İznik Gölü'ndeki Batık Kilise

Deprem Kurbanı Aziz Neophytos

Bu taramalarda kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta, İznik Gölü (Askania Limne) sularının ortalama 2 metre derinliğinde anıtsal bir bazilikaya ait kalıntılar da saptanmıştır. İlk izlenimimiz bu anıtsal yapının, yukarıda sözü edilen Erken Hıristiyanlık Dönemi bazilikalarından biri olduğudur. Yapı, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Ortadaki daha geniş ve orijinalde daha yüksek olmak üzere, üç nefe ayrıldığı anlaşılmaktadır.

Nikaia/İznik, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren en önemli dinsel merkezlerden biri olarak yazılı kaynaklarda adından sıkça söz edilen kentler arasındadır. Kent, Konstantinopolis’e (İstanbul) yakın jeopolitik konumu, yumuşak iklimi ve çok sayıda din adamını barındıracak alt yapısı nedeni ile 325 yılında toplanan I. “Ökümenik Konsile” ev sahipliği yapmış; İmparator Büyük Konstantin’in de bizzat katılımı ile birlikte, Hıristiyan inancının temel prensipleri burada karara bağlanmıştır.  

Oysa bu toplantıdan henüz 12 yıl öncesine kadar, Roma İmparatorluğu topraklarında yasak inanç kabul edilen Hıristiyanlık dini ve bu inanca mensup ilk Hıristiyanlar, tek tek ya da toplu halde türlü işkencelere maruz bırakılmışlardı. İnancından dönmeyenler ise bu uğurda şehit edilmişlerdi. Kaynaklar Nikaia’da, inancından vazgeçmediği için infaz edilen isimleri belgelemektedir. Aslında bu bilgiler bize kentte ilk yüzyıllardan itibaren büyük bir Hıristiyan topluluğun varlığını da kanıtlamaktadır.

Aziz Neophytos’un işkence ve şehit edilişini gösteren minyatür (St. Neophytos, Baltimore, Walters Art Gallery Ms. W. 521, fol. 200r)

Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu içinde serbest inanç haline geldiği 313 Milano Fermanı’ndan sonra, imparatorluk ailesinin bağışları ile kiliseler inşa edilmeye başlandı. Bu inşa faaliyetleri, Hıristiyan toplulukların yoğun olduğu büyük merkezlerde ve kutsal topraklarda bulunan önemli kentlerde yoğunlaşırken, daha küçük yerleşim bölgelerinde zamanla geliştiği kabul edilmektedir.  Nikaia da önemli bir imparatorluk merkezi ve ilk yüzyıllardan beri inançları uğruna din şehitleri vermiş bir merkez olarak, Milano Fermanı’nın hemen ardından, saray erkanının destekleri ile anıtsal bazilikal kiliseler inşa edilen kentler arasındadır.

İmparatorluk toprakları genelinde inşa edilen bu ilk bazilikaların yerleri de titizlikle seçilmiştir. Genellikle işkence zamanlarında şehit edilmiş Hıristiyanların öldürüldükleri yerler veya gizli toplantılarda, bir odası kilise olarak kullanılmış evlerin (Domus Ecclesiae) anısı yaşatılmak istenmiş hatta buralar birer kült alanına dönüştürülmüştür. Ne yazık ki, Erken Hıristiyanlık Döneminde inşa edilmiş bu yeni dinsel anıtlardan çok az veri günümüze ulaşabilmiştir. Bunun başlıca nedeni, bölgede aralıklarla meydana gelen ve tahrip gücü çok yüksek olduğu bilinen tarihsel depremler, kuşatmalar ve savaşlardır. İznik Belediyesi adına Bursa Valiliği ve İznik Kaymakamlığı’nın desteği ile başlattığımız İznik’in UNESCO Dünya Kültür Mirası kapsamına alınması çalışmaları esnasında 2013 yılında, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından İznik’te başlatılan “Tarih-Kültür Mirası” tespiti için havadan çekilen fotoğraflar da incelenmiştir.

Bu taramalarda kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta, İznik Gölü (Askania Limne) sularının ortalama 2 metre derinliğinde anıtsal bir bazilikaya ait kalıntılar da saptanmıştır. İlk izlenimimiz bu anıtsal yapının, yukarıda sözü edilen Erken Hıristiyanlık Dönemi bazilikalarından biri olduğudur. Yapı, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Ortadaki daha geniş ve orijinalde daha yüksek olmak üzere, üç nefe ayrıldığı anlaşılmaktadır. Naosun doğusundaki apsis, içte dairesel formlu olup, dışa düz bir duvar şeklinde yansımıştır. Ana apsisin her iki yanında ayin için kullanılan malzemelerin saklandığı pastophoria odaları belirgindir. Naosun batısında bir narteks bulunmakta, önünde, kısmen narteks duvarından daha içerde tutulmuş, üç birimli bir mekân yer almaktadır. Hava fotoğrafları, bazilikanın bütün birimlerinin, çökme sonucu oluşan üst yapıya ait moloz ile kaplı olduğunu net biçimde göstermektedir.  Fotoğraflarda bir başka dikkati çeken iz ise, bazilikanın kuzey yönünden kıvrılarak batıya doğru devam eden uzunca bir duvar kalıntısıdır. Bu duvar, Nikaia kentini göl tarafından koruyan surun bir parçası mıydı yoksa anıtsal bazilikayı göl sularının tahribatından korumak için inşa edilmiş bir çevre duvarına mı aitti?

Tüm bu soruları, ancak yapılacak kapsamlı sualtı araştırmaları cevaplayabilecektir. Diğer anlam verilemeyen bir kalıntı, bazilikanın kuzeydoğusunda yer almaktadır. Burada alt alta iki yarım daire kalıntısı dikkat çekmektedir. Bu kalıntı bazilikaya inen merdiven basamakları olabileceği gibi, eksedra şeklinde bir kalıntıya da ait olabilir. Fotoğraflardan anlaşılamayan bir diğer detay ise güneydoğu pastophoria bölümünde yer alan birisi dikdörtgen, diğeri kare şeklinde iki oluşumdur. Dikdörtgen olan mezar kalıntısı, diğeri ise vaftiz havuzu olabilir. Yüzyıllardır sular altında izini kaybettirmiş olan bu bazilika, varlığını yalnızca yazılı belgelerden bildiğimiz, kentte inşa edilmiş ilk dinsel anıtlardan biri olmalıdır. Bu bağlamda, kısıtlı bilgiler içeren veriler bize yol göstermektedir. Roma imparatorları Decius (249-251) ve Diok-letianus’un (284-305) Hıristiyanlara zulüm yaptığı yıllarda, Nikaia kentinde de bu tür kıyımlar yaşanmıştır.  İnancından vazgeçmediği için din uğruna şehit edilen Hıristiyanlardan biri, Martyr Aziz Neophytos’tur. Aslında, Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak Bitinya (Bithynia) Olymposu’nda dünyaya geldiği bilinen Neophtos, daha çocukluk çağlarından itibaren kutsal bir kişi olduğunu, gösterdiği çeşitli mucizeler ile belli etmişti.

Henüz 9 yaşlarında iken, kendisine görünen güvercini dağdaki mağaraya kadar takip etmiş ve mağarada yaşayan vahşi hayvanı kovarak 16 yaşına kadar burada kalmıştır. Daha sonra rüyasında kendisine gözüken tanrının buyruğu ile büyük zulüm sırasında Nikaia’ya gelmiş ve açıkça kimliğini ifşa etmiştir. Bu yüzden yakalanıp inancından vazgeçmesi istenmiş; kabul etmediği için işkencelere maruz kalmıştır. İşkenceler arasında bir ağaca asılıp kırbaçlandığı, demir çengeller ile vücudunun kazındığı, vahşi hayvanlar arasına bırakıldığı, ancak hayvanların ona zarar vermediği görülünce, kızgın fırına atıldığı söylenmektedir. Fakat her defasında kuvvetli bir imana sahip bu genç Hıristiyan, hiçbir zarar görmeden sağ kalmıştır.

En nihayetinde, kentin göl tarafındaki surlarının dışında, gölün sahili ile surlar arasındaki bir noktada imparatorluk askerleri tarafından mızrak ya da kılıç darbeleri ile parçalanarak şehit edilmiş ve öldüğü yerde (304 ya da 305 yılı) gömülmüştür.  Mezarının bulunduğu alanda daha sonradan bir kilise inşa edilmiştir. Kilisenin konumundan dolayı Aziz Neophytos, şehri gölden gelecek tehlikelere karşı koruyan aziz (Promakhos gibi) olarak görülmüştür. 325 yılındaki ilk Ökümenik Konsil’den sonra Nikaia kentindeki konsilin yapıldığı toplantı mekânları, batıdan kutsal topraklara hacca giden hacıların uğrak merkezi haline gelmiştir. Neophytos, Tryphon ve Diomedes’in kültleri yerel halk tarafından çok fazla sahiplenilmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi, özellikle Neopyhtos gibi bazı azizlerin kenti düşmanlardan koruduğuna inanılmıştır. Tarihsel veriler, günümüzde göl altında ortaya çıkan kilisenin plan şeması ve lokalizasyonu birlikte değerlendirildiğinde; tespit edilen anıtsal bazilikanın, Aziz Neophtos’un mezarı üstüne inşa edildiği söylenen kilise olduğunu işaret etmektedir.  Söz konusu İznik gibi hem bilinmeyenleri hem de sürekli yeni bir yapı kalıntısının ortaya çıktığı bir şehir olduğunda, değişik ihtimalleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Kaynaklarda bahsedildiği halde yerini tam olarak bilmediğimiz diğer önemli bir yapı

I. Ökümenik Konsil’in yapıldığı I. Konstantin’in bazilikasının da yer aldığı sarayıdır. Bu bazilika su altından göründüğünde, A. Bryer’ın göl kıyısı ile sur duvarları arasına lokalize ettiği Konstantin Sarayı ve Bazilikasının yerine yakın bir noktada durmaktadır. Diğer bir ifade ile keşfedilen kalıntılar Bryer’in işaret ettiği sarayın bazilikası da olabilir. Bu nedenle bazilikanın Konstantin Sarayı’na ait olabileceğini de göz önünde bulundurmakta fayda vardır. Bu nedenle sualtı araştırmaları yapılmadan kesin yargılara ulaşmak mümkün değildir.  Birkaç gün önce kanalizasyon kazısı sırasında ortaya çıkan ve medyaya haber olan bir taban mozaiği ise İznik üzerine tartışmaları daha da çok gündeme taşıyacak gibi görünüyor. Bu mozaiğin bulunduğu yerin de İznik’in bilinmeyenleri bağlamında tartışılacağına kuşku götürmüyor.

Peki, nasıl bir felaket bu anıtsal yapıyı göl sularının altına gömdü? İşte bu aşamada da yazılı kaynaklar imdadımıza yetişiyor. 740 yılında yaşanan büyük deprem Ayasofya ve Koimesis Kilisesi dahil olmak üzere ketteki neredeyse bütün yapıların harabe haline gelmesine neden olmuştur. Aslında bu kalıntı, çok şiddetli ve yıkıcı olan 740 depreminin, kentin kıyı çizgisini dahi değiştirdiğini gösteren en önemli veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Erken Hıristiyanlık Döneminde inşa edilmiş yapının depremden sonra bir daha kullanılmadığı, sular altında kaldığı büyük olasılıktır. Aynı coğrafyada çeşitli aralıklarla tekrar eden tahrip gücü yüksek depremler, belli ki 1999 yılında yaşanan Gölcük depreminde olduğu gibi coğrafi çizgileri değiştirecek kadar şiddetli idi. Nitekim hava fotoğrafı eski kıyı çizgisini de net biçimde gösteriyor. Anlaşılan o ki, göl içinde tespit edilen bu erken dönem bazilikal kilise ve etrafındaki kalıntılar, gizli kalmış pek çok soruya cevap verecek.

Şimdilik yapının 5. yüzyıldan sonraya gitmediği düşünülmektedir. Elbette, yapılacak detaylı arkeolojik araştırmalar birçok yeni ipuçları sunacaktır. Belki de hiç el değmemiş mozaikli bir naos zemini ile karşılaşacağız.  Bütün bu sorulara yanıt, ancak, burada başlatılacak kapsamlı sualtı araştırmalar ve arkeolojik kazılar ile verilebilir. Bu amaçla en kısa zamanda sualtı arkeolojik araştırmaları başlatılarak, sonrasında alan düzenlemesi yapılıp hak ettiği ölçüde ziyarete açılması hedeflenmektedir.  

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER