Urartu Sanatı

Çoğu kez Urartu sanatının, kökü derinlere gitmeyen, resmî karakterli elit bir yönetici sanatı olduğuna ve başkent Tuşpa ile aynı zamanda ortaya çıktığına inanılır. Kanımca bu yüzeysel bir değerlendirmedir. Urartu sanatını MÖ 9. yüzyılın sonları ile 8. yüzyıl başlarında ortaya çıkmış öncesiz-köksüz bir sanat olarak nitelemek mümkün değildir.

Patnos/Aznavurtepe’de bulunup şimdi Kudüs İsrail Müzesi’nde sergilenen tunç şamdanın üç ayağını süsleyen arslan heykelciklerinden biri bugün Van Müzesi’nde. Yükseklik 7 santimetre MÖ 8. yüzyıl başına ait.

Son derece engebeli bir yapıya sahip Doğu Anadolu’nun her noktası MÖ 3. binyılın başlarından beri yoğun bir iskâna sahne olmuş ve giderek çeşitli etnik ya da sosyo-kültürel gruplar arasında paylaşılmaya başlamıştı. Geçimlerini kimi zaman yerleşik tarım, kimi zaman göçebe ya da yarı göçebe hayvancılıkla sağlayan bu etnik gruplar daha Urartu Krallığı’nın kuruluşundan yüzlerce yıl önce Uruatri ve Nairi adları altında çeşitli toplumsal örgütlenmelere giderek gelişmeye başlamışlardı. Nitekim Urartu metinlerinde; Doğu Anadolu, Transkafkasya ve Kuzeybatı İran’da yaşayan farklı dillere sahip pek çok etnik grubun adı anılır. Etiu, Muşki, Manna ve Parsa bunlardan en çok duyulanlarıdır. Urartu Krallığı’nın yıkılışını izleyen yıllarda ise bölge bu kez Khaldler, Taokhlar, Alarodlar, Kardukhlar, Khalybler, Ermeniler vb. etnik gruplar arasında paylaşılmıştır. Dolayısıyla Doğu Anadolu binlerce yıl boyunca farklı diller konuşan farklı etnik grupların ve kültürlerin vatanı olmuştur. Van Gölü havzasında Karagündüz, Ünseli, Aliler Kale ve Yoncatepe, Kuzeybatı İran’da, Urmiye Gölü’nün batı kıyıları boyunca sıralanan Haftavantepe IV, Kordlartepe I, ve Hasanlu IVB gibi merkezlerde kazılarla ortaya çıkarılan Erken Demir Çağı kültürleri benzer özelliklere sahiptir ve Urartu devlet kültürünün biçimlenmesinde belirli bir katkıları olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Van Gölü havzasında yapılan arkeolojik kazı ve araştırmalar, Urartu krallık kültüründe kendini gösterecek kimi elemanların MÖ 13.-12. yüzyıllara kadar geri gittiğini ve toplumu tetikleyen kimi teknolojik adımların bu zamanda atıldığını ortaya koymuştur. Ancak ana biçimlenme ve standartlaşmanın, başkentin Van Ovası’na taşınması sonrasında meydana geldiği, eski geleneklerin yeni etkilerle birlikte yeniden formatlanarak bir devlet sanatı haline getirildiği de bir gerçektir. Krallıkla birlikte baş gösteren yeni bürokratik sistemin gereksinimleri doğrultusunda emperyal bir estetik yaratılmaya çalışıldığı belirgindir. Dolayısıyla Urartu sanatının tüm Doğu Anadolu’yu temsil etmediği de açıktır. Resmi bir devlet dili görünümündeki Urartuca ile sanatının krallığın yıkılışı sonrasında derhal unutulmuş olması bunun göstergesidir.

Dövme tekniğiyle yapılmış, arslan ve boğa kabartmalarıyla bezeli tunç pektoral Urartu bürokratları tarafından kullanılıyordu. MÖ 8. yüzyıl. Van Müzesi.

Urartu sanatının en gelişmiş ve özgün dalı mimarlıktır. Topografya ve iklim özellikleriyle krallığın gereksinimleri doğrultusunda hazırlanan tasarımlarda belirli standartlar geliştirilmiştir. Hatta çeşitli bölgelerdeki yeni yapıları tasarlamak ve inşaatları gerçekleştirmek üzere Osmanlı’daki  “Hassa mimarlar ocağı” türünde bir kurumlaşmanın var olduğu bile düşünülebilir. Topografyaya uyum esası doğrultusunda kalelerin yapımında tek tip bir tasarım anlayışından söz edilemez.  Tek tip, yalnızca uygulama sorunu bulunmayan küçük yapılar için geçerlidir. Daima kayalar üzerine konuşlandırılmış kalelerin inşasında demir ve çelik aletlerden yararlanılmıştır. Tüm kanalizasyon sistemleri önceden tasarlanıp döşenerek mimari bu alt yapı üzerine kurulmuştur. Düzgün taş blok temeller daima kayaya oyulmuş basamak görünümlü yuvalara oturtulmuş, üst kısım ise kerpiç bloklarla örülmüştür.  MÖ 9.- 8. yüzyılın erken kalelerinde arazinin durumuna fazla dikkat edilmeksizin yapılar tepelerin yalnızca üst bölümüne istiflenmiş, surlar üzerinde zaman zaman büyük kulelere yer verilmiştir. MÖ 8. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş olan Çavuştepe Kalesi, bu türün en tipik örneğidir. MÖ 8. yüzyılın ortalarından sonra ise yeni bir uygulamaya geçilerek topografya verilerine uyum esası benimsenmiştir. Yeni anlayışa göre inşa edilen kalelerin dış hatları çoğunlukla arazi verilerine uydurulmuştur. Yeni eğilimin en güzel temsilcileri MÖ 7. yüzyılda II. Rusa’nın kurduğu Bastam ve Ayanis kaleleridir. Başkent Tuşpa’dan başlamak üzere her yeni proje mimari gelişimde itici bir rol oynamış gibidir. Bu denli gelişmiş mimari çözümleme ve uygulamaları öncüsüz kabul etmek ve yalnızca çevreden alınan etkilere bağlamak mümkün değildir.

Merkezi, kanatlı güneş kursu içinde, boğa üzerinde tanrı motifi ile bezenmiş tunç at koşum süsü. MÖ 8. yüzyıl. Van Müzesi.

Taş işleme ve biçimlendirmedeki büyük beceri ve ustalıklarına karşılık Urartular taştan kabartma ve yontulara fazla ilgi duymamışlardır. Bunun nedenleri, topografik yapı ve acımasız doğa koşullarında aranmalıdır. Tüm dikkat engebeli topografik yapı ve sert iklim koşullarına karşı uygun çözümler getirme konularına odaklanmış, surlar içine sıkıştırılmış yoğun bürokratik nüfusun korunma ve yaşamına yönelik çözümlemeler, pahalı ve şaşaalı propaganda arayışlarına girmelerini engellemiştir. Az sayıdaki kabartma ve yontularında malzeme olarak daha çok Geç Hitit dünyasındaki gibi sert bazalt tercih edilmiştir. Taş kabartma sanatının en güzel temsilcisi Bitlis/Adilcevaz-Kef Kalesi’nden gelmektedir. Olasılıkla Haldi Tapınağı kapı geçidini süsleyen pano, toplam 3.5 metre yükseklik ve 4 metre genişliğinde 7 blok üzerine alçak kabartma olarak işlenmiştir. Boğa üzerinde ayakta duran bir tanrıyı betimleyen eser konu olarak güneyli etkiler altında yapılmışsa da üstat bir Urartu sanatçısının elinden çıkmıştır. Özellikle kontur çizgileri ve tanrı giysinin ince ayrıntılarında karşılaşılan hüner,  az eser verilmiş bir dalda erişilen yüksek düzeyin şaşırtıcı örneğini temsil eder. Aynı şekilde, Ayanis ve Toprakkale Haldi tapınak duvarlarına uygulanmış taş oyma ve kakma bezemeler MÖ 7. yüzyılda taş işleme sanatına karşı artmış görünen ilginin tanıklarıdırlar.

Ayanis Haldi Tapınağı duvarına asılmış adak kalkanının üzerine monte edilmiş arslan başı 5 kg ağırlığındadır. MÖ 7. yüzyılın ilk çeyreği. Van Müzesi.

Urartu sanatı dendiğinde akla ilk olarak madencilik gelir. Sanatçılar çok sayıda ve en özgün eserlerini bu dalda vermişlerdir. Ülkenin maden kaynakları bakımından zenginliği başarının en önde gelen nedenidir. Bu sanat dalında en çarpıcı ürünler bir bakır ve kalay alaşımı olan tunçtan yapılmıştır. Çeşitli dövme ve dökme teknikleri kullanılarak resmi devlet atölyelerinde üretilmiş tunç eserler üzerine kimi zaman Urartu krallarının kısa yazıtları kazılıdır. Patnos Aznavurtepe (Kottepe) Haldi Tapınağı’nda bulunmuş, şimdi Kudüs-İsrail Müzesi’nde saklanan, Kral Minua yazıtlı ve üçayaklı tunç şamdan-buhurdan bu dalda erişilen başarının MÖ 8. yüzyılın başlarına kadar uzanan en eski temsilcilerindendir. 19. yüzyılın sonlarında Van-Toprakkale’de definecilerce yağmalanıp dünyanın belli başlı müzelerine dağılmış kutsal bir tahtın parçaları ise Urartu maden sanatının şaheserleri arasındadır. Cire perdue denen kaybolan mum tekniğiyle dökülmüş bu taht parçaları arasında, yüzleri fildişi kakmalı ve kısmen altın varak kaplamalı tunçtan insan ve karışık yaratık heykelcikleri dikkat çekicidir. Miğferler, kemerler, sadaklar, araba at koşum parçaları çoğu kez kabartma resimlerle nakışlıdır. Biçem ve ikonografide Assur etkisi belirgindir. Bu etki MÖ 9. yüzyıl eserlerinde daha yoğun hissedilir; ancak bezemede simetrik, oldukça statik ve sürekli yinelenen kompozisyonlara doğru bir eğilim söz konusudur.  Assur resim sanatının en karakteristik özelliği öykücü anlatım bir iki tunç kemer kompozisyonu ile sınırlıdır. Sanatçılar özellikle MÖ 7. yüzyılda kendi biçemlerini daha iyi ifade etme fırsatını bulmuşlardır. Krallığın enerjik reformcusu II. Rusa döneminde girişilen imar faaliyetleri sanatçılara yeni arayış olanakları sunmuş olmalıdır. Ayanis Haldi Tapınağı’nda ele geçen tunçtan bir adak kalkanı Urartu sanatının bu zamanda eriştiği yeni zirvenin temsilcisidir. Dövülerek biçimlendirilmiş 1 metre çapındaki kalkanın üzeri, kabartma ve kazıma teknikleri kullanılarak yapılmış arslan ve boğa betimlemeleriyle bezelidir. Urartuca yazıtında, Argişti oğlu Rusa’nın kalkanı tanrı Haldi’ye adak olarak sunduğu yazılıdır. Ortasına 5.1 kg ağırlığında kükreyen bir arslan başının perçinlenmiş oluşu bu eseri eşsiz kılar. Cire perdue döküm tekniğinde yapılmış arslanın gözleri beyaz ve siyah taş kakmalıdır. Dalgalar halindeki ince yele tüy işçiliği, düğme biçimli kulak ve burun kırışıklıklarında karşılaşılan üsluplaştırma Urartu sanatının tipik özelliklerini yansıtır.

Urartu resim sanatının en sevilen temaları, arslan, boğa, grifon, kanatlı at vb. kimileri gerçek üstü yaratıklardır. Bu tür süsleme Assur’dakinden farklı bir dünya görüşünün yansımasıdır; mitolojik ve dinsel öğeler ağırlıktadır. Buna karşılık, genel görünüm, motifler, düzenlemeler ve nihayet biçem açısından Urartu saray sanatı Assur’unkine oldukça yakın özelliklere sahiptir. Ancak zamanın akışına koşut olarak kendini belli eden ve kolaylıkla ayırt edilebilecek yaratıcı aşamalar içeren stilistik bir gelişim de geçirmiş değildir. Bütün başarılarına karşın Urartu’nun, eskiden düşünüldüğü gibi, Orta Anadolu’da Frig başkenti Gordion’dan antik Yunan dünyasına ve hatta İtalya’daki Etruria’ya kadar madeni eser gönderen bir ihraç potansiyeline sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Urartu’yu bölgelerarası bir ihracat merkezi olarak nitelemek yerine, üretimini bürokratik denetim altında yürüten ve yalnızca kendi gereksinimini karşılayabilen bir devlet sanatı şeklinde tanımlamak daha uygundur.

Kaynak: Aktüel Arkeoloji Dergisi “Urartular”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER