Aspendos Tiyatrosu ve Restorasyon Tartışmaları

Medyada yer alan Aspendos tiyatrosu restorasyonuna yönelik haber ve tartışmalardan yola çıkarak ‘restorasyon nedir, nasıl olmalıdır’ sorusunun yanıtını farklı uzmanlardan farklı yorumlarla dinledik. Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu, Prof. Dr. Bekir Eskici, Prof. Dr. Bilal Söğüt, Prof. Dr. Nevzat Çevik ve restoratör-konservatör Uğur Alanyurt bizim için restorasyon çalışmalarını değerlendirdi.

Aspendos Tiyatrosu restorasyon sonrası görünümü.

Aspendos tiyatrosu restorasyonu son günlerde medyada geniş yankı buldu. Restorasyonu üzerine tartışmaların devam ettiği Aspendos tiyatrosu, yalnızca Anadolu’nun değil, tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunmuş Roma Dönemi tiyatrosu olma özelliğini taşıyor. 1930’lu yıllarda Aspendos’u ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk, o sırada bakımsız ve otlar içinde bulunan tiyatronun “onarılıp yeniden kullanılmasını” istemiş.  Geçtiğimiz haftalarda, restorasyonda kullanılan beyaz renkli taş için öne sürülen ‘mutfak mermeri’ eleştirisi büyük tepkiye yol açtı. Aspendos tiyatrosu restorasyonundan sorumlu yetkililer ise iddialara ilişkin; kullanılan malzemenin analizler sonucunda seçildiği ve antik dönemde kullanılan taşa uygun bir malzeme olduğu, renginin ise zaman içerisinde çevresel dış faktörler ile birlikte değişeceği yönünde yanıt verdi.

Aspendos Tiyatrosu restorasyonunun proje sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

Bilal Söğüt: Aspendos tiyatrosunun restorasyon sürecinde, ulusal ve uluslararası yasa, yönetmelik ve ilke kararları doğrultusunda yapılması gerekenlerin tamamı yapılmıştır. Gerekli olan her durumda kurul üyeleri yerinde incelemeler yapılıp, analiz raporları kontrol edilmiş, değerlendirmelerin ardından karar oluşturulmuştur. Bunların ötesinde, önce örnek bir uygulama yapılması istenmiştir. Sonuçta kültür varlığının korunması sürecinde, tüm gereklilikler yerine getirildikten sonra kararlar oluşturulmuş ve bunlar takip edilmiştir.

Aspendos Tiyatrosu restorasyonu ile ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Bekir Eskici: Aspendos Tiyatrosu, iki bin yıla yakın geçmişi ve yaşadığı değişimlerle birlikte mimari bütünlüğünü büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşmış, antik dünyanın en görkemli anıtlarından biridir. Anıtın geçmişten gelen bilgi bütünlüğünün korunması ve yaşatılmasının sağlanması için restore edilmesi kaçınılmazdır. Anıt üzerinde gerçekleştirilen bu restorasyon müdahalelerine ilişkin medyaya da mal olmuş tartışmaları doğru zemine oturtmak için konuyu iki açıdan ele almak gerekir: Birincisi teknik boyut, diğeri estetik boyut.

Teknik boyut, anıtta çeşitli nedenlerle hasar görmüş, yıpranmış, eksilmiş alanlarda yapılan sağlamlaştırma ve bütünlemeye ilişkin işlemleri kapsar. Burada, teknik ve işlevsel nedenlerle bazı mimari elemanlarda ve özellikle de oturma sıralarında eksilmiş elemanların geleneksel yöntemlerle tamamlanması yoluna gidilmiştir. Eksilmiş, yok olmuş oturma sıraları, geçmişte çoğu antik yapıda görüldüğü gibi çimento ya da özel harç karışımlarından oluşan imitasyon ile değil doğal taş kullanılarak tamamlanmıştır. Bu tür yapay içerikli harçların zaman içerisinde bozuldukları ve özgün yapıya ve malzemelere zarar verdikleri bilinmektedir. Bu nedenle taşı taş ile tamamlamanın restorasyon uygulamalarında giderek yaygınlaşan bir tutum olduğu izlenir. Burada aranan kriterin yeni taşın özgün taş ile benzer fiziksel özellikler göstermesi ve eski ile yeninin ayırt edilebilir olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında uygulamada teknik bir sorun görünmüyor.

Estetik boyut ise daha çok yapılan müdahalelerdeki renk, biçim ve doku bütünlüğünün sağlanmasını, yani eski ile yeni kısımlardaki görsel uyumu içermektedir. Bu bir yapıda restorasyonun makul ölçülerde anlaşılır olmasını, ancak aşırı derecede öne çıkmamasını, dikkati kendine çekmemesini gerekli kılmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Aspendos’taki tartışmalara yol açan sorunun teknik olmaktan çok, estetik olduğu kanısındayım. Çünkü bir tarafta yıpranmış, yüzeyleri zamanla iyice koyulaşmış kirli özgün taşlar ile bunların yanında ocaktan yeni getirilmiş temiz ve oldukça açık renkte onarım taşları söz konusudur. Yani, eski ile yeni arasındaki aşırı zıtlıktan kaynaklanan görsel uyumsuzluk nedeniyle restorasyonun bağırarak kendini gösterdiği, fazlaca öne çıktığı bir durum oluşmuştur. Bu taşların 10 (?) yıl sonra kirlenip renk değiştirecek olması günü kurtarmamakta, bugün için izleyiciye itici gelmekte, rahatsızlık vermektedir. Eski taşların kısmen temizlenmesi, yenilerin de kısmen eskitilmesi veya kirletilmesi (yapay patina) yoluyla bu tür sorunların yine anlaşılır bir farklılık oluşturmak kaydıyla çözülmesi mümkün olabilmektedir. Onarım taşlarının üzerine günümüzün damgasını vuracak bir tarih veya işaret düşmek de ayrıca bir çözüm olarak düşünülebilir.

Uğur Alanyurt: Aspendos tiyatrosunda gerçekleştirilen restorasyon işleminin ülkemizde yapılan yüzlerce restorasyon gibi doğru şekilde yürütüldüğünü söylemek mümkün. Tiyatronun statik açıdan restorasyonunun gerekmediği ancak işlevsellendirme gereği ziyaretçilerin kullanımı sırasında sorun yaşamaması, oturma yerlerinin sağlıklaştırılması gibi nedenlerle restorasyonunun gerçekleştirildiği bilinen bir gerçektir. Restorasyon uygulamaları sırasında tiyatronun bazı yerlerinde enjeksiyon yöntemiyle sağlamlaştırma yapılmış, söz konusu oturma sıralarında orijinal taşın analizleri yapılarak elde edilen bulgular ışığında yerlerine konulacak olan yeni taşlar imal edilmiştir.

Konservasyon ile restorasyon arasındaki farktan kısaca söz edebilir misiniz?

BE: Koruma çabaları genelde “restorasyon” ve “konservasyon” kavramları ile ifade edilse de aslında bu iki kavram farklı anlamlar içerir. Teknik olarak “koruma” yapı, ya da eşyanın varlığına hiç müdahale etmeden yapılan bakımdır. “Restorasyon”, değişik koşullarda ve durumlarda yapılan onarma, düzeltme, yenileme, yeni güç aşılama gibi strüktürel, teknik ve biçimsel müdahalelere; “konservasyon” ise bakım ve onarımı da içine alan her türlü önlem ve koruyucu müdahalelere denir. Aktif (etkin) konservasyon ve pasif (önleyici) konservasyon kavramlarının kullanımı da yaygındır. Aktif konservasyon, restorasyon aşamalarını, pasif konservasyon ise zaman içinde oluşabilecek bozulmalara karşı alınan önlemleri kapsar.

Nevzat Çevik: Konservasyon, yapının elde kaldığı kadarıyla sağlamlaştırılarak dondurulmasıdır. Tamamlamadan, o haliyle, güçlendirilip konsolide edilerek (sağlamlaştırılarak) geleceğe saklanmasıdır. Restorasyonda, yapı özgün haline uygun biçim, teknik ve malzemeyle yapılan tamamlamalarla ayakta tutulmaya çalışılır. İkisinde de ilk amaç korumadır. Tamamlamaların kısmi ya da tümcül olması yapının bize kalan oranlarına bağlıdır. Çoğa yakın sağlam korunmuşluk yoksa tümcül tamamlama yapılamaz.

Doğru restorasyon nasıl olmalıdır?

NÇ: Restorasyonda bir tek doğru yoktur. Farklı ekoller farklı önerilerde bulunabilir. Ve her yapı kendi içinde değerlendirilmelidir. Yapılar; planına, malzemesine, tekniğine, statik durumuna ve çevre dokusuna göre özel farklılıklara sahiptir. Yani, biri için doğru olan, öteki için yanlış olabilir. Doğru restorasyon, doğru bir bilimsel ve teknik ekiple uzun bir projelendirme döneminde dikkatle kararlaştırılmalıdır. Uygulama sürecinde de aynı bilim ekibi dikkatle izlemeli ve anlık müdahalelerde bulunabilmelidir. Bu nedenle Venedik Tüzüğü, restorasyonla ilgili işlerin, sadece bu işi üzerine almış kişilere bırakılamayacağını söyler. Restorasyon uygulamaları sürecinde çok farklı sürprizler çıkabilir ve sizin karar değiştirmeniz gerekebilir. Ancak genel ihale yasasıyla yapılmakta olan restorasyonlarda bu ideal prosedürün yürümesi olanaklı değildir. Yavaş ve dikkatli yürümesi gereken restorasyon işlerinde zaman sınırı olmaz. Restorasyon biliminde geri alınabilir malzemeler ve teknikler çoğalmaktaysa da, restorasyonun geri dönülmez bir yol olduğu bilinmeli ve ona göre çok doğru kararlar alınmalıdır. Restorasyon karar ve uygulama süreçlerinde koruma kurullarının hassasiyeti ve özellikle de uygulamayı takip eden rölöve müdürlükleri uzmanlarının bilgili ve hassas olmaları büyük önem taşır.

BE: Restorasyon bugünkü kavramsal içeriği ile basit bir tamir etkinliği değil, çeşitli uzmanlık alanlarından yararlanan bilimsel bir disiplindir. Amacı, kültür varlığının estetik ve tarihi değerini korumak ve ortaya çıkarmaktır. Bizden önce yaratılmış bir anıtın koşullarına sadık kalmak, en az müdahale ile en iyi korumayı sağlamak çağdaş koruma düşüncesinin gereğidir. Her bir kültür varlığının kendine özgü koşulları ve bu koşulların gerektirdiği çeşitli müdahaleler söz konusudur. Bunun gereği olarak restore edilecek bir yapının durumunun incelenmesi, bozulma nedenlerinin araştırılması, sorunların saptanması ve buna göre müdahale yöntemlerinin oluşturulması gerekir. Tüm kararlar ve müdahaleler metodik ve bilimsel incelemelere uygun olarak alınmalı, uygulamalar bu yönde devam ettirilmelidir. Bu da ancak disiplinler arası iş birliği ile mümkün olabilir. Restorasyonda hangi yöntemlerin ve malzemelerin kullanılacağı da büyük önem taşır; bilgi ve deneyim sahibi restoratör veya uzmanlardan oluşan restorasyon ekibi en doğru tercihleri yapacaktır. Sonuç olarak restorasyon bir süreç ve ekip işidir. Süreç ve ekip doğru teşkil edilir, doğru yönetilirse restorasyon da doğru olur. Gelişmiş ülkelerdeki restorasyonlar, yöntemlerini çeşitli disiplinlerden derlenen bilimsel bilgiler üzerine temellendirmekte ve bu sayede başarılı uygulamalara dönüşmektedir.

BS: Bu konuda ülke olarak altında bizim de imzamızın olduğu uluslararası tüzükler genel kuralları belirlemiştir. Uluslararası tüzükler ve ulusal zorunluluklar dikkate alındığında öncelikle tüm yapıların mevcut durumu korumaya alınmalıdır. Bir diğer ifadeyle önce konservasyon uygulanmalıdır. Çünkü ister kazıda bulunmuş, isterse açıkta olan bir yapı olsun kesinlikle mevcut durumu korumaya alınmaz ise tahrip olacağı açıktır. Çünkü bir yapının koruma önleminin alınmaması ya da konservasyonunun yapılmaması “kış aylarında bir insanın elbisesiz bırakılması” gibidir. Restorasyon sonra düşünülmesi ve yapıya göre belirlenmesi gereken bir durumdur.

UA: Her eser için geçerli ve uygulanabilir doğru yoktur. Eserden esere, eserin bulunduğu coğrafyaya ve eserin restorasyon sonrasında nasıl kullanılacağına dair etkenler restorasyonu şekillendirir. Bunun dışında teknikler ve malzemeler geliştikçe restorasyon uygulamaları da değişir. Temel kanunlar vardır ki, bunlar; restorasyonun ayırt edilebilmesi, estetik açıdan ön plana çıkmaması, geri alınabilir olması ve eseri oluşturan malzemeyi kimyasal veya fiziksel açıdan etkilememesidir. Bu süreçte ülkemizde özgün malzemenin analiz edilerek yeniden üretilmesi veya yakın özellikte malzeme kullanılması revaçta olan bir bakış açısıdır. Lakin Aspendos ve Şile Kalesi örneğinde olduğu gibi bunun da sakıncaları vardır. Zaten aynı renk ve aynı dokuyu yakalama çabası kimyasal ve fiziksel açıdan uygun malzeme kullanımı ilkesine uymaktayken, restorasyonun ayırt edilebilir olması ve geri alınabilir olması ilkeleriyle ters düşer.

“Doğru restorasyon kavramı” gibi bir tanımlama yapılmadan önce bunun coğrafyamızda bulunan eserler ve ülkemizin özel durumlarının (ihale yasası, bürokrasi ve benzeri) göz önünde tutularak oluşturulması gerektiğini düşünüyorum.

İstanbul Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi gibi uzun yıllardır konservasyon, restorasyon ve arkeometri konularında eğitim veren akademik tecrübeye sahip kurumların, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi kurumlarla çalıştaylar ve konferanslar düzenleyerek mevcut uygulama sorunlarının değerlendirilmesi, antik dönemden Osmanlı İmparatorluğu’na ve hatta erken Cumhuriyet eserlerine değin özel koşulları olan eserlerin sorunsallarının değerlendirilip ortak paydalara varılması ve çözümler üretilmesiyle gerçekleştirilebileceğini düşünmekteyim.

Restorasyonda kullanılacak malzeme seçilirken nelere dikkat edilmelidir?

BE: Restorasyon uygulamalarının başarısında, kullanılacak malzeme seçimi büyük önem taşır. Çeşitli niteliklerdeki kültür varlıklarının konservasyonu sırasında farklı malzeme cinslerine göre, değişik boyutlarda çok çeşitli maddeler ve teknik bilgi kullanılarak birbirinden farklı uygulamalar gerçekleştirilebilmektedir. Tıp alanında kullanılan malzemeler ve teknikler nasıl sürekli gelişiyor ve değişiyorsa, restorasyon alanında da benzer durum söz konusudur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kültürel mirası koruma etkinliğinin zanaat olmaktan çıkıp bilimsel nitelik kazanması, korumaya yönelik araştırma laboratuvarlarının hızla çoğalıp yayılmasına yol açmıştır. Farklı uygulamalara dönük öteden beri kullanılan geleneksel malzemeler yanında, özellikle yüzey temizliği, sağlamlaştırma ve korumaya yönelik lazer ve nanoteknoloji gibi son derece gelişmiş ileri teknolojik ürünler de kültürel mirasın hizmetine sunulmaktadır. Başarılı bir restorasyon için gelişen teknolojinin sağladığı olanakları yakından takip etmek, yeni malzeme ve teknikler konusunda bilgi sahibi olmak gerekir.

Mimari onarımlarda, özellikle yapısal tamamlamalarda, uluslararası tüzüklerde de tavsiye edildiği gibi, geleneksel teknikler ve malzemeler tarihi dokuya uyum bakımından daha çok tercih edilir. Bazı durumlarda, koruma açısından önemli yararlar sağlayan modern teknik ve malzemelerin kullanılması da uygun olabilir. Ancak bunların kullanılması aynı zamanda bilimsel bir tecrübe gerektirir ve güvenilir bilimsel kanıtlarla desteklenmelidir. Geleneksel ve yeni teknikler arasında tercih yapılmadan önce, her yapının durumu, güvenlik ve mukavemet gereksinimleri göz önünde tutularak değerlendirilmeli, en az müdahale getiren ve kültürel değerlerle en uyumlu olan malzemeler seçilmelidir.

Bu aşamada seçilecek malzemenin niteliklerinin bilimsel yöntemlerle saptanıp belirlenmesi, yenisinin özgün malzemeyle uyumlu olması önemlidir. Bunu sağlamak, arkeometri, kimya, fizik, mineroloji, petrografi, malzeme koruma bilimi gibi farklı disiplinlerin işbirliği ile mümkündür. Yapılacak restorasyon uygulamaları öncesi bir dizi araştırma ve tespit çalışmalarına ihtiyaç vardır. Bu çalışma kimyasal/fiziksel analiz sonuçlarından yararlanılarak gerçekleştirilecek deneysel uygulamaları da içermelidir. Laboratuvar testleri ve bizzat anıt üzerinde gerçekleştirilmesi gereken bu deneysel uygulamalar, uygun malzeme seçiminin tespiti bakımından büyük önem arz eder.

NÇ: Yapının özgün malzemesine ve tekniğine dikkat edilmelidir. Laboratuvar analizleriyle yapının özgün malzemelerinin cinsi, dayanım oranı, rengi ve dokusu tahlil edilir ve buna göre en yakın çevredeki en yakın benzer malzemeler tespit edilir. Venedik Tüzüğü’nde belirtildiği gibi, yeni kullanılan malzeme yerinde duran orijinal malzemeden mutlaka farklı görünmelidir. Tarihsel yanılgıya yol açmamak ve asıl eserle yarışmamak üzere belli oranda ve uygunlukta farklılık her zaman görülmelidir.

BS: Yapının kendisinde kullanılan malzemelere en yakın olan tercih edilmelidir. Çünkü her zaman yüzde yüz tutturulması mümkün olmayabilir. Harç açısından yapılan analizler ile neredeyse aynısını oluşturmak mümkün olabiliyor. Ancak kullanılan mermer açısından düşünürseniz, antik bir yapının mermerlerinin bile hepsi yüzde yüz aynı değildir. Buradaki yöntem aynı bölgeden en yakın malzemenin tercihi olabilir. Antik dönemde insanlar bunları mermer ocaklarından getiriyorlardı ve ocağın durumuna ve yapısına göre değişiklik olabiliyordu. Ama her zaman genel anlamda dönem farkı yok ise çok farklı olması beklenmez.

UA: Özgün malzemeyle fiziksel, kimyasal ve estetik açıdan uyuma dikkat edilmelidir. Esere zarar vermeden geri alınabilir olmalıdır. Bunun dışındaki tüm diğer detaylar mevcut gereksinimlerine göre şekillenebilmektedir.

Antik yapılarda hangi durumlarda restorasyon yapılmalıdır?

BE: İşlevini yitirmiş, tekrar kullanılamayacak durumda olan arkeolojik alanlardaki yapıların restorasyonu söz konusu değildir. Bu tür alanlarda arkeolojik ve peyzaj değeri taşıyan kalıntıların sağlamlaştırılarak korunması uygun bir yaklaşımdır. Buna karşın, özellikle kent silueti için önem arz eden anıtsal nitelikli yapılarda daha çok anastilosis yöntemiyle restorasyon uygulamalarına gidilmektedir. Yani, yıkılmış bir yapının alan üzerindeki parçalarıyla yeniden ayağa kaldırılması veya kalıntının genel çizgilerinin ortaya çıkarılması için mümkün olan en az ek ve nötr malzeme ile dağılmış parçaların birleştirilmesi işlemi söz konusu olabilir. Çeşme ve tiyatro binaları gibi kullanıma açılacak, yeniden işlev verilecek antik binalarda da aslına uygun restorasyon yapılabilmektedir. Restorasyon tarihi dokunun, eski yapıların kullanımına ve özelliklerine göre mümkün olduğunca az değişikliklerle yapılmalıdır. Buna karşın, büyük ölçüde yıkılmış, yok olmuş yapılarda yeniden yapıma (rekonstrüksiyon) yönelik uygulamalardan kaçınılır. Günümüzde temelleri üzerine bütünüyle yeniden inşa edilerek müzeye dönüştürülen Atina agorasındaki Attalos Stoası arkeolojik alanlarda rekonstrüksiyon uygulamasına istisnai bir örnek teşkil eder.

BS: Bu durum yapıya, bulunduğu yere, kullanım şekline ve ziyaret durumuna göre değişebilir. Bu nedenle, bunu her yapı özelinde düşünmekte yarar var. Her ne olursa olsun, yapının özünde değişiklik olmamalıdır. Ancak bazı yapılar için zamanımızın gereği olan elektrik, doğal etkenlerden korunma ve koruma çatısı gibi uygulamalar, yapıya özel olmak üzere değerlendirilmelidir.

Aykut Çınaroğlu: Antik yapılarda onarımın kazı başkanının ön göreceği durumlarda yapılmasının daha uygun olacağı kanısındayım. Doğru onarım, belirlenmiş kurallar doğrultusunda ve UNESCO'nun önerdiği gibi, yeni eklenen bölümlerin belli olması koşulu ile yapılmalıdır.

NÇ: Bu kararda yol gösterici tek etken yapının kendisi ve içinde bulunduğu şartlardır. Kazısı tamamlanmış yapılarda, eğer yapı kendisini ayakta tutamayacak durumdaysa ve eğer kendi başına, hali hazır sağlığıyla yaşayamayacaksa ve öz yapısıyla ve malzeme durumuyla tamamlamaya uygun varlık ve nitelik düzeyindeyse yapılması gerekir. Korumada ilk tercih konservasyon, konsolidasyon gibi yöntemlerdir. Restorasyon da bunlardan biri olarak bir koruma yoludur. Amaç yapıyı korumak ve geleceğe aktarmaktır. Kullanılabilir yapılardaki yeni fonksiyonel durum, sadece sonuçlardan biridir. Antik yapıların kendi yaşam dönemlerinde de çok sayıda revizyon, onarım ve sağlamlaştırma görülmektedir. O dönemlerde de koruma ve kullanma mantığıyla bu çalışmalar yapılmıştır. Ancak bugün, kullanma ilk amaç değildir. Öncelikli olan korumadır.

Restorasyonda uygulanan bir yöntem olan bütünleme nedir? Hangi durumlarda yapılır?

BE: Bütünleme bir anıtın veya eşyanın yok olan kısımlarının eldeki fotoğraf, bilgi ve belgelere dayanarak özgün bütünlüğüne kavuşması için yapılan tamamlamadır. İşlevini yitirmiş, tekrar kullanılamayacak durumda olan arkeolojik alanlardaki yapıların bütünlenmesi uluslararası tüzüklerce de onaylanmayan bir uygulamadır. Herhangi bir belge ve bilgiye dayanmayan yerlerde işlev gerektirmedikçe bütünleme ve yenilemelere gidilmez.

Bütünleme ancak gerçek yapısal verilere ya da belgelere dayandırıldığında kabul edilebilen bir uygulamadır. Fakat dekoratif nitelikli tamamlamalardan büyük ölçüde kaçınılmalıdır. Bütünleme strüktürel, işlevsel ya da estetik kaygılarla gündeme gelebilir. Harap durumda göze hoş gelmeyen bir yapı bütünlenerek, hem tümüyle yok olmaktan kurtarılır, kullanılabilir duruma getirilebilir, hem de estetik bütünlüğüne kavuşur. Sardis’teki Gymnasium yapısı, Efes’teki Celsus Kütüphanesi binası, Sagalassos’taki Antoninler Çeşmesi bu tür uygulamalara örnek verilebilir.

Venedik Tüzüğü’nün 12. maddesinde de belirtildiği gibi, eksik kısımlar tamamlanırken, bütünle uyumlu bir şekilde bağdaştırılmalıdır; fakat bu onarımın, aynı zamanda sanatsal ve tarihi tanıklığı yanlış bir biçimde yansıtmaması için, özgünden ayırt edilebilecek bir şekilde yapılması gereklidir.

Antik yapılarda hangi durumlarda bütünleme yapılmalıdır?

NÇ: Bir insan hastaysa doktora gider, doğal bakım ve takviye ilaçlarla iyileşmezse ameliyat olur. O da olmazsa organ nakledilmesi gerekebilir. Yapmazsanız ölür. Bu durumda bu insana yapılan müdahaleler, güzelliğinden ziyade sağlığına yöneliktir. Eğer mümkünse de ameliyatın estetik olanı elbette tercih edilir. Yani ya bırakacaksın hasta başka organlarını da kaybedip ölecek ya da iyileştirilecek.

Sadece antik eserleri konuşmak yanılgı yaratabilir. Örneğin yıkım kararı çıkmış tamamen eksilen geleneksel mimarlık ürünü bir Osmanlı Dönemi evinin tamamen yeni malzemeyle, orijinaline bağlı olarak yeni baştan yapılması ve içinde yaşanmaya devam edilmesi nasıl yanlış olabilir. Ya da çoktan yıkılmış bir Selçuklu camisi ya da kervansarayının restore edilip hizmete sunulması hata mı kabul edilecek? Bir Roma kraterinin eksik parçalarını dolgu yapıp kabı tümlerken ve diğer parçaların da birbirini tutmasını sağlarken endişe mi duyacağız?

Venedik Tüzüğü, bütünlemeden kaçınılması gerektiği, konsolidasyonun (sağlamlaştırma) daha doğru bir seçenek olduğu ve en az %70 kullanılabilir yapısı-malzemesi ayakta olmayan yapıların tamamlanmaması gerektiğini ve varsayımın başladığı yerde tamamlama işleminin durması gerektiğini belirtir. Yapının kısmi ya da bütün olarak tamamlanması, kalan kısımların da ayakta durmasını ve uzun yaşamasını sağlayacaktır. Düşmüş parçaların yerine konulması, salt o eksiği gidermekten çok çevresindeki dokuyu tutan parçacık olarak daha önemlidir. Bu durumlarda elde olmayan bazı parçalarının tamamlanması da kaçınılmazdır. Restorasyon yapının sağlığına katkı verecekse yapılır. Eğer uygun durumdaysa da dünyada çok örneği bilindiği ve uluslararası tüzüklerin önerdiği gibi yeni bir işlev yüklemek ve bu yolla sürdürülebilir korumayı sağlamak için de restorasyonun gerekliliği söz konusu olur. Örneğin, dünyada müze olarak kullanılan pek çok Roma hamamı ya da cami olarak kullanılan pek çok kilise gibi, başka yapı tipleri de, farklı fonksiyonlarla restore edilerek kullanılmaktadır. 2011 yılında projelendirdiğimiz ve 2012 yılında Kültür Bakanlığı tarafından ihale edilerek gerçekleştirilen Myra Hamamı Doğu Ayakları Acil Restorasyon projesinin zamanında yapılmış olması bugünlerde yaşanan 5,5 şiddetindeki Demre/Myra depreminde dev tiyatronun mutlak yıkımını önlemiştir. Aynı tehlike zamanında konserve ettiğimiz Andriake liman yapıları, hamamı ve Myra Şapeli için de geçerlidir. Onarılan, sağlamlaştırılan yapılar son depremde en küçük bir zarar görmemişlerdir. Yoksa bizler şimdilerde “neden vaktinde onarmadınız da sarsıntıda yıkımına neden oldunuz?” suçlamalarına yanıt veriyor olacaktık. Ancak tüm bu koruma kaygıları yanlış/hatalı restorasyon yapma lüksünü hiç kimseye vermemektedir. Kalıntının antik atmosferi ve havası olabildiği kadar korunmalıdır. Örneğin Myra tiyatrosu sahne binası restorasyon projemizde sadece anastilosis öngördük, proskene kısmında da uyguladık. Elde kalan antik yapı malzemelerini yerine koyarak olduğu kadarını tamamlayıp korumak ve ayrıca yeni malzemeyle tamamlamayı benimsedik. Dolayısıyla, restorasyon, aslında her yapıya özgü değişebilecek teknik ve estetik seçimlere bağlı felsefi bir karardır.

BS: Bana göre bu ucu açık bir soru ve çok şey söylenebilir. Pek çok etken bunda rol oynayabilir. Bütünlemenin yapılması ve boyutuna; yapının durumu, kullanım şekli, ziyaretçi güvenliği, teknik zorunluluklar ve buna benzer kriterler değerlendirildikten sonra karar verilmelidir.

UA: Antik yapılarda restorasyon söz konusu olduğunda “anastilosis” kavramının bilinmesi gerekir. Anastilosis kısaca, yapıya ait parçalar yerinde değil ama mevcutsa ve yerleri bilinmekteyse, parçaları gerek ön plana çıkmayacak kısa ve uzun vadede yapıya zarar vermeyecek modern imalat teknikleriyle, gerekse aslına uygun tekniklerle yerine koymak ya da restorasyonunu yapmak olarak tanımlanabilir.

Burada amaç yapının siluetini ortaya çıkartarak araştırmacılara ve insanlara yapı hakkında bilgi vermektir. Yani bir anıtsal çeşmenin anastilosisi gerçekleştirilebilir ama bu ona su bağlanarak kullanıma açılması şeklinde olmamalıdır.

Aspendos Tiyatrosu’nda Bütünleme Yapılmalı mıydı?

BE: Bitmeyen polemik konusudur bütünleme uygulamaları: Yapılmalı mı, yapılmamalı mı?. Bütün anıtlar için toptancı bir yaklaşım yerine, bunu her yapının kendine özgü koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Aspendos tiyatrosu mimari bütünlüğünü büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşmıştır. Özellikle oturma sıralarında yapılan tamamlamalar teknik, estetik ve işlevsel gerekçelere dayanır. Teknik açıdan o alanlarda hem koruma ve sağlamlaştırma işlevi hem de izleyici ve ziyaretçiler için kullanım görevi görmektedir. Yapılan bütünlemeyi yapıya zarar vermediği, kütlesini değiştirmediği düşünülürse yanlış bulmuyor, bilakis (aşırıya kaçan renk farklılığının giderilmesi koşuluyla) yapının mimari bütünlüğü ve güzelliğine yaptığı katkı için doğru buluyorum.

NÇ: Aslında Aspendos’ta yapılana tam olarak restorasyon demek doğru değildir. Tiyatroda hiçbir duvar, hiçbir birim, hiçbir galeri ya da başka bir bölüm tamamlanmamıştır. Yapı zaten tamamen ayaktadır. Burada daha çok bazı küçük tamamlama ve onarımlarla yapının konsolide edilmesi ve güvenliğinin sağlanması söz konusudur. Aspendos’ta sadece eksilen ve eksilmeye yüz tutan yerlere müdahale edilmiştir. Aspendos tiyatrosu çok uzun yıllardır gösterilerde kullanılan ve çok defa restorasyon geçirmiş bir tiyatrodur. “Restorasyon” denemeyecek olsa da ilk kapsamlı onarım ve revizyonunu Selçuklu Döneminde yaşamıştır. Sonrasında 1950-60’larda ve en son 2001 yılında restore edilmiştir. Uzun yıllardır çok iyi bildiğim bu yapının pek çok koruma sorunu vardı. Yamaçtan inen çevre suları yapıdan uzaklaştırılamıyordu. Galerilere sular giriyor ve sürekli nem içinde yaşıyordu. Sıvalarda dökülmeler ve gevşemeler vardı. Basamaklarında büyük oranda kırık ve dökükler söz konusuydu. Bu nedenle pek çok turist kaza geçirmişti. Tuğla örgülerde derz açılmaları ve dökülmeler vardı. Bunları ve daha pek çok sorunu gidermek lazımdı ki tiyatro eksilmesin; ömrü uzasın. Oturma sıralarında ve diğer yerlerdeki eksilmelerin oluşturduğu boşluklar, yanal ve dikey ilişkideki diğer elemanların da kopmalarına yol açacaktı. Bu nedenle, kendisi artık bir iş görmeyen ve ilişkideki elemanları da koruyamayan blokların yenilenmesi/tümlenmesi zorunluydu. Bu tamamlamanın da elbette uygun doğal taş ile yapılması gerekliydi. Yani buradaki eksik mimari malzemenin tamamlanması aslında doğrudan korumaya yöneliktir. Bugünlerde tartışılan konu oturma sıralarıysa da, hemen arkasında tamamlanan tuğla plasterlerdeki renk farkına kimse laf etmemiştir. Oysa orada daha radikal bir renk farkı vardır. Ve bu da doğaldır. Yeni yapılan müdahale, tarihi bir yanıltmaya yol açmadan fark edilecek görünümde olmalıdır. Dolayısıyla, Aspendos örneğinde bir hata görünmemektedir. İşin son aşaması olan taraklamanın henüz tamamlanmadan bu tartışmanın yapılmış olması talihsizliktir. Taraklanmış hali olsaydı parlak ışık etkisi azalacağından ve daha hızlı kirleneceğinden bu kadar tartışılmayacaktı. Carta Restaura, Malta Sözleşmesi, Venedik Tüzüğü ve Segesta Bildirgesi gibi bu konudaki evrensel kurallar silsilesine bakıldığında, Aspendos tiyatrosundaki uygulamaların uygun olduğu görülür.

Restorasyon incelikli bir iştir. Düşünülmesi gereken binlerce detay vardır. Örneğin “orijinal renk” derken neyi kastediyoruz? Bugün görünen kirin rengi mi? 200 yıl önceki daha az kirlenmiş rengi mi? Selçuklu Dönemindeki revizyonda yenilenen sıvaların rengi mi? Yoksa Marcus Aurelius Döneminde Mimar Zeno’nun kestirdiği tiyatro bloklarının bembeyaz rengi mi? Doğrusu, tüm renkler ve biçimler yapının tarihine ait farklı hikâyeleri taşır. 2015’te yapılan restorasyon ile birlikte yeni bir hikaye daha eklenmiştir. 200 yıl sonra yapıyı inceleyen bir kişi, bu onarım ve bakım öykülerini okuyabilecektir.

BS: Bana göre özellikle günlük olarak yoğun kullanımın olduğu yerlerde kesinlikle bütünleme yapılmalıdır. Çünkü buraya her gün binlerce insan geliyor, geziyor, oturuyor ve gidiyor. Burası hiç kimsenin gelmediği ya da ziyaretçisi olmayan bir yer olsa, mevcut durumda konservasyon yapılıp bırakılabilir. Sadece bir günde binlerce insanın geldiği yerde gerekli yapısal ve güvenlik önemlerinin alınması ve bunların da yapıya uyumlu olması gerekir. Bunlar yapılırken uyulması gereken yasal zorunluluklar ve dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Ben Avrupa ülkelerinde pek çok kenti dolaştım ve uygulamaları gördüm. Yapılanlar dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da aynı şekilde. Hatta bizim ülkemizdeki uygulamalar daha güzel ve son yıllarda yapılanlar ile biz örnek alınmaya başladık.

UA: Sahne olarak kullanım görecekse “evet bütünleme kullanıcıların sağlığı açısından yapılmalıdır” diyebilirim. Lakin bu demek değildir ki mevcut uygulamayı destekliyorum. Mevcut uygulama ülkemizde “analizini yap, aynısı veya yakınını kullan” mantığından kaynaklanmaktadır. Dayandırılacak bir raporla risk alınmamış olduğu sanılır. Lakin özgün malzemeyi anlamak bilimsel bir araştırma gereğiyken, restorasyonda uygulama için gerçekten vazgeçilmez midir? Osmanlı Dönemi ve öncesi her yapıda kullanım yerine göre hidrolik ya da sönmüş olarak değişen kireç harcının bağlayıcı olduğu bilinmekteyken, bunların tekrar tekrar analizi yapılmalıdır. Daha da önemlisi her durumda her yapıda özgün malzemenin aynısı/benzeri yeniden kullanılmalı mıdır? Burada sadece yapı değil, bir tablo, kalemişi veya çiniye kadar bu yelpazeyi genişletmek mümkündür.

Medyada sıkça yer alan restorasyon haberlerini nasıl yorumluyorsunuz? Kamuoyunda restorasyon konusunda bir bilinç gelişiyor mu?

BE: Kültür varlıkları tüm insanlığın ortak malıdır. Bu nedenle koruma ve yaşatma sorumluluğu sadece devletin ve ilgili kurumların değil tüm insanlığın ortak sorumluluğudur. Bu sorumluluğun oluşması için toplumun ve bireylerin bu alana ilgi duyması büyük önem taşır. Toplum düzeyine inmemiş koruma olgusunu ülke geneline yaymak ve başarı beklemek mümkün değildir. Kamunun bu konuda bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi, desteğinin sağlanması bakımından kitle iletişim araçlarının rolü büyüktür. Son dönemlerde, içeriği ve mahiyeti ne olursa olsun yazılı ve görsel medyada sıkça yer alan restorasyon haberlerinin kamuda ilgi uyandırmak için yararlı olduğunu düşünüyorum. İnsanların kültürle ilgilenmesini sağlamaya yö­nelik bu tür haberlerin, hatırı sayılır bir toplum­sal yarar getireceğine inanıyorum.

Öte yandan, Aspendos örneğinde olduğu gibi, ilgili veya ilgisiz kişilerce, gerçek bilgiye dayanmadan yapılan eleştirilerin bilgi kirliliğine yol açtığını; bu nedenle konuya ilişkin yapılan tartışmaları ihtiyatla değerlendirmemiz gerektiğini bilmemiz icap ediyor.

NÇ: Aspendos Türkiye’nin en önemli antik kentlerinden biridir. Aspendos tiyatrosunun ünü, müdahalelerle ilgili tartışmayı doğallaştırır. Yapıdan öte amaçlarla konuşanları bir kenara bırakırsak, her sorumlu yurttaş bu varlıklarımızın gereğince korunması hassasiyetiyle konuşmaktadır. Bizim de beklediğimiz budur. Yıllardır kültürel ve doğal varlıkların korunması konusunda büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Bu konudaki bilincin yükselmesi en büyük beklentimizdir. Dolayısıyla halkın bu konularla ilgilenmesi olumlu bir yükselme-gelişmedir. Restorasyon konusundaki bilinç ise korumaya bağlı duygular açısından olumluysa da, incelikli ve tartışmalı bir bilim alanında katkı verici konuşma yapmak için uzman olmak gerekir. Her şey göründüğü gibi değildir. Bunu önlemenin yolu da bu tür projeler tamamlandığında halka tanıtımını yapmak ve detaylıca anlatmaktır. Esasında restorasyon tamamen profesyonel bir meslek ve bilgi alanı olduğundan uzman olmayanların tartışmalarının bilince katkısı olması yanında olayın doğrudan kendisine bir katkısı bulunmamaktadır. Öğrendikten sonra, bilgilenmiş düzlemde yine tartışmalar sürebilir. Beklentilerimizden biri de koruma, onarma işlerine ömrünü veren insanları, bu konuda ömrü boyunca bir tek taşı korumak için çabalamamış ya da bir tek lirasını bu işlere bağışlamamışların lüksüne kurban vermemektir. Arkeoloji biliminde kazı yapanlar olarak da ilk yükümlülüğümüz kazarak ortaya çıkardığımız yapıları restorasyon bilimi yardımıyla yapının gerekliliğine göre konservasyon, konsolidasyon ve restorasyonla korumaya almaktır.

BS: Dinleyince şaşırıyor ve çok üzülüyorum. Çünkü konunun uzmanı ve uygulamacısı olanlar hariç, bazen ön planda konuşanlar konuya hakim değil, uygulamaları bilmiyor ve hatta açıklama yaptıkları yapıyı da görmemiş oluyorlar. Bu inanılır gibi değil. Hatta bazıları başka bir resim üzerinden, başka bir yapıyı yorumluyor. O resmin o yapıya ait olmadığını da bilmiyor. Üzücü ama görülen sonuç bazen bu şekilde, buna ne diyebilirim. Bu konuda özellikle yazılı ve görsel basına çok görev düşüyor. Basındaki bilinçli arkadaşlarımız sayesinde, her geçen gün artarak, güzel bir koruma bilinci yerleşiyor ve gelişiyor. Bizler kültürel zenginliğin ortasındayız. Bunu sağlıklı bir şekilde korumalıyız ve gelecek nesillere bırakmalıyız. Çünkü hepimizi her zaman mutlu edip, ulusal ve uluslararası camiada bizi gururlandıracak olanlardan biri bu değerler. Bunlar bizim çocuklarımız gibi. Bizler her zaman kültürel değerlerimizi, çocuklarımızı koruduğumuz gibi korumalı ve hep birlikte korunmasını sağlamalıyız.  

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER