Göbekli Tepe'yi Anlamak

Göbekli Tepe’nin Uygarlık Tarihi İçindeki Yeri

Göbekli Tepe hiç kuşkusuz son yılların en etkileyici buluntu yerlerinin başında gelir. Göbekli Tepe kazıları, görkemli tapınakları, boyları 6 metreyi bulan dikilitaşlar, heykeller ve kabartmaları, konunun uzmanı olsun ya da olmasın gezenleri etkileyecek buluntuları sergileyen bir kazı yeridir. Bunların 12 bin yıl gibi kavranması oldukça güç eski bir tarihe ait olması, Göbekli Tepe’yi başka yerlere taşımış, yapay bir gizemlilik yüklemiştir.

Yalnızca bilim ile hayallerin dünyası, aklıselim ile metafizik birbirlerine karışmakla kalmamış, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılan kurgusal saptırmalar, toplumda Göbekli Tepe’ye yönelik algı sapmasına neden olmuştur. Göbekli Tepe’nin kutsal kitaplarda sözü edilen Cennetin kapısı olmasından, uzaydan gelenlerin merkezi olmasına kadar çeşitlenen yorumların sayısı giderek artmaktadır. Bu yorumlardan Göbekli Tepe’ye özgün olanı yalnızca “Cennetin kapısı” ile ilişkilendirilmesidir. Bu türden yorumlar ve özellikle uzaylılar ile bağlantı kurulması, beklenmedik bir arkeolojik buluntu ile her karşılaşıldığında ortaya atılmış, kamuoyunu heyecanlandırdıktan ve birkaç bilim kurgu yazarını zengin ettikten sonra da unutulmuştur. Bunun temel nedeni maalesef toplumda çok basite indirgenmiş “Tarihöncesi İnsan” algısının olmasıdır. Tarihöncesi insanların mağaralarda ilkel bir yaşam sürdürdüklerine olan inanç öylesine baskındır ki sanat, teknoloji, inanç ve soyutlama gibi terimler ile bir arada düşünülmeleri söz konusu bile olamaz. Bu algıyı dünya kamuoyunda, 1960’lı yıllarda günümüzde Göbekli Tepe’nin yarattığına benzer bir heyecan yaratmış olan Çatalhöyük bile bozamamıştır. Göbekli Tepe gibi Çatalhöyük’ün de uygarlık tarihi içindeki yerleri tümüyle göz ardı edildiğinden bunlar “aykırı”, “gizemli” buluntu yerleri olarak görülmüşlerdir. Esasen bazı saygın dış basın organlarında kapak konusu olmasaydı acaba toplumumuz Göbekli Tepe’nin ayırdına varabilecek miydi? Göbekli Tepe kazılarının 1995 yılından bu yana sürdüğü, heyecan yaratan buluntulara daha kazı çalışmalarının ilk yılında bile ulaşıldığı göz önüne alındığında, bu sorunun yanıtının olumsuz olacağını söyleyebiliriz.

Göbekli Tepe, kazı çalışmalarının 15. yılında çok sayıdaki anıtsal yapı, üzerleri betimlemeli ve görkemli dikilitaşlar ortaya çıktıktan sonra birdenbire topluma yansıtılmıştır. Bu yansıtmada Göbekli Tepe’nin eskiliği üzerinde durulmuş ancak ait olduğu kültürel oluşum, bunu ortaya çıkartan sürece hiç değinilmemiş, bu nedenle toplumdaki yansıması kuşkuyla karışık şaşkınlık olmuştur. Oysa Göbekli Tepe kazıları ile ortaya çıkan kültürü daha 1964 yıllarından Çayönü kazıları ile tanımaya başlamış, bu kültür ile ilgili bilgilerimiz 1978 yıllarından sonra başta Nevali Çori olmak üzere diğer kazı yerleri ile pekişmişti. Bu nedenle Göbekli Tepe’de ortaya çıkan kalıntılar Neolitik Dönem uzmanları için “aykırı” değil, yalnızca diğer buluntu yerlerine göre daha görkemli ve daha iyi korunmuştur. Bu yazı Göbekli Tepe’yi sıradanlaştırmak gibi bir amaçla hazırlanmış değildir. Kuşkusuz Göbekli Tepe her açıdan çok önemli bir buluntu yeridir; ve son yıllarda dünyada yapılan kazı çalışmaları arasında en çarpıcı arkeolojik kazılardan biri olarak görülmektedir. Bu nedenle bu yazı Göbekli Tepe’nin buluntularını tanıtmak yerine temsil ettiği kültürü, bu kültürün gelişim sürecini vurgulamaya yönelik olarak hazırlanmıştır. Göbekli Tepe, ders kitaplarımızda Cilalı Taş Devri olarak adlandırılan Neolitik Döneme ait bir yerleşim yeridir. Bu nedenle öncelikle Neolitik Dönem kültürünü kısaca tanımlamak gerekir.

Nevalı Çori’den insan başı biçimli heykel. Heykelin boyun kısmındaki kırılma izleri başın bilinçli olarak koparıldığını gösterir. Heykel, köşeli yüz hatları ve derin oyulmuş gözleri ile dikkat çekmektedir.

NEOLİTİK ÇAĞ ya da GÜNÜMÜZ UYGARLIĞININ TEMELLERİNİN ATILDIĞI DÖNEM

İnsanlığın günümüzden 3.000.000 yıl öncelerine kadar inen uzun bir geçmişi vardır. Bu süreç içinde insan da, içinde yaşadığı doğal çevre ortamı da sürekli olarak değişmiştir. Bu değişim dünyanın hemen hemen her yerinde yapılan arkeolojik kazılarla izlenmektedir; kazıların sayısı arttıkça 3.000.000 yıl içinde insanın fiziksel özelliklerini, biyolojik yeterliliklerini, yaşam biçimini, beslenme düzenini, geliştirdiği teknolojilerini ayrıntılandırmamızı sağlayan arkeolojik bulgular uygarlık tarihine daha bütüncül bakmamızı sağlayacak düzeye erişmektedir. Bu uzun süreç içinde daha sonraki kültürel dönemlerin altlığını hazırlayan devrim niteliğindeki “kırılma noktaları” vardır. Burada devrim sözcüğü değişimin bir anda olup bittiği anlamında değil, ortaya çıkarttığı sonuçların önemi bağlamında kullanılmaktadır. Neolitik Çağ olarak adlandırılan dönem de bu tür kırılma noktalarından biridir; bu nedenle Gordon Childe bu süreci “Neolitik Devrim” olarak adlandırmıştır. En basit tanımıyla Neolitik Çağ insanların avcılık ve toplayıcılık yerine besin üretimine, gezginci bir yaşamdan yerleşik yaşama geçtiği, toplumun bütün kurumlarıyla yeniden biçimlendiği bir dönemi temsil eder. Neolitik Dönem ile ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik yapılanma gelişerek çiftçi köy yaşantısı, kentleşme, devlet oluşumu, imparatorlukların ortaya çıkışından Endüstri Devrimi’ne kadar gelen düzenin temelini oluşturmuştur. Başka bir açıdan bakıldığında Neolitik Çağ, Son Buzul Dönemi bitimini izleyen yeni iklimsel koşullara insanların bildikleri kültür ve teknolojileri ile uyum sağladığı ve dolayısıyla yaşam biçimlerini yeni oluşan koşullara göre ayarladıkları bir dönemdir. Buzul Çağı’ndan sonra dünyanın her yerinde iklim, doğal çevre ortamı değişmiştir; insanlar da bulundukları bölgenin özelliklerine göre farklı kültürler geliştirerek yeni koşullara uyum sağlamıştır. Bunların arasında Yakın Doğu’nun bazı kesimlerinde, dünyanın başka yerlerinden farklı olarak beslenme tahıllara yönelmiş ve bu durum zaman içinde tarımı, hayvancılığı, köy yaşantısını ortaya çıkartmıştır. Çiftçiliği ortaya çıkartan bu yeni yaşam biçiminin ilk belirtileri MÖ 12.000 yıl öncelerinde görülmeye başlar, 5.000 yıl boyunca aynı bölge içinde kalarak gelişir. MÖ 7.500 yıllarına geldiğimizde artık tahıla dayalı besin üretimi, hayvancılık, yerleşik yaşamın gereği olan mimari, bunlarla bağlantılı olan teknolojiler tam olarak gelişmiş durumdadır. Yeni yaşam biçimi 3.000.000 yıllık geçmişten çok farklı, sosyal ve ekonomik bir yapılandırmayı ortaya çıkartmıştır. Tarım, toprak mülkiyetini, miras hukukunu, aile ve topluluk içinde yeni bir iş bölümü düzenini, tahılların avcılıkla elde edilen besinlerden farklı olarak depolanabilir olması ise artı ürün ve ticareti, sosyal sınıfların farklılaşmasını ve daha da önemlisi ekonomik girdilerle bağlantılı yönetici sınıfının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yeni yaşam biçimi MÖ 7.500 yıllarından itibaren oluşum bölgesinin dışına taşmaya başlamış, ulaşım teknolojisindeki gelişmelere bağlı olarak dünyanın çeşitli yerlerine yayılmış ve sonuç olarak “küresel” bir model olmuştur. Yakın Doğu Neolitik Kültürü’nü dünyanın diğer yerlerindeki oluşumdan farklı yapan da budur.

Nevalı Çori’de bulunan yerleşmenin III. evresindeki kült yapısı

Neolitik terimi ilk olarak 1866 yılında taş aletlerin yongalanmak yerine sürtülerek biçimlendirilmesini tanımlamak amacıyla ortaya atılmış, dolayısıyla teknolojiyi tanımlayan bir adlamadır. Arkeolojik araştırmalar ilerledikçe bu yeni teknolojinin çiftçi yaşamı ile özdeşleştiği anlaşılmış ve giderek Neolitik adlaması besin üretimine geçmiş topluluklar için kullanılmaya başlanmıştır. Geçen yüzyılın ortalarına kadar çiftçi toplulukların kilden yaptıkları kap kacakları ilk başlangıç aşamasından itibaren kullandıkları düşünülmekteydi. Ancak 1952 yılında Kathleen Kenyon Eriha Höyüğü’nün derin katmanlarına indiğinde çanak çömleğin kullanımından da önce Neolitik yaşamın var olduğunu görmüş ve böylelikle Neolitik Dönem Çanak Çömlekli ve Çanak Çömleksiz olarak iki ayrı başlık altında değerlendirilmeye başlanmıştır. Daha sonra Braidwood’un Jarmo kazıları da Kenyon’ın değerlendirmesini destekler sonuçlar vermiştir. O yıllara kadar tarih öncesi kültürlerin yaşam süreci tahminlere dayalı olarak göreli olarak yapılabilmekteydi; Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem için de oldukça kısa bir süre öngörülmüştü. 1950’li yılların sonlarından itibaren nükleer fiziğin desteğiyle radyoaktif karbon yada alışılagelmiş adıyla C14 adıyla arkeolojide kullanılmaya başlanması beklenmedik bir şekilde çiftçiliğe dayalı yaşamın tarihini binlerce yıl geriye taşımış, ve bu yeni yaşam biçiminin önceden düşünüldüğü gibi kısa bir süre içinde değil uzun bir zaman dilimine yayılarak “deneme-yanılma” yöntemiyle geliştiği görülmüştür. Neolitik Dönem araştırmaları yakın zamanlara kadar Güney Levant olarak tanımlanan Ürdün, Filistin ve İsrail gibi ülkelerde yoğunlaşmış; Suriye ve Irak’ta daha sınırlı olarak gerçekleşmişti. Genel kanı Buzul Dönemi sonrasında oluşan ortamın getirdiği zorlukların insanları buğday ve arpa gibi zor yenen besinlerden yararlanmaya zorladığı şeklindeydi. Dolayısıyla Neolitik Dönem insanları güç koşullar altında zamanlarının çoğunu besin elde etmek için geçiren basit topluluklar olarak algılanmaktaydı. Esasen Kenyon’ın Eriha (Jericho) Höyüğü’nde ortaya çıkartmış olduğu Çanak Çömleksiz Neolitik Döneme ait 8 metre yüksekliğindeki taş kule daha o yıllarda Neolitik Dönem insanlarının hiç de düşünüldüğü gibi basit topluluklar olmadığının ilk işaretiydi. Ancak o yıllardaki araştırmalar doğa bilimlerinin de etkisiyle yabani tahılların nasıl olup da günümüzdeki tarıma alınmış türlere dönüştüğüne; yabani koyun, keçi, sığır ve domuzun evcilleşme süreçlerinin anlaşılmasına yoğunlaşmıştı. Yerleşim dokusu ve toplumsal yapılanma bu çalışmalarda genel olarak göz ardı edilmekte, daha çok ortaya çıkan yeni teknolojiler, aletlerin tipolojisi üzerinde durulmaktaydı. Bu bağlamda 1964 yılında Halet Çambel ve R.J. Braidwood tarafından başlatılan Çayönü kazıları Neolitik Döneme bakış açısını zorlayan ilk önemli kazı olarak kabul edilebilir.

Çayönü kazıları da dönemindeki diğer Neolitik Dönem kazıları gibi tarım ve hayvancılığın başlangıç sürecinin anlaşılması amacıyla İstanbul-Chicago Üniversiteleri’nin ortak bir çalışması olarak başlamıştır. O yıllarda, insanların tahıllardan yararlanmasının ilk olarak nerede ve ne zaman ortaya çıktığı yoğun olarak tartışılmaktaydı; birçok bilim insanı bu sürecin Breasted’ın tanımladığı büyük bir kısmı bizim sınırlarımızın dışında kalan “Bereketli Hilal” bölgesinde başladığını öngörmekteydi. Braidwood, bu dönüşümün ancak tahılların yabanıl atalarının doğal olarak bulunduğu, “doğal yaşam bölgesi” olarak tanımladığı Breasted’ın Bereketli Hilal’inin daha kuzeyinde Güneydoğu Torosların eteklerinde gerçekleşmiş olabileceğini ileri sürmekteydi. Çayönü kazı yeri de bu nedenle denizden 800 m yükseklikteki Ergani Ovası’nda seçilmişti. Çayönü kazıları Halet Çambel’in ısrarıyla dönemin diğer Neolitik kazılarından farklı olarak geniş bir alanda gerçekleşmiş ve böylelikle ilk kez Çanak Çömleksiz Neolitik Döneme ait bir merkez, yerleşim dokusunu yansıtacak şekilde açığa çıkartılabilmişti. Sonuç şaşırtıcıydı; konutlardan farklı, daha anıtsal “özel yapılar” ortaya çıkmış, yerleşim dokusu basit bir toplulukla açıklanamayacak kadar gelişkin özellikleri sergilemiş, ancak uzman zanaatkarlar tarafından yapılabilecek ve o dönem için “lüks” olarak kabul edilebilecek takılar, özenle yapılmış nesneler bulunmuştu. C14 tarihleri Çayönü’nün MÖ 8.500 yıllarından itibaren 2000 yıl kesintisiz olarak yerleşildiğini ve yerleşim dolgularının büyük bir kısmının Çanak Çömleksiz Neolitik Döneme ait olduğunu açık olarak göstermişti. Özel yapı ve buluntuların tümü de bu kültür katından gelmekteydi. Daha da şaşırtıcı olanı yerleşimin ilk dönemlerinde beslenmenin esasının halen avcılık ve toplayıcılığa dayanmakta olduğu, her ne kadar yerleşimin ilk başlarında bazı yabani tahıllar besin olarak kullanılmışsa da gerçek tarım ve hayvancılığın yerleşimin sonlarında Çanak Çömlekli Neolitik Dönemde ortaya çıktığının anlaşılması olmuştur. Çayönü’nün çarpıcı buluntuları arasında içinde dikilitaşları bulunan, tabanı büyük sal taşları ile döşenmiş, taş duvarlarında payandaları ve duvar boyunca sekileri bulunan konut olarak kullanılmadığı açık olan anıtsal bir yapıya, daha ilk kazı mevsiminde rastlanmıştı. Üçüncü kazı mevsiminde, bu kez zemini kirecin söndürülmesi ile hazırlanmış, sürtülerek parlatılmış “terazzo tekniği” tabanı olan ikinci bir yapıya, sonraki kazı mevsiminde de içinde 450 kadar insana ait kemikleri bulunduran anıtsal bir başka yapıya rastlanmıştı. İlerleyen kazı mevsimlerinde yerleşme doğu-batı yönünde bir uçtan öbür uca kadar tam bir yerleşme dokusunu verecek şekilde açıldığında daha da şaşırtıcı bir sonuç çıkmıştı. Yerleşmenin doğu kesiminde artık kült amaçlı olduklarına kuşku duyulmayan anıtsal yapılar, bunun hemen batısında 50x30 metre boyutlarında içinde sıralar halinde dikilitaşları bulunan büyük bir meydan, meydanı çevreleyen boyutları ve zengin buluntuları ile diğer konutlardan farklılaşan yapılar, orta kesimlerde konut ve günlük yaşam alanları, en batıda ise işlikler ve kulübelerden oluşan daha fakir görünümlü bir doku ortaya çıkmıştı. Bu yadsınmaz bir şekilde katmanlaşmış bir toplumu, iş bölümünü ve günlük kullanım dışı nesnelerin yoğun olarak üretildiğini göstermekteydi. Kült yapıları, meydan ve diğer bazı önemli yapıların zaman içinde bilinçli olarak doldurularak gömülmesi kadar yerleşmenin düzenindeki plan anlayışı yönlendirilmiş organize bir iş gücünün varlığını da göstermekteydi. Diğer şaşırtıcı bir bulgu da Çayönü insanlarının çanak çömleğin kullanılmasından önce çevrede buldukları doğal bakırı ısıtarak takı ve küçük aletler yapmış olmalarıydı. Bu görüntüsü ile Çayönü uzun bir süre “aykırı” bir görüntü sergilemiş, başka benzerleri olmadığı için Neolitik’in kuramsal yorumlanmasına dahil edilmeden tekil bir örnek olarak kalmıştı.

Baraj altında kalmadan önce Nevalı Çori yerleşmesinden bir görüntü

Çayönü’nün bu tekil durumunu değiştiren Batman yakınlarındaki Hallan Çemi, Suriye’de Mureybet ve özellikle Urfa’da Nevali Çori ile Malatya’daki Cafer Höyük kazıları olmuştur. Hallan Çemi kazısı Çayönü’nde ortaya çıkan Neolitik yerleşimin MÖ 10.000’lere inen daha da eski bir aşamasını, Nevali Çori kazısı ise Çayönü’nden tanıdığımız özel kült yapılarının daha iyi korunmuş örneklerini vermiştir. Çayönü’nde bezemesiz olarak görülen dikilitaşların yerini Nevali Çori kült yapılarında üzerlerinde çeşitli betimlemeler olan dikilitaşlar almış, bunun yanı sıra heykel olarak tanımlanabilecek nitelikte olanlarına da rastlanmıştır. Cafer Höyük Çayönü’ndekilere benzer özenli işçilik gösteren taş kap ve takıları ile Neolitik yaşam biçiminin Braidwood’un öngördüğü gibi belirli bir coğrafi bölgeye bağlı olarak değil Toros Dağları’nın oluşturduğu kıvrımın kuzeyindeki ovalardaki varlığını ortaya çıkarmıştır. 1980’li yıllara geldiğimizde Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de yapılan kazılarda ortaya çıkan sonuç artık Neolitik kültürün tümüyle yeniden tanımlanmasını gerektirecek duruma gelmiştir. Bu bağlamda düşünce sistemimizi, Neolitik kültüre bakış açımızı yeniden biçimlendirirken Güneydoğu Anadolu’ya özgü “yerleşik avcı toplayıcılar” gibi yeni ve öncekilere tümüyle karşıt bir kavram oluşmaya başlamıştır. Yeni kazılarla ortaya çıkan tablo belirginleştikçe Anadolu Neolitiğini açıklamak için kullanılan tanımlar giderek farklılaşmış ve daha önceleri bu kadar eski bir dönem için düşünülmeyecek kavramlarla birlikte anılmaya başlanmıştır. İlk başlarda “özel yapı” daha sonralarında “kült yapısı” olarak tanımlanan yapılar için artık rahatlıkla tapınak, eşitcil bir toplum yerine katmanlaşmış toplum, yönlendirilmiş işgücü, seçkin-usta zanaatkarlar, piroteknoloji, sanat, uzak mesafeler arası ticaret... gibi kavramlardan Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem için de rahatlıkla söz edebilmekteyiz. Son yıllarda Ilısu Baraj Gölü Havzası’nda yapılan kurtarma kazıları özellikle Körtik Tepe, Hasankeyf Höyük ve Gusir Höyük kazıları ile Urfa Yeni Mahalle Balıklı Göl buluntuları düşünsel devrim niteliğindeki bu tanımları daha da ilerilere taşımıştır. Yukarıda sözünü ettiğimiz sınırlarımız içindeki kazıların yanı sıra Kuzey Irak’ta Nemrik, Kuzey Suriye’de sınırımızın hemen güneyindeki Tell Abr ve Tell Qaramel de bu kültürün zenginliği kadar ne kadar geniş bir alana yayıldığını da göstermiştir. Göbekli Tepe’nin bu çerçeve içinde ele alınması gerekir.

GÜNEYDOĞU ANADOLU NEOLİTİK KÜLTÜRÜ ve GÖBEKLİ TEPE

Yukarıda Güneydoğu Anadolu ve yakın çevresindeki kazılara dayanarak kısaca özetlediğimiz Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem kültürü MÖ 10.500 yıllarında başlayarak MÖ 7.200 yıllarında Çanak Çömlekli Neolitik Dönem kültürüne geçiş sürecine kadar kesintisiz olarak devam etmiştir. Yaklaşık 3000 yıllık bir dönemi temsil eden bu sürecin Proto Neolitik / Ön Neolitik, Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem A (PPNA) ve Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem B (PPNB) olmak üzere 3 belirgin aşaması vardır. Yapılan kazılar bu özgün kültürün yayılım alanlarını belirlemeye yeterli değildir; ancak genel olarak Fırat ve Dicle Havzalarında yoğunlaştığını, olasılıkla Tunceli’nin kuzeyini, batıda Amanoslar’ı geçmediğini söyleyebiliriz. Doğuda nereye kadar yayıldığı, Batı İran içlerine kadar girip girmediği halen belirsizdir. Güney yönünde ise sınırımızın hemen güneyinde ülkemizdekinin tam benzerini veren buluntu yerlerini görmekteyken giderek başkalaştığını ve Güney Levant kültür bölgesine yumuşak bir geçisin olduğunu söyleyebiliriz. Suriye’de yukarıda sözünü ettiğimiz kazı yerlerinin yanı sıra Jerf el Ahmar , Dja’de gibi kazı yerleri de bu kültürün en güney çeşitlemelerini yansıtmaktadır. Yakın Doğu Neolitiği’ne daha genel bir açıdan baktığımızda İç Anadolu’dan Güney Levant’a, doğuda Zagroslar’dan Akdeniz’e kadar uzanan geniş ve içinde farklı ortam çeşitlemesini barındıran bir Neolitik oluşum bölgesinden söz edebiliriz. Yakın zamanlara kadar bu bölgede gelişimi tetikleyen kültürel oluşumun Güney Levant olduğu öngörüsüyle Anadolu Neolitiği “İkincil Neolitik” olarak tanımlanmaktaydı. Her ne kadar Güney Levant’ta Proto Neolitik olarak tanımlanan dönemin başlangıcı şu anda Anadolu’da bilinenlerden çok daha eskilere inmekteyse de Çanak Çömleksiz Neolitik Dönemi belirleyen kültürel devrimin odağının Güneydoğu Anadolu olduğu artık kesin olarak kabul edilmiştir. Daha önce de değindiğimiz gibi Neolitik yaşam ve özellikle tahıla dayalı beslenme modeli doğal çevrenin kısıtlı olanaklarının olmasına bağlanmaktaydı, ancak artık Anadolu’nun, güneydeki yarı kurak ve kurak bölgelere oranla çok daha verimli ve zengin doğal çevre koşullarının MÖ 12.000 yıllarında tarıma ve besin üretimine geçmeden sabit yerleşmeler kurulmasını sağladığı anlaşılmaktadır. Büyük bir olasılıkla doğal çevre ortamının zenginliği kültürel dönüşümü hızlandırmış, insanları yalnızca beslenmeye yönelmekten kurtararak yaşamsal önemi olmayan ve kelimenin gerçek anlamıyla “sanat” olarak tanımlayacağımız işlere de yönelmesine olanak sağlamıştır. Körtik Tepe kazılarında ortaya çıkan ve sayıları bini geçen, her biri özgün bir ustalık ve sanatı yansıtan, ham maddesi uzaklardan getirilmiş olan bezemeli taş kaplar bunun en açık göstergesidir.

Göbekli Tepe’de bulunan, iki insan ve yılanları birleşik durumda betinleyen totem benzeri dikilitaş ©DAI, Göbekli Tepe Kazı Arşivi

Yukarıda sözünü ettiğimiz yerleşmelerin hemen hemen tümünde artık korkmadan “tapınak” olarak adlandırabileceğimiz yapılar vardır. Bu yapıların plan, duvar tekniği ve iç ayrıntıları hemen hemen her yerleşmede aynı özellikleri sergiler ve her bakımdan konutlardan kolaylıkla ayrılırlar. Bu durumun bölge içinde tören uygulamaları ve inanç sisteminde bir bütünlük olduğunu göstermesi ilginçtir. Bütün bu yapıların tabanları törenlerde sıvı kullanıldığını göstermektedir, çoğu su geçirmez terazzo tekniğinde, bazıları sal taşları döşenerek, bazıları ana kayanın düzletilmesi ile yapılmış; bazen de sıvıyı yönlendirecek kanallar eklenmiştir. Duvar boylarında oturma sekilerinin bulunması az sayıda seçkin ve olasılıkla “ruhban” sınıfına ait kimselerin törenleri izlediğini gösterir. Dicle Havzası’ndaki dikilitaşların üzerinde kabartmalar yoktur, ancak Çayönü’nde üzerinde boya izleri bulunan bir dikilitaş betimlerin boyanarak yapıldığını düşündürmektedir. Buna karşılık Fırat Havzası’nda bulunanların tümünde kabartmalı betimlemeler ve mekanların ortasında Kızılderililerin totemlerine benzer heykelsi taşlar görülmektedir.

 

Göbekli Tepe’de ortaya çıkan bulgular, tümüyle buraya kadar tanımladığımız Güneydoğu Anadolu Çanak Çömleksiz Neolitik kültürünün tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Ancak Göbekli Tepe’de ortaya çıkan kült yapıları şimdiye kadar diğer yerleşmelerde gördüklerimizden sayıca çok daha fazla ve karşılaştırılamayacak kadar büyüktürler. Bu durum Göbekli Tepe’nin diğer yerleşimlerden farklı bir inanç merkezi olup olmadığını gündeme getirmiştir. Bu sorunun yanıtını vermek kolay değildir. Çayönü ve Nevali Çori kazıları kült yapılarıyla konut alanlarının iç içe olmadığını, özel yapılar için yerleşimde ayrı bir yerin olduğunu açık olarak göstermiştir. Göbekli Tepe’de şimdiye kadar yalnızca kült yapıları kazılmış, var olduğu anlaşılan konut alanlarına henüz hiç girilmemiştir. Göbekli Tepe’nin yakın çevresinde yapılan yüzey araştırmalarında ortaya çıkan iki belirgin sonuç vardır. Şimdiye kadar aralarında en önemlisi Karahan Tepe olmak üzere benzer bulgu veren en az 12 yerleşim daha olduğunu göstermiştir; bu durumun Göbekli Tepe kaynaklı bölgede yapılan araştırmaların bir sonucu mu, yoksa bölgenin gerçekten tapınaklarıyla öne çıkan ayrıcalıklı bir yer mi olduğu sorusunun yanıtını ancak ileriki yıllarda yapılacak çalışmalar belirleyecektir. Ortaya çıkan ikinci sonuç benzer yerleşmelerin hemen hemen tümünün ovalarda değil, Göbekli Tepe gibi sırtlarda dolayısıyla tarım ve çiftçiliğe değil avcılığa uygun ortamlarda bulunmuş olmasıdır.

Göbekli Tepe’nin bir inanç merkezi olup olmadığı bağlamında diğer bir sorun da burada kült binalarının sayısal çokluğudur. Her bir tapınakta görülen betimlerin diğerinden farklı olması bunların farklı simgesel nitelikte anlamları olabileceğini düşündürmektedir. Buna karşılık kült binalarının sık aralıklarla doldurularak gömülmüş olması bunlardan kaç tanesinin aynı zaman diliminde var olduğunu anlamamızı engellemektedir. Bu bağlamda Göbekli Tepe’nin 2000 yıl gibi uzun bir dönemi temsil ettiği göz ardı edilmemelidir. Tüm bu soru işaretlerini bir yana bırakırsak Göbekli Tepe, ortaya çıkan betimlemeleri, kabartma ve heykelleri ile Neolitik Dönem inanç sistemini ve bununla bağlantılı simgesel değerleri şimdiye kadar hiçbir yerde olmayan bir zenginlikte bizlere tanıtmıştır. Daha önceleri bolluk ve bereketi simgeleyen “Ana Tanrıça” odaklı Neolitik Çağ simgesinin yerini güçlü erkek figürü almış; ve bunun yanında doğadaki hareketli olan her türlü canlının da inanç sistemi içinde önemli bir simgesel değeri olduğu ortaya çıkmıştır. Önceleri tarih öncesi hayvan betimlemeleri avın bereketi ile özdeşleştirilirdi, ancak Göbekli Tepe’de sürüngenlerden kuşlara, av hayvanlarından yırtıcılara, akreplerden yılanlara kadar çeşitlilik gösteren bu betimlemeler doğada yaşayan her türlü canlının düşünce sisteminde bir yeri olduğunu göstermektedir. Nitekim MÖ 10.000 yıllarında Kıbrıs’ı ilk olarak iskan eden Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem topluluklarının adada bulunmayan ve besin olarak kullanılmayacak tilki gibi hayvanları da beraberinde götürmüş olmaları Neolitik Dönem düşünce sisteminde bunların önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda Neolitik Dönemde en çok avlanan koyun, keçi, ve ceylan betimlemelerinin Göbekli Tepe’de şimdiye kadar rastlanmamış olması ilginçtir. Aynı şekilde Göbekli Tepe betimlemelerinde tahıl yada diğer bitkilere de rastlanmamıştır.

Çayönü’ndeki ‘Izgara Planlı’ yapılar

Göbekli Tepe ile temsil edilen kültür her bakımdan heyecan verici, ezberimizi bozan, düşünce sistemimizi zorlayan özellikler taşımaktadır. Her ne kadar bunlar Çayönü kazılarından bu yana Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de bu döneme ait 14’ü geniş kapsamlı olmak üzere 22 kazı yeri ile ortaya çıkan oluşum ile tam bir uyum sergilemekte ise de bu tablo halen daha çok yenidir. Algımızın bu bulgulara göre dönüşmesi, düşünce sistemimize sinmesi ve özellikle kültürel sürecin kuramsal yapısına oturabilmesi için zaman gerekmektedir. Dileğimiz vaktiyle Çayönü’nde olduğu gibi Göbekli Tepe’nin de “yalnızlıktan” kurtulması, benzer buluntulara sahip olduğunu bildiğimiz birkaç yerin daha kazılarak ortaya çıkartılmasıdır. Maalesef son olaylar Suriye’deki Göbekli Tepe’ye benzer buluntu veren kazıların daha başlangıç aşamasındayken durmasına neden olmuş ve büyük bir olasılıkla bunlar tümüyle yok edilmiştir. Urfa Bölgesi’ndeki gözlemler Göbekli Tepe’nin yarattığı heyecanın, bölgeye olan ilgiyi arttırdığını, bunun bir yanda turizmi geliştirmesi gibi olumlu bir sonuç verirken öte yandan definecilerin ve antika pazarının iştahını kabarttığı yönündedir. Bu yazı ile tanımladığımız Çanak Çömleksiz Neolitik Kültür uygarlık tarihinin en önemli ve çarpıcı dönüşümünü temsil etmektedir. Anadolu’nun uygarlık tarihine yaptığı en özgün ve önemli katkının Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu dönemi bilim dışı söylencelerin çekiciliği ile değil, uygarlık tarihinin basamaklarının bilinci ile ele alınması gerekir. Bu kadar önemli kültür varlılarına sahip olmanın getirdiği sorumluluk ve yükümlülükleri göz ardı edemeyiz. Bu kültürlerin bulunduğu ve hiç kazı yapılmamış yerlerdeki bilginin ortaya çıkartılarak topluma ve bilime kazandırılması, paylaşılması kadar gelecek kuşaklara korunarak aktarılması da üzerimize düşen sorumluluklarımız arasında yer almaktadır.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER