Antik Dönem Avrasya’sında Yüksek Statüdeki Savaşçı Kadınlar

“Tarihin Babası” olarak da bilinen Herodotos, göçebe Sarmatya kabilelerinin kökeninden bahsetmiştir: bunlar Amazonların ve İskitlerin atasıdır. Amazonların gemisi Karadeniz’in kuzey kıyılarında batmış ve Amazonlar İskitlerle karşı karşıya gelmişlerdir. Savaş başlamış ve günün sonunda İskitler, bunların savaşçı kadınlar olup olmadıklarını belirlemek için ölenlerin bedenlerini dikkatli bir şekilde incelemişlerdir.

Amazon Melanipe, Amazonlar mozaiği. Oda 2, Konuk Odası, Haleplibahçe, Şanlıurfa İl Kültür Turizm Müdürlüğü.

Klasik Yunan sanatının en ünlü efsanelerin biri, Zeus’un yarı ölümlü kahraman oğlu Herakles’in “On İki Görevi”dir. Herakles’in 9. serüveninde Amazon Kraliçesi Hippolyte’nin kutsal kemerini ele geçirmesi emredilmiştir. Kraliçenin kolay teslim olmamasının ardından ortaya çıkan savaşta, kraliçe öldürülmüş ve kız kardeşleri anavatanlarını terk etmişlerdir. Mitin diğer bir versiyonunda, her zaman doğaüstü güçlere sahip olan Theseus gibi kahramanlar, zorlu kadın savaşçılara saldırarak üzerlerinde bir hâkimiyet kurmuşlardır. Bu nedenle hiçbir ölümlü erkeğin üstünlük sağlayamadığı dehşet verici düşmanlar olarak bilinen Amazonlar, ilk (efsanevi) kadın savaşçılarımızdır. Bu Amazon mitlerinin, Güney Avrupa’dan Çin’in doğu noktalarına kadar uzanan ipek yollarında savaşçı kadınlarla karşılaşan, kamp ateşi çevresinde oturarak uzak diyarlar, ata binen ve ok atan, doğaüstü güçleriyle erkekleri öldüren kadınlar hakkında hikayeler uyduran gezginlerden kaynaklandığı da düşünülebilir.  

“Tarihin Babası” olarak da bilinen Herodotos, göçebe Sarmatya kabilelerinin kökeninden bahsetmiştir: bunlar Amazonların ve İskitlerin atasıdır. Amazonların gemisi Karadeniz’in kuzey kıyılarında batmış ve Amazonlar İskitlerle karşı karşıya gelmişlerdir. Savaş başlamış ve günün sonunda İskitler, bunların savaşçı kadınlar olup olmadıklarını belirlemek için ölenlerin bedenlerini dikkatli bir şekilde incelemişlerdir.

Amazonların savaşçılarla mücadelesinin resmedildiği “Amazon Lahdi”. Etrüsk. Beyaz kireçtaşı. Tarquinia, İtalya. Florence Archeological Museum.

Çok önceleri, İskit büyükleri Amazonlarla karşılaşanların kesinlikle onlarla savaşmamaları ama evlenmeleri konusunda önemli öğütlerde bulunurlardı. Bunun zamanı gelmişti. Ancak, Amazonlar, asla ne birer İskit kadını ne de İskitlerle akraba olarak yaşayamayacaklarını bildirmişlerdi. Bu nedenle İskit erkekleri, tüm varlıklarını toplayarak “yeni bir kabile” olarak kuzeye ve doğuya göçmüşlerdi. Buralar, İskit topraklarının kuzeydoğusundaki, Sarmatyalıların yığın halinde yaşadığı sonraları ise Sarmatya kurganlarıyla bilinen bozkırlardı.

MÖ 6. yüzyılda, Orta Asya’da oldukça geniş bir alana yayılan bir Saka kabilesi olan Massagetleri savaşçı bir kadın kraliçe yönetmiştir. Herodotos, Pers kralı Büyük Kyros ve Massagetler Kraliçesi Tomyris ve savaşçıları arasında sürdürülen bir savaştan bahsetmiştir. Görünüşe göre Kyros, Araks Nehri’nin (Arakses – Aras) ötesindeki topraklarda yaşayan Massagetleri, kendi topraklarına katmaya karar vermişti. Tomyris, her ne kadar nehri geçmemesi konusunda uyarmış olsa da, Kyros onu hiç ciddiye almamıştı. Massaget kraliçesinin savaşçılarına tuzak kuran Kyros, şenlik düzenlemiş ve göçebe kraliyet ailesinin gençlerine tulumlarla şarap ikram etmişti. Tomyris’in oğlu da dâhil bazı savaşçılar bu oyuna düşmüştü. Kyros artık kraliçenin savaşçılarının bir işe yaramayacaklarını düşünerek Aras Nehri’ni geçti. Ancak sürpriz bir şekilde Tomyris Perslere savaş açmıştı. Şiddetli çarpışmalar sonunda “Pers ordusunun büyük bir kısmı bozguna uğratıldı ve Kyros devrildi...” Kraliçe, Kyros’un ülkesinde bir yara açtığı ve oğlunu rezil ederek intihar etmesine neden olduğu için çok kızgındı, “bir tulumu insan kanıyla doldurdu ve ölü Pers bedenleri arasında Kyros’un cesedini aradı; bulduğunda başını keserek tulumun içine attı ve ölünün üzerine şunları söyledi: “Hayatta kaldığım ve seni yendiğim halde, sen bana zarar verdin… seni uyarmıştım, yapacağım, seni senin kanınla doyuracağım.”

MÖ birinci binyılın erken göçebe toplumlarının yazılı bir dilleri olmadığı için, Akhamenid Pers İmparatorluğu’nun tarih kaydedicileri kadar, Herodotos ve diğer Grek tarihçilerinin yazınsal kaynakları da kayda değer bilgiler sunar. Yıllar boyunca, Herodotos’un göçebelerle ilgili anlattığı hikâyelerin tam anlamıyla güvenilmez olduğu düşünülmüştür. Ancak arkeolojik kazılar, Herodotos’un göçebelerle ilgili bahsettiği ölü gömme gelenekleri ve yaşam biçimlerinin çoğuna güven sağlamıştır. Ne yazık ki, geçmişten günümüze ataerkil toplumların tarihte kadınların oynadıkları rollerin üzerini örttükleri bilinir ve bu nedenle sadece birkaç isim ve yapılan birkaç iş kayda geçmiştir.

Antik dönemde kadınların rollerini açığa çıkarmak amacıyla tarihten kesitler vermeye gelince, Avrasya steplerinde göçebeliği yaşayan bu insanların Bronz Çağı atalarını incelemek yerine, Erken Demir Çağı göçerlerinin bıraktığı kalıntıları ve sadece seçilmiş arkeolojik kazıları incelemek yeterli olacaktır. Bu gömüler Sibirya’nın güneyinden Kazakistan’ın kuzeyine, güney Ural steplerinden Afganistan’ın kuzeyindekilere doğru geniş bir coğrafi alanda sıralanır. Hepsinin ortak özellikleri vardır. Yapılarda, ritüelleri ve ayin geçişlerini betimleyen cenaze sunuları oldukça zengindir. İkonografik ve stilistik açıdan; doğu, batı, kuzey ve güneyden, yani her yönden kültürel etkiyi gün ışığına çıkarırlar ve birçok kültürel özelliğin birbirine karışması Avrasya bozkırlarında 2 bin 500 yıldan fazla bir süre devam eden bir dinamizmi yaratmıştır. Bu, özellikle, savaşçı kadınların ve savaşçı rahibelerin de içine dahil olduğu yüksek statüdeki savaşçı kadınların geride bıraktığı kalıntılar da belirgindir.

Zamanla kadınların, “şifacı güçleri”nin bir sonucu olarak üstünlüklerini sağladıkları öne sürülür. Şifacılar, avcılık ve toplayıcılık zamanlarında doğal bir şekilde gelişmiştir. Her bitkinin özelliklerini öğrenmişler, besin maddesi olarak kullanılabilen bitkilerin tedavi edici güçlerini de fark etmeleri onların şifacı olmalarına neden olmuştur. Ayrıca bazı bitkilerin, onlar için “başka bir dünyaya yapılan özel yolculuklar” anlamına gelen sanrıya sebep olduğunu fark etmişlerdir: bu durum muhtemelen Sibirya Şamanizminin gelişimine de yardımcı olmuştur. Göçebelik dönemindeki evrim ve sonraki orman-bozkırlarından bozkır çevrelerine yönelen göçlerle, kadınlar bilgilerini geliştirecek ve yeteneklerini artıracak yeni şifalı bitkileri keşfetmişlerdir. Bu olasılıkla, orman bozkırlarındaki Şamanizmden, bozkırlardaki savaşçı rahibelere geçişin görüldüğü zamana denk gelmektedir.

Fiziksel ve adli antropoloji uzmanları, çeşitli Avrasya topluluklarının iskelet kalıntıları üzerinde incelemeler yapmışlar ve nüfus yoğunluğu nedeniyle yerleşik toplumların iskelet kalıntılarının ve geniş toplulukların göçebelerinin travma ve hastalıklara ait önemli belirtilere sahip olduklarını ortaya çıkarmışlardır. Dahası, şiddetli hastalıkların oluş sıklığı esasen gerçek göçebe tropluluklar arasında görülmemektedir. Böylece olağandışı şifacılara olan ihtiyaç, çok sayıda kabileyi bir araya toplayan büyük kabile reislerinin çevresinde daha fazladır. Bunu yüksek statülü savaşçı rahibelerin birliği izler. Bu büyük kurganlar aracılığıyla ise büyük savaşçı rahibelerin kanıtlarına ulaşılır.

Güney Ural: Sarmatyalı ve Sarmat Savaşçı Kadınlar ve Rahibeler

Muhtemelen birbirlerinden farklı olan, sürülerini, Avrupa ve Asya’nın buluştuğu bölgede, Güney Ural bozkırlarında ve Rusya’nın güneyindeki Don ve Volga nehirlerinde otlatmak amacıyla göç eden Sarmatyalı ve Erken Sarmat göçebe kabileleri, her yaz ayında geleneksel ve ayinsel olarak ölülerini kurganlara gömerlerdi. Bu gömü yığınlarının binlercesi, 19. yüzyılda kazılar başlamadan önce, bu geniş düzlüğün siluetinde nokta nokta dağılmıştı. 1992-1995 yılları arasında, Amerika-Rusya işbirliği ile oluşturulan bir ekip, Güney Urallar’da, Orenburg’a 120 kilometre uzaklıktaki, en az 10 kurgan mezar bulunan Pokrovka yerleşiminde, 182 gömü üzerine kazı çalışmaları yürütmüştür. Burada MÖ 6. yüzyıldan 2. yüzyıla kadar gömü ritüelleri gerçekleştiren göçebeler, Şamanizm ile karışık doğa tanrılarına tapınmışlardı. Ayrıca güçlü bir “Öteki Dünya” inancı sürdürmüşlerdir. Aslında, bunun sadece ölünün öteki dünyaya yolculuğu için gerekli olduğunu değil aynı zamanda ölünün yaşamı boyunca kullandığı teçhizatlarla gelecek için yatırım yaptıklarına inanırlardı. Neyse ki, gömülerdeki kalıntıların bolluğu ve Moğol Altay Dağlarındaki eski yaşam biçimlerini devam ettiren çağdaş Kazak göçebelerinden elde edilen etnografik bilgi, erken göçebelerin yaşamlarına ışık tutacak derecede yeterli materyali sağlamaktadır.

Herakles’in Amazonlarla mücadelesinin betimlendiği siyah figürlü Attika amphorası. Yaklaşık MÖ 520. Metropolitan Museum of Art.

Yerleşik tarım toplumundan aşiret hayatına geçiş yaşandığında, kadınlar kendi yaşam stillerini belirleme gereği duydular. Bunun sonucu olarak da birçok yerleşik toplumda sahip oldukları statüleri değişerek; içinde savaşçı kadınların, rahibelerin ve rahibe savaşçıların bulunduğu bir dünyada merkezi rol oynadılar. Erken göçebelerin ekonomisi hayvan yetiştiriciliğine dayanıyordu. Çünkü ilkbaharın başından sonbaharın bitimine kadar, yılın 9-10 ayı, üretemedikleri mallar değiş tokuş ile alabilecekleri yerleşik topluluklardan çok uzaklarda yaşıyorlardı ve hayvanlar onların ihtiyaçlarının çoğunu karşılıyordu: Süt, gıda olarak tükettikleri et, yün ve giysi, çadır ve koşum takımı yapabilecekleri deri… Ticaret nadiren yapılırdı, sadece bazı gereksinimlerini ve kendi hane halkının eşyalarını karşılarlardı. Bir ailenin görevi; koyun, keçi, at, deve ve tibet öküzü gibi hayvanlarına bakmak, yiyecek, giyecek ve sığınak hazırlamaktı. Belirli görevler, cinsiyete göre belirlenmişti. 6-10 aylık bebekler, atın sırtına oturabilecekleri şekilde konulurdu ve zamanla hem kızlar hem de erkekler 6 ya da 7 yaşına geldiklerinde, çobanlık yaparlar ya da ünlü 15-25 kilometrelik uzun mesafe at yarışında jokeylik yaparlardı. Genç erkekler, babalarının yanına takılırlar ve eyer takımı, deri ve metal işleme sanatlarını öğrenirlerdi. Bazen çobanlık yapar, hayvan kesimini öğrenir ve genellikle henüz yürümeye başlayan çocuklara yardımcı olurlardı. Genç kızlar ise aileyi kurma ve sürdürme sanatını öğrenirken aynı zamanda bozkırlarda günlük otlaklarda sığırlarını güderlerdi. Tüm aile günde birkaç defa koyun, diri ve at sağma işini üstlenirdi.

Olgun kadınların daha fazla görevi vardı: Çocuklarını doğurmak ve onlara bakmak, günlük ve uzun süre tüketebilecekleri yiyeceği hazırlamak, her taşındıklarında (yaşam alanlarının) evlerinin sökülmesi ve yeniden düzenlenmesini yapmak, dokuma ve iş eğirme, dinsel tören geçişlerine hazırlanmak ve dinsel törenleri yürütmek. Zımni sözleşmeyle kadınlar, büyüyen aileyi birarada yaşayan ve birarada hareket eden küçük gruplara bölme gibi hanelerini ilgilendiren konularda karar vermede eşit hakka sahipti. Kadınlar hanenin reisiydi ve bu pozisyon bir iktidar gücü olarak yürütülürdü. Altı veya yedi yaşındaki kızlar, yoğun görevlere hevesle katılırlardı. Zamanla genç yetişkinler olduklarında, dış unsurların yanı sıra haydutlardan dolayı da vahşi olan çevreye karşı hayatta kalma mücadelesine mükemmel bir şekilde hazırlanmış olurlardı. Kadınlar, savaşçı olarak eğitilirlerdi. Böylece evlerini ve mallarını ve en önemlisi de henüz gençken diğer kabileler tarafından satın alınmaları, kaçırılmaları sonucu ortaya çıkan dış evliliklere (egzogami) karşı kendilerini koruyabilirlerdi.

Pokrovka gömülerinden elde edilen veriler, burada gömülmüş olan hem Sarmatyalı hem de Sarmat erkek ve kadınlarının statüsünü belirleme yönünde önemli katkı sağladı. Gömülerde sadece organik olmayan materyallerin korunabildiği bilinen bir gerçektir ancak bu gömülerin organik kültürel içerik bakımından da zengin olduğu düşünülür. Keçe ve tekstil ürünleri, bozulmadan uzun süre saklanabilen malların bolluğu, onların yaşam süresince sahip oldukları mevkileri ve statüleri hakkında geniş bir bilgi ortaya çıkarmıştır. Elde edilen veriler; nüfusun yüzde 7’sini rahibelerin, yüzde 15’ini savaşçı kadınların, yüzde 3’ünü savaşçı rahibelerin, yüzde 75’lik büyük bir kısmını ise aile kadınlarının oluşturduğunu ortaya çıkarmıştır. Özellikle ithal edilen boncuklar, çanak çömlekler ve yumuşak kireçtaşından elde edilen “sahte” ağırşakların da içinde bulunduğu ağırşak çeşitleri gibi kalıntıların ortada çıkardığına göre, aile kadınlarının çoğunun üst seviyede bir “varlık” yaşadıkları ve toplum içinde üst düzeyde bir rütbeye sahip oldukları düşünülebilir. Kireçtaşından yapılan “sahte” ağırşakların varlığı, ip eğirmenin önemli bir değere sahip olduğunu gösterir, muhtemelen bunun gizemli bir doğası da vardır. Samanın altına dönmesi gibi peri masallarıyla bağlantılı mistik çağrışımların yer alması da tesadüf olmamalıdır.

Amazonamakhia’nın (Amazonlar ve Grekler arasındaki savaş) betimlendiği Mausoleum friz parçası. Halikarnassos (Bodrum). British Museum, İngiltere.

Savaşçı kadınların gömüleri de bu aile kadınlarının gömülerinde karşılaşılanlara ek olarak çoğunluğunu bronz ok uçlarının oluşturduğu, demir kamalar ve kılıçlar, ara sıra da demir zırh gibi zengin buluntuları içerir. Rahibeliği müjdeleyen parçalar; bronz bir ayna, kubok (bir tören kabı) ve fosilleşmiş deniz kabuklarıdır. Deniz kabukları, kumaş üzerine ya da kişilerin gövdesine törensel motifler çizmek için kullanılan renkli madenleri karıştırmak için kullanılmıştır. Ayna da kabuklar gibi, Öteki Dünyadan gelen sesleri duymak, ruhları görmek ve geleceği tahmin ederek kehanetlerde bulunabilmek için kullanılırdı. Rahibeler gibi göçebe kadınlar da aile, klan veya kabile içinde, tanrılara hizmet etmek veya tanrıçaları betimlemek için kehanetlerde bulunmak ve ailenin ya da kabilenin refahı yararına verilecek kararlarla sonuçlanan, gelecekle ilgili tahminlerde bulunmak için ayinlerde rol alırlardı. Savaşçı rahibelerin savaşçı yönleri gerçek “savaşçı” anlamından daha çok ayinsel bir gücü taşıyordu.

Sarmatya kabilesi içinde yer aldığını bildiğimiz daha önceki Sarmatyalı rahibeler ve gömülerdeki kalıntılara göre; bu göçebelerin daha sonraki dönemlere tarihlenen göçebe gömülerinde çok da refaha erişemedikleri görülür. Daha önceki Pokrovka Sarmatya rahibesine ait bir mezarda yapılan kazı çalışması sonucunda, ortaya çıkarılan, tek küçük bir deniz kabuğu ve bir aynaydı. Ancak biliyoruz ki, aynı bölgeden Erken Sarmatyalı rahibe mezarında karşılaşılan kalıntılar arasında kedigillere ait üç altın toka, bir kubok, dört büyük fosilleşmiş deniz kabuğu, bir törensel taş atlar, arka yüzünde soyut bir motif bulunan bir büyük bronz ayna, yarı değerli ithal taştan yapılmış boncuklar ve altından konik biçimli şakak pandantifleri vardı.

Kedigiller, rahibelerin başyardımcıları olan ortaya çıkar ve göçebe dünyada bilinen “kedigil süren kadın” temasıyla ilişkilendirilir. Bunun gibi, rahibelerin kadınsı güçleri, “Hayvanların Hakimi” tanımlamasıyla aynı çizgide olmalıdır. Altın bir kedigil plakası, Kazakistan’ın ve Sibirya’nın güneyinde olduğu gibi Don-Volga bölgesinde de diğer rahibelerin gömüleriyle ilişkili olarak bulunmuştur. Bu durum, muhtemelen rahibelerin simgesel özdeş gücünün yanı sıra aralarındaki tarihsel, kalıtsal ve çağdaş iletişim ittifakını da göstermektedir.    

İstanbul Boğazı Kadınları

İstanbul Boğazı’ndan elde edilen kalıntıların bir kısmı, yüksek statüdeki kadınları ve rahibelerin kullandığı teçhizatı tanımlar. Karagodeouashkh tümülüsünden altın konik biçimli bir plaka, ritüelleri betimlemede üç ayrı kayıt içerir. En üstte, ayakta duran bir kişi, ikincisinde bir grup at süren kişi, en altta ise başında sivri şapka bulunan elinde kubok tutan oturan bir kadının yanındaki dört kişi. Tüm bunlar uzun giysi giymişler ve sakalsızdırlar, kadın ya da “Enareler” yani “cinsiyetsizler” olmalılar. Sakhnovka’dan yine bir ritüeli betimleyen bir plaka, çılgınca çeşitli enstrümanlar çalan dört müzisyeni ortaya çıkarır. Bu müzisyenler, ya oturur ya da başlık takmış ve hem ayna hem de kubok tutan, oturan kadınların yanlarında diz çökmüş biçimdedirler. Ayrıca Bosporus’tan (İstanbul Boğazı) bir stel, ön yüzünde beş sütunlu tapınak betimi, alınlıkta ise sivri bir şapka takmış bir kadın betimini içerir. Askeri bir önderin soyundan gelen Agathous için yapılan mezar taşında, yüksek bir platform üzerinde oturan sivri şapkalı bir kadın, platformun dibine yaslanan bir adamı tutmaktadır.

Bu kadın betimleri, Aphrodite veya yeraltındaki ölülerin koruyucusu Aphrodite Ourania olarak tanımlanabilir ve ritüeller, tanrıçaya ya da tanrılaşmış ölüye ve tanrıçaya birarada eşlik etmek için ortaya çıkmıştır. Nitekim kanatlı tanrıçaları, tuhaf hayvanları betimleyen ve Şaman bölgelerine ait olan objeler, hem kadın hem de erkeklerin defnedildiği büyük Bosporus tümülüslerindeki kazılarda bulunmuştur. Metropol tümülüsünde, sadece ölü erkeğin yanında bir kadın başlığı ile karşılaşılmıştır ve bu erkeğin doğaüstü nitelikler taşıdığına inanılmıştır. Skythia’da (İskitya) Melitpol’den MÖ 4. yüzyıl kurganında bulunan altın plakalar üzerine kazınmış bir sahnede, elinde ayna tutan kadın tahtta otururken, önündeki erkek, göçebelere özgü kıyafetiyle rhytondan içki içer. Bölgedeki diğer gömülerdeki kadınlar da ayrıntılı işlenmiş başlıklar takarlar: Bunlardan biri İskit geyiği olarak adlandırılan bir biçiminde altın plakalarla kaplanmış bir başlık takmıştır. Görünen o ki, kehanet amaçlı kubok ve ayna gibi sihirli nesneler tutan oturan kadın figürleri, çeşitli ritüellerde rol alan rahibeleri betimler. Agathous mezar taşı üzerindeki karşıdan görünen kişi, sembolik olarak ölüye Öteki Dünyaya gidişinde eşlik etmiş olmalıdır.        

Tilya Tepe Savaşçı Rahibeleri

Batı Çin’de, güçlü göçebe Hsiung-nu birliği, Çinlileri Çin’in merkezinde Büyük Duvar’ı inşa etmeleri için zorlayan ağır askeri bir baskı sürdürüyordu. Ayrıca Hsiung-nu, Çin’in batısında İpek Yollarına bitişik yerlerde göçebe hayat süren Yüeh-chih birliğinin beş kabilesi üzerine de yürümüştü. Yüeh-chic geri çekilmiş, MÖ yaklaşık 135 yıllarında yerel sakinleri kontrol altına aldıkları Ceyhun Irmağı boyundaki Baktria’ya (Kuzey Afganistan) gelmişlerdi. Yaklaşık bir yüzyıl sonra (MÖ 35) birlik, Asya boyunca Budizmi yayan Kushan İmparatorluğunu kuran tek bir kabile reisinin hakimiyeti altına girmişti. Kushan Budizminin erken betimlemeleri, bu bölgedeki göçebe etkisini ortaya çıkarır: Bodhisattvas ve tanrısal varlıklar, rahibeler ve Enareler gibi, göçebelere özgü bir giysi ve teçhizatla donatılmıştır.

1978-79 boyunca Kuzey Afganistan’da, Sovyet Arkeoloji Enstitüsünden Viktor Sarinidi, Antik Dönemde Ceyhun Nehri olarak bilinen Amu Derya boyunda yer alan Tilya Tepe’de (Altın Tepe) Afgan arkeologlarla işbirliği içinde kazı çalışmaları yürütmüştür. Tilya Tepe, 3000 yıldan daha önceki ilk yapıdan beri birçok kültür ve halk geçişine sahne olmuştur. En alt tabakası, Zerdüştlükle ilişkili, sütunlu holü ve surlu kuleleriyle bir ateş tapınağı idi. MÖ 1000 yıllarından önce inşa edilen bu tapınak, tahrip edilene kadar kullanılmış, MÖ 1. binyılın ortalarında yeniden inşa edilmiştir. Çok geçmemiştir ki yapı bir yangınla yok olmuştur. Büyük İskender MÖ 328 yılında buraya yürüdüğünde, sadece yıkıntılarla karşılaşmıştır. Birkaç yüzyıl sonra, Yüeh-chic birliği bu toprakları kontrol altına aldığında, burası saygın Yüeh-chic din liderleri için son dinlenme yeri olmuştur.  

Sarianidi, höyüğün yüzeyi yakınında altı gömü ile karşılaşmıştır. Bu gömülerdeki kalıntılardan, yaşları 15-30 arası olan beş genç kadının ikisinin savaşçı rahibe, üçünün ise rahibe olduğu görülmüştür. Savaşçı bir rahibenin sembolü olduğu düşünülen 30 yaşındaki bir erkeğin bir hadım ya da “Enare” olduğu düşünülmektedir. İnanılmaz derecede zengin olan bu gömüler içinde, diğer ölü nesnelerinin bolluğunun yanı sıra 20 bin altın obje ve renkli kalıntılar yer almaktadır. Nesneler stilistik olarak farklılıklar gösterir ve 6 farklı kültürü ortaya çıkarır: MÖ 2. binyıl Bronz Çağı Baktriası, Greko-Baktria ve Greko-Roma tarafından izlenir. Erken Demir Çağı, bölgesel Baktria geleneği, Sibirya-Altay (Saka) hayvan stili ve İskit-Sarmat hayvan stili ile betimlenir. Dahası, olağanüstü ikonografi kültürel etkileşimlere ve göçebe inanç sistemine dair önemli ipuçları vermektedir.

Gömülerde ele geçirilen, rahibelerle alakalı kalıntılar arasında; aynalar, renkli tebeşir ve verimlilik ritüeli ikonografisiyle birlikte anlamlar yükleyen nesneler yer alır. Savaşçı rahibelerin eşyaları arasında savaşçı duruşunda bir Athena’nın betimlendiği amulet ve çeşitli bölgelerden birçok kama yer alır. Gömülerden birinde yer alan kadın (Gömü 3), iki tokası bir hadım savaşçıyı betimleyen bir kemer takmıştır. Diğer gömüdeki kadın (Gömü 2), iki mitolojik yaratığı, yuvarlanmış ayaklarıyla kontrol altına alan “Hayvanlar Hâkimini” betimleyen şakak pandantifleri takmıştır. Gömüdeki erkek (Gömü 4), kadınların giydiği tipte bir giysi giymiştir: uzun etek üzerine kemerli V-yakalı bir kaftan. Kalıntılar, göçebe savaşçı rahibelerin mezarında bulunanlarla aynıdır: kamalar ve bir kılıç, diğer bir Kushan Aphroditesi, bir kubok ve altın bir Hayat Ağacı. Kemerinde, altın zincirlerle tutturulmuş döküm tekniğinde yapılmış dokuz madalyon vardır. Her bir madalyon üzerinde azgın kedigil üzerinde bir kadın betimi yer alır. Betimler, vahşi canavarın efendisini ve kadının yüce gücünü gösterir.

Avrasya kadınının rütbesine ve durumlarına bakılırsa, onlarla birlikte doğuya göç eden birçok gelenek ve görenek olduğu ortaya çıkar. Göçebe çağdaş yazarların sunduklarını genişleten arkeolojik veriler yüksek statü sahibi Sarmatyalı, Sarmat ve doğu Saka kişilerinin, MÖ 1. binyıl göçebe kadınının statüsü için bir standart oluşturduğu yönünde bilgileri gün ışığına çıkarır. Güney Sibirya’da ve Kazakistan’daki Saka bölgelerinde, yüksek statü sahibi bireylerin gömülerinin yeniden değerlendirilmesi Avrasya kadınının durumuna ek katkıda bulunur. Öteki Dünyayla ilişkili inanç sistemleri ve kıyamet kavramları, maddi olarak sahip olduklarını mezarlarına yerleştirmelerini gerektirmiştir. Genel olarak incelikle işlenmiş altın betimler bize bireyin yaşamı boyunca toplum içindeki statüsünü belirlememize yardımcı olur. Bazı kadınlar şifacı, kehanette bulunma ve dini törenlerde görev alma gibi özelliğinin yanı sıra savaşçılardır da. Toplumdaki yerleri eksik değerlendirilmiştir. Onlar kabilenin hayatta kalması için kesinlikle gerekliydiler.    

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER