Atatürk’ün ve Dönemindeki Liderlerin Arkeoloji Anlayışları Hakkında Kısa Bir Değerlendirme

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe ve arkeolojiye, kurulan yeni devletin siyasi temellerinin kuvvetlendirilmesi açısından verdiği önem ve kişisel olarak da tarih ve coğrafya başta olmak üzere “sosyal bilimlere” duyduğu ilgi, herkesin malumudur.

Bu konuda günümüze kadar yüzlerce yayın yapılmıştır. Bu yayınların geneline baktığımızda, Atatürk’ün 21.02.1931 tarihindeki Konya gezisi sırasında, devrin Başbakanı olan İsmet İnönü’ye çektiği meşhur telgraf temel alınarak konu aktarılmıştır. Bu anlatılarda Cumhuriyet Türkiye’sinin arkeoloji alanındaki ilkelerinin bizzat kendisi tarafından, Dolmabahçe Sarayı’nda Türk Tarih Kurumu Başkanı’nın ve Afet İnan’ın hazır olduğu bir toplantıda dikte edilerek maddeleştirildiği belirtilmiştir. Sonraki süreçte de bu maddeler doğrultusunda faaliyetler hayata geçirilmiştir.

Atatürk’ün tarihe ve arkeolojiye olan bu ilgisinde ve desteğinde motivasyonu politik nedenler miydi, Anadolu’nun kültürel ve tarihî zenginliklerinin ortaya çıkarılarak millete ve devlete katkı sağlaması mıydı yoksa salt merakla harmanlanan bir bilim aşkı mıydı ya da bunların tümü müydü? Bu soruya cevap bulabilmek için ülkemizde eksikliğini hissettiğimiz “karşılaştırmalı tarih” anlayışı doğrultusunda onu, kendi döneminin öne çıkan liderleri ve bu liderlerin arkeolojiye bakış açıları doğrultusunda karşılaştırmak gerekmektedir. Atatürk Dönemi’nin dünyada göze çarpan liderlerine baktığımızda İtalya’da Mussolini (1922- 1945), Almanya’da Hitler (1933-1945), Sovyet Rusya’sında Stalin (1924-1953), İspanya’da Franco (1938-1973), Portekiz’de Salazar (1932-1968), İran’da Rıza Pehlevi (1925- 1941), Amerika’da Roosevelt (1933-1945) ve İngiltere’de Churchill (1940-1945/1951- 1955) gibi önderler göze çarpmaktadır. Bu sıralamadan da anlaşılacağı üzere, dünya genelinde o dönemdeki “zamanın ruhu” hiç de “demokratik” değildir; otoriter ve dahi totaliter liderler iş başında olup 1930’lardaki iki milyarlık dünya nüfusunun büyük bir bölümünün kaderine bu liderler doğrudan ya da dolaylı olarak etki etmektedirler.

Benito Mussolini, arkeolojiye özel bir ilgi duymuş ve bunu siyasi hedeflerinin bir parçası olarak “propaganda” aracı olarak kullanmıştır. İtalya’ya kadim Roma İmparatorluğu’nun ihtişamını geri getirmek ve o zamanki İtalya’yı eski imparatorluk topraklarının mirasının başlıca hak sahibi olarak gördüğünden, bu durum irredantizm merkezli İtalyan dış politikasının belirlenmesinde ana eksenlerden biri olmuştur. Mussolini ironik bir şekilde 1911 yılında Libya’nın işgaline karşı çıkmasına karşın, Habeşistan’ın işgali (1935-36), onun arkeoloji ile harmanlanmış irredantizm merkezli dış politika anlayışının bir yansımasıdır. Bu bağlamda Mussolini için arkeolojinin “amaç” değil, siyasi hedefleri için “araç” olduğunu ifade etmek mümkündür. Genelde İtalyanların ve özelde Mussolini’nin, zamanın gerçeklerinden uzak bu politikalarına karşı, Mustafa Kemal 1911’de Trablusgarp’ta direnmiş, 1930’larda ise arkeoloji soslu bu hayalî “mare nostrum” iddialarına karşı Mussolini İtalya’sı ile kafa kafaya gelmekten çekinmemiştir. Görülmektedir ki “eskinin bilimi” olarak kabul edilebilecek olan arkeoloji, aslında günceli de belirleyen en önemli olgulardan biridir çünkü bugün, dünün yansımasından başka bir şey değildir…

Devamı: Aktüel Arkeoloji Dergisi 101. Sayı “Kurtuluş Savaşı’ndan Kültürel Rönesansa Geçiş”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER