Sahaya Çağrı: Yaratıcı bir Pratik olarak Arkeolojik Saha Çalışması

Kovid-19 pandemisi dolayısı ile evlere, apartman dairelerine, yurtlara, iç mekanlara hapsolan çoğumuz sokakların, kırların ya da sadece basitçe dışarıda olmanın ferahlığını ve özgürlüğünü, insan insana sohbetin keyfini özlüyoruz. Ayaklarımız karıncalanıyor, göğsümüz daralıyor.

Sahada günün başlangıcı. Küllük Mevkii, Karaköy, Ilgın. 23 Temmuz 2016. © Yalburt Yaylası ve Çevresi Arkeolojik Yüzey Araştırma Projesi.

Bu özlem, hele hele ardında bir saha tutkusunu barındırıyorsa kapalı kalmak bir nebze daha zor. Baharın sonlarına doğru başlayan arkeolojik saha çalışması sezonu hemen hepimiz için belirsizliğini koruyor. Peki, alışmaya zorlandığımız bu karantinalı dünyada saha çalışması dediğimiz şey neye benzeyecek? Arkeoloji için ve benzeri saha çalışması yapan farklı disiplinler için pandeminin kısıtlamaları ne olacak? Kültürel miras ile, tarihsel ve arkeolojik peyzajlar ile, çevre ve mimarlık tarihi ile ilgilenen hemen herkes için sahada olmaktan, geçmişin kalıntıları ile yüz yüze çalışmaktan doğal bir şey var mı? Bu saha bağımlılığına antropologları, jeologları, siyasi ekoloji araştırmacılarını, biyologları, coğrafyacıları, şehir-bölge araştırmacılarını ve şimdi aklıma gelmeyen diğer disiplinleri de katarsak saha çalışması dediğimiz pratikle iştigal eden, dış dünya ile doğrudan ilişki sayesinde veri toplayan, deneyim edinen, hummalı bir iştahla belgeleyen, gördüklerini kayıt altına alan, kısacası farklı metodolojilerle dünyaya tanıklık eden koskocaman bir emektar meslektaş kitlesinden bahsediyor olacağız. Bu dinamik kitleyi kapalı mekanlarda tutmak kolay olacak mı?

Resim Altı buraya mı gelseNodalar Höyük’te dikenler. Eldeş, Ilgın. 27 Temmuz 2011 © Yalburt Yaylası ve Çevresi Arkeolojik Yüzey Araştırma Projesi.

Antonio Negri ile birlikte küreselleşme üzerine “İmparatorluk” kitabını yazan ve epeyce bir iz bırakan Michael Hardt, Chicago Üniversitesi’nde 3CT için verdiği “On The Right To The Common" [Müşterek Hakkına Dair] konuşmasında bugün gerçek etki yaratacak, iz bırakacak kuramın sahadan geleceğini, daha doğrusu ancak sahadan devşirileceğini savunur[1]. Burada ‘saha’dan bahsederken aslında Occupy Wall Street, Arap Baharı ve Gezi Hareketi gibi günümüzün toplumsal hareketlerini kasteder o konuşmasında. Bir yandan, bu kitlesel mücadelelerin, özel ya da kamu mülkiyetinin dışında kalan alanlar olarak tanımlanabilen müştereklere yönelik olan hak arayışı olduklarına işaret eder. Bir yandan da günümüzün siyasi gündemini tutan bu hareketlere odaklanmanın, onları enine boyuna çalışmanın akademinin bugün oldukça sıkıntısını çektiği yeni kuram arayışına çare olacağını ima eder. Yani aslında, bu toplumsal hareketlere dair yapılacak ve halihazırda yapılan saha çalışmalarının belgeleyeceği yeni toplumsal oluşumları irdelemenin, akademide, üniversite ortamında bizleri çokça meşgul eden ve ağırlıkla tıkanmış olan kuramlar ve söylemler dünyasına olabilecek önemli etkisine dikkat çeker.

Bu yazıda, tam da Hardt’ın sahaya dair, toplumsal hareketlere dair bu ciddi önerisini bir adım daha ileri götürüp, yukarıda bahsettiğim daha geniş anlamıyla saha çalışması pratiğine taşımak istiyorum. Bunu yaparken, saha çalışmasını, genellikle farz edildiğinin aksine, salt belgelemeye dair bir mekanik ve işlevsel bir yöntem değil, eleştirel ve yaratıcı bir pratik olarak çerçevelemek istiyorum. Bu fikri de sadece arkeoloji ile sınırlı tutmayıp, antropoloji, siyasi ekoloji, mimarlık tarihi, kültürel miras koruma ve benzeri sahalarda materyal dünya ile ve yerel halklar ile sahada doğrudan ilişkide olan disiplinlere genişletmeyi arzuluyorum. Böylelikle aslında saha çalışması dediğimiz şeyin de nasıl bir pratik olduğunu, nasıl duygulanımlar ve nasıl deneyimler içerdiğini daha da iyi anlamaya başlayabiliriz, sahaya duyulan karşı konulmaz arzuyu da böylelikle daha iyi idrak edebiliriz diye düşünüyorum. Bu hamle bizim sahayı, kayda geçirilmeyi bekleyen atıl bir peyzaj ve yerinde sayan bir çevre değil, dinamik, değişken, heterojen ve bizi bekleyen bir dizi şaşırtıcı sürprizler dünyası olarak görmemizi gerektiriyor. Saha emekçisini de sıkı ve sistematik çalışan, ama aynı zamanda yaratıcı ve doğaçlamacı bir insan olarak karakterize etmemizi gerektiriyor.

Peyzaj Keşif Kayıt Formu, Nodalar Höyük, Eldeş, Ilgın. 27 Temmuz 2011 © Yalburt Yaylası ve Çevresi Arkeolojik Yüzey Araştırma Projesi.

Gerçek kuramın sahadan geleceğini söylemek, arkeoloji açısından neden önemli? Uzun yıllardır, arkeoloji disiplininin içinde (aynı zamanda da Türkiye arkeolojisinde) yaman bir saha-kuram çatışması izlenegeldi. Bu ayrılığı çok karikatürize etmek mümkün. Belki de bu arkeoloji disiplininin bir ayağının beşeri ve sosyal bilimlerde, bir ayağının da “müspet” bilimlerde olmasındandır ve arkeoloji içinde faaliyet gösteren biri olarak eğiliminiz mecburen bu yönlerden birine daha yakındır. Saha çalışmasında çok başarılı olup, yıllık çalışma takviminin büyük kısmını arazide geçiren emektar arkeologlar vardır. Bir projeden diğerine koşarken kuramsal akımlarla ilgilenmek ya da bu konuda yazılan çizileni okumaya pek vakitleri ve sabırları yoktur. Sahaya da bir biliminsanı olarak çıkmışlardır zaten, verileri toplayıp gideceklerdir. Kuram dediğimiz şey de emek ve sabır isteyen bir uğraş olduğundan ve o konularda zaten geride kaldıkları için hırçınca ve mesafeli bir ilişki geliştirirler kuram ile aralarında. Öte yanda, yine karikatürize edeceğim, kuramcı akademisyenlerden bahsedebiliriz. Sahanın tozu ve toprağından tedirgin hatta alerjik, sahada olup bitenleri uzaktan izlerler. Yazıp çizerek dünyalarını kurarlar, imgelemlerini yazının içinde geliştirirler, ama sahanın sağladığı oluk oluk akan yepyeni fikirler, yepyeni veriler çeşmesinden bir türlü beslenemezler. Tabiri caizse çiziktirdiğim bu abartılı karakterlerden dolayı okuyucumuzun affına sığınıyorum. İki alanda da birden başarılı olan, azimli ve duyarlı çok meslektaşlarımız var. Ayrıca, süreçsellik sonrası arkeoloji literatüründe kuramın saha çalışmasından ayrı düşünülemeyeceği bolca ve yetkinlikle söylendi, özellikle de güçlü bir şekilde Ian Hodder’ın arkeolojik “yorumun malanın ucunda” olduğunu söylemesinden ve arkeolojiyi refleksif (içgözlemsel) bir saha pratiği olarak tanımlamasından sonra[2]. Evet bunları iyi biliyoruz, ama yine de, tam bu arada bir düşünür kalkıp aradığımız yeni nefes sahadan gelecektir diyorsa, bu sese kulak kabartmak lazımdır.

Peki nasıl bir saha? Saha çalışması nedir? Yukarıda tanımladığım gibi saha çalışması farklı disiplinlerce paylaşılan bir veri toplama metodu ve akademik dünyanın gerçek dünyaya uzanan eli olarak görebiliriz. Sahaya çıktığımızda sırtımızda adamakıllı bir yük vardır, bir yandan okuduklarımız, belki tam da bu proje için geliştirdiğimiz ve denemelerle sağlamasını yaptığımız mükemmele yakın, güvenilir metotlarımız, bir yandan da disiplinimizin bize sağladığı bilimsel aparatlarımız (ölçme aygıtlarımız, yani teodolit, nivo, saha defterleri, fotoğraf makinası, elektrikli mikroskop, mala, ses kayıt aracı vb). Ne kadar hazırlıklı olursak olalım, saha dediğimiz bilinmez alan sürprizlerle doludur: kestiremediğimiz, aklımıza getiremeyeceğimiz çeşitli tuhaf durumlar, insanlar, mekanlar ve eşyalar çıkarır karşımıza. Bunlar karşısında maddi ve manevi teçhizatımız bizi yarı yolda bırakırsa, metotlarımızı ve aparatlarımızı havaya fırlatıp oradan uzaklaşamayız. Hemen bir örnek vereyim. Yalburt Yaylası ve Çevresi Yüzey Araştırma Projesi’ne 2010 yaz sezonunda başladık. İlk sezonumuz genellikle saha metodolojimizi oturtmak, Konya Ilgın peyzajını ve bize sunduğu arkeolojik, tarihi, ekolojik ve jeolojik nimetleri tanımakla geçti. 2011 yaz aylarında sahaya ikinci sezonumuz için döndüğümüzde, daha ilk gittiğimiz höyükte afallayıp kaldığımızı hatırlıyorum. O yıl baharın öyle bir yağış olmuştu ki, tüm höyüklerin tepesi boyumuzu aşan sert ve baş edilmez dikenlerle dolmuştu. Höyüklerdeki tarama metodolojimizi derhal değiştirmek zorunda kaldık. Höyük tepesi “locus”larımızdan vazgeçip, höyük eteklerine ve diplerine odaklandık. Saha bizden hemen her noktada hem yaratıcılık bekler, hem de spontane olarak metotlarımızı gözden geçirme, elde olan duruma göre tashih talep eder. Bu haliyle saha, pek çoklarımızın tasavvur ettiği gibi tekdüze bir belgeleme çalışması değil, duygulanımlarla şekillenen, bedensel, psikolojik ve yüz yüze olduğumuz materyal dünya ile dolaşık bir deneyimdir.

Bochay Drum Peyzaj Keşif Kayıt Formu dolduruyor, Nodalar Höyük, Eldeş, Ilgın. 27 Temmuz 2011 © Yalburt Yaylası ve Çevresi Arkeolojik Yüzey Araştırma Projesi.

Arkeolojide saha öncelikle bir ekip çalışmasıdır ve ekip üyelerinin uyumlu eşgüdümünü, akılcı işbölümünü gerektirir. Daha yalnız bir saha deneyimine sahip etnografik araştırmadan böylelikle farklılaşır. Michael McGregor kaleme aldığı Amerikalı şair Robert Lax biyografisinde, şairin doğaçlama yapan caz müzisyenlerine olan hayranlığından bahseder[3]. Lax, müzisyenlerin doğaçlama sırasında, hem bulundukları anın içinde öylesine bilinçli olma yeteneklerine, hem de bir yandan da beraber çaldıkları müzisyenlerle ahenklerini korumalarına hayran olmuş. Çalabildiğinin en iyisini çalan bir müzisyen, aslında hepsinin performansını iyileştiriyor. “When we act consciously and yet spontaneously, we become pure act ourselves” diyor[4]. Burada caz müzisyenlerinin örneklediği ancak severek, aşkla yapıldığında gerçekleşebilen bu büyülü olgunun saha çalışması için de geçerli olduğunu düşünüyorum.

Saha ile ilgili söylenecek daha çok şey var, ama uzatmadan bunları bir başka yazıya bırakıyorum. Bu yazıyı ise bir sahaya çağrıyla bitirmek istiyorum. Yukarıda da işaret ettiğim gibi iç mekanlara, mahallelere, kentlere kapalı kaldığımız şu günlerde, sahanın bizler için ne ifade ettiğini, kıymetini daha iyi anlıyoruz kuşkusuz. Dünya bu pandeminin açtığı yaralarını sarıp sahaya döndüğümüzde, sahayı da çok değişmiş bulacağız. Dolayısıyla bizler de saha tahayyülümüzü gözden geçirmemiz gerekecek: yani bizleri çok iş bekliyor. Yazılarımıza, taviz vermez kuramlarımıza, aman aman akademik söylemlerimize yakın gelecekte can ve ilham verecek olan sahadır. Ama ancak saha pratiğini üretken, yaratıcı, ve doğaçlamaya imkan veren bir eylem olarak gördüğümüz takdirde.  

1-Bu düşünce daha da ağırlıklı olarak 3CT’nin 10. yıl kutlama konferansındaki konuşmalarda dile getirilmiştir. Bu bilgi için Peri Johnson’a teşekkür ederim. Konferans programına buradan ulaşılanbilir: http://ccct.uchicago.edu/10yeartheory

2-Ian Hodder, “Always momentary, fluid and flexible’: towards a reflexive excavation methodology.” Antiquity 71 (1997) 691-700. Ayrıca, kuram ve saha pratiğinin biribirlerine alternative alanlar olarak değerlendirilmesinin eleştirisi için, bkz. Güneş Duru, Kenan Eren, ve Elif Koparal “Neden Arkeolojik Şeyler?” Arkeolojik Şeyler içinde, Güneş Duru, Kenan Eren, Elif Koparal (der.) TAG Türkiye Toplantısı bildirileri 2. Istanbul: Ege Yayınları, VII-X.

3- Michael N. McGregor, Pure Act: The Uncommon Life of Robert Lax. New York: Fordham University Press, 2015: sayfa 24-25.

4- “Bilinçli ve ancak spontane bir biçimde hareket ettiğimizde kendimiz de ‘saf eylem’ oluruz.” McGregor 2015: 25.

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER