Yok Olmayan Veba

Yakın hafızamızdaki en önemli salgının içindeyiz. 2020 yılının Kasım ayında hazırlanan bu yazı esnasında Covid-19, dünya çapında 63 milyondan fazla vaka ve 1.5 miyona yakın ölümle sonuçlanmış olup, yaşamın her alanını ciddi bir şekilde etkilemeye devam etmektedir. Dünyadaki mevcut nüfusun büyük bölümü, bu denli yaygın bir salgını ilk defa yaşamaktadır. 1957–1958 yıllarındaki “Asya Gribi” ya da 1968–1969 yıllarındaki “Hong Kong Gribi” gibi 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan ve her biri bir milyonun üzerinde ölüme neden olan grip pandemileri karşılaştırılabilir örneklerdir. Ancak bu örnekler sadece, bugün dünya nüfusunun %10'undan daha azını oluşturan 65 yaş ve üstü bireyler tarafından hatırlanmaktadır.

 

Covid-19 Salgını'nın boyutu, diğer herkesin yaşamı boyunca karşılaştığı her şeyin çok ötesindedir. Karşılaştırılabilir deneyim bilgisinden yoksun olarak şimdi tüm gözler tarihi salgınlara çevrilmiş durumdadır. Daha önceleri az sayıda uzmanın ya da meraklılarının ilgisini çeken salgınlar tarihi bir anda kamuoyunun gündemine yerleşiverdi. Kamunun bu ilgisinin, geçmişten ders alma isteği ya da belki de bu gibi salgınların (veya daha da kötülerinin) geçmişte de yaşanmış şeyler oluşunda teselli bulmak olup olmadığına karar vermek zordur. Bu ilgiyi ateşleyen ana akım medya, şimdi tarihçilere “Geçmişte, bu boyutta salgınlar oldu mu?”, “Toplumların bu tür durumlara tepkisi nasıldı?” ya da “Tarihten çıkarılacak dersler nelerdir?” gibi sorular yöneltmektedir. Çeşitli tarihçiler bu gibi sorulara, tarihteki salgınlarla karşılaştırmalar yapmaktan “geçmişten ders almak” olasılığını yadsımaya kadar farklı cevaplar vermişlerdir.

Ancak tarihteki salgınlara bakarak bugünü anlamak önemli olduğu kadar, dünün ve bugünün karmaşık bir biçimde iç içe geçtiğini ve bu durumun da karşılaştırmada sorun yaratabileceğini unutmamalıyız. Bugünü, geçmişin ışığında anlamaya çalışma gayreti, bugünün ihtiyaçları için geçmişi kullanmaya, kendi değerlerimizi ve korkularımızı ona yansıtmaya, bugüncülük tuzağına düşmemize neden olabilir. Osmanlı ve Türk tarihi, geçmiş ve bugün arasındaki karmaşık ilişkiyle ilgili yegâne örnek değildir. Son yirmi yılını veba araştırmaya adamış bir Osmanlı tarihçisi olarak, Türk medyasında geçmişteki salgınlarlailgili güncel tartışmaları dehşetle izliyorum.

Ana akım medya her zaman olduğu gibi konunun uzmanına değil, uzman olmayanlara danıştığından, herkes adeta bir gecede salgın “uzmanı” haline gelmiştir. Bu nedenle medyada (akademik yayınlarda da) tarihteki salgınlarla ilgili çok sayıda yanlış bilgi dolaşmaktadır. Fakat bu durum, Osmanlı ve Türk tarihi çalışmalarında salgın konusunun ihmal edilmesi ve ilgili yayının az oluşu nedeniyle şaşırtıcı değildir. Ayrıca mevcut akademik bilgi halka ulaşamamaktadır. Akademik bilgi yerine, ortalıkta veba tarihi ile ilgili ve her biri eşit derecede sorunlu olan başlıca iki parodi görüş dolaşmaktadır. Bunlardan birincisi veba ve diğer salgın hastalıkların Osmanlı tarihinden silinmiş olmasıdır. Aşağıda açıklandığı gibi, bu durumun tarihsel ve tarih yazımına dayalı karmaşık nedenleri vardır. İkincisi ise sömürgeci veba öyküleri olan mitlerdir. Bu her iki sorunun ele alınması gerekir. Fakat aynı zamanda, tekrarlayan salgınların Osmanlı Dönemi'nde 600 yıl boyunca kaydedildiği dikkate alınırsa, Osmanlı ve Türk tarihinin dünyadaki en önemli tarihi salgınların (ikinci veba pandemisi) araştırılmasında en iyi tarihi kayıtları barındığı  vurgulanmalıdır. Tarihi salgınları daha iyi anlamak amacıyla, bu yazının devamında ilk olarak konuyla ilgili ön yargılara ve bunların kökenlerine değinilerek, birer engel niteliğindeki etkileri tartışılacaktır. Eski tarih yazımının yapısının değiştirilmesiyle ilgili gözlemler ve ileriye dönük yeni önerilere değinmeden önce, Osmanlı ve Türk tarihinde, yaşanmış bir miras niteliğindeki salgın deneyimlerinin önemi ele alınacaktır.

Bu yazı esas olarak 1346–1353 yılları arasındaki Kara Ölüm adlı ikinci veba pandemisi ile başlayan ve birkaç yüzyıl boyunca sürekli baş gösteren salgını içermektedir. Bu konu uzmanlık alanım olduğu kadar, tarihte ve günümüzde en iyi bilinen ve bugün de etkili olduğu için en iyi araştırılmış olanbulaşıcı bir hastalıktır. Veba, Osmanlı ve Türk toplumunu etkileyen yegâne bulaşıcı hastalık değilse de en ölümcülü olduğu kesindir. Bu ve aşağıda tartışılan diğer nedenlerden ötürü veba, tarihi salgın araştırmaları için en uygun modeldir. 

Ancak vebanın tarihini daha yakından incelemeden önce, bu hastalığın tanımı ve karakteristik özellikleri sıralanacaktır. Veba, Yersinia pestis adlı bakterinin neden olduğu bulaşıcı bir hastalıktır. Bu hastalığın belirtileri hıyarcık adı verilen ve kasık, koltuk altı, boyunda oluşan iltahaplı şişliklerdir (hıyarcıklı ya da bubonik veba). Kimi zaman ciğerlere ulaşan bu bakteri, öksürme ve hapşırma yoluyla havada yayılan damlacıklarla insandan insana geçer. Veba, genellikle kemirgenlerden ve pirelerden insanlara bulaşan bir hastalık olup ağır enfeksiyon ve komplikasyonlara neden olur ve sıklıkla ölümle sonuçlanır.

Hıyarcıklı veba (bubonik) çeşidinde ölüm oranı %40 ile %70 arasında iken, akciğer vebası hemen antibiyotikle tedavi edilmezse, 24 saat içinde ölüme neden olmaktadır.Genel algının aksine, veba ortadan kaybolmuş  bir hastalık değildir ve Amerika Birleşik Devletleri'nin güneybatısı, Orta Asya ve Afrika gibi dünyanın bazı yerlerindeki kemirgen popülasyonlarında enzootik biçimde görülmekte olup, bazan insan popülasyonlarında da yaygınlık göstermektedir.

Son zamanlarda Covid-19 yetmezmiş gibi, insanlarda veba vakalarının artışı endişevericidir. Moğolistan'da 2019'dan bu yana ve kısa süre önce Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde sıklıkla hıyarcıklı veba vakaları bildirilmiştir. 

Yolumuzdaki Engeller:

Veba mitleri ve klişeler. Hastalığın yüzyıllar boyu ve günümüzde de yaygın olması ve süreklilik göstermesine rağmen, vebanın tarihi belki de bu yüzden yaygın mitler ve klişe inançlarla doludur. Bunlardan ilki ve en önemlisi Covid-19 ile anakronistik karşılaştırma yapmak isteyenler tarafından yeniden ortaya atılan, vebanın Çin'den yayılmış olduğu inancıdır. Bir diğeri biyolojik savaşın ilk örneği olduğu iddia edilen Kefe kuşatması sırasında, vebadan ölenlerin cesetlerinin surlardan kente mancınıklarla fırlatıldığına dair berbat öyküdür.

Diğer bir yanlış algı ise Kara Ölüm'ün sadece Batı Avrupa'yı etkilediği ya da Orta Çağ (ve feodalizmin) sonunu getirdiği ve bunu izleyen Rönesans ve reformasyon hareketi ve sonunda modern Avrupa´nın doğuşu gibi tarihi değişimlerde etkili olduğu düşüncesidir. Açık olmak gerekirse bu görüş, mevcut tarihi kayıtların büyük bir çarpıtmasıdır ve sadece Avrupa merkezli bir teleoloji tarafından kullanılmaktadır. Bu tür iddialar her ne kadar tarihçiler ve konunun uzmanları tarafından çürütülmüş olsa da, eskimitler günümüzde de geçerlidir ve politik alandaki yararlarından ötürü popüler tarih kitaplarının ana kaynağıdır. Bu tehlikeli safsatanın ortalıkta dolaştığını görmek üzücü olsa da, bu, vebanın tarihi ile ilgili tek sorun değildir. Daha ciddi boyutta olanı da ikinci veba pandemisinin zaman ve mekan tanımının en temel düzeyinde dahi, yanlış inceleniyor ve yorumlanıyor olmasıdır.

1. Geçmişteki salgınların kısa süreli felaketler olduğu yolundaki refleksif tartışma, yerini, salgınların uzun vadeli süreçler olduğunu kabul eden daha geniş ve gerçekçi bir bakış açısına bırakmalıdır. Popüler imgelemde salgınlar genellikle kısa süreli bir felaket veya birkaç ay ya da yıldan fazla uzun sürmeyen izole ve alışılmadık ani patlamalar olarak kabul edilmektedir. Fakat salgınları hemen hemen tarih dışı bırakan bu imgelem yeni bir kurgudur. Felaket araştırmalarıyla (yanardağ, deprem, hortum ve tsunami gibi) ve özellikle popüler kitap, film ve medyada kullanılan felaketlere dayanarak, salgınlar artık sonunda insanın kurban gittiği garip doğa olayı olarak tasvir edilmektedir. Üstelik, salgınlar, biraz da sansasyon havası vermek amacıyla, toplumları kaçınılması mümkün olmayan bir yok oluşa sürükleyen gizemli hastalıklar olarak gösterilmekte ve kıyamet sonrasıyla ilgili fantezilere ilham kaynağı olmaktadırlar.

Hollywood'a yaraşan bu özel imgelem ne yazık ki kamuya hakim genel kanıdır. Bu durumun aksi olan “yadsımak” da eşit derecede zararlıdır. Covid-19 salgınının başlangıcında başta Trump olmak üzere bazı dünya liderleri salgını, mevsimsel bir griple karşılaştırmış, kalıcı etki bırakmadan ortadan kaybolacağını umarak hafife almışlardır. Birkaç aylık bir süre sonrasında ise salgının bir yere gitmediği aşikardı ve onaylanan vaka sayılarıyla ölümler her geçen gün artmaktadır. Bugün içinde bulunduğumuz kriz, salgını kendiliğinden sona eren geçici tehdit olarak düşünmenin sonucudur. Zira birçok eyalet ve yerel idare gerekli önlemleri almadığından ya da bu önlemleri çabuk gevşettiğinden, dünya genelinde en fazla Covid-19 vakasının görüldüğü Amerika Birleşik Devletleri'nde vaka sayıları sonbahar aylarında oldukça yükselmiştir. 2020 yılının Ağustos ayından itibaren insanlar bu virüsün yakın geleceğin bir parçası olacağını ve sosyal ve ekonomik bakımdan ne kadar yıkıcı olsa da, aşı onaylanıp uygulanıncaya kadar koruyucu önlemlerin gerekliliğini anlamıştır. Salgınla ilgili filmler, felaketi konu alan fakat kısa süren olaylar olarak işlendiğinden, olasılıkla bizler de bu salgının er ya da geç sona ereceğini, cesur bilim adamları ve sağlık çalışanlarının insanlığı kurtarmak için hayatlarını ortaya koyduğunu düşünüyoruz. Fakat tarihteki örnekler bize başka bir hikaye anlatmaktadır.

Tarihteki salgınlara baktığımızda, toplumları yüzyıllarca, çok daha uzun süre boyunca etkisi altına aldıklarını görürüz. Aynı zamanda bu uzun süre içerisinde toplumları biyolojik, sosyolojik, siyasi açılardan değiştirerek  topluma hükmeden yeni bir hastalık düzeni yaratmıştır. Geçmişteki salgınları birkaç aydan birkaç yıla dek sürebilen münferit olaylar olarak düşünmek yerine, on yıllara hatta yüzyıllara yayılan bir süreç olarak düşünmek, araştırmalarda daha yapıcı bir yoldur ve bugünkü durumumuz için de yararlı olabilir. Burada da veba işe yarar bir örnektir. Kara Ölüm, Afro-Avrasya´nın büyük bölümüne yayılmış ve dünya nüfusunun yaklaşık %40 ile %60´ını öldürmüştü ve münferit bir salgın değildi. İlk patlaması yüzyıllar boyu süren, İkinci Veba Pandemisi olarak bilinen, dünyaya hakim yeni bir hastalık ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle salgın, Kara Ölüm sonrasında asla bitmedi ve düzenli (kimi zaman düzensiz) aralıklarla her on yılda bir ve bazen daha sık tekrar etmiştir.

Salgın, Afro-Avrasya'daki bir çok toplum için hayatın bir gerçeği haline gelmiştir. Bu yüzden günümüz dünyasına hükmeden yeni bir hastalık olarak Covid-19'le uyum sağlama fikrine kafa yorarken, veba, hastalığı incelemek, yeni bir hastalık mikrobu ve bu mikroba ilk kez maruz kalan nüfus arasındaki dinamik etkileşime dair fikir elde etmek için model niteliğinde bir hastalıktır.

Salgınların münferit olaylar olduğu kanısını değiştirerek, onları uzun vadeli süreçlerolarak; toplumların düşünme, yaşama ve çalışma biçimini yönlendiren bir şablon gibi görmek, salgın tarihinin bir kırılmadan çok bir dizi süreklilik olduğunu anlamaya yardımcı olur. Tarihsel bakımdan daha kesin olan bu düşünce, tarihi salgınların geçmişteki kalıntıları, alışkanlıkları ve hatıralarını takip ederek bugün ile birleştirir. Bu şekilde bakıldığında, tarihi salgınlar sadece varoluşsal bir tehditten çok, bir toplumu anlamak için gerekli yapı taşlarıdır.

2. Pandemiler (salgın) küresel bir olgudur ve bu şekilde ele alınmalıdır, yerel siyasi düşüncelere odaklanmadan üzerinde çalışılmalıdır.

Pandemi kelimesinin kökeni Yunancadaki pan (tüm) ve demos (halk) sözcüklerine dayanmaktadır. Belirli bir şehri ya da bölgeyi etkileyen bir hastalık için kullanılan epideminin aksine, pandemi kıtalara ve bazen da küresel olarak yayılan daha büyük salgınları ifade eder. Tarihçi Monica Green´in uyardığı gibi, pandemi terimindeki “pan”ı (geçmişin ve bugünün salgınları için geçerli) ciddiye almalıyız. Geçmişteve günümüzdeki salgınlar küresel bir fenomen olduklarından, evrensel bir bakış açısıyla incelenmelidirler. Bu gerekliliğin aksine, salgından etkilenen toplumlar gerek bilim insanları ve gerekse kamuoyu tarafından son derece orantısız bir biçimde değerlendirilmektedir. Aynı ilke bugün de geçerlidir. Kuzey Yarımküredeki Covid-19 ile ilgili haberlere uluslararası medyada çok daha ayrıntılı yer verilmekteyken, aynışey Güney Yarımküre için söylenemez. Aynı durum Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde binlerce insanın ölümüne neden olan ebola ve kızamık salgınları için de geçerlidir ve bunlarla ilgili haberler de seyrektir.

Aynı seçici eğilim, tarih araştırmalarında da belirgindir. Salgınla baş etme konusunda her bölge, dönem ve insan gruplarına farklı oranda ağırlık verilmiştir. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'daki beyaz popülasyonun, modern öncesi dönemdeki hastalıkları hakkında sayısız detaylı araştırma olmasına karşın Amerikan yerlileri, Afrika ve Asya´daki daha büyük halk gruplarındaki salgınlar bilinmemektedir. Kara Ölüm üzerine gerek sosyal bilimler ve gerekse fen bilimlerindeki araştırmalar, bu ayrıma en mükemmel örnek teşkil eder. Bu salgın 14. yüzyılın ortalarından itibaren Afro-Avrasya'daki nüfusu büyük ölçüde etkilemişse de, etkilenen bölgeler ile ilgili mevcut bilgiler Batı Avrupa ile sınırlı olup, geri kalan bölgeler göz ardı edilmektedir.

 

Yazının devamı için...

Aktüel Arkeoloji Dergisi - 77. Sayı - Covid-19 İlk Değil

www.arkeolojidukkani.com

 

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER