Hellen Düşüncesinde “Teklik İçinde Çiftlik” Kavramının Kökeni Ve Anadolu’daki İzleri

Klasik mitolojide kadın ve erkek cinsiyetinin kusursuz uyumla bütünleştiği o “tek içinde çift” olmuş vücut Hermaphroditos’a aittir. Yaratılış mitoslarına göre ise böylesine bir kusursuzluk her şeyden önce var olan, kozmik yaratılışın başrol oyuncusunda kendini gösterir.

Hermaphroditos

Hindistan, Mısır, Sümer, Babil, Hurri ve Hitit’e kadar tanınan doğu mitoslarında hep o ilk kusursuz varlık yer alır. Hellen dünyasında ise bu düşünce MÖ 6. yüzyılda, yani Hesiodos’un Thegonia’sından hemen sonraki bir süreçte, doğu düşüncesine açık Syroslu Pherekydes ile daha da belirginleşir. Pherekydes’e göre ilk önce var olan üç temel güç Khronos (zaman), Zas (Zeus) ve Khthonia’dır (Gaia-Toprak). Her iki cinsiyeti de kendisinde barındıran Khronos evrenin yaratılışı için gerekli olan ilahi varlıkları Ateş, Hava ve Su’yu kendi kendine üretebilirken, Zas ve Khthonia birbirleriyle birleşerek tanrı soyunu yaratırlar. Böylece Khronos erken doğu kozmogonialarında yer alan çift cinsiyetlilikle ilişkidedir; ancak Hellenistik ve Roma Dönemi yorumcuları Pherekydes’in Khronos’unu Orphik yaratılış tanımlaması içinde değerlendirir.

Ozan Orpheus’la doğan ve Orphizm olarak bilinen dinsel hareketin kökeni de MÖ 6. yüzyıla gider. Bu inanç Klasik Dönemin dini atmosferinde etkin bir rol oynar. Orphik düşüncede çok belirgin bir şekilde açığa çıkartılmasa da insanlığa hastalık getiren varlık olarak kadın, misogynistik (kadından nefret eden) bir anlayışla ele alınır. Bu düşüncede, kadının saflığına inanılmadığı için kadın onun hiçbir mezhebine giremez, eylemlerine katılamazdı; erkek ise çok ideal olan bir varlıktı. Belki de bu nedenle Demir Çağ Anadolusu’nda çift cinsiyetliliğe açılan kapı, aşağıda örnekleriyle göreceğimiz gibi, kadın yerine erkek kimlikler üzerinden sağlanır. Her şeyin ötesindeki bir kusursuzluk taşıyan Evren ise, saf ve ilk olan çift cinsiyetli bir varlıktır. Orphik yaratılışta bu varlık (Evren / Khronos / Time / Zaman) soyun devamı için Aither’in (Göksel hava/Atmosfer) içine bir yumurta bırakır, bu yumurtanın içinde eril ve dişil organları bir arada bulunan Phanes oluşur. Daha sonra Phanes de kendi kendine geceyi (Nyx) ve gelecek soyun diğer ilahi varlıklarını yaratır. En sonunda kendi soyunu sürdürecek tanrılardan Zeus, Phanes’i yutar ve Zeus kozmosun bu erken formunu daha önce olduğu durumuyla yeniden yansıtır.

Orphizimde anlatılan yaratılış öyküsündeki benzer kurgu Akragaslı Empedokles’in (MÖ 495–435) dizelerinde de vardır. Burada iki cinsiyetli yaratık bir tanrı değil daha sonra Aristophanes’de benzer bir anlatımla görüleceği gibi bir ölümlü olan “insandır”.

Empedokles’den sonra Orphik düşüncede yer bulan yaratılış mitosuna Aristophanes’de rastlanır. Aristophanes konuyu önce “Kuşlar” komedisinde (MÖ 414), ardından Platon ile diyaloglarında (MÖ 380) ele alır. Diyaloglarda Aristophanes, ilk olarak insan doğasının aslında şimdiki gibi olmadığını, kadın, erkeğin yanı sıra bunların bileşiği “androgynos” (çift cinsiyetli) olan bir üçüncü varlıktan söz eder; ardından ilk insanın dört kollu, dört bacaklı, bir başlı, küresel bir varlık olduğunu anlatır. Devamında ise cinsiyetlerin üç adet olmasına bir gerekçe olarak güneş, dünya ve ayın da bir üçleme olduğunu söyler. İnanca göre erkek güneşin, kadın dünyanın ve androgynos da ayın çocuğudur; bu nedenle hepsi ebeveynleri gibi küreseldir ve küresel bir devinim içindedir. Bu küresel formlu, çok güçlü yaratıcı varlıklar tanrılara saldırırlar; buna karşın Zeus daha kolay hükmedebilmek için onları kadın-erkek olarak ikiye bölmeyi planlar. Böylece zayıf düşecekler ve sonsuza dek birbirlerine muhtaç olarak yaşayacaklardır. Aristophanes en sonunda ekler: “Söylediğim gibi bir zamanlar iki yerine tektik, ama günahkârlığımız yüzünden tanrı bizi parçaladı”. Bu düşüncede görüldüğü gibi “teklik içinde çiftlik / duality in unity” olma durumu, cezalandırılmış iki ayrı cinsiyete göre çok daha üstün bir konumdadır.

Kültepe'den İdol

Hellen dünyasında çift cinsiyetlilikteki kusursuzluk kavramı MÖ 5. ve 4. yüzyıla kadar geriye giden Aristophanes, Platon, Empedokles gibi düşünürlerin metinlerinden bilinmekle beraber, sanatsal olarak bu olgunun kişileştirilmesi MÖ 4. yüzyıl örneklerinde çok da estetik olmayan Hermaphroditos anasyromenos duruşuyla ortaya çıkar. Hellenistik Dönemin genre figürleri arasında ise o kusursuz uyumu ve bütünlüğü yakalamış “Uyuyan Hermaphroditos” gibi gizemli bir anlatımla karşılaşılır; ancak bu Hermaphroditos ya da bu çift cinsiyetli varlık atalarından farklı olarak artık doğurgan değildir. Kendi kendine çoğalamaz, yapabildiği yalnızca kendisine yapılan adaklarla doğurganlığı ve verimliliği olası kılmaktır.

Klasik mitolojiye göre Hermaphroditos, Hermes ve Aphrodite’nin erkek çocuğu olarak Girit/İda’da doğmuştur. Hermaphroditos’un sonradan geze geze Karia’ya gelmesi ve burada Salmakis adlı bir nymphenin ona olan aşkı yüzünden saf olan erkekliğini yitirip çift cinsiyetliliğe dönüşmesi bir rastlantı mıdır? Yoksa bu mitos da Anadolulu ya da Doğulu olmakla, tanrıların dişileştirilmesi arasında bir bağ var mıdır? Bu soruları cevaplamadan önce aşağıdaki bir başka mitosu hatırlamak yararlı olabilir.

Frig mitolojisinde bir anlatımda Agdistis adında başka bir çift cinsiyetli varlıkla karşılaşılır. Hikâyesi günümüze Pausanias ve MÖ 3. yüzyılda yaşamış Arnobius ile ulaşır. Arnobius ise kendisindeki bu bilgelerin kaynağı olarak, MÖ 300 yıllarında yaşamış Eleusisli bir rahip ve kâhin aynı zamanda din ve kehanet konusunda bir otorite olarak tanıtılan Timotheus’u gösterir.

Kültepe'den İdol

Hikâyede Iuppiter Manga Mater kılığında uyumakta olan Frigya dağı Agdus’un ırzına geçmek ister. Başarısız olan Iuppiter’in spermi dağın üzerinde düşer; bunun ürünü olarak Agdistis adında vahşi, androgynos bir yaratık ortaya çıkar. Agdistis çok yıkıcı bir yaratık olduğu için tanrılar harekete geçmeye karar verir. Tanrılar önlem alarak Agdistis’in her zmaan su içtiği kaynağının şarapla doldurulmasını sağlar. SARHOŞ OLAN Agdistis uykuya daldığında Zeus testislerinden ağaca bağlanmasını ister. Agdistis uyandığında bu durumdan kendini hadım ederek kurtarır. Agdistis’in kanından meyve veren bir badem ağacı ile Sangarios adlı bir kız çocuğu doğar. Sangarios’un göğsüne olgunlaşmış bir badem tanesi düşer ve sinesinden Attis doğar.

Agdistis Kybele’ye yakın kadınsı bir kişilik olarak kabul edilir. Ajootian, Uyuyan Hermaphroditos ikonografisi içinde, hikayede sarhoş edildikten sonra uykuya dalan Agdistis’i görmek ister. Bu durumda ortaya çıkan sonuç, Ajootan tarafında net olarak belirtilmemekle birlikte, Frigyalı bir androgynos tanrı ile Karia’da sonradan androgynos olan başka bir tanrının Helenistik Dönem ikonografisinde özdeşleştirilmesidir.

Tanrılar ve onlara inananlarda rastlanan ve çift cinsiyetliliği çağrıştıran kadınsı anlatım, özellikle Anadolu kökenli kültlerde karşımıza çıkar. Örneğin kökleri Frig ritüellerine dayanan Kybele tapınımında, gallus ve archigallus’ların yalnız hadım edilmekle kalmayıp, kadınsı giysi ve takılarla süslenmeleri de bu tapınımın doğası gereğidir. Daha farklı bir örnek ise, antik kaynaklara göre Trakyalı ya da Lydialı ve nelki de Hititli sayılan, ancak Linear B yazıtlarıyla Miken kültüründen köklenmiş olabileceği de ileri sürülen Dionysos kültünden gelir. Bu kültün ritüellerine ilişkin çok sayıda ikonografik anlatımlara rastlamak mümkündür, ancak MÖ 510-460 yılları arasında genellikle kırmızı figür tekniği ile ressam Anakreon tarafından üretildiği kabul edilen “Anakreontik” vazolar, Dionysos ritüellerinde yer alan erkeklerin kadın giysi ve eşyalarıyla olan danslarını tasvir etmeleri açısından çok ilginç bir grup oluşturur. Bu vazolar üzerinde izlenen giysi ve tavır genellikle Doğulu, ama özellikle Lydia kökenli olarak yorumlanır. Anadolu’dan bir başka kadınsı anlatımlı tanrı örneği Hermaphroditos Anasyromenos tipolojisi ile çok yakın ilişkili, Bithynialı Priapos’tur. Priapos, üzerindeki peronatris tarzı giysisi ve genellikle başına doladığı heterelere özgü sakkos ile bütün erkek gücü simgeleriyle aynı zamanda son derece kadınsı bir görünüm sunar. Yine kökeni Anadolu’da aranan ve geç antik kaynaklarda da Lykialılığından söz edilen Apollon’un da, Zeus, Poseidon ve Hermes gibi tanrılara göre Hellenistik Dönem heykeltıraşlığında çok daha vurgulu olarak anlatılmaya başlanır. Öyle ki, örneğin Hellenistik Dönemde figürin ve sikkelerinden tanıdığımız Patara Apollonu artık kolayca bir kadın figürü ile karıştırılabilir durumdadır.

Çatalhöyük'den İdol

Son olarak bir başka kadınsı anlatım, Karia’da kendini gösterir. Zeus Labraundos’un bereket ya da üretkenliğinin sembolü olarak göğsünde taşıdığı kadın memesi ya da boğa testisi olarak yorumlanan çıkıntıları - ki tanrı bu görüntüsüyle sakalına rağmen doğrudan Ephesos Artemis’ini hatırlatır - giysisinin modellendirilmesi ve de ek olarak başında, Bryaxis sonrası Serapis ile bütünleşen, ama aslında ana tanrıça simgesi bir polos/kalathos ile tasvir edilmiş olması, kanımca görüntüsüne kesin olarak bir kadınsılık yüklenmek istendiğini gösterir. Zeus Labraundos’a ilişkin arkeolojik malzeme çok sayıda olmasa da oldukça ilginç ve konuyu irdeleyebileceğimiz zenginliktedir. Bunlardan bir tanesi, daha önce Maclachan’ın dikkat çektiği üzere çok ilginçtir. Bu örnek kardeş ve karı-koca, İdrieus ve Ada tarafından MÖ 4. yüzyılda adanmış bir Zeus Labraundos kabartmasıdır. Karia’dan tanıdığımız daha ünlü bri kardeş ve karı-koca çift ise Mausolos ve Artemisa’dır. Burada olasılıkla Zeus Labraundos’un çift cinsiyetliliğinin ona sağladığı kusursuzlukla kardeş evliliklerin arasında bir bağ kurulması istenmiş olmalıdır. Öte yandan yine Karia’da Kaunos’da bulunmuş ve Zeus kültü ile ilişkilendirilmiş kutsal taş konuya farklı bir zenginlik kazandırır. Bu kutsal taş Kaunos’da Anadolu ve Kıbrıs’tan bilinen diğer örneklerinin tersine eril bir tanrı ile ilişkilendirilir. Özellikle Karia bağlamında örneklerle anlatılmaya çalışılan bir durum uygun zihinsel altyapının olgunlaştığı ve görsel olarak da çift cinsiyetliliğin olabilecek en hoş uyumla tasvir edildiği Helenistik Dönemde Karia’da doğacak olan bir Hermaphroditos kültünün habercisi olmalıdır. Bugüne kadar bilinen arkeolojik araştırmalarda Halikarnasos yakınlarında cinsel gücü zayıflatıcı etkisiyle tanınan Salmakis nehri ve onun hemen yakınında Hermaphroditos’un ebeveyni Hermes ve Aphrodite için kurulmuş herhangi bir tapınak izine rastlanılmamasına karşın, antik kaynaklarda Salmakis nehri ve Karialı Hermnaphroditos’un ünü MS 10. yüzyıla kadar devam eder.

Yukarıda anlatılanların ışığı altında Anadolu’da Neolitik ve Tunç Çağları’nda bulunmuş çok tanınan ancak stilize bir anlayışla üretilmiş idoller olmaları nedeniyle çoğu zaman yorumlamada zorluk çekilen bazı eserlere yeniden dikkat çekmek istiyorum. Bu eserler arasında öncelikle ele alacağım örnek Çatalhöyük’ten “çift başlı figürin” olarak da adlandırılan “ikiz idol”dür. Haas bu eseri ikiz tanrı kavramı ile ele alıp, yerinde bir görüşle yaratılış mitoslarındaki “teklik içinde çiftlik” düşüncesiyle açıklar. Haas’a göre daha sonra Alacahöyük idolleriyle karşılaşılan “ikiz tanrılar” da benzer düşüncenin ürünüdür.

Tülintepe’de U. Esin tarafından bulunmuş ve bugün Elazığ Müzesi’nde korunan biri kırık ve eksik iki idol ise “teklik içinde çiftlik” in daha farklı bir yorumudur. Esin tarafından bir idol tanımlaması yapıldıktan sonra herhangi bir yorum getirilmemişken, daha sonra E. Uzunoğlu sağlam olan örneği oturan bir kadın figürini olarak isimlendirerek Ana tanrıça kültü içinde değerlendirir. Oysa figürindeki stilize anlatım Sotira Arkolis’den bulunmuş Neolitik Dönem idolü ile yakın bir ilişki içindedir. Sotira örneğinde kadın kalçası dik duran bir fallus ile birleştirilmiştir. Tülintepe örneği farklı bir stilde yapılmış olsa da Sotira ile benzer bir düşüncenin ürünü olmalıdır. Sotira idolü, Kıbrıs doğumlu Aşk Tanrıçası Aphrodite’nin belirgin bir cinsiyet kazanmadan, onun çift cinsiyetteki uyum ve bütünlüğünü anlatan erken bir formu olarak yorumlanır. Benzer örnekler Kıbrıs’ta Tunç Çağı içinde daha da çeşitlenir. Bu dönemde Anadolu’da Kültepe’den oldukça ilginç bir buluntu grubuyla karşılaşılır. Bossert 15 farklı örnekle tanıttığı bu idolleri Ana tanrıça ve güneş kültüyle ilişkilendirir. Bossert’dan sonra Uzunoğlu da bu görüşe katılır. Haas ise bu örneklerin özellikle çift başlı olanlarını yine androgynos kavramı içinde değerlendirdiği ikili/ikiz tanrı çifti ile açıklar. Bu fikirlere karşın, Kültepe idollerinde mevcut yayınlarda hiç üzerinde durulmayan çok belirgin bir phallus stilizasyonu bulunur. Bu idoller Kalkolitik Dönem örneklerinde olduğu gibi; ancak onlara göre daha bir estetik bütünlük içinde yaratılmıştır. Kültepe örneklerinin çağdaş yakın paralelleri yine Kıbrıs’ta, ancak daha stilize edilmiş bir üslupla ortaya çıkar. Kıbrıs’ta Demir Çağına gelindiğinde ise, sakallı bir Aphrodite tiplemesiyle karşılaşılır. Bu anlatım Klasik Dönemde metamorfoza uğrayarak kadınsılaşan eril tanrıların yer aldığı Ana tanrıçalar diyarı Anadolu’da gözlemlenen durumun tam tersidir.

Sonuç olarak bu çalışmada, kusursuz uyumla karşımıza çıkan çift cinsiyetli yaratıcı ilk büyük gücüne Anadolu’da Neolitik Çağdan bu yana çok baskın bir inanış olamasa da zaman zaman karşılaşıldığına tanık olduk. Tunç Çağı’nda bu süreç Kültepe ve Alaca Höyük Hatti / Hitit kültürünün örnekleriyle iz verdi. Demir Çağ içine gelindiğinde ise, doğu etkisinde gelişen Orphik düşüncenin yardımı ve Anadolu ritüellerindeki kadınsı görünümleri ile dikkat çeken tanrılar aracılığıyla, Helen dünyasına girişine tanık olduk. Bu sürecin en sonunda gelinen nokta ise androgynos kavramının Hermaphroditos adıyla Helenistik Dönem’de kişileştirilmiş bir kavram olarak Anadolu’ya geri dönüşüdür.

Bir rastlantı olamayacak çeşitlilikteki bu izlerle evrenin yaratıcısı kusursuz Androgynos olandan Hermaphroditos’a giden öyküde Anadolu coğrafyasının önemli bir görev üstlendiğini söyleyebiliriz. Öte yandan şunu da belirtmek gerekir ki: her şeyden önce var olduğuna inanılan “o kusursuz uyumla tek olmuş çift”, Anadolu’da tarihin hiçbir döneminde, doğurganlığıyla gücünü kanıtlamış ve böylece çok daha somutlaşmış bir kavram olan Anatanrıça2nın yerine geçememiş; yalnızca insanoğlunun evren ve kendi soyunun yaratılışına ilişkin kendi kendisine sorduğu sorunun cevaplarından biri olmakla kalmıştır.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER