Yukarı Dicle Bölgesi

Müslümantepe Kazıları Işığında Ubeyd Sorunsalı Üzerine Yeni Gözlemler

Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde inşa edilen barajlar çerçevesinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılar son elli yıllık süreçte arkeoloji literatürünü adeta yeniden biçimlendirmiştir. 1970’li yıllara kadar gelen süreçte ortaya çıkan Eski Yakındoğu kültür ve uygarlıkları paradigmasının gerek Kitab-ı Mukaddes’in betimlediği çerçevesini ve gerekse de batı emperyalizminin gölgesi altında biçimlenmiş ön kabullerini aşındırarak, daha gerçekçi ve daha tarafsız bir şekilde ele alınmasını zorunlu kılmıştır.

Bu bağlamda; Epi-Paleolitik kültürler, Neolitikleşme ile Kentleşme süreçleri gibi insanlık tarihinin ana akım aşamalarını betimleyen tanımlar, yeni veriler ışığında yeniden yapılandırılmış ve insanlık hikâyesinin avcı-toplayıcı, köylü-üretici, kentli-tüccar gibi insanlık halleri arkeolojik ve antropolojik yeni anlamlar ve bağlamlar içinde yeniden betimlenip açıklanmıştır. Özellikle de bu kazılar sürecinde arkeoloji biliminin araştırdığı dönemleri anlama sürecinde kendisine yeni ufuklar açan ve yeni imkânlar sağlayan arkeometrik yöntemlerin de devreye girmiş olması, kültür ve uygarlıkların homo-sentrik ya da etno-sentrik gibi açıklama parametrelerinin yetersizliğini ortaya koymuştur. Özellikle de doğal döngünün, çevre faktörlerinin ve klimatolojik sistemlerin bir aktör olarak uygarlıkların gelişim süreçlerine katılımını gözler önüne sermiştir. Dolayısıyla daha önceki dönemlerde etnik hareket ve eylemliliğin ya da dinsel/mitsel inanç ve fanatizminin etkisi altında yapılan açıklamaların altının ne kadar boş olduğu ortaya konmuş ve bu bağlamda incelenen arkeolojik ve antropolojik olguların oluşum süreçleri üzerinde bambaşka faktörlerin de ciddi bir şekilde etki ettiği görülmüştür. Dolayısıyla geçmiş uygarlıkların açıklanmasında daha fazla disiplinin devreye girerek olguyu açıklama ve modelleme imkânlarının test edilmesinin gereğinin önemi anlaşılmıştır. Ayrıca gerek sosyal bilimlerde gerekse de fen bilimlerinde gelişen yeni analiz ve araştırma yöntemleriyle, güçlü teorilere dayanan kuramsal açıklama modelleri, arkeoloji ve antropolojinin ampirik verilerinin daha önce olduğu gibi; kişisel yönelimlerden, ideolojik tutumlardan ve dinsel bağnazlıktan kurtararak daha bilimsel bir çerçeveye oturtulmasını sağlamıştır. 

Topografik Haritada  kırmızı çizgi ile belirlenmiş 13 hektarlık Müslümantepe Ubeyd Yerleşmesi

Dicle Nehri üzerinde inşa edilen Ilısu Barajı’nın rezervuar alanı içinde kalan merkezlerde yapılan arkeolojik kazılarda da, bu bağlamda arkeoloji biliminin dağarcığına yeni kelimeler ve kavramlar ilave etmiştir. Kortik, Hasankeyf Höyük, Gusir Höyük ve baraj inşaat alanındaki Boncuklu Tarla gibi PPN yerleşmeler, Bereketli Hilal yayının Doğu kesimine ilişkin Neolitikleşme sürecinin betimlenmesine, daha doğru bir deyimle; Yakındoğu’daki Neolitikleşme sürecinin anlaşılmasına büyük katkı sağlamıştır. Yukarıda değindiğimiz yerleşim alanlarındaki yeni veriler Göbeklitepe ile birlikte değerlendirildiğinde daha önceden kabul edildiği gibi; Neolitikleşme sürecinin tarım ve hayvancılığa dayanan üretime bağlı bir yerleşiklik hikâyesi değil, aksine avcı-toplayıcıların yabanıl tahıl ve kabuklu yemişlerin devşirilmesi ile köpek, domuz, koyun ve keçi gibi hayvanlarla geliştirilen bir tür simbiyotik yaşamın ve bunun akabinde ortaya çıkan hayvan evcilleştirme sürecinin bir hikâyesi olduğu önerisi ağırlık kazanmıştır. İçinde Müslümatepe’nin de bulunduğu Kenan Tepe, Salat Tepe ve Başur Höyük gibi Yukarı Dicle Bölgesinin kentleşme sürecini betimleyen arkeolojik kazı alanları, Güney Mezopotamya’da gelişen Sumer kentleşme sürecinin ortaya çıkışının ve gelişiminin back-round’unu açıklayan yeni veriler sunmuştur.  Bu bağlamda; Sumer Uygarlığının temel dinamiklerinin ortaya çıktığı Uruk (Kentleşme) Süreci aslında büyük oranda Kuzey’de Zagros eteklerinden Akdeniz sahillerine ulaşan Ubeyd Kültürü’nün rahminde filizlendiği görüşü pekiştirilmiş, yeni verilerle desteklenerek güçlendirilmiştir. Ubeyd Kültürü yirmi-otuz yıl öncesine kadar anlaşıldığı biçimiyle Kuzeybatı İran’dan çıkıp Güney Mezopotamya’da gelişen ve seri üretime dayanan bir çanak-çömlek kültürü ve ortak kült alanları kullanımı olgusu olmaktan çıkmış; günümüzde Kafkaslardan gelip Lübnan Dağlarına ulaşan, Akdeniz sahillerinden Basra Körfezine kadar genişleyen ve oradan da Hürmüz Boğazına kadar sarkan büyük bir coğrafyayı domine etmiş bir uygarlaşma fenomeni olarak anlaşılmaktadır. Ubeyd fenomeni üzerinde 1988’de Danimarka'nın Elsinore Kentinde, 2006’da İngiltere’de Durham’da ve 2010 yılında ABD’de Chicago’da yapılan konferans ve sempozyumlarda Ubeyd fenomeninin coğrafi yayılımının ve yayılım yönünün saptanması, merkez-taşra kümeleniş biçimi ve ilişki tarzı, üretim ve dağıtım mekanizmasının çözümlenmesi, ortak değerler ve kültürel parametrelerin belirlenmesi gibi açıklama, tarihlendirme ve kendinden önceki (Halaf) ve sonraki (Uruk) kültürleriyle bağlamlaştırma süreci anlaşılmaya çalışılmış ve buna ilişkin açıklama modelleri önerilmiştir.

Chicago’daki sempozyumda ‘Ubeyd’ ya da ‘Ubeyd Kültürü’ kavramının artık bir fenomen haline gelen bu kültürün ‘Ubeyd’ teriminin ima ettiği ‘Ekümenik’ dünyayı kapsayamadığı ve bu dünyada olup bitenleri yeterince açıklayamadığı sonucuna varılmıştır. Bu geniş coğrafyada çekirdek bölgesi Güney Mezopotamya olmak üzere Kuzeybatı İran, (Susa kültürleri), Yukarı Orantes (Asi Nehri) (Ubeyd ile ilişkili boyalı çanak-çömlek kültürleri), Güney Azerbaycan/Ermenistan’da gelişen transkafkas bölgesi Ubeyd benzeri ya da Ubeyd ile ilişkili boyalı çanak-çömlek kültürleri birbirine bakışık ve ilişki halinde kültürler olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda söz konusu boyalı çanak-çömlek buluntular; bir yandan yerel seramik kültürleri, diğer yandan da Ubeyd kültür ufkunun bir elemanı olarak anlaşılmak istenmiştir. Bu bağlamda Gil J. Stein bu zorlukları aşma niyetiyle Ubeyd fenomenini açıklamaya ilişkin yeni kavramlar önermiştir. Gil Stein aynı sempozyumda sunduğu bildiride Ubeyd yayılımını betimleyen coğrafyaya daha çok ‘Ubeyd Ufku’, Ubeyd Ufku’nda yer alan bölgeler arası ‘etkileşim, iletişim ve değiş-tokuş ağı’ yani Ubeyd Etkileşim, İletişim Alanı/Süreci gibi amorf kavramlarla Ubeyd literatürünün ilk biçimiyle oluşan katılığını esneterek daha akışkan hale getirmiş ve bilim insanlarının ‘Ubeyd kültürünün’ periferisinde gelişen kültürleri kendi yerel bağlamı içinde anlamak ve daha sonra Ubeyd Ekümenik (oikumene)alanına taşıyıp bu geniş dünyada ne anlama geldiğini izah etme imkânı sunmak istemiştir. Bu bağlamda J. Oates’un 1960’li yıllarda Ubeyd için geliştirdiği stratigrafik gelişim tablosu aynen kabul edilmiş: Buna göre, M.Ö. 6500-3800 yılları arasında 4+2 aşamada gelişen bir kültür söz konusudur.

  • Ubeyd 1 (Eridu stili ve dönemi)
  • Ubeyd 2 (Hacı Muhammed stili ve dönemi)
  • Ubeyd 3 (Ubeyd stili ve dönemi)
  • Ubeyd 4 (önceden Geç Ubeyd olarak biliniyordu)

Bu şemaya bir de Ubeyd 0 (Oueili dönemi) ve bazen Ubeyd 5 olarak adlandırılan bir Terminal Ubeyd aşaması eklenmiştir. Ayrıca Kuzey Mezopotamya Ubeyd Kültürleri ile merkez olarak kabul edilen Güney Mezopotamya Ubeyd Kültürleri ve onların periferisinde yer alan etkileşim alanı Ubeyd kültürleriyle olan ilişkileri, öncelik-sonralık ya da merkez-taşra gibi netameli konuları aşmak bağlamında Ubeyd terimi yerine ‘Deve Tüyü Üzerine Siyah’ boya bezemeli çanak-çömlek kültürleri önerisi de dile getirilmiştir. Ayrıca ‘Ubeyd Kültürü’ fenomenini betimleyen ya da ona temel referans parametresi olarak kabul edilen ya da edilmesi gereken kültürel objelerin ne’liği konusu da epey bir tartışılmıştır. Bu bağlamda varılan konsensüse göre bir arkeolojik sit alanının Ubeyd olarak tanımlanabilmesi için; ‘Kahve Çekirdeği’ gözlü Ofidyen Figürünler, Damga Mühürler, Kulak Tıkaçları (PT. Çiviler), PT. Ağırşaklar, PT. Oraklar, Labrets diye tabir edilen piercingler, üç odalı evler ve nişli ve payandalı kamusal yapılar ve tabi ki en yaygın bulunan yavaş dönen çarkla biçimlendirilmiş “devetüyü üzerine siyah” boya bezemeli seramikler temel ölçü olarak belirlenmiştir. Bunun yanı sıra batılı bilim insanlarının üzerine vurgu yaptığı ortak ideolojiye sahip olmak gibi ortak örf ve adetlere işaret edilmiştir.  

Ubeyd kültürünün erken evresinin kuzeyde gelişmiş olabileceği, özellikle de özel mülkiyeti ve ticareti dolayısıyla hiyerarşik bir toplum yapısını ima eden Damga Mühürlerin Kuzey Mezopotamya’ya özgü olduğu, buna karşılık nişli kamusal yapılarının kuzeyde Tepe Gawra dışında rastlanılmamış olması kamu otoritesinin kuzeyden çok güneyde geliştiğine bir karine olarak kullanılmıştır. “Ubeyd Ufku” diye tanımlanan bu geniş alanda kültürel haraketliliğin ve bir bakıma ortak örf ve adetler etrafında gelişen ve yerel farklılıkları da tolere eden Stein’nın deyimiyle “Ubeyd Ekümeni”sinde hangi araç ve imkânlarla geliştiği meselesi tartışma konusudur. Bir yandan bir (Hope Wellian) olarak uzmanlaşmış zanaatkârların bu geniş coğrafyada umutlu bir gelecek arayışı bağlamında hareket ettikleri ve bir kültürel taşıyıcı olarak bu kültürel benzerliğin arkasındaki aktörler olabileceği önerilirken, bir yandan da kan bağına dayanan akrabalık ile birbirinden kadın alıp-verme şeklinde gelişen hısımlığın yarattığı örf ve adetlerin ortak payda haline gelmiş olabileceği öne sürülmüştür.  Ubeyd yerleşim sisteminde merkez-taşra ilişkisi kabul edilen bir olgudur ve buna göre 13-15 ha. arasındaki büyüklükteki yerleşim yerlerinin çevrelerindeki bir düzine köy-kasabanın ihtiyaç duyduğu zanaat üretiminin yapıldığı ve mal takasının koordine edildiği merkez olarak önerilmektedir. Bu tip yerleşmelerde (patron-client) bey-maraba/ağa-yanaşma gibi sosyal katmanların oluştuğu bir hiyerarşik yapıyı yansıtır. Stein 2012 yılında Geç Kalkolitik Yukarı Mezopotamya'da yerli toplumsal karmaşıklığın gelişimine ilişkin bir değerlendirmede bulunduğu makalesi ile, 2020 yılında Ubeyd Ekümeniasını daha geniş bir çerçevede ele alan ve daha kapsamlı bir değerlendirme imkânı sunan “Liderlik stratejileri ve çoklu doğrusal gelişim”başlıklı makalesinde Kuzey Mezopotamya, Güney Mezopotamya ve İran Susa’da gelişen Ubeyd olgusunu ve bu alanlar arasındaki ilişki biçimi ile bunun imkânlarını karşılaştırmalı olarak tartışmıştır. Ubeyd sorunsalı bağlamında bu tartışmalarda dikkat çekilen önemli olgulardan biri de Ubeyd kültürünün sona erme süreci ile ilgilidir. Ubeyd Ekümenyasının her yerinde değil belki, ama daha çok Güney ve Kuzey Mezopotamya ile Kuzey Suriye’de seramik kültürü açısından daha çok “Coba Kâsesi” ile Uruk Çanak-Çömleğine asimile olduğu, mimari ve ticari örgütlenme ile sosyal yapı açısından ise daha çok Uruk Kültürün içinde devam ede geldiği anlaşılmıştır.

Yukarı Mezopotamya’da geniş bir coğrafyaya yayılan Ubeyd kültürü Arkeolojinin geniş literatüründen bilinmektedir. Yukarı Dicle Bölgesinde de Müslümatepe’nin yanı sıra Salat Tepe ve Kenan Tepe ile Siirt yakınlarındaki Başur Höyük’te Ubeyd kültürü gelişkin bir şekilde temsil edilmektedir. Müslümantepe dışındaki Yukarı Dicle Bölgesi Ubeyd yerleşimleri daha çok köy karakteri gösteren Terminal Ubeyd diye de bilinen Geç Ubeyd evresine aittir. Müslümantepe ’deki Ubeyd yerleşmesi ise hem dikey katmanlaşma hem de yatay yayılım bağlamında kendine özgü karakteristik özellikler taşıyan çok gelişkin bir Ubeyd kültürünü temsil eder. Bu bağlamda kendinden önceki Halaf kültürü ile kendinden sonraki Kalkolitik kültürler olan Uruk, Saman Yüzeyli (Coba Kâsesi) seramik kültürlerine geçişi çok iyi betimlemektedir. Müslümatepe’nin kazı alanlarının tümünde ve ilave olarak açılan sondaj kazılarında, Ubeyd kültürünü yansıtan mimari, çanak-çömlek vd. karakteristik buluntular ile temsil edilir. Höyüğün Kuzey-Batı kesimini oluşturan Hristiyantepe Kazı Alanı ile güneydeki Mezarlık Kazı Alanı ve Tepedeki MT4-MT5 kazı alanlarında, yani 13 hektara ulaşan büyüklükteki bir alanda Ubeyd yerleşmesi açığa çıkarılmıştır.

Müslümatepe’nin Hristiyantepe Kazı Alanı ile MT-5 Kazı Alanlarında Halaf tabakasına kadar ulaşılmıştır. Ancak mezarlık kazı alanındaki en erken yerleşim Ubeyd dönemiyle başlamıştır. 13 Hektara ulaşan Ubeyd yerleşmesi ile Müslümantepe yukarıda atıfta bulunduğumuz Ubeyd Yerleşim Sistemi içinde büyük ve merkezi bir konuma sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ele geçen çanak-çömlek repertuvarına bakıldığında Halaf seramiğinden sonra Kuzey Mezopotamya’da Tell Zeidan’dan bilinen ve Gil Stein tarafından Hybrid Çanak-Çömlek grubu olarak tanımlanan Halaf geleneği içinde üretilmiş Ubeyd seramiği, Orta Ubeyd (Ubeyd 2-3) aşamasına denk gelen Deve Tüyü Üzerine Siyah Boya Bezemeli örnekler ile Kenan Tepe, Salat Tepe ve Başur Höyük’ten de bilinen ve Terminal Ubeyd diye adlandırılan Geç Ubeyd çanak-çömlek buluntuları söz konusudur. Yukarıda değindiğimiz gibi Ubeyd kültürünün bitimini ve ‘Coba Kâsesi ‘ne asimile olması ile Uruk kültüründeki devamlılığını betimleyen ‘Coba Related’ diye adlandırılan Coba Kâsesi benzerleri ile başta Devrik Ağızlı Kâseler olmak üzere Uruk çanak-çömleği Müslümantepe’de geniş alanlarda açığa çıkarılmıştır. Bazı yayınlarda Chaff-Faced Ware diye adlandırılan Coba Seramiğinin özellikle de kâse formunun dış yüzeyinde görülen ve bazen de ‘Scraped Ware’ şeklinde adlandırılmasına neden olan yatay çizik/kazıma izleri farklı farklı şekilde yorumlanmıştır. Kimi bilim adamına göre bir tahta parçasına çakılmış çakmak taşı parçalarıyla yüzeyin sıyrılması ile oluşan iz, kimi bilim adamlarına göre ise de seramik ustasının elle biçimlendirdiği çanağını elindeki saman/ot demetiyle dış yüzeyini sıyırmakla oluşan izlerdir. Ancak Müslümantepe örnekleri bu önerilerden farklı olarak bize şu çözümlemeyi yapma imkânı sunmuştur: Müslümantepe’den ele geçen ve Coba örnekleriyle ile yakın benzerlik/ilişki gösteren çanaklar kalıpla biçimlendirilmiş örneklerdir. Dış yüzeylerindeki saman ya da ot izi gibi duran çizik/kazıntı ise, bizce çanakların kalıptan çıkarma/sıyırma sırasında sağa-sola hareket ettirmekten oluşan saman ya da ot izleri olarak değerlendirilmelidir. Bu çözümlemenin bir benzeri kerpiç yapımı sırasında ustanın kerpiç kalıbının iç yüzeyini su ile ıslatması ve akabinde bu ıslak yüzeye saman serperek kalıp ile kerpiç arasında esnek bir yüzey oluşturup, ıslak haldeki kerpicin kolaylıkla kalıptan sıyrılmasını sağlaması gibi yöntemle karşılaştırılabilir.

Ubeyd kültürünü tanımlayan diğer önemli nesnelere yukarıda değinmiştik. Bu bağlamda Müslümantepe kazılarından Kuzey Mezopotamya’dan tanımlanan gelişkin çanak-çömlek repertuvarının yanı sıra Kuzey tipi Ubeyd Figürünleri, Ubeyd Damga Mühürleri, perdahlanmış taş baltalar, Ağırşaklar, daha çok dinsel/ritüel bağlamları olabilecek soyut imajlı güneş kursu biçimli nesneler, bir tür kulak tıkacı ve bazen de piercing olarak tanımlanan PT çivi formlu nesneler, uzak mesafe ticaretini ima eden deniz kabukları ve yüksek tarımsal üretimi sembolize eden Ubeyd Orak’ı ele geçmiştir. Söz konusu buluntuların da açığa vurduğu gibi Müslümantepe yaklaşık olarak M.Ö. 6500-3800 yılları arasında Yukarı Dicle Bölgesinde önemli bir Ubeyd yerleşimi olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim bunu izleyen Uruk döneminde de Müslümantepe güçlü bir Uruk yerleşmesi iken, Erhanedanlar Devri’nde saraydan yönetilen sur ile çevrili bir kent olduğu gerçeğiyle de uyumludur. Ayrıca dönemin buluntularına bakıldığında, güneyindeki özellikle de Habur üçgeninde yer alan Zeidan gibi Ubeyd yerleşimleriyle yakın bir ilişki içinde olduğu da anlaşılmaktadır.  Dahası Ubeyd kültürünün elitleşmiş kesimlerinin ihtiyaç duyduğu prestij nesnelerinin tedarikinde rol aldığı da kuvvetle muhtemeldir. Gittikçe karmaşıklaşan bir toplumun bey-maraba ilişkisini tanımlayan emeğin birileri tarafından koordine edilmesi ve belki de tek elde toplanması gibi hiyerarşik bir toplum modelini açığa çıkarmaktadır. Özellikle Güney Mezopotamya’da benzerlerinin pişmiş topraktan yapıldığı Arsen Alaşımlı Bakır Ubeyd Orak’ı Müslümantepe’yi Yakındoğu Arkeolojisi açısından unik bir yerleşim merkezi haline getirmektedir. Söz konusu orak muhtemeldir ki Kuzey Mezopotamya’nın ilk arsen alaşımlı bakır madeni eserdir ve Kuzey Mezopotamya’da bulunan ilk Ubeyd tipi Orak’tır. Bilim adamları Ubeyd dönemi orak kullanımını güneyde yapılan sulu tarımla ilişkilendirmişlerdir. Bu bağlamda Müslümatepe’nin çevresinde Dicle’nin tabanında geniş mendereslerin bulunması ve tıpkı güneydeki gibi durgun/taşkın sulama yöntemiyle sulanabilecek yüzlerce dönüm araziye sahip olunması bu iddiamızı güçlendirmektedir. Dolayısıyla orak kullanımına ilişkin önerilen gerekli ve yeter koşulların Müslümantepe‘de oluştuğu tartışmasız bir biçimde açıktır.

Yukarıda atıfta bulunduğumuz sempozyum ve konferanslarda, özellikle de Gil J. Stein’ın kavramsallaştırdığı ‘Ubeyd Ufku’ ya da daha tumturaklı bir öneri olan ‘Ubeyd Ekümenik’ dünyası bir çok değişkene ve problematiğe işaret edip çözüm önerisinde bulunulmasına rağmen Ubeyd kültürünün Güney Mezopotamya merkezli olduğu ön yargısı, olduğu gibi korunmuştur. Oysa 2010 yılından beri gerek Kuzey Mezopotamya’da özellikle Ilısu Barajı Kurtarma Kazılarında ve gerekse de Barbara Helwing ile Catherine Marro gibi meslektaşların Güney Kafkasya’da yaptıkları arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarında, Halaf-Ubeyd-Saman Yüzeyli gibi seramik kültürlerinin kuzeydeki güçlü geleneğin ile Ubeyd fenomenini anlamlı kılan üretim, tapınım, ticari organizasyon, katmanlaşmış hiyerarşik toplum modeli ile buna ilişkin özel mülkiyet ve yönetici elitlerin ihtiyaç duyduğu lüks tüketim maddelerin tedariki gibi olgular güneyden önce kuzeyde ortaya çıktığını düşündüren keşifler söz konusudur. Buna rağmen Ubeyd’in güneyli orijini tartışmalardan uzak tutulması manidardır. Bizce bundan sonraki Ubeyd çalışmalarında özellikle de Müslümatepe’nin bize sunduğu imkânlar çerçevesinde Kuzey Mezopotamya’nın bir Ubeyd periferisi olarak kodlanması hiçbir şekilde doğru olmayacaktır.     

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER