Antik Çağ Anadolu'sunda Hayvan Sembolizmi

Hayvanlar, insanlık deneyiminin onunla birlikte var olan, ayrılmaz bir parçasıdır. Yiyecek, giysi ve alet-edevat gibi sosyal statü ve zenginlikle ilişkilendirilen ihtiyaçlar için değerli kaynakları oluştururlar. Evcil hayvan olarak insan yaşamının bir parçası olan hayvanlar, bunun yanı sıra eğlence amaçlı kullanılıyor ve dinî inanç ve uygulamalarda merkezi roller oynamışlardır. 

Ünlü ‘Maraş Aslanı’. Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesi

Kültürel antropoloji üzerine çalışan Fransız antropolog Claude Levi-Strauss ünlü bir sözünde hayvanların “düşünmek için iyi” olduklarını ifade ederek, insana ait dinî, sosyal ve siyasal sistemler içerisinde zengin bir sembolik değere sahip olduklarını söyler. Hayvanlar, insanlık deneyiminin onunla birlikte var olan, ayrılmaz bir parçasıdır. Yiyecek, giysi ve alet-edevat gibi sosyal statü ve zenginlikle ilişkilendirilen ihtiyaçlar için değerli kaynakları oluştururlar. Evcil hayvan olarak insan yaşamının bir parçası olan hayvanlar, bunun yanı sıra eğlence amaçlı kullanılıyor ve dinî inanç ve uygulamalarda merkezi roller oynamışlardır. Hayvanlar, kimi yönden insana benzeyen, kimi yönden ise insandan çok farklı canlılardır. Genellikle, güç, hız ve uçma gibi bizden oldukça üstün fiziksel özelliklere sahiptirler. Türkiye coğrafyası üzerinde bulunan zengin arkeolojik kaynaklar, hayvanların sembolik amaçlı kullanımı üzerine sayısız örneği barındırır. Bilimsel arkeoloji insan-hayvan ilişkisini, genellikle hayvanların ekonomik rolü bağlamında incelese de, hayvan sembolizmi, yaklaşık 10 binyılı aşkın bir süreçte Anadolu kültürlerinde merkezi bir role sahipti.

Günümüzden yaklaşık 10 binyıl önce, tarım ekonomilerinin ortaya çıkmasının öncesinde, bugün Türkiye sınırları içerisinde yer alan bölgede yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar, bölgede bulunan yabani hayvanlar ile yakın bir ilişkiye sahipti. Güçlü yabani sığırlar, çevik yaban eşekleri ve ceylanlar, zarif alageyikler ve tehlikeli yaban domuzları ile düzenli aralıklarla etkileşimde bulunuyorlardı. Gökyüzünde ise, su kuşları ve turnalar mevsimler değiştikçe gidip geliyorlar, akbaba, kartal ve şahinler ise tüm yıl boyunca tepede süzülüyorlardı. Ayaklarının altındaki toprakta akrep ve engerek yılanı gibi tehlikeler pusuda bekliyor, yiyecek arayan zeki tilkiler ise alacakaranlık çöktüğünde yeraltındaki inlerinden çıkıyorlardı.

Göbekli Tepe'de bulunan yüksek kabartma  yırtıcı bir hayvan betimi, Göbekli Tepe, Şanlıurfa.

Bu erken dönemlerde, insanlar yiyecek ve giysi gibi ihtiyaçları doğrultusunda yabani hayvanlara dayalı bir yaşam sürüyor, aynı zamanda onları dinî inançlarına dâhil ediyorlardı. Animizm (canlandırmacılık) olarak bilinen inanç sistemi, insan ve insan olmayan – hayvanların yanı sıra dağlar, nehirler gibi olguların da dâhil olduğu - varlıkların bir ruha sahip oldukları ve bunların hem fiziksel hem doğaüstü dünyalarda yaşadıkları düşüncesi ile tanımlanır. Doğaüstü dünyaya ait ruhlara ise, ritüeller ve rüyalar aracılığıyla ulaşıldığına inanılır. Anadolu’da yaşayan bu erken dönem avcı-toplayıcılarının, çevrelerindeki hayvanları karmaşık bir büyülü dünyaya dâhil eden benzer inançlara sahip olduğu düşünülür. Bu büyülü dünya, her biri kendine ait biyolojik özelliklerle karakterize edilen ve ritüel uygulamalar ile erişilir hale gelen çok çeşitli karakterlerle doluydu. İnsan ile hayvan arasındaki ilişki ve hayvanların dâhil edildiği uygulamaların önemi, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan Körtik Tepe, Nevalı Çori ve özellikle Göbekli Tepe gibi erken Neolitik yerleşmelerinde (MÖ yaklaşık 9000) bulunan görsel anlatımlar ile çarpıcı bir biçimde sunulmaktadır.

Urfa yakınlarında bulunan Göbekli Tepe’de avcı-toplayıcı topluluklar, doğal bir tepe üzerinde yer alan alanda devasa taş çemberler inşa ettiler. 3,5 metre uzunluğunda T-biçimli dikilitaşlarla çevrili yapıların ortasında, ana kaya üzerindeki zemin içerisine açılan yuvalara yerleştirilmiş bir çift anıtsal (her biri 15 ton ağırlığında) dikilitaş yer alır. Bu dikilitaşların çoğunun üzerinde, özenli biçimde kazınmış natüralist havyan tasvirleri yer alır. Göbekli Tepe’de tasvir edilen hayvanlar arasında yılan, akrep, tilki, yaban domuzu, yaban sığırı, yaban eşeği, yabani koyun, ceylan, leopar, ayı, turna ve akbaba gibi hayvanlar yer alır. Dikilitaşların bazılarında yalnızca tek bir hayvan yer alırken (örneğin bir tilki, yaban domuzu veya leopar), bazılarında çeşitli karakterlerin birbirleriyle etkileşim içinde tasvir edildiği sahneler bulunur. Örneğin bir dikilitaşta (P43 numaralı) yer alan karmaşık sahnede çeşitli kuş tipleri, bir akrep ve üç adet belirsiz yaratık, yapı olduğu anlaşılan bir zemin üzerine yerleştirilmiştir. Dikilitaşların insanları temsil ettiği düşünülür, öyle ki bazı örneklerde kollar tasvir edilmiştir. B yapısında bulunan merkez dikilitaşlarında kolye ve kemer ile tilki derisinden yapılma bir peştamal-bel örtüsü tasvir edilmiştir (P18).

Göbekli Tepe’deki hayvan tasvirlerinin, ‘yemekte ne var’ sorusuna yanıt veren basit bir menü olmaktan çok, sembolik bir amaca hizmet ettiği açıkça ortadadır. Yakın zamanda kaybettiğimiz, Göbekli Tepe kazılarının başkanı Klaus Schmidt, Göbekli Tepe’de ortaya çıkarılan yapıların dünyanın ilk tapınaklarını temsil ettiğini ileri sürmüştü. Göbekli Tepe’deki hayvan kalıntılarını inceleyen arkeozoolog Joris Peters ise bu hayvan tasvirlerinin, totem veya bölgedeki önde gelen sosyal grupları temsil eden hayvan sembolleri olabileceğini öne sürmüştü. Bu tasvirlerde ifade edilen belirli inançların, aradan binyıllar geçtikten sonra yeniden oluşturulması zor olsa da, hayvanların, antik çağda yaşayan bu avcı-toplayıcı toplulukların dünya görüşlerini oluşturan en önemli sembolik unsur olduğunu açıkça anlıyoruz. Bu anıtsal hayvan sembolleri ve onların ritüel yapılar içerisindeki konumu, antik çağda yaşayan bu avcı-toplayıcı toplulukların, doğaüstü (ve doğal) dünya ile, ve bu dünyada yaşayan insan ve hayvan ruhları ile etkileşimde bulunma ve onu kontrol etme amaçlı yaptıkları bir girişim olması muhtemeldir. Çeşitli hayvan karakterlerinin birbirleriyle etkileşim halinde oldukları kompozisyonlardan bazılarının karmaşıklığı göz önünde bulundurulduğunda, bu tasvirlerin çoktan unutulmuş eski sözlü geleneklere ait yaratılış mitleri ve kahramanlıkları betimleyen anlatılar olabileceğini düşünebiliriz.

Hayvanlara ait sembolik tasvirlerin yanı sıra, Göbekli Tepe’de yapılan kazı çalışmalarında yabani sığır, yaban eşeği ve ceylan gibi örneklerin de aralarında bulunduğu çok sayıda hayvanın, alanda veya alan yakınlarında avlandığı ve tüketildiği anlaşıldı. Göbekli Tepe’de bulunan hayvan kalıntıları, bu önemli dinî toplanma yerinde bir araya gelen kitlelerin beslenmesi için ihtiyaç duyulan çok miktarda etin üretimi için mevsimsel avlanma aktivitelerinin düzenlendiğine işaret eder. Antik Çağ Anadolu’sunda hayvanların sembolik kullanımına dair bir başka örnek bu tür ziyafet aktiviteleridir. Bu durumda, hayvanların dağılımı ve tüketimi, dinî inançları temsil etmektense, insanlar arasındaki sosyal ilişkilerin sembolik bir tasviri olarak görülebilir.

Hayvan betimli taş kap. Körtik Tepe, Diyarbakır  Arkeoloji Müzesi

Etin dağılımı, genellikle sosyal ilişkileri kurnazca yönlendirme, statü kazanma ve eşitsizlik ile sosyal hiyerarşileri güçlendirme gibi amaçlara hizmet ediyordu. Göbekli Tepe’de avlanan ve tüketilen av hayvanları büyük olasılıkla, alanda ve alandaki ‘tapınaklar’da temsil edilen güçlü ruh birliklerine sunulan adaklardı. Ancak, yüksek değeri olan et ve hayvansal yağ dağılımının aynı zamanda, karmaşık sosyal yapıya sahip bu avcı-toplayıcılar arasındaki sosyal eşitsizlikleri güçlendirme amacını taşıyor olması da olasıdır. Av partilerinin düzenlenmesi ve başarılı avlardan elde edilen büyük miktarlarda hayvan ürünlerinin dağılımı üzerinde kontrol sağlanması, sosyal eşitsizliklerin gelişiminin artmasına ve şef benzeri bireylerin ortaya çıkmasına katkı sağlıyor olabilirdi. Batman yakınlarındaki, Göbekli Tepe çağdaşı Körtik Tepe’de bulunan, içerisinde taş topuz başları, takı ve üzerinde kuş, keçi, yılan ve böcek türü hayvanların tasvir edildiği oymalı taş kaplar gibi değerli mezar eşyaları yer alan özel gömütler, bu tür özel statülerin varlığını gösterir. Bu bağlamda, ister tanrılara, ister insanlara hediye olarak verilsin, yabani hayvanlar sembolik olarak sosyal sermayeye dönüştürülmüştür.

Yabani hayvanların sembolik anlamdaki etkileri, Neolitik Dönemde çiftlik hayvanlarının evcilleştirilmesinin (yaklaşık MÖ 8000-6000) sonrasında da devam etti. Daha sonraki dönemlerde de ikonografide güç ve prestij sembolleri olarak yabani hayvanlar sık sık temsil edilmeye devam etti. Bunun çok iyi bilinen bir örneği Konya yakınlarında bulunan geç Neolitik yerleşmesi Çatalhöyük’tür. Evcil çiftlik hayvanlarının var olduğu bilinen Çatalhöyük’te yabani büyükbaş hayvan kalıntılarına rastlanmıştır. Çoğunlukla evlerin içerisine alçı ile sıvanarak yerleştirilmiş boynuzlu kafataslarının yanı sıra, evlerin iç duvarlarında çeşitli yabani hayvanların yer aldığı sahneler tasvir edilmiştir. Çatalhöyük’e yakın bir bölgede bulunan Niğde’de, nispeten daha geç tarihli Köşk Höyük ve Tepecik-Çiftlik yerleşmelerinde yabani hayvanların avlanması ve bu hayvanların ürünleri ile yapılan ziyafetler, evcil çiftlik hayvanlarının varlığına karşın, sembolik aktivitelerin odağı olmaya devam etti. Avlanmanın sosyal ve ritüel önemine yapılan vurgu, her iki yerleşmede bulunan yabani sığır, at ve eşek gibi yabani hayvan kalıntılarından ve üzerinde av sahnelerinin tasvir edildiği bölgeye özgü seramiklerden anlaşılır. Bu tür büyük av hayvanları avlanarak, olasılıkla sosyal statü ile ilişkili komünal ziyafetlerde dağıtılması amaçlanan büyük miktarlarda et elde ediliyordu. Böylelikle, bu erken dönemlerde bile, hayvan sembolizmi sosyal konum ve sosyal statü kazanma amaçlı yapılan bitmek bilmeyen rekabet döngüleriyle ilişkilendirilir.

Tunç Çağında (yaklaşık MÖ 3000-1200) hayvanların, eşitsizlik ve siyasi güç sembolleri olarak kullanımı daha belirgin hale geldi. Yabani sığır popülâsyonundaki düşüş ve Anadolu’ya özgü yabani at ve eşeklerin neslinin tükenmesiyle birlikte, Anadolu’daki Tunç Çağı kültürleri, sembolik teşhirlerini oluştururken, bölgede neslini sürdüren güçlü ve tehlikeli hayvanlar üzerine odaklandı. Bunlar arasında öküz, alageyik, yaban domuzu ile leopar, aslan gibi büyük kediler yer alıyordu. Öküz ve alageyik Orta Anadolu’da özellikle önem taşıyan dinî ve siyasi semboller haline gelirken, aslan neredeyse evrensel bir siyasi güç ve kraliyet gücü sembolü haline geldi.

Hayvan sembolizmi üzerine yapılan bu yeni vurgulama, Göbekli Tepe ve Çatalhöyük gibi yerleşmelerdeki daha erken tarihli animist (canlıcı) veya totemik temsillerden farklıydı. Bu yeni sistem, avı veya yabani hayvanlarla ilişkilendirilen ruhsal varlığı vurgulamak yerine, hayvan sembolizmini açıkça siyasi ve dinî güçle ve belki de belirli ilahi varlıklar veya tanrılara ait temsiller ile ilişkilendirir. Bunun bir örneğini Çorum’da- Alacahöyük’te ortaya çıkarılan MÖ geç 3. binyıla tarihlendirilen kral mezarlarında görüyoruz. Yüksek statüye işaret eden bu mezarlarda gösterişli prestij objeleri ele geçmiştir. Bunlar arasında çeşitli metal malzemelerden yapılmış öküz ve geyik heykelleri ile ne anlama geldiği tam olarak anlaşılamayan ve ‘törensel sembol’ veya ‘güneş kursu’ olarak adlandırılan ünlü objeler yer alır. Bu sembolik eserlerin kesin olarak ne anlama geldiğini bilmek zor olsa da, Tunç Çağının daha geç dönemlerinde, Hitit İmparatorluğu Döneminde, geyiğin ‘geyik tanrısı’nı veya kırsal bölgeleri temsil eden önemli bir sembol olarak kullanıldığını ve geyik heykellerinin (ve canlı geyiklerin) bu tanrı adına düzenlenen festivallerde düzenli olarak geçit törenlerinde yer aldıklarını biliyoruz. Bunun yanı sıra, Hitit Döneminde öküz sıklıkla, yüce Fırtına Tanrısının doğrudan bir sembolü olarak kullanılıyordu. Bu ilişkilendirme ayrıca Antik Yunan’da da -Zeus’un sık sık öküze dönüşmesiyle- devam etmiştir. Antik Yunan Döneminde, değerli metallerden yapılma öküz heykelleri ayrıca tapınaklar içerisinde saklanmıştır (ve buralardan çalınmıştır). Hitit mitolojisinde de, Hurri Fırtına Tanrısı Teşup’un arabasının yine bir çift öküz tarafından çekildiği bilinir. Alacahöyük’teki kral mezarlarında, mezar içerisine gömülü olarak bulunan öküz çiftlerine ait kalıntılara rastlanmıştır. Alacahöyük’te bulunan elitlere ait mezarlarda bulunan öküz ve geyik temsilleri, açık bir şekilde bu hayvanlar ile siyasi güç arasında kurulan ilişkiyi yansıtmaktadır. Bu mezarların ayrıca, öküz ve geyik ile daha sonraları siyasi liderlik ile ilişkilendirilen ve Hitit inanç sistemi bünyesine dahil edilen belirli yerel (Hatti) Anadolu tanrıları arasında kurulan daha spesifik bir ilişkiye işaret ediyor olabileceği düşünülebilir. Öküz ve geyik sembolizminin hangi noktada belirli güçlü tanrılarla ve siyasi konumlarla ilişkilendirildiğini tespit etmek imkânsız olsa da, bu ilişkinin Orta Anadolu’da, belki de MÖ 4. binyıla kadar uzanan tarih öncesi çağlarda köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünebiliriz.

Anadolu’da bulunan Tunç Çağına ait eserlerdeki hayvan sembolizminin kalıcı etkisi ve görkemi, hayvan sembolizminin, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde de kullanılmaya devam ediyor olmasından anlaşılır. Alacahöyük’te bulunan, bir erkek alageyik ile her iki yanında duran iki öküzün yer aldığı ‘güneş kursu’na (çoğunlukla hatalı bir şekilde Hitit güneş kursu olarak anılan) ait anıtsal bir rekonstrüksiyon, Ankara’nın Sıhhiye ilçesindeki Atatürk Bulvarı’nı süslemektedir. Alacahöyük güneş kursu ayrıca, Ankara Üniversitesi ve bir Türk markası olan Eti’nin logosu olarak kullanılmaktadır.

Antik Çağda Anadolu’da, dinî ve siyasi otoriteyi birleştirmek için kullanılan öküz ve geyik sembolizmine karşın, aslan ve leopar gibi büyük kedileri kapsayan sembolizm, krala ait, militarist güç gibi daha dar bir alan ile ilişkilendirilir. Aslan ve leopar Neolitik Dönemden itibaren, Göbekli Tepe ve Çatalhöyük gibi yerleşmelerde Anadolu coğrafyasının bir parçası olarak ikonografide tasvir edilmiştir. Ancak, büyük kedilere ait temsiller ve bu hayvanlara ait iskelet kalıntıları özellikle, ilk karmaşık, devlet düzeyinde toplumların ve medeniyetlerin ortaya çıktığı Kalkolitik ve Tunç Çağlarında yaygınlaşmıştır. Büyük kedilerin temsil edilmesi ile elitlerin ortaya çıkışı arasındaki ilişki tesadüfî değildir. Bu ilişki, aslan ve leopar sembolizminin elitler tarafından yaygın olarak, kendi siyasi güçlerinin bir metaforu olarak kullanılması gerçeği ile yansıtılır. Kendilerini bu coğrafyadaki en güçlü ve yırtıcı etoburlarla karşılaştıran Anadolu liderleri, kendilerini sembolik olarak, doğal hiyerarşinin en tepe noktasına yerleştirdiler. Böylece lider rollerini meşrulaştırdılar, askeri hünerlerini ve fiziksel niteliklerinin önemini vurguladılar.

Pişmiş topraktan törensel içki kapları Fırtına Tanrısı Teşup’un iki boğasını simgelemektedir. Eski Hitit Dönemi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Anadolu’nun en güçlü Tunç Çağı imparatorluğu olan Hititler, krallık ikonografisinde aslanı sık sık kullandılar. Aslanlar, bugün Boğazkale olarak bilinen, Hitit başkenti Hattuşa’nın şehir kapılarından biri olan “Aslanlı Kapı”yı süsler. Yakınlarda yer alan Hitit Tapınağı Yazılıkaya’da yer alan kabartmalarda Güneş Tanrısı ve ona eşlik eden bir diğer tanrı, büyük kedilerin, olasılıkla leoparların, sırtında ayakta durur vaziyette tasvir edilmiştir. Kral I. Hattuşili, bir kral olarak davranışlarını aslanınki ile karşılaştırır. Örneğin, Kral I. Hattuşili’ye ait yıllıklar olduğu bilinen belgelerde, “Ceyhan Nehri’ni geçtiğini ve bir aslan gibi pençeleriyle Aşşuwa [kentini] yerle bir ettiğini” yazmıştır.

Anadolu krallarının büyük kedilere olan ilgisi ne Hititler Döneminde başlar, ne de bu dönemde biter. Hitit öncesi Anitta metninde aslanlara dair çeşitli sembolik referanslar yer alır. Daha geç dönem Hitit krallarıyla benzer şekilde, büyük kral Anitta askeri zaferlerini kedigillere dair bir metafor ile anlatır: “Ve bir aslan gibi ülkelerin üzerine saldırdım”. Anitta metni ayrıca şöyle anlatır; bir dizi başarılı çarpışmanın ardından kral “…ava gitti. Bir günde, ben ([Anitta] kentim Nešşa’ya 2 aslan, 70 domuz, 60 yaban domuzu ve 120 diğer yaratık getirdim…”. Bu belge, elitlerin kendilerini yalnızca sembolik olarak aslanlarla ilişkilendirmediklerini, ayrıca kraliyet güçlerinin canlı teşhirleri olarak bu hayvanları aktif olarak avladıklarını ve olasılıkla avlarını saraylarının yakınlarındaki zoolojik bahçelerde teşhir etme amaçlı yakaladıklarını gösterir. Arkeolojik kazılarda ele geçen aslan ve leoparlara ait iskelet kalıntıları, bu varsayımların basit abartılar olmadığını, gerçekten de büyük kedilerin avlanarak Anadolu kentlerine getirildiğini gösterir. Büyük kedilere ait kalıntıların Hitit başkenti Hattuşa’da en fazla yoğunlukta bulunması sürpriz değildir. Anadolu’da Hitit sonrası dönemde, aslan sembolizmi elitler tarafından popüler olarak kullanılan bir motif olmaya devam etti. Aslanların, arabalarla mızrak atılarak ve vurularak avlandığı kraliyet avları, Demir Çağı Geç-Hitit krallıklarında da popüler konular olarak tasvir edilmeye devam etti. Ünlü ‘Maraş Aslanı’ heykeli, MÖ 9. yüzyılda, Kral III. Halparunda tarafından, hükümdarlığının anısına dikilmiştir.

Kuşkusuz, Anadolu’nun sahip olduğu zengin arkeolojik kaynaklar, hayvan sembolizminin Anadolu kültürlerinin her döneminde var olan bir parçası olduğunu gösterir. Yiyecek ve hammadde gibi ihtiyaçlar yönünden hayvanlara bağımlı avcı toplumlarda, hayvanlar hem yaşadıkları dünyanın hem de doğaüstü dünyanın bir parçası olarak görülüyorlardı. Daha geç dönemlerde yaşamış olan çiftçi toplumlarda, çeşitli büyük av hayvanlarının neslinin tükenmesinin ardından, hayvan sembolizmi insana ilişkin sosyal düzeni yansıtma amacıyla daha sık olarak kullanıldı. İlk karmaşık medeniyetlerde ise elitlerin sahip olduğu dinî ve siyasi otoriteyi meşrulaştırmak ve güçlendirmek amacıyla kullanıldı. Zaman içerisindeki tüm bu değişikliklere karşın, kendi insan dünyamızı tanımlamak ve ona bir anlam vermek için hayvan dünyasına olan daimi dayanağımızın bir göstergesi olarak hayvanlar her dönemde zengin ve önemli sembolik anlatım kaynakları olmuştur.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER