Eski ve Yeni Çatalhöyük
9 binyıl önce Neolitik Dönemde Anadolu'da yaşayan insanlar bir araya gelip kerpiçten evler yaptılar. Zaman içinde eski evlerin temelleri üzerine yeni evler inşa ettikçe toplulukları giderek büyüdü.
- Yazar : Katrina GARGETT – Ian HODDER
- Tarih : 2020-05-25 00:30:44
Çatalhöyük genel görünüm rekonstrüksiyonu . Fotoğraflar: Jason QUINLAN, Çatalhöyük Kazı Arşivi
Bölgesel olarak halihazırda var olan gelenekleri bir araya getirdiler: duvar ve yerlere resimler çizmek, taşlara öküz (bukranion) ve diğer hayvan başları oymak, ölülerini evlerin içine gömmek ve daha nicesi... Bu bölge, bugün bizim bildiğimiz haliyle Neolitik Çatalhöyük kasabası halini aldı.
Çatalhöyük; İç Anadolu’da, gelişmekte olan Konya şehrinin yaklaşık 50 kilometre güneydoğusunda bulunan Konya Ovası’nda yer alır. Çatalhöyük ismi kabaca 'nehrin ayrıldığı noktadaki tepecik' anlamına gelmektedir. Neolitik dönemden yakın döneme kadar iki nehir büyük ihtimalle bu noktada birleşiyordu. Çarşamba ve Mayıs nehirleri üzücü bir şekilde günümüzün yoğun sulama ve tarım faaliyetlerinden dolayı küçülmüş olsalar da, tepecik ya da 'höyük' halen görünür bir durumdadır. Aslında, bölge iki adet höyükten oluşmaktadır; Neolitik Doğu ve sonrası, Kalkolitik Batı.
Araştırmalara göre Çatalhöyük'ün şu anki iklimi ve doğası, dönemin Neolitik sakinlerinin içinde bulunduğundan oldukça farklıdır. Yağmura bağımlı tarımı destekleyebilecek daha nemli bir hava ve su kanallarının kestiği kuru topraktan yüksek tepecikler düşünün. Çatalhöyük'te yaşayanlar işte buna aşinalardı ve çevrelerindeki şartlara bakarak hem kuru topraktan, hem de sulak alan kaynaklarından yararlanıyorlardı.
Çatalhöyük yaklaşık MÖ 7.100'den itibaren iskan edilmiştir. En eski sakinleri üzerine yapılan yakın dönemdeki araştırmalara göre Neolitik Dönemde yaşayan insanlar, 1.100 yıllık iskanları süresince köklü bir sosyal, ekonomik ve kültürel değişimden geçmişlerdir. Bu erken dönem köy toplumları genellikle istikrarlı, ve yeniliğe kapalı olarak görülür. Bölgede yapılan son araştırmalara göre ise MÖ 7. yüzyıla gelindiğinde bu değişimin hızı giderek artmıştır.
Son dönemde yapılan kazılarda Çatalhöyük'ün geçmişindeki çeşitliliği ortaya çıkarmanın, ancak bölgenin sosyal organizasyonunun esasını öğrenmek adına büyük bir veri yelpazesini harmanlayarak mümkün olduğu görülmüştür –projede 36 farklı uzmanlık alanına sahip arkeolog çalışmaktadır. Veri havuzundan alınan bilgiler harmanlanarak yerleşmede ne tür bir sosyal organizasyon olduğu konusunda geniş sonuçlara ulaşıldı. Örneğin yerleşmede kutsal bir yapı olmadığı, yalnızca farklı derecede sembolizme sahip evler olduğu ortaya çıkmıştır. Çatalhöyük'te karşımıza çıkan sıradışı ritüel ve sosyal yapıların MÖ 6.500'den sonra parçalar haline ayrılıp bölgeye dağıldığı öne sürülmüştür. İskanın ilk dönemlerinde insanlar beraber yaşamaya, ve yemek pişirme ve tapınma gibi pek çok şeyi birlikte yapmaya başlamış, ve Çatalhöyük'ün nüfusu yavaş yavaş artmıştır. Nüfus arttıkça yemek üretimi talebi de artmıştır. Böylece herkes kendi evinde üretime odaklanmış ve evler arasında farklılıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Topluluğun dinamikleri değişmekteydi. En sonunda toplum üzerindeki baskılar, yaklaşık MÖ 6.000’lerde Doğu Çatalhöyük'ün terk edilmesiyle sonuçlanmıştır. Batı Höyüğünde ise 500 yıl boyunca yaşam devam etmiştir.
9 binyıl sonrasında ise İngiliz arkeolog James Mellaart'ın 1958'deki keşfiyle insanlar tekrar bölgeye gelmişlerdir. Bölgenin hiçbir zaman insansız olduğu tam olarak söylenemez, ama MÖ 5.500 ile MS 1958 arasında yerel halk tarafından başka faaliyetlerin gösterildiği bir alan dışına bir mezarlık olarak da kullanıldığına dair kanıtlar mevcuttur. Bölge, tarihi boyunca önemli bir yere sahip olmuştur ve Mellaart da bu önemi dünyaya aktarmıştır. Ekibiyle birlikte alanı hızlıca kazmış ve aktif olarak çalıştığı dört yıl içinde birden fazla katmanda 160 yapıyı gün yüzüne çıkarmıştır. Bunun üzerine Çatalhöyük'ün eşsizliği ve önemi derhal tanınmıştır. Zira Ortadoğu'nun bilinen medeniyet 'beşikleri'nin dışındaki en eski bölgelerden biri olduğu fark edilmiştir. Mellaart Çatalhöyük'te geçirdiği kısa zaman içerisinde insanların bölgeye geniş çaplı bir ilgi göstermesini sağlamış ve bulgularının büyük bölümünü Illustrated London News'da yayımlayıp çalışması ve bölgenin uluslararası bir takipçi kitlesine ulaşmasını sağlayarak Çatalhöyük'ü haritaya eklemiştir.
Lakin Mellaart kazılarını bitirdikten sonra da Çatalhöyük unutulmadı. 1993'te bölgeye Çatalhöyük Araştırma Projesi gitti. O zamandan bu yana proje müdürü ve Stanford Üniversitesinde profesör olan Ian Hodder, araştırma uzmanları ve arkeologlardan oluşan, sürekli değişen bir ekip Çatalhöyük'te hem yaşayıp hem çalışarak kazılarını ve araştırmalarını yapmıştır.
Kazılar 1995'te yeniden başladı ve ekip çoğunlukla iki bölgeye yoğunlaştı; birincisi, ilk olarak Mellaart tarafından kazılan, höyüğün güneyindeki alan olan 'Güney Bölgesi' idi. Burada amaç Mellaart'ın stratigrafik dizisini anlamaktı. İkincisi ise yeni Proje’nin başlamasıyla 'Kuzey (ya da 4040) Bölgesi' olarak adlandırılan alandı. Buradaki amaç ise yerleşkenin sosyal coğrafyasını anlamaktı. Başka bir deyişle insanların birlikte nasıl yaşadıklarını ve evlerin bir mahalle oluşturup oluşturmadığını öğrenmeye çalışıyorlardı. Batı Höyükte yapılan küçük ölçekli diğer kazılarda ekip daha büyük, çok odalı evler ve özenle süslenmiş çanak çömlekler buldu. Alanın diğer kısımlarında da çalışmalar yürütüldü. Polonyalı Poznan ekibi (TP bölgesi) ve İstanbul’dan bir ekip (IST bölgesi) bölgenin en yakın tarihteki seviyelerini incelemeye odaklandı. Buna rağmen höyükler büyük oranda kazılmış halde değildi ve bölgeye gittiğinizde Çatalhöyük'ün altın çağında ne kadar büyük ve kalabalık olduğunu gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Kasaba 13.5 hektar gibi devasa bir alan üzerine kurulu (yaklaşık 135.500 metre kare). Bir araya getirilen muhtelif kanıtlara bakılırsa, Çatalhöyük altın çağını gördüğünde alanda 3 bin 500 ila 8 bin 500 insan bulunmaktaydı.
Çatalhöyük’teki yerleşmenin tanımlayıcı yönlerinden biri, sakinlerinin sürekli olarak yeni ev inşa etmeleri, yıkmaları, temizlemeleri ve yeniden inşa etmeleriydi. Evler genellikle dikdörtgen biçimindeydi ve aralarından sokak geçmeyecek şekilde birbirine yakındı. Kerpiçten yapılıyorlardı ve girişleri çatılarındaydı. İnsanlar bu girişten bir merdivenle evin ortasındaki büyük odaya giriyorlardı ve merdivenin alt tarafında özenle ayrılmış bir ocak vardı. Bu ana odaların kuzey bölümlerinde insanların büyük ihtimalle üzerlerinde oturup uyudukları platformlar vardı, ve platformların altına ölüler gömülüyordu. Ayrıntılı sanat ve sembolizm çoğunlukla odaların bu kuzey bölümlerinde bulunuyordu. Kiler genellikle evlerin arka tarafındaydı. Çatalhöyük'teki çoğu ev bu şekilde inşa ediliyordu ama nüfusu arttıkça yapıların boyutunun arttığına dair kanıtlar da bulunmuştur.
Örneğin; Kuzey Bölgesi'ndeki 52 numaralı yapı yedi ayrı odaya sahip. Evler zaman zaman temizlenmekten ziyade yakılıyor ve yeniden inşa ediliyordu. Neden bazı yapıların yakılıp, bazılarının yakılmadığı tam olarak bilinmiyor, ama kanıtlar bunun rastgele olmadığı ve dikkatlice kontrol altında tutulduğunu gösteriyor. Bunun özel bir öneme sahip yapıların temizlenme ritüelinin bir parçası olarak tatbik edildiği düşünülüyor. Bu yanmış evler sıvalı zemin ve duvarlar arasında ev içi aktivitelerin iyi bir şekilde muhafaza edilmesini sağlamışlar. Bölge sakinlerinin ne tür yemekler yediklerini de biliyoruz. Hububat, fındık ve meyvelerin yanında nehir ve ıslak bölgelerden tuttukları küçük balıklar, boğa, geyik ve yabandomuzu gibi yabani hayvanların yanında keçi ve koyun gibi evcilleştirilmiş hayvanların etlerini yiyorlarmış.
Çatalhöyük'teki evlerin iyi bir şekilde korunmuş olması, onu eşsiz yapan özelliklerinden... Evler detaylı bir şekilde incelenip (sanat ve sembolizmin boyutu ve evlerdeki seki ve platformlar gibi sabit eşyalar), evlerin boyutu ve mezarların sayısıyla karşılaştırınca aralarında çok az farklılık olduğu ortaya çıktı. Hiçbiri diğerinden özel ya da farklı değil ve her biri daha büyük bir yapı kompleksi içerisinde münhasır bir konut. Bundan yola çıkarak Çatalhöyük'te yaşayan insanların eşitlikçi bir topluluk olduğu ortaya atıldı. Hiçbir erkek, kadın ya da çocuk kayırılmamakla birlikte topluluk paylaşma ve birbirine bağlılığa büyük bir önem vermişler. Yalnızca yaşlı ve genç insanlar arasında küçük bir ayrım olduğuna dair kanıtlar var; farklı yemekler yiyorlarmış, ve heykelciklerden yaşlı insanların büyük bir saygı gördüklerini anlayabiliyoruz. Bu hem yaşlı erkek, hem de yaşlı kadınlar için geçerli. Çatalhöyük’teki erkek ve kadınlar genel olarak benzer bir sosyal duruma sahipler, ama farklı görevleri olduğuna dair kanıtlar bulundu; kemiklerdeki aşınma ve izlerden kadınların tahıl ve yemek öğütme işiyle daha çok meşgul olurken erkeklerin avcılıkta kullanılan mızrak, yay ve oklarla haşır neşir olduklarını görüyoruz. Bazı evlerin içinde daha fazla gömü ve sembolizm bulunduğu için diğerlerinden daha yüksek bir önem teşkil ettiği düşünülüyor; ama ev sakinlerinin bu durumu kullanarak üretim ve depolama konusunda söz sahibi olmaları mümkün olmuyordu. Genel olarak eşitlikçi bir toplumlardı, ve insanın kendi ekonomik statüsünü güçlendirmesi yanlış olarak görülüyordu.
Her bir hanenin bağımsız, kendine yeten bir birimden ziyade bir arada bulunan mahallelerin oluşturduğu daha büyük bir sosyal organizasyonun parçası olduğu öne sürülmüştür. Bir mahallede bulunan her bir evin aynı tuğlaları ve benzer yapı malzemelerini kullanarak inşa edildiğine dair kanıtlar ortaya çıkarılmıştır. Dolayısıyla mahalleler, aralarında ufak farklılıklar olsa da genel olarak aynıdır. Yakın zamanda 80 numaralı yapıda (Güney Alan 0) ve Mellaart tarafından ortaya çıkarılan diğer yapıdaki (VIA.50 numaralı) geometrik duvar resimleri arasındaki benzerlik, bu 'mahalle'leri çapraz kesen bağlantılar olduğunu düşündürüyor. Başka bir deyişle Çatalhöyük farklı alanlarda kendi başlarına yaşayan bir topluluktan ziyade birlikte çalışan ve sürekli iletişimde bulunan bir topluluktu. Buna dair başka bir kanıt olarak 'mahalle'lerdeki leopar ve ayı rölyefleri, boyalı eller ve boynuzlu banklar gösterilebilir. Bunlara tüm yerleşmede rastlamak mümkün. Evlerde büyük grupların ziyafet verdiklerine dair pek çok kanıt var, ve bu yerleşmede karmaşık bir ilişki ağı olduğuna işaret ediyor. Sosyal anlamda en çok paylaşıma önem veriyorlardı. İskanın erken ve orta dönemlerinde hasadınız kötü geçtiği takdirde yardım ve destek isteyebileceğiniz pek çok insan vardı. Mahallenizdeki insanlar, ya da ölülerini aynı eve gömen kişilerin hepsi size yardım ve destek vermeye hazır olurdu. Mahallenizi çapraz kesen bağlantılar üzerinden yakınlaştığınız kişiler de yanınızda olurdu. Hiç kimse kendi evine büyük miktarda tahıl yığıp depolamıyordu. İnsanlar birbirlerine, toplumsal paylaşıma bel bağlıyorlardı.
50 numaralı yapıda bulunan kuzu gömütünün rekonstrüksiyonu ©John-Gordon Swogger Çatalhöyük Araştırma Projesi
Bu iletişim ağı bölgedeki yaygın mezar geleneğinde de kendini göstermektedir. Çatalhöyük sakinleri atalarını evlerinin altına gömüyor, genellikle her evin altında birden fazla mezar bulunuyordu. En sık bulundukları yerler yaşayanların uyumak ve ev içindeki diğer aktiviteler sırasında kullandıkları yüksek platformların altıydı. İskeletlerin diş morfolojisi araştırmaları, evlerde gömülü olan insanların her zaman evde yaşamış olanlarla biyolojik olarak bağlı olmadığını gösteriyor. Yani Çatalhöyük'teki evlerin altına gömülü olanlar, yaşadıkları zaman o evlerin sahipleriydiler diye bir kaide yok. Mezarların konumuna büyük ihtimalle farklı hanelerin sosyal ve ekonomik görüşmelerine bağlı olarak karar veriliyordu. Bu konu üzerine yapılacak olan DNA çalışmaları sayesinde bölgedeki karmaşık ve birbirine bağımlı ağlar ve aile ilişkilerine dair daha somut sonuçlara ulaşılacağı umuluyor.
İnsanlar arasında aynı zamanda hayvan ve insanların beden parçalarının evden eve dolaştırılmasıyla da ilişkiler kuruluyordu. Yabani hayvanlar, özellikle de boğalar öldürüldükten sonra genellikle ritüellerin bir parçası olarak bedeninin farklı parçaları, toplumun farklı üyeleri tarafından alınıyordu. Boğa bedeninin en önem verdikleri kısmı olan boynuzları alınıyor ve hanelerde dolaştırılıyor, ya da avcı veya ziyafeti düzenleyen kişinin prestij ya da statüsünü gösterecek şekilde evlere konuluyordu. Ayrıca insanlar öldükten ve evlerin zemini altına gömüldükten sonra diğer insanlar bazen bunları kazıp kafataslarını alıyorlardı. Bu kafatasları evlerde tutuluyor ve evden eve dolaştırılıyor, böylece haneler arasındaki ilişkiler ve yakınlık derecesi gösterilmiş olunuyordu. Bazı kafatasları daha sonra evlerin kirişlerin altına yerleştiriliyordu; evi ayakta tutmak için atalarının kafatasından faydalanıyorlardı. Kimi kafatasları ise boyanıyor, ya da sıvanıyordu. Bir deneyde bir kadın kafatasına yüz hatları modellenerek eklendi. Bu kadın kafatası bir başka kadının kollarına sarılı olarak bulundu (resim)
Çatalhöyük'ün Neolitik Dönemin son zamanlarında, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesinden çok sonra kurulduğunu biliyoruz. Ekonomik olarak bunlara bağlı olduklarını bilsek de Çatalhöyük sakinlerinin yabani ot ve hayvanlara düşkün olduklarını görüyoruz. Sanat ve sembolizmde evcil koyun ve keçiye pek rastlanmaz. Tüm sosyal ve sembolik dikkatlerini yabani hayvanlara vermişlerdir; yabani bitkiler bile bir yemek kaynağı olarak önem teşkil etmelerine karşın sembolizmde nispeten küçük bir role sahiptirler. Bazı hayvanları yerleşmeye getirip yemenin bir tabu olduğu ortada. Leopar yemenin bir tabu olduğu neredeyse kesin, ve büyük bir ihtimalle ayılar için de aynısı geçerli. Çatalhöyük bir tarım toplumu olmasına rağmen sosyal ve sembolik dünyaları, yabani hayvan ve bitkilere duydukları hayranlıkla zenginleşmiş.
Genel olarak arkeolojik materyalin çeşitliliği ve Çatalhöyük'ün büyük oranda korunmuş olması sayesinde kültürel olarak çeşitli ve gizemli bir halkı keşfettik. Belki de her sene hem yerel, hem de uluslararası turistleri bölgeye çeken de bu gizemdir. Son sayımda (Ağustos 2015) bölgeye yıllık olarak 20.000'in üzerinde kişi gidiyordu -çoğu yerel turistler olsa da, dünyanın dört bir yanındaki gezginlerin de uğrak yeriydi. Çatalhöyük 9 binyıl önce yaşayanlar için ne kadar önemliyse, bugünün insanları için de eşit derecede önem teşkil ediyor. Buna ek olarak bölge artık global olarak da tanınıyor. Çatalhöyük 2012'de UNESCO Dünya Mirası olarak koruma altına alındı. Çatalhöyük'e bugün gittiğiniz takdirde bölgeyi gezebilir, mükemmel bir şekilde korunmuş yapılara bakabilir, Neolitik ellerin eseri eski sanat eserlerine hayran olabilir, Anadolu sıcağında mutlu mesut çalışan arkeologların çalışmalarını izleyebilir ve büyüleyici Ziyaretçi Merkezi'mize uğrayabilirsiniz. Ayrıca yakın bir zamanda tekrar kullanıma girecek olan bir internet sitesinden broşür, rehber, harita, fotoğraf, film, çizim ve bu inanılmaz yer hakkında daha pek çok şey edinebilirsiniz. Çatalhöyük ziyaret ettiğinize değecek, arkeolojik anlamda gerçekten zengin ve büyüleyici bir bölge!
EN ÇOK OKUNANLAR
Altınlarla Donatılmış Trakyalı Savaşçı Mezarı Bulundu
Arkeologlardan oluşan bir ekip, Bulgaristan'ın Topolovgrad kenti yakınlarındaki Kapitan Petko Voyvoda köyünde çok heyecan verici bir keşifte bulunarak, Trakyalı bir savaşçının mezarını ve altından oluşan pek çok eseri ortaya çıkardı.
- Trakyalı
- Trak
- Savaşçı
- Süvari
- Mezar
- Altın
- Yüzük
- Hançer
- Zırh
- Hazine
- At
- Bulgaristan
- Thracian
- Thracian
- Warrior
- Cavalry
- Tomb
- Gold
- Ring
- Dagger
- Armour
- Treasure
- Horse
- Bulgaria
- Arkeoloji
- Tarih
- Sanat
- Sanat Tarihi
- Antik
- Kültür
- Medeniyet
- Archaeology
- Archaeological
- History
- Art
- Art History
- Heritage
- Culture
- Civilization
- Haber
- Gündem
- Güncel
- Aktüel
- Arkeolojik Haber
- Archa
Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu
Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.