’da başkentten ayrılmış ve İznik’in doğusunda toplanan ordusunun başına geçerek, Eskişehir üzerinden Kayseri’ye hareket etmiştir. Bu seferki hedef, imparatorluğun doğu sınırı için büyük tehdit oluşturan Van gölünün batı kıyısındaki Ahlat’tır. Uzun zamandır Müslümanların elinde olan bu kale-şehir, İran ve Azerbaycan’dan gelen yolların, Yukarı Dicle Havzası üzerinden Suriye ve yine Murat vadisi üzerinden de Anadolu içlerine geçişi temin eden konumuyla önem arz etmektedir. Nitekim bu yönüyle Ahlat, bir süredir Afşin dahil pek çok Türkmen beyinin Bizans topraklarına gerçekleştirdikleri akınların da harekât üssü haline gelmiştir.

Diogenes’in 1069 yılı seferini gösteren minyatür

Kayseri’den güneydoğu istikametine hareket eden Diogenes, Pazarören yakınlarındaki Larissa ordugâhına geldiğinde, kalabalık bir Türkmen gurubunun bölgede akın ve yağma faaliyetinde bulundukları haberini almıştır. Ordusunun bir kısmını Türkmenleri durdurmak üzere ileri göndermiş ise de bu birlikler kısa sürede bozgun halinde geri dönmüştür. Bu gelişme üzerine ordusunu savaş düzenine sokan İmparator, bizzat harekete geçmiş ve Fırat istikametine çekilen Türkmenleri takibe koyulmuştur. Ancak yol boyunca mevzi başarılar elde edilse bile, küçük gruplar halinde hareket eden ve göğüs göğüse mücadeleden ısrarla kaçınan bozkırın bu usta savaşçılarının vur kaç taktiği üzerine kurulu stratejileri karşısında, Bizans ordusunun kesin bir zafer elde etmesi mümkün gözükmemektedir. Nitekim durumun farkına varan Diogenes, Malatya yakınlarına geldiğinde, seneye daha büyük ve donanımlı bir orduyla geri gelmek üzere seferi burada sonlandırıp ordusunun yarısını bölgede bırakarak, geri kalanıyla başkente dönme kararı almıştır. Ancak danışmanlarının, bu kararın düşmanı cesaretlendirerek geride bırakılan birlikleri açık hedef haline getirme riski taşıdığı yolundaki telkinleri üzerine, bundan vazgeçip doğuya doğru yoluna devam etmiştir. Fakat Fırat’ı geçen ve Harput önlerinden Murat Vadisine yönelen Bizans imparatorunun ilerleyişi, hem tepelerden orduyu takip eden Türkmenlerin tacizleri hem de artan sıcaklar sebebiyle gittikçe zorlaşmaktadır. Nihayet Palu dolaylarına geldiğinde, daha fazla ileri gitmenin faydasız olacağını anlayan İmparator, ordusunun bir kısmını Fırat hattını tutmak üzere bölgede bırakıp, Munzur dağları üzerinden kuzeye Erzincan istikametine yönelmiştir. Oysa İmparatorun Ahlat’ı ele geçirmek için takip etmesi gereken asıl güzergâh; Palu, Genç ve Muş hattından yani Murat nehri vadisinden Van Gölü havzasına çıkan yol olmalıdır. Bu arada Erzincan yöresine varıldığında korkulan olmuş, geride bırakılan birlikler Türkmen saldırıları karşısında tutunamayıp ağır kayıplar vererek bozgun halinde geriye çekilmiş, canını kurtarabilenler ise imparatoru takiple Erzincan’daki ordugâha sığınmıştır. Bu durum karşısında köşeye sıkışan Diogenes, tekrar geriye dönmeyi düşünmüşse de çok geç olduğunu görerek, hiç olmazsa saldırıya uğramayan bölgelerin güvenliğini sağlamak adına, ordusuyla kuzeybatıya yönelmiş ve Şebinkarahisar üzerinden Sivas’a ulaşmıştır. Ancak şehre geldiği sırada, aynı Türkmen grupların bu sefer de Fırat’ı geçip Kapadokya’ya girdikleri, bölgeyi yağmaladıktan sonra da Konya’ya saldıracakları yönünde haberler gelmeye başlamıştır. Hatta saldırıların Konya ile sınırlı kalmayacağı, göller bölgesine kadar uzanacağı dahi iddia edilmektedir. Açmaza giren doğu seferinin tam bir fiyaskoya dönüşmek üzere olduğunun farkına varan Diogenes, son bir hamle ile Sivas’tan Ereğli’ye gelmiş ve hatta Mut’a kadar gitmişse de Konya’nın yağmalanmasına engel olamadığı gibi Türkmenlerin geri dönüşünü de önleyememiştir.

Manuel Komnenos’un 1070 Yılı Seferi

Böylece dalgalar halinde ilerleyen Türkmen akınlarını durdurabilmenin, iyi donanımlı büyük bir orduyla ancak mümkün olabileceğini acı bir şekilde bizzat tecrübe eden Diogenes, kışın da bastırmasıyla başkente geri dönmek zorunda kalmıştır. İmparator, ertesi yıl (1070) yeni bir sefer için hazırlıklara girişmeyi düşünmüşse de başkentte aleyhine yürütülen siyasi entrikalar sebebiyle bundan vazgeçmiş ve yerine Anadolu’nun savunulması görevini “Doğu orduları komutanı” unvanını verdiği yetenekli generallerinden Manuel Komnenos’a havale etmiştir.

Ioannes Skylitzes’in Madrid nüshasında yer alan Türkmen Bizans çatışmasını resmeden bir gravür (Fol. 234v.)

Ancak Doğu orduları komutanı Manuel Komnenos, daha ilk seferinde Sivas yakınlarında karşılaştığı Türkmenlere mağlup olmakla kalmamış, bir de ellerine esir düşmüştür. İlginç olan ise, esir düştüğü bu Türkmen grubun başında Alparslan’ın amcazadesi ve aynı zamanda eniştesi olan, fakat Sultan ile ters düştüğü için kaçıp Anadolu’ya giren Erbasan (El Basan) b. Yusuf b. Selçuk’un bulunmasıdır. Zira bu Selçuklu şehzadesi, karşısına çıkan Bizans ordusunu mağlup etmesine ve başındaki komutanını da esir almasına rağmen, Bizans’a iltica etme niyetindedir. Çünkü peşinde kendisini yakalamak üzere Alparslan tarafından gönderilen Afşin bulunmaktadır. Durumu öğrenen Manuel, Erbasan’in niyetini derhal başkente iletmiş, Diogenes de bu talebi büyük bir memnuniyetle karşılayarak, muzaffer Selçuklu şehzadesini başkente davet etmiştir. Bizans sarayında büyük bir ilgiyle karşılanan Erbasan, bizzat İmparator tarafından “proedros/başkan” rütbesiyle de taltif edilmiştir. Böylece Diogenes, hem ordusunun ve başkomutanının içine düştüğü utanç verici durumu bir nebze de olsa telafi etmeye çalışmış, hem de Selçuklu hanedanı içindeki siyasi krizi, Bizans lehine kullanmak üzere bir fırsat yakalamıştır. Nitekim bu fırsatı değerlendirmek için de 1071 yılındaki Malazgirt seferine asi Selçuklu şehzadesini bizzat yanında götürmüştür. Bu sırada Erbasan’ın maiyetiyle birlikte Bizans’a sığındığı haberini alan Afşin, kısa bir süre sonra Kadıköy önlerine gelip, imparatora Selçuklu iç işlerine müdahil olmaması gerektiğini hatırlatarak, asi Selçuklu şehzadesinin derhal kendisine teslim edilmesini, aksi takdirde Bizans topraklarını yağmalamaktan çekinmeyeceğini bildirmiştir.

İparator Diogenes, ültimatom içeren bu talebe rağmen Erbasan’ı Afşin’e teslim etmemiştir. Bu gelişme üzerine başkent önlerinden çekilmek zorunda kalan Afşin, Denizli ve yöresi başta olmak üzere Bizans topraklarında tam bir intikam seferine girişmiştir.

Alparslan sikkesi

Alparslan’ın Mısır Seferi

Bizans cephesinde bütün bunlar olup biterken, Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın öncelikli hedefi, Bizans İmparatorluğu değil, Mısır’dan Suriye’ye kadarki bölgede hâkimiyet süren Şii Fatımi hilafetidir. Çünkü Selçuklu hükümdarları başından itibaren, Alparslan da dahil olmak üzere Sünni Abbasi hilafetine bağlı, onların hamisi durumunda olmuşlardır. Bu da ilk Selçuklu hükümdarı Tuğrul’un 1058 yılındaki Bağdat seferinde bizzat Abbasi Halifesi Kaim Biemrillah tarafından “doğunun ve batının hükümdarı” yani “Sultan” ilan edilmesiyle bir devlet politikasına dönüşmüştür. Dolayısıyla Mısır’daki Şii Fatımi devleti, sadece Abbasilerin değil, aynı zamanda Sünni İslam’ın yeni siyasi lideri konumundaki Selçukluların da rakibi hatta düşmanı durumundadır. Selçuklu sultanı, Mısır üzerine yürümek için aradığı fırsatı, 1070 yılı başlarında Fatımi merkezinde ortaya çıkan siyasi krizde bulmuştur. Buna göre krizin tarafı olan ve Fatımi halifesi tarafından görevinden uzaklaştırılmasına rağmen hala saltanat işlerini etkileyebilecek güçte bulunan sabık vezir Nasırüddevle b. Hamdan, Selçuklu sultanına bir mektup göndererek “Mısır’a geldiği takdirde, desteği ile Şii hâkimiyetine son verebileceğini” belirtmiştir. Mektubu alan Alparslan da vakit kaybetmeksizin sefer hazırlıklarına girişmiştir. Çünkü bu sayede, hem Sünni İslam dünyasındaki siyasi meşruiyetini pekiştirme fırsatı bulacak, hem de kendisine bağlı Türkmenlerin Fatımi etkisindeki Suriye’de yürüttükleri faaliyetleri destekleyebilecektir. Ayrıca yine bu sayede Selçuklu hâkimiyetini, İran’dan Doğu Akdeniz’e kadar uzatma imkânı yakalanmış olacaktır. Nitekim Selçuklu ordusu daha yola çıkmadan, seferin etkisi çoktan bölgeye ulaşmış ve Mekke ile Halep başta olmak üzere bölgede Fatımiler adına okunmakta olan hutbe değiştirilerek Abbasi halifesi ile Selçuklu sultanı adına okutulmaya başlanmıştır.

Tuğrul Bey dinarı (Metropolitan Müzesi)

Alparslan’ın Erciş ve Malazgirt Fetihleri, Urfa Kuşatması

1070 yılı Ağustos’unda Hemedan’dan hareket eden Sultan, Fatımi Suriye’si üzerine resmen sefere çıkmadan önce, Selçukluların Bizans sınır boyundaki konumunu güçlendirmek istemektedir. Nitekim bu amaçla, Urumiyye gölünün batı yakasını takiple Hoy’a gelmiş, buradan da yolu üzerindeki Van Gölü Havzasının doğu girişini tutan ve tekrar Bizans yönetimine geçmiş bulunan Erciş’i fethetmiştir. Sonra kuzeybatıya yönelerek Ani’nin düşüşünden sonra önemi daha da artan, Bizans’ın doğu savunma stratejisinin bir diğer kilit şehri olan Malazgirt önlerine gelmiş ve kısa bir kuşatmanın ardından da şehri Eylül’de teslim almıştır.

Bin yedi yüz metrelik uzunluğu ve on metrelik yüksekliği ile, bazalt taştan inşa edilmiş çift surla korunan bu garnizon şehir, batısında uzanan Yukarı Murat vadisine hâkim ve aynı zamanda kuzeyindeki Aras vadisi (Erzurum) ile güneyindeki Van Gölü Havzasına (Ahlat) giden yolları tutan konumuyla, Bizans imparatorluğunun Ani’den sonraki ikinci savunma hattını oluşturmaktadır.

Zira Bizans savunma stratejisi, bir saldırı durumunda yardım gelinceye kadar veya düşmanın geri çekilmesini beklemek için, kilit-müstahkem mevkilere sahip olmaya dayanıyordu. Böylece Alparslan, amcası Tuğrul’un üç ay boyunca kuşattığı ancak düşüremediği Malazgirt’i fethederek, Anadolu’nun Ani’den sonraki ikinci kilidini de açmış, dolayısıyla da yurt arayışındaki Türkmenlerin önündeki bir engeli daha ortadan kaldırmıştır.

Selçuklu Sultanı yoluna devamla Ahlat-Bitlis güzergahından Ekim başında Sünni Mervani Emirliği idaresindeki Yukarı Dicle Havzasına (Diyar-ı Bekr) girmiş ve emirliğin başkenti konumundaki Silvan (Meyyafarikin) önlerinde ordugahını kurmuştur. Mervani Emiri Nizameddin’in kıymetli hediyelerle huzura çıkıp bağlılığını bildirmesinin ardından da bölgenin bir diğer önemli şehri Diyarbakır (Amid)’a uğrayan Sultan, buradan Urfa istikametine hareket etmiştir. Yol boyunca başta Siverek olmak üzere belli başlı Bizans sınır kalelerini zapt ederek kasımda Urfa önlerine gelmiş ve vakit kaybetmeksizin güçlü bir Bizans garnizonu tarafından korunan şehri kuşatma altına almıştır.

Diogenes’in Barış Teklifi ve 1071 Yılı Seferi

Selçuklu sultanının önce Erciş ve Malazgirt’i ele geçirmesi, şimdi de Bizans’ın güney savunma hattının kritik şehri Urfa’yı kuşatma altına alması, Bizans İmparatoru Diogenes için tam bir alarm durumu anlamına gelmiştir.

Zira Diogenes, imparator olduğu ilk günden itibaren Türkmen akınlarını durdurmak ve onları Anadolu’dan atmak için çabalarken, Selçuklu Sultanı’nın bu hamlesiyle iyice köşeye sıkışmıştır. Nitekim son kayıplarla, doğu sınırı için büyük öneme sahip Van Gölü Havzasının kontrolü tamamen ortadan kalktığı gibi, şimdi sıra Suriye sınırına yani Urfa-Antakya hattına gelmiştir. Belki de Selçuklu Sultanı’nın bir sonraki hamlesi, Bizans’ın kalbi Konstantinopolis olacaktır.

Bu ve buna benzer düşüncelerle harekete geçen Bizans imparatoru, ilk iki seferinden çok daha büyük ve çok daha donanımlı bir ordunun kurulabilmesi için kış boyu sürecek hazırlıklara derhal başlamıştır. Diogenes, bir taraftan sefer hazırlıklarına girişirken diğer taraftan da Selçuklu sultanının dikkatini dağıtmak ve zaman kazanmak adına ateşkes öneren bir elçilik heyetini Urfa’ya göndermiştir.

XI. Yüzyıl Kıyafetleri ile bir Bizans yüksek rütbeli askeri (II. Basileos_un Menologion_u_ Vatikan Kütüphanesi Arşivi Vat. Gr. 1613_0406),

Kuşatmanın iyice çıkmaza girdiği bir sırada Selçuklu sultanının huzuruna çıkan Bizans elçileri, sultana kuşatmanın kaldırılması ve Erciş ile Malazgirt’in iadesi karşılığında, Bizans’ın elindeki Menbiç’in Selçuklulara bırakılması teklifinde bulunmuşlardır. Asıl hedefi Fatımiler olduğu için bu ortamda Bizans ile doğrudan bir çatışma arzulamayan Alparslan, teklife olumlu baktığını bildirmekle yetinmiştir. Nitekim bir ay süren başarısız Urfa kuşatmasından Halep’e doğru yürürken yolu üzerinde yer almasına rağmen Menbiç’e dokunmaması da bunun bir göstergesidir. Öte yandan Alparslan’ın Urfa kuşatmasını kaldırmasında, Bizans elçilerinin gelmesi kadar, Erbasan’ın peşinden Anadolu’ya gönderdiği Afşin’den hâlâ haber alamamış olması da etkili olmuştur. Hatta uzayan ve neticesiz kalan Urfa kuşatmasının ordu içerisinde de hoşnutsuzluk yarattığı bilinmektedir.

Alparslan’ın Halep Kuşatması ve Hoy’a Dönüşü

Urfa’dan Halep istikametine hareket eden Selçuklu sultanı, 19 Ocak 1071’de Birecik yakınlarında Fırat’ı geçmiş, bir süre sonra da civardaki bey ve emirlerden huzuruna gelerek bağlılıklarını bildirmelerini istemiştir. Musul Ukayli emiri başta olmak üzere, bölgedeki Arap ve Türkmen beyleri, Sultanın huzuruna gelerek bağlılıklarını bildirmelerine rağmen Fatımilerle iş birliği yapan Halep Mirdasi emiri Mahmud korkusundan huzura gelememiştir. Bunun üzerine Halep emirini cezalandırmak için şehrin önlerine gelen Alparslan, 22 Mart’ta Halep’i kuşatma altına almıştır. Bir aylık bir kuşatmanın ardından daha fazla direnemeyeceğini gören Mahmud ise, Selçuklu sultanını etkilemek amacıyla Türkmen kıyafetleri içerisinde annesiyle birlikte huzura çıkıp af dilemiş ve şehri teslime hazır olduğunu bildirmiştir. Selçuklu sultanı tarafından affedilen Mahmud, Abbasi halifesi ve Selçuklu devletine bağlı kalmak şartıyla şehrin yönetiminde bırakılmıştır. Öte yandan Halep önlerinde gereğinden fazla zaman kaybeden Selçuklu sultanı, Mısır’a yürümek üzere hazırlık yaptığı sırada, Bizans elçileri ikinci kez gelmiş ve daha önce müzakere edilen yerlerin derhal teslim edilmesini, aksi takdirde Bizans ordusunun Selçuklu ülkesine yürüyeceğini bildiren bir ültimatom vermişlerdir. Her ne kadar Sultan, “geleceğiniz varsa göreceğiniz de var” mealinde bir cevapla Bizans elçilerini terslemişse de aslında bu bir savaş ilanıdır. Zira Bizans ordusu çoktan yola çıkmış olup Sivas istikametinde ilerlemektedir.

Nitekim İmparator Diogenes, kış boyu yaptığı hazırlıkların ardından Türkleri Anadolu’dan atmak ve hatta Selçuklu başkentine kadar gitmek amacıyla, 13 Mart 1071 tarihinde başkentten ayrılıp kendi birliklerinin yanı sıra Ermeni, Rus, Bulgar, Gürcü, Norman, Frank, Alman, Peçenek, Uz (Oğuz) ve Kıpçak gibi çeşitli milletlerden oluşturduğu büyük bir orduyla Eskişehir (Dorylaion) üzerinden Sivas (Sebastia)’a gelmiştir. Kaynaklar Bizans ordusundaki asker sayısı konusunda 100 bin ila 600 bin arasında değişen çeşitli rakamlar verilmekte ise de, o günün şartlarında makul olan; 40-45 bin muharip 55-60 bin civarında da destek kıtaları olmak üzere toplam 100 bin kişilik bir ordu olmalıdır. Ayrıca ordunun ihtiyacını karşılamak üzere on binlerce hayvan ile yine ağırlıklarını taşıyan 1000’i mancınık kerestesi, toplam 3000 arabanın orduya eşlik ettiği de bilinmektedir.

Bizans elçilerini gönderdikten hemen sonra, Bizans imparatorunun komuta ettiği büyük bir ordunun, Sivas istikametinde ilerlemekte olduğu haberini alan Selçuklu sultanı, durumun ciddiyetini anlamış ve bir kısım birliklerini Fatımiler için Suriye’de bırakarak, İmparatoru durdurmak üzere, 26 Nisan’da Halep’ten ayrılmıştır. Bu arada Urfa istikametine yönelen Selçuklu ordusunun Fırat nehrini hızlı geçişi, bir kısım yük hayvanlarının telef olması sebebiyle, Bizans elçileri tarafından, “Sultanın ülkesine (İran’a) kaçtığı” şeklinde rapor edilecektir. Mayıs ortasında Urfa üzerinden Musul’a gelen Sultan Alparslan, bir taraftan hızlı hareket edebilmek adına, yorgun ve hareket kabiliyeti zayıf birlikleri terhis ederken, diğer taraftan da yeni birlikler toplaması için, veziri Nizamülmük’ü, veliahdı Melikşah ve eşi ile birlikte Hemedan’a göndermiştir. Abbasi halifesi Kaim Biemrillah’a durumun aciliyetini anlatan bir de mektup yazan Selçuklu sultanı, buradan sayıca az ancak seçkin birliklerinin başında olmak üzere, Anadolu sınırındaki konumu ve geniş yaylaları sebebiyle bir süredir Selçuklu ordularının toplanma merkezi haline gelen Hoy’a hareket etmiştir. Temmuz başında, Urumiyye gölünün batı yakasını takip ederek Selmas üzerinden Hoy’a ulaşmış ve Anadolu’daki habercileri vasıtasıyla Bizans imparatorunun harekâtını izlemeye koyulmuştur.

Alparslan'ın oğlu ve veliahtı Melikşah (Reşidüddin Fazlullah'ın Camiü-t Tevarih eserinden)

Diogenes ve Alparslan’ın Malazgirt’e Yürümeleri

Sivas’ta bulunan Diogenes’e gelince, ordusunu burada yeni katılımlarla tekrar düzenlemiş ve ardından da kuzeydoğuya yönelerek Haziran sonu, Temmuz başı gibi Şebinkarahisar (Koloneia), Sadak ve Aşkale üzerinden Erzurum (Theodosiopolis)’a ulaşmıştır. Güçlü surlarla çevrili bu ordugâh şehir, Malazgirt’in kaybından sonra Bizans’ın doğudaki son hudut garnizonu konumuna yükselmiş olup buradan sonraki güzergâh ise uzun zamandır Türkmen akınlarına maruz kaldığı için ıssızlaşmış ve tehlikeli bir hal almıştır. Nitekim bu yüzden de Nikiforos Bryennios ile Türk asıllı Iosif Tarkhaniotes gibi Bizans ordusunun tecrübeli komutanları, İmparator Diogenes’i, daha fazla ileri gidilmemesi, bunun büyük riskler taşıdığı, Erzurum’da kalarak düşmanı beklemenin daha doğru olduğu konusunda uyarmışlardır. Ancak bu uyarıları “Sultanın İran’a kaçtığı” yönündeki yanlış istihbarat sebebiyle dikkate almayan Diogenes, bunun yerine, Peçenek ve Frank birliklerinden oluşan, başlarında da meşhur Norman paralı askerlerinden Roussel’in bulunduğu bir orduyu, yol güvenliğini sağlamak ve Ahlat’ı kontrol altına almak üzere ileri göndermekle yetinmiştir. Bu arada yola çıkmadan evvel, her bir askerin iki ay yetecek kadar iaşe temin etmesi gerektiği talimatını vermeyi de ihmal etmemiştir. Bütün bu hazırlıklardan sonra Temmuz ortasında Erzurum’dan hareket eden Bizans İmparatoru, önce Pasinler yönünde doğuya, ardından da Aras’ı geçip Hınıs yönünde güneye dönerek, bir süre sonra Bulanık yakınlarında Murat vadisine inmiştir. Bu sırada, Erzurum dux’u Basilakes de Kilikya ve Suriye’den getirdiği hatırı sayılır bir kuvvetle İmparatora katılmıştır. Yeni takviyelerle Malazgirt’e yaklaşan Diogenes, şehrin zayıf bir Selçuklu garnizonu tarafından korunduğu bilgisini alınca, ordusunu tekrar bölmüş ve Tarkhaniotes’in komutasında Ahlat’a göndermiştir. Bulanık üzerinden güneydeki Nazik gölünü takiple Ahlat’ın batısına çıkan güzergahı takip edecek olan Tarkhaniotes’in görevi, daha önce gönderilen birliklere destek vermek suretiyle Selçuklu harekât üssü haline gelen Ahlat’ı kuşatma altına almak ve asıl ordu gelene kadar da bölgenin hasadını tutmaktır. Ardından Diogenes, ordusunun geri kalanı ile silah, iaşe ve ağır kuşatma araç gereçlerini taşıyan yüzlerce araçlık konvoy eşliğinde, doğuya Malazgirt’e yönelmiştir.

Bizans ve Selçuklu ordularının savaş rotaları

Bu arada Bizans imparatorunun ordusuyla Erzurum’dan hareket ettiği ve Malazgirt-Ahlat istikametinde ilerlediği istihbaratını alan Alparslan ise, öncelikli hedefin Malazgirt olduğunu anlamış ve vakit kaybetmeksizin büyük çoğunluğu süvarilerden oluşan ordusuyla Hoy’dan ayrılmıştır. Kaynaklar Selçuklu ordusunun sayısı ve niteliği konusunda 15 bin ila 40 bin arasında değişen çeşitli rakamlar vermekte iseler de en doğrusu, 15-20 bin civarında, ağırlıklı olarak “ölmek ve öldürmekte tecrübeli, her birinin yedek atı bulunan Türk süvarilerinden” oluştuğu, buna ilaveten Selçuklu tebaası; Kürt, Deylem ve Arap gönüllülerin de bu orduya eşlik ettiği şeklinde olanıdır. İşte bu orduyla Temmuz sonlarında Hoy’dan ayrıldığı anlaşılan Selçuklu sultanı, doğudan Van gölü havzasına girerek, yolu üzerindeki Erciş’e ulaşmış ve muhtemelen bu bölgede iken de Bizans imparatorunun, ordusunun bir kısmını bölerek Ahlat’a gönderdiği kendisinin ise Malazgirt’e yürümekte olduğu haberini almıştır. Bunun üzerine Alparslan da benzer bir strateji izleyerek, meşhur Türkmen beylerinden Sunduk et-Türki komutasındaki bir birliği düşmanı karşılamak ve Selçuklu garnizonunu desteklemek için Ahlat’a gönderirken kendisi ise Bizans imparatorunu bizzat karşılamak üzere ordusuyla Malazgirt’e hareket etmiştir.

Malazgirt

Diogenes’in Malazgirt’i Zaptı ve Ahlat Hezimeti

22 Ağustos ikindi vakti Malazgirt önlerine gelen Bizans ordusu, bir taraftan bizzat imparatorun nezaretinde kuşatma hazırlıklarına girişirken, diğer taftan da şehrin hemen güney doğusunda uzanan Malazgirt platosunun batı ucunda yer alan düzlükteki burası bütün şehre hâkim en ideal noktadır- hendek ve çitlerleler korunan bir ordugâh kurmaya başlamıştır. Hazırlıklar tamamlanıp da akşamüzeri kuşatma başladıktan birkaç saat sonra ise beklenmedik bir şekilde şehrin düştüğü ancak iç kaledeki Selçuklu garnizonunun direnmeye devam ettiği bilgisi gelmiştir. Gece boyu devam eden şiddetli kuşatma neticesinde daha fazla direnemeyeceğini anlayan Selçuklu garnizonu, canlarının bağışlanması karşılığında kaleyi imparatora teslim edeceklerini bildirmişlerdir. Taleplerinin kabul edilmesiyle de 23 Ağustos salı sabahı iç kale de dâhil şehrin teslimi gerçekleşmiş ve Bizans birlikleri şehre girerek iç kaleye yerleşmiştir. Malazgirt gibi önemli bir garnizon şehrin yeniden ve kolayca Bizans hâkimiyetine geçişine çok sevinen Diogenes, bu sevincini askerleriyle ordugâhında kutlamalar yaparak göstermiştir. Ardından da vakit kaybetmeksizin ikinci hedefi olan Ahlat’a yürümek üzere ordusuna hazırlıklara girişilmesi emrini vermiştir.

Timurlular devri ünlü tarihçi ve coğrafyacısı Hâfız-ı Ebrû’nun Mecma'u’t-tevârîhi’s-sultâniyye adlı eserinde Alparslan’ın minyatürü

Diogenes, Türkler üzerine gerçekleştirdiği üçüncü seferinin ilk önemli zaferini elde etmiş gibi görünse de aynı gün Ahlat önlerinde gerçekleşen hadiseler durumun hiç de göründüğü kadar kolay olmadığını gösterecek niteliktedir. Nitekim Malazgirt’te bunlar yaşanırken aynı gün Ahlat önlerine gelen Sunduk et-Türki komutasındaki Selçuklu birlikleri, Ahlat garnizonun da desteği ile Roussel’in başında bulunduğu Bizans öncülerini pusuya düşürerek kılıçtan geçirmiştir. Üstelik bu birliklerin hemen peşinden bölgeye geldiği anlaşılan Tarkhaniotes de kısa bir süre de olsa Ahlat’ı kuşatmayı denemiş ancak Türk garnizonun şiddetli direnişi karşısında öncekilerin akıbetine uğramamak için Tatvan üzerinden batıya Muş istikametine çekilmek zorunda kalmıştır. Magistros unvanlı Tarkhaniotes gibi saygın bir komutanın İmparatoruna yardıma gitmek yerine batıya çekilmeyi tercih etmesinde, iki ateş arasında kalma riski taşıyan, Selçuklu sultanının Malazgirt’e gelerek Bizans ordusunu bozguna uğrattığı haberleri etkili olmuş olmalıdır.

Kuzeyden Malazgirt. Arkada Süphan Dağı.

Zira Bizans ordusu, 24 Ağustos çarşamba günü hazırlıkları bitirilip yola çıkmak üzere iken, hiç beklemedikleri bir anda karşılarında Selçuklu ordusunu bulmuştur. Buna göre, Sultan Alparslan’ın öncüleri, Adilcevaz’dan hareketle Sütey yaylası üzerinden Oğuzhan, Yaramış hattından sabaha karşı Malazgirt Ovası'na inmiş ve Bizans ordugahına fark ettirmeden ovanın Ahlat istikametine giden bütün çıkışlarını tutmuştur. Nitekim aynı günün sabahı civardaki köyleri yağmalamak için etrafa yayılan Bizans askerlerini pusuya düşürerek ya kılıçtan geçirmiş ya da Malazgirt önlerindeki ordugâha kaçmak zorunda bırakmışlardır. Hatta onlara yardıma giden meşhur komutanlardan Nikephoros Bryennios da şiddetli çatışmaların ardından aynı akıbete uğramaktan kurtulamamış ve yaralı bir şekilde ordugâha sığınmak zorunda kalmıştır.

Bu durum karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Diogenes, birkaç gün önce orduya katılan Erzurum dux’u Basilakes’i çağırtarak İmparatorluk ordusuna saldırma cüreti gösteren bu Türklerin kimler olduklarını sormuş, O da “Ahlat’ta ki Selçuklu garnizonuna bağlı birliklerin olabileceğini çünkü Sultanın, İmparatorun sefere çıktığı bilgisini alınca Irak üzerinden ülkesine kaçtığı” cevabını vererek daha önceki yanlış istihbaratı tekrar etmiştir. Ancak yine de vaziyeti anlamak adına imparatordan Ermeni piyadelerden oluşan daha kalabalık bir birlikle etrafı kolaçan etmek için izin istemiştir. İmparatorun oluru üzerine harekete geçen Basilakes, magistros Nikephoros’un “Malazgirt Ovası'nın Türk kaynadığı ve ordugâhtan uzaklaşmanın çok tehlikeli olduğu” uyarılarına aldırış etmeyip, tedbirsiz bir şekilde Selçuklu öncülerinin peşine düşmüş, kısa süre içerisinde de pusuya düşürülerek esir alınmıştır. Askerleri ise ya öldürülmüş ya da canını kurtarabilenler ordugâha sığınmıştır. Olayların tek görgü şahidi olan ve İmparatorun da danışmanları arasında bulunan tarihçi Attaliates, bu sırada ordugâha sedyeler dolusu yaralının taşındığı bilgisini vermektedir. Aynı müellif, disiplinli ve iyi talimli Selçuklu ordusunu Türkmen savaşçılardan ayırt etmek için ise “Bunlar bizim bildiğimiz Türklerden çok daha gözü pekti. Korkusuzca aramıza dalıyor ve hasımlarını göğüs göğse vuruşmaya zorluyorlardı” sözleriyle tarif etmektedir.

Öte yandan Basilakes’in esir düşmesiyle durumun vahametinin ancak farkına varan ve bizzat Sultanın ordusunun Malazgirt’e geldiğini anlayan Diogenes, bir taraftan Ahlat’a gönderdiği birlikleri geri çağırırken diğer taraftan da derhal ordusunu savaş düzenine sokmuştur. Nihayet öğleden sonra harekete geçebildiği anlaşılan İmparator, önünde uzanan engebeli arazide bir süre ilerlemiş ise de hem Selçuklu birliklerinin çatışmaya girmeyip aradaki mesafeyi koruyarak geri çekilmeleri hem de havanın kararması üzerine daha fazla ilerlemeyip ordugâhına geri dönmek zorunda kalmıştır. Ancak karanlığın çökmesi ile Selçuklu öncüleri tekrar ortaya çıkmış, kuzeyden Badişan çayı yatağını takiple ordugâh dışında kamp kurmuş bulunan Peçenek ve Kıpçaklardan oluşan birliklere saldırmışlardır. Bu şok saldırı karşısında panikleyen söz konusu birlikler bozgun halinde Bizans ordugâhına sığınmışlar, hatta ortaya çıkan kargaşa bir ara ordugâhın Selçukluların eline geçtiği zannını dahi doğurmuştur. Çünkü can havliyle ordugâha sığınanlar ile saldıranların birbirine benzemesi Bizanslılar arasında “hangisi Bizans ordusundaki Türk, hangisi Sultanın ordusundaki Türk” sorusunun sorulmasına sebep olmuştur. Gece boyu devam eden Selçuklu saldırıları Bizans okçularının karşılık vermesine rağmen 25 Ağustos perşembe sabahına kadar sürmüştür.

Bu arada Selçuklu Sultanı Alparslan da aynı günün sabahı ordusuyla Adilcevaz yolundan Malazgirt’e gelmiş ve ordugâhını, Süphan dağının kuzey batı eteklerinde, Malazgirt’in doğu ve güneydoğusunda uzanan platoya hâkim bir konumdaki, Karahasan-Kurtulmuşoğlu arasına kurmuştur. Çivikan deresinin yukarı mecrasını (Ağbu suyu) da ihtiva eden bu alan, Malazgirt’i gören ancak Malazgirt’ten görülmeyen konumuyla da dikkat çekmektedir. Nitekim bu sebeple de Sultanın gelişi ve ordugâhını Malazgirt Ovası'na hâkim stratejik noktaları tutacak şekilde oluşturması, Bizans ordusu tarafından fark edilememiştir. Hiç şüphesiz bunda, 24 Ağustos çarşamba gün ve gecesi süren ve hatta 25 Ağustos perşembe sabahında da devam eden, Selçuklu öncülerinin taciz saldırıları da etkili olmuştur. Bu saldırılardan en sonu Bizans ordugâhının yakınından geçen Çivikan deresinin kontrolü için yapılmış ancak Bizans okçularının mukabelesi ile püskürtülmüştür. Tam da bu sırada Bizans saflarında bulunun bin kişilik bir Uz (Oğuz) birliği Tamış adlı komutanlarıyla Selçuklu saflarına geçmiştir.

Bütün geceyi uykusuz geçiren Bizans İmparatoru Diogenes, sabah olduğunda ilk kez karşısında Selçuklu Sultanı ve ordusunu görmüştür. Zira Alparslan ana ordugahını oluşturduktan hemen sonra buradan Malazgirt istikametine ilerlemiş ve Bizans ordusunun hareket alanını daraltmak adına Malazgirt platosunun tam ortasında hâkim bir yükseklik oluşturan Afşin (Kufri) mevkiine gelmiş ve otağını buraya kurmuştur. İki ordunun birbirini rahatlıkla görebileceği bu mevki, aynı zamanda güneyinden geçen Ahlat ile kuzeyinden geçen Patnos yollarına hâkim, Malazgirt’e en yakın konumuyla da dikkat çekmektedir. Böylece Alparslan ertesi gün gerçekleşecek muharebe için en uygun pozisyonu almış görünmektedir. Bu sahneyi bir İslam kaynağı “iki ordu arasındaki mesafe bir fersah, tevhid ile teslis denizi arası bir berzahtı” sözleriyle ifade etmektedir. Selçuklu Sultanını nihayet karşısında bulan Diogenes, ayağına kadar gelmiş bu fırsatı kaçırmamak ve Sultanı bir meydan muharebesine zorlamak için hemen harekete geçmek istemişse de hem Ahlat’taki birlikleri beklemek hem de bir önceki gecenin yorgunluğu atmak adına perşembe gününü savaş için ordusunu hazırlayarak geçirmenin daha uygun olacağına karar vermiştir.

Bu arada Alparslan da coğrafi ve psikolojik üstünlüğü elde etmiş gibi görünse de en az iki katı büyüklüğünde bir orduyla savaşa girmenin risklerinin farkında olarak, hem Bizans ordusunun içinde bulunduğu durumu öğrenmek hem de savaşı cuma günü yapmak için zaman kazanmak adına diplomatik bir hamle yapmanın daha doğru olduğuna karar vermiştir. Bu amaçla imparatora gönderdiği elçiler aracılığı ile iki devlet arasında dostluk ve sürekli bir barış teklifinde bulunmuştur. Ancak ordusunun sayısal üstünlüğüne güvenen Diogenes, Sultanın bu teklifini zayıflık ve zaman kazanmak için bir taktik olarak değerlendirerek reddetmiştir. Hatta “Sultanın bulunduğu yeri ordusuyla birlikte terk etmesi ve kendisinin oraya yerleştikten sonra ancak barış görüşmelerine başlanabileceği” şeklinde kabul edilmesi mümkün olmayan bir de şart koşmuştur.

Muhtemelen Malazgirt Savaş alanı ve ordugahların konumu

26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşı

Böylece savaş kaçınılmaz hale gelmiş ve iki ordu 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt Ovası'nda karşı karşıya gelerek tarihin tanıklık ettiği en büyük muharebelerden birine tutuşmuşlardır. Ordugâh önlerinde savaş düzeni alan Bizans ordusunun merkezine bizzat İmparator Diogenes komuta ederken, sol kanat magistros Nikephoros Bryennios’un, sağ kanat Teodoros Alyattes’in, ihtiyat birlikleri ise Andronikos Dukas’ın komutasına verilmiştir. Öte yandan on beş yaşından itibaren ordulara komuta eden, dolayısıyla da askeri yetenekleriyle dikkat çeken Alparslan da topografyanın sağlamış olduğu bütün avantajları lehine kullanmak için ordusunu beşe bölmüş ve bunlardan ikisini küçük guruplar halinde uygun alanlarda önceden pusuya yatırmıştır.

Malazgirt savaşı sırasında Selçuklu ve Bizans ordularının konumlanışı

Geri kalan birliklerin komutasını ise meşhur komutanlarından Savtekin’in emrine vererek Aytaç düzü ile Çivi düzü arasında uzanan düzlükte Bizans ordusunun tam karşısında hilal şeklinde konuşlandırmıştır. Kendisi ise seçkin hassa birliklerinin başında olduğu halde ordusunun tamamını sevk ve idare edebileceği en uygun yer olan Gülkoru sırtlarını seçmiştir. Cuma sabahı Bizans ordusunun hücumu ile başlayan savaş, önceden pusuya yatırılan birliklerin bulunduğu alana kadar Selçuklu ordusunun son derece ustaca gerçekleştirdiği sahte ricat ile devam etmiştir. Öğleden sonra turan taktiği gereği sultanın bizzat yönettiği karşı taarruzla Bizans ordusunun önce sağ kanadı, ardından imparatorun da bulunduğu merkez çembere alınmak suretiyle büyük oranda imha edilmiştir. Önce Bizans ihtiyat birliğinin, peşinden de sol kanadın kaçması ile gün batımında Sultan Alparslan zaferini ilan etmiştir. Esirler arasında Bizans İmparatoru Romanos Diogenes de bulunmaktadır.

Malazgirt Savaşını konu edinen bir 15. yüzyıl Fransız minyatürü

Aslında Diogenes, saatlerce ilerlemesine rağmen Selçukluların göğüs göğse muharebeden kaçınmaları üzerine ikindi vakti tuzağa düşündüğünü anlamış ve ordusuna Gülkoru önlerinde geri dön emri vermiş ise de Selçuklu birliklerinin gün boyu ustaca yürüttükleri taktik gereği, merkezle kanatların arası çok açıldığından, İmparatorun bu manevrası yanlış anlaşılmış, kanatlar arasında bozgun havası yaratmıştır. Muharebeyi Gülkoru tepelerinden takip eden Alparslan da tam bu anı beklemektedir. Nitekim bu gelişme üzerine emrindeki dört bin seçkin gulamıyla karşı hücuma geçmiş ve şiddetli çatışmaların ardından da İmparatorun da bulunduğu Bizans merkezi kuşatılmıştır. Gün batımına kadar süren çatışmalar sonunda Bizans ordusu büyük oranda imha edilmiş geri kalanlar da bozgun halinde Malazgirt istikametine kaçmışlardır. Bu arada Diogenes, kuşatılmış olmasına rağmen muhafız birliğiyle atı üstünde sonuna kadar kahramanca çarpışmışsa da önce askerlerinin birer birer öldürülmesi ardından da atının vurularak düşürülmesiyle yaralı olarak teslim alınmıştır. Esir Bizans İmparatoru zincirli olduğu halde otağında bulunan Sultanın huzuruna çıkarılmış, teşhis edildikten sonra da bizzat Sultanın emriyle zincirleri çıkarılarak yaralarının tedavisi yapılmak üzere kendisi için hazırlanan makamına uygun ayrı bir çadıra alınmıştır. Ertesi gün tekrar sultanın huzuruna çıkan Diogenes, Alparslan tarafından “üzülmeyiniz imparator insanların maceraları böyledir” sözleriyle teselli edilmiştir.

Selçuklu Dönemi figürü, 12. veya 13. yüzyıl (Metropolitan Müzesi)

Öncelikli hedefi hala Fatımiler olan Sultan Alparslan, Diogenes’i cezalandırmak yerine onunla dostluk kurup diplomatik görüşmelere başlayarak iki devlet arasındaki ilişkilerin geleceğini şekillendirmeye çalışmıştır.

İki hükümdar arasında yapılan anlaşma uyarınca senelik yüz bin dinar haraç ödemeyi kabul eden Bizans İmparatoru, ayrıca Antakya, Urfa, Menbiç ve Malazgirt gibi daha önce Müslümanların elinde olan şehirleri iade edecek, Selçuklular ihtiyaç duyduğunda da ordusu ile onları destekleyecektir. Bu anlaşma ile de Diogenes Alparslan’ın desteğini alacak ve başkentine geri dönüp tahtını koruyacaktır. Selçuklu ordugahında geçen sekiz günün ardından Diogenes, serbest kalmasını istediği adamlarıyla seçkin Selçuklu muhafız birliğinin korumasında, başkentine gitmek üzere Erzurum’a yola çıkmıştır. Kaynaklar Selçuklu sultanının eski düşmanı yeni tabii Bizans İmparatorunu, bizzat uğurladığını hatta bu sırada atından inmek isteyen Diogenes’e izin vermeyip iki hükümdarın atları üzerinde kucaklaşarak ayrıldıklarını belirtmiştir.

Sultan Alparslan’ın, Romanos Diogenes’i Boynuna Basarak Aşağılama Tasviri “Giovanni Boccaccio & Maitre de Rohan, De Casibus Virorum Illustrium, (Paris: Bibliothèque Nationale de France, Manuscrit Français, 232), 323

Ne var ki iki hükümdar arasında yapılan bu anlaşma hiçbir zaman hayata geçmemiştir, zira başkentte askeri aristokrasinin karşısında yer alan ve Romanos Diogenes’ten hiçbir zaman hazzetmemiş iç dinamikler, öldüğünü kabul ettikleri imparatorun yerini dolduracak kişinin kim olacağına çoktan karar vermişlerdir.

Sultanın yanından “İmparator” sıfatı ile ayrılan Diogenes, başkente doğru ilerlediğinde artık “asi” olarak görüldüğünü öğrendiğinde nafile bir mücadeleye girmişse de akıbeti önce yakalanıp kör edilmek, kısa süre sonra da kapatıldığı manastırda hayatını kaybetmek olacaktır.

Sonuç olarak 1071 yılı Ağustos ayında Malazgirt önlerinde gerçekleşen ve Bizans’ın mağlubiyeti, ordusunun büyük oranda imhası ve imparatorunun da esir düşmesiyle neticelenen Malazgirt Savaşı, 11. yüzyıl sonlarından itibaren Bizans’ın askeri direnişini kırmış, dolayısıyla da Anadolu’nun Türkiye oluşu sürecini başlatarak tarihin akışında önemli bir kırılma yaratmıştır.

Turizm ve Kültür Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izni ve desteği ile Ahlat Müzesi’nin başkanlığında ve şahsımın bilimsel danışmanlığında gerçekleştirilen “Malazgirt Savaş Alanı Tespiti Tarihi ve Arkeolojik Yüzey Araştırması Projesi” için Turizm ve Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Ahlat Müzesi başta olmak üzere, Muş Valiliği, Muş Alparslan Üniversitesi’ne, Malazgirt Kaymakamlığı’na, Malazgirt Belediyesi ve kıymetli belediye başkanımız sayın Cengiz Altın’a, proje ekibinde yer alan hocalarımıza ve projeyi en az bizim kadar sahiplenip ve her konuda desteklerini esirgemeyen kıymetli Malazgirt halkına teşekkürü bir borç bilirim.

52 metre uzunluğundaki 2 sütunlu "Malazgirt Zafer Anıtı" 1992'de tamamlanarak ilçeye kazandırıldı

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER