Hititlerde Kadın

Hitit kraliçesi Puduhepa güçlü bir politik kimliğe sahipti. Hattušili, Puduhepa ile evliliğini bir metinde şöyle anlatır: “Mısır Ülkesi’nden geri dönerken, Lawazantiya’ya tanrıya kurban sunmak için gittim ve tanrıya görevimi yerine getirdim. Rahip Pentipšarri’nin kızı Puduhepa’yı tanrının isteğiyle eş olarak aldım ve evlendik ve o bize karı-koca sevgisini verdi.”

Hüseyindede Vazosu, Hatti / Hitit , Çorum Arkeoloji Müzesi

Eskiçağ Tarihini oluşturan öğeleri; yani savaşlar, anlaşmalar, isyanlar, fikir ve sanat akımları gibi tarihi oluşturan olayları şöyle bir sayacak olursak, başrolünde insanın yer aldığını, bazen arkeolojik ya da filolojik olarak tam açıklanamayan halkların payının büyük olduğunu görürüz. Bunların en azından yarısını kadınların oluşturduğunu da görmezlikten gelemeyiz.

Hitit toplumunda kadından bahsedeceksek, hemen Hitit öncesi Anadolu’suna yani Assur Ticaret Kolonileri Çağına kısa bir göz atmamız gerekir. Yazının Assurlu tüccarlar sayesinde Anadolu’ya geldiği bu dönemde, artık pek çok konuda arkeolojik verilerin yanı sıra yazılı belgeler de konuştuğu için, kadınlar hakkında da yazılı belgelerden aydınlatıcı bilgiler elde edilmeye başlanmıştır. Orta Anadolu MÖ 2. binyıl başlarında (1950-1700) Assur Ticaret Kolonileri Çağını yaşarken, zengin ticaret kentleri olan ve Kārum adı verilen pazar merkezleri kurulmuştur. Bunlardan en önemlisi Kayseri’deki Kārum-Kaneš’tir. Kārumların başındaki yöneticiler, Anadolulu yerel idareciler idi ve rubaum yani “kral ya da bey” olarak adlandırılırdı. Rubaumların yanında ticari hayatta ve idarede söz sahibi olan rubatumlar yani “kraliçe ya da beyçe”ler vardır. Rubatumların kral eşleri yanında ciddi yaptırım güçlerine sahip olduklarını biliyoruz. Örneğin, bir tabletten öğrendiğimize göre pušuken adlı bir tüccar “kaçak bir malı” kabul ettiği için, dönemin rubatumu tarafından tutuklanarak hapse atılmıştır. Ayrıca Kārum-Kaneš’te bulunan kontrat (iqqati) nitelikli bir belgede, Kaneš kraliçesinin tek başına Ankuwa şehrinin hükümdarı olarak belgelendiği bilinmektedir.

Kadın ve erkek betimi, Steatit, heykel kalıbı, Kültepe- Kayseri, Orta Tunç III/Eski Assur Ticaret Kolonileri Çağı MÖ 1800-1700. Kayseri Arkeoloji Müzesi.

Bir Kaneš kraliçesi, Hitit mitolojisine de konu olmuştur. Kendi etnik kökenlerini açıklamaya çalıştıkları, ya da başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Hititlerin Anadolu’ya gelişleriyle ilgili bazı ipuçları içeren Zalpa Hikâyesi’ne konu olmuş, hatta başrolünü üstlenmiştir. Boğazköy kazılarında Hititçe olarak bulunmuş olan hikâyeden bir pasaj şu şekildedir: “Kaneš kraliçesi bir yıl içinde 30 erkek çocuk doğurdu. ‘Ben ne biçim bir şey doğurdum!’ dedi. Kraliçe kapları pislikle doldurdu, çocukları içine koyup, ırmağa bıraktı. Irmak onları Zalpuwa Ülkesi’nde denize çıkarttı. Tanrılar, çocukları denizden alıp, büyüttüler”. Çocukların bir ırmağa atılması ve daha sonra tanrılar tarafından bulunup büyütülmesi, Önasya’da sıkça karşılaşılan bir motiftir. Hatırlanacak olursa Assur Kralı Sargon ve Hz. Musa ile ilgili benzer anlatılar vardır.

Tabii ki sadece kraliçeler olarak değil sade vatandaşlar olarak da kadınlar Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda belgelenmiştir. Eskiçağlarda günlük yaşamın getirdiği uğraşlar ve yükümlülükler doğa ile iç içe yaşayan eskiçağ insanı için günümüzden katbekat fazla idi. Bu durum evleriyle meşgul olan ev kadınlarını da etkilemekteydi. Bunlar arasında iş dünyasına geçiş yapmış, günümüz tabiriyle “iş kadını” statüsünde olanlar da vardı.

Kaneš’te ticaret yapan tüccarların birçoğunun, yıllarca evlerinden uzak kaldıkları bilinmektedir. Bu süre zarfında Assur’da bulunan eşlerinden ayrı olan tüccarların, Kaniš’te Anadolulu kadınlar ile tekrar evlenmeleri az görülen bir durum değildi. Bu nedenle Assurlu kadınların, kocalarının tekrar evlenmelerine engel olmak için, kontrat imzaladıkları bile belgelenmiştir. Bu açıdan, bugün Fransa’daki Rouen Müzesinde bulunan bir mektup önem kazanır. Çünkü hem dönemin ticaret hayatı, hem de bir tüccarın özel hayatı hakkında duygusal bir şekilde bilgi vermektedir: “Şöyle konuşur Ašur-taklaku, İštar-ummi’ye ve babası Ša-Ašur-madda’ya: İštar-ummi! Neden sık sık yolladığın haberleri yollamaz oldun? Senden başka kimim var benim? Burada mallarıma karşılık ve ayrıca borç olarak aldığım gümüşler, orada senin emrinde değil mi? Neden artık benim emrime girmiyorsun? Gökler gibi geniş işlerin mi benim yerimi aldı? Bunun için mi bana sık sık haber yollamaktan vazgeçtin? Sana 10 šekel ve 1/3 mina gümüşü gönderdim. Artık yeter! Bu benim halis gümüşümdü. Babanın bana verdiği kumaş işi nereden çıktı? Sana önemle rica ediyorum, ilk seferle buraya gel, küçük oğlanı orada (Assur kentinde) bırakma, beraber getir. Sana fazladan ancak 1 veya 2 šekel gümüş verdirtebilirim, senin için başka bir şey yapamam. Gerçekten beni seviyorsan, buraya gel. Burada evlendiğim kadına gelince, gerektiği gibi, senin için kenara çekilecektir…. Şimdi bana gelince, iyi cins bir çift ayakkabı getir. Vakit kaybetmeden hareket et…(yola) çıkmamazlık etme. Beni mahvetme. İlk seferle hemen gel!”

Bu örnekte görüldüğü gibi, kadınlar ticaret hayatına fiilen katılmaktadırlar. Buna ilaveten tek başlarına ticaret yaptıkları, örneğin kendi adlarına dokuma sipariş ettikleri de bilinir. Assur Ticaret Kolonileri Çağında, Anadolu’daki ticaret ağında, sadece Assurlu tüccarlar etkin değildi. Yazılı kaynaklarda geçen bazı tüccar isimleri, bu tüccarların arasında yerli Anadolu insanlarının da olduğunu ortaya koymuştur. Bu Anadolulu tüccarların arasında kadınların da olduğunu ve bu kadınların, genellikle köle ticareti ile uğraştıklarını da biliyoruz.

Yeri gelmişken biraz da köle kadınlardan söz edelim. Koloni Çağında ticaret ile uğraşan ya da ev kadını olanların yanı sıra, köle konumunda satılıp alınan kadınlar da vardı. Pek tabii ki o dönemde toplumda bir sosyal tabakalanmadan bahsedilebilir, insanlar hür olanlar ve olmayanlar şeklinde gruplandırılmıştı. Örneğin borcu olan bir hür kadının, borcunu ödeyemediği için esir düştüğünü yazılı belgelerden öğreniyoruz ya da Assurlu zengin tüccarların Anadolulu isimler taşıyan bazı genç kızları satın aldıklarını yine makbuz nitelikli çivi yazılı belgelerden bilmekteyiz. Hemen belirtmek gerekir ki, kölelik müessesesinde kadın ve erkek köle arasında fazla fark olmayıp, fiyatlandırma iş yapma gücü ile orantılı idi.

Bitik Vazosu, Eski Hitit Dönemi, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi. Kabın boyun ve gövdesinde yer alan üç sıra frizde “kutsal evlenme” töreni anlatılmaktadır. Karşılıklı oturan erkek ve kadın profilden gösterilmiştir. Hikâyeci bir üslup ile erkek sağ eliyle kadının başörtüsünü açmakta, sol eliyle de ona bir kâse uzatmaktadır. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi.

MÖ 1650 yıllarında Anadolu köklü değişimlere sahne olmuş, çünkü gerçek adı Labarna olan bir soylu, önceleri bir Kārum olan Hattuš (Çorum-Boğazköy) kentini kendine merkez seçmiş ve böylece Anadolu’nun ilk devletini kurmuştu. Bu devletin kurulması ile Labarna, ismini “Hattuša kentine ait” anlamına gelen “Hattušili” olarak değiştirmiş ve böylece yaklaşık 450-500 yıl sürecek olan Hitit Devleti’nin kurucusu unvanının da sahibi olmuştur. Dolayısıyla Koloni Çağı yazılı belgelerini, daha sonra Hitit yazılı belgeleri takip eder ve kadının Hitit toplumundaki önemli yerinin oluşumunda, Koloni Çağında atılan temellerin rolü atlanamayacak kadar önemlidir.

Başta Hattuša’da olmak üzere, şimdiye kadar bulunan tablet arşivlerinin tümü devlete ait yapılarda tespit edilmiştir, dolayısıyla devletin tuttuğu kayıtlardan oluşmaktadır. Mezopotamya’da ya da Assur Ticaret Kolonileri Çağında olduğu gibi şahıslar arası ticari antlaşmalar, kira kontratları, satış belgeleri ya da mektuplar gibi belgeler bulunamamıştır. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, Hitit Dönemindeki Anadolu sivil halkı hakkında bilgilerimizin tümü, devletin düzenlediği belgelere dayanır. Bu nedenle Hititlerde kadından bahsederken çivi yazılı belgelerin sağladığı veriler, Assur Ticaret Kolonileri Çağında olduğu kadar renkli ve çeşitli değildir. Bu dönemde çivi yazılı belgelerin yanı sıra Luwi hiyeroglif yazısı ile yazılmış mühür, mühür baskıları ve kaya kabartmaları da yine kadınlar hakkında bilgi sağlayan önemli bir kaynaktır.

Hititler Hint-Avrupalı bir toplumdur, Hititçe de Hint-Avrupa Dillerinin şimdiye kadar tespit edilmiş en eskisidir. Hitit çivi yazılı metinlerde “kadın” kavramını ifade etmek üzere Sümerce MUNUS, Akkadca SINNIŠTUM ve Hititçe kuwana- kelimeleri tespit edilmiştir. Günümüzde İngilizce, Fransızca ya da Arapça kelimelerin Türkçedeki kullanımı gibi, Hititçe metinlerde de farklı dil ailelerine mensup dillerden kelimeler kullanılmaktaydı.

Eski Anadolu’da kadından bahsedilecekse, hocalarımızdan Prof. Dr. Muhibbe Darga’nın Eski Anadolu’da Kadın başlıklı kitabını zikretmeden geçmek olmaz. Kendisi gerek adı geçen kitabında, gerek bu kitabı takip eden benzer çalışmalarında Eskiçağ Tarihinde kadının toplumdaki sosyal konumu hakkında detaylı bilgiler sunmaktadır.

Hitit toplumunda kadının yerini anlamak için birincil kaynağımız çivi yazılı belgelerdir. Ancak soylu kadınlarla ilgili sınırlı da olsa arkeolojik veri vardır. Hitit başkenti Boğazköy’deki Yazılıkaya rölyeflerinde yer alan tanrıçaların betimi ve kıyafetleri, dönemin kadın profili hakkında az da olsa fikir vermektedir. Ayrıca, İnandık vazosu ile Bitik vazosu gibi kabartmalı vazolar üzerindeki kadın tasvirleri ile Fraktin ve Taşçı kabartmalarındaki kraliçe Puduhepa’nın giyimi Prof. Dr. M. Darga’nın ifadesiyle; Mısırlı, Giritli ve hatta Mezopotamyalı örneklerle yarışamayacak kadar monotondur.

Tanrılara sunuda bulunan, dans eden, lir çalan, ziyafet hazırlığı yapan kadın ve erkek betimlerinin yer aldığı İnandık Vazosu. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi.

Halktan kadın bireyler hakkında en iyi bilgi sağlayan çivi yazılı belge grubu kanun metinleridir. Hitit kanunlarında genel olarak erkek ve kadın ayrımı yapıldığını söyleyemeyiz. Ayırım daha çok insanların özgür ve köle olmasına göre yapılıyordu. Örneğin; eğer bir kavga sonucunda herhangi biri bir erkek ya da kadını öldürürse, ölenin yerine 4 baş erkek ya da kadın yani kişi verir. Pek çok kanun maddesinde de “herhangi biri” ifadesi kullanılarak fazlaca cinsiyet ayrımına gidilmemiştir. Ancak sosyal yaşamda sadece kadınlarla ilgili sorunları içeren kanunlar da mevcuttur. Söz konusu yasalar sayesinde Hititli bir kızın evlendiğinde, ailesine başlık parası (kušata) ödendiğini, kendisinin de çeyiz (iwaru) getirdiğini biliyoruz. Evlenirken kadın kocasının evine gittiği gibi bizde içgüveysi anlamına gelen, kocanın kayınpederin evine geldiği de bilinmektedir. Ayrıca kadınların boşanma hakları olduğunu da biliyoruz. Ensest ilişkinin, Hitit kanunlarında kesinlikle yasaklandığını ve hatta kızı ile ensest ilişkiye giren bir babanın ölümle cezalandırıldığını da yine kanun metinlerinden öğreniyoruz. Diğer yandan Hititli kadınları veraset ve miras konularında hak sahibiydiler. Kadının ölen eşinin ardından hayatını garanti altına almak amacıyla dul olan kadının kayınbiraderiyle evlendirilmesi de söz konusuydu.

Hitit kadınının ailevi yaşamının yanı sıra bir de iş hayatına göz atmak gerekirse, öncelikle Hititli kadınların mesleklerinden bahsedebiliriz. Kadınları dini görevlerde sıkça görmekteyiz. Ruhban sınıfının önemli görevlerine sahip rahibeler, büyük rahibeler, tanrı anaları, daha çok majik ritüellerde ve kehanet ve fal gibi uygulamalarda adı geçen MUNUS ŠU.GI yani yaşlı kadın ya da bilge kadınlar vardır. Ancak, “kâtiplik” gibi uzun bir eğitim hayatı gerektiren ve çivi yazısını ya da hiyeroglif yazısını yazmayı bilen, günümüze ulaşan tüm tablet ve mühürleri yapan meslek grubunda maalesef hiçbir kadın adı belgelenmemiştir. Buna karşın, MUNUSTÚG “Kadın Terzi(?)”, MUNUSUŠ.BAR “Kadın Dokumacı”, LÚ/MUNUS KÚRUN.NA “Bira imalatçısı, Meyhaneci (erkek ya da kadın)”, MUNUS ARA5 “Kadın Değirmenci“ gibi farklı meslek gruplarına mensup kadın isimlerini bilmekteyiz. Yaptığı bir işe karşılık ödenen ücretler ise kadın ve erkekte farklıdır. Erkeğe ödenen ücret kadınınkinin iki katıdır.

Hitit mitolojisi içerinde geniş yer tutan Hurri kökenli mitolojilerden biri masal nitelikli ve bir aile yaşantısını konu alır. Appu adlı bir adam ve eşi çocuk sahibi olmak istemektedirler. Sonunda “İyi” ve “Kötü” adını verdikleri iki oğulları olur. Metindeki anlatımda, Appu ve adı metinde verilmeyen eşinin bir diyalogu oldukça ilginçtir: MUNUS-anza-wa-za MUNUS-nili-ya-az zik [nu]-wa ŪL kuitki šakti / “Sen bir kadınsın ve kadınca davranışlısın ve hiçbir şey bilmiyorsun”.

Hitit idaresinde önemli bir yeri olan Hitit kraliçeleri, krallarının sahip olduğu gibi özel bazı unvanları vardır. Hitit Kralları “egemen kral” olarak yorumlanan Labarna/Tabarna unvanlarını kullanırken, kraliçeler de “egemen kraliçe” olarak yorumlanan “Tawananna” unvanını taşırdı. Unvandan da anlaşılacağı üzere, kraliçeler Hitit Devleti’nin kuruluşundan beri yönetimde söz sahibi idi. Bununla beraber Hitit Devleti’nin idaresinde kral ve kraliçenin yanı sıra panku denilen bir idari meclis de vardı. Ancak Hitit Devleti MÖ 14. yüzyılda bir İmparatorluk haline gelmeye başlayınca, pankunun daha pasif olmaya başladığını karar mekanizmasında kralın mutlak kararlarının önem arz ettiğini görmeye başlıyoruz. İmparatorluk döneminde yönetimde aktif olan kraliçeleri de görmeye başlıyoruz. Bunlar arasında en ünlü olanı, daha önce de adı geçen III. Hattušili’nin eşi Puduhepa’dır.

 

İnsanlık tarihi biyolojik olarak kadın ve erkekle başlamıştır. Gerçekten tarihin her devresinde kadın ile erkek birbirilerini tamamlayıcı, yani bir bütünün parçasını oluşturan birer varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira insan neslinin devamı ve sosyal hayatın şartları açısından her iki cinsiyetin varlığı zorunludur. Anacak tarih boyunca her iki cinsiyetin toplum içerisindeki konumu farklılık göstermiştir. Bu bağlamda kadim toplumlarda kadının siyasi ve sosyal statüsü, toplumdaki önemi ve hukuki hakları hep merak konusu olmuştur. Özelikle kadının rolünün merak edildiği sosyal çevrelerden biri de; sosyal ve hukuki ilk yazılı vesikaların bulunduğu ve muhafaza edildiği yerlerden birisi olan Eski Anadolu toprakları ve onun toplumlarıdır.

Hitit Öncesi Anadolu toplumlarında kadının siyasi ve sosyal konumunu irdelemek için iki temel kaynağı ele almak gerekir. Bunlardan birincisi toplumun sosyal, siyasi ve dini hayatına dair ilk bilgileri edindiğimiz her türlü arkeolojik malzeme, ikincisi ise insanlığın ilkyazı sistemi olan çivi yazısı ile yazılmış belgelerdir. Bu noktada ortaya çıkarılan arkeolojik malzemeden, Anadolu’nun  tarihöncesi dönemlerinde kadın bereket ve doğurganlığıyla ön plana çıkarılmış ve tanrıça figürleriyle sembolize edilmiştir. Anadolu’da rastlanan, Prehistorik Çağlara ait bu tür tasvirlerin en eskisi MÖ 7 binlere, yani besin üretimine geçişin sağlanmış olduğu Neolitik Çağa tarihlenen Konya Çatalhöyük’te ele geçen pişmiş topraktan yapılma ana tanrıça heykelidir. Ayrıca Kalkolitik Çağda ise avcılığın tarıma öncelik tanıması sonucu, avcılıkla ilgili figürler ve erkek tasvirleri de yerini bereket simgesi olarak kabul edilen kadın figürlerine bırakmıştır. Böylece henüz özel mülkiyet kavramının gelişmediği, kadın ve erkeğin topluluğun yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamada ürettikleri ürün, üretme biçimleri ve ilişkilerinde de hiyerarşik bir yapılanmanın olmadığı dönemin ürünü olan anaerkil toplum düzeni, kadın ve erkeğin ortaklaşa yaşam biçimi ile oluşturduğu ilkel komünal toplum yapısı içinde doğal olarak biçimlenmiştir. Bu düzen içinde kadın, doğurganlığı ile neslin devamını sağlayan üretkenliğin simgesi ve doğa ile özdeş değerli bir varlıktır. Üretim ilişkisi ve biçimleri de, anatomik gerekçelerle belirli iş bölümleri gerektirse de, topluluğun hayatta kalması için gerçekleşen üretim ortaklaşa yapılmaktadır. Erkek avlanırken, kadın, önce toplayıcılık ve daha sonra da toprakla uğraşması sonucunda tarımda uzmanlaşmıştır. Toplumu oluşturan bireyin dünyaya gelişine aracılık eden dişi, bu rolüyle, yaşamın devamını garantileyen bir kimlikle algılanmış ve kimliği ona büyük değer kazandırmıştır.

 

Çocuğunu emziren kadın heykelciği, Horoztepe mezar buluntusu, İlk Tunç Çağı, MÖ 3. binyılın sonu. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesia
Pişmiş toprak kadın heykelciği, Hacılar, Burdur, Geç Neolitik Çağ MÖ 6200- 5800. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi.

Kadının toplum içerisinde elde ettiği bu yüksek vasıf, Anadolu’da küçük krallıkların teşkilatlandıkları dönem olan Eski Tunç Çağında da aynen devam etmiş, kadın siyasi nüfuz bakımından ve sosyo-ekonomik hayat açısından önemli bir statü elde etmiştir. Anadolu kadınının söz konusu konumuyla ilgili olarak arkeolojik her türlü malzemenin yanı sıra MÖ 1974-1719 yılları arasına tesadüf eden Assur Ticaret Kolonileri Çağına ait olan, Eski Assur lehçesi ve çivi yazısıyla yazılan, umumiyetle “Kültepe Tabletleri” olarak isimlendirilen yazılı kaynaklardan önemli bilgiler edinilmektedir. Ancak bu vesikalar Anadolu halk kadınından ziyade daha çok saray kadınının devlet ve toplum içerisindeki konumu hakkında bilgi verir.

Anadolu kadını kraliçedir ve suçluları cezalandırmada adaletlidir.

ATHE 62 nolu metin ise Kaniş kraliçesinin siyasi konumunu ve idari fonksiyonunu göstermesi açısından önemlidir. Aynı zamanda bu dönemde Kaniş tahtında bir kralın olmadığını ve ülke yönetiminin bir kraliçenin idaresi altında olduğunu düşündürür. Gerçekten belgede, kraliçenin kaçakçılık yapan Pušuken adlı Assurlu tüccarı tutuklattığı bilgisi mevcuttur. Pušuken’in Kaniş’te ikamet etmesi sebebiyle, tüccarı tutuklatan bayanın Kaniş’in kraliçesi olduğu kabul edilmektedir. Bu olay Eski Assur kralı Šarrukin’in son dönemine, MÖ 1880 yılarına tarihlendirilmektedir. Belgede Kaniş kraliçesinin Malatya ve Kahramanmaraş arasında kalan bölgede aranan Luhuzattia, Hurama ve Šalahşua şehirleri ile ülkesindeki her yere kaçakçılığın önlenmesi hususunda bir mektup yazdığı belirtilerek, tüccarlardan dikkatli olmaları ve kaçakçılık yapmamaları istenmektedir. İlgili satırlarda: “Onun kaçak malını Ira’nın oğlu Pušuken’e gönderdi ve onun kaçak malı yakalandı. Ve saray Pušuken’i hapse attı. ……..ve kraliçe Luhuzattia, Hurama ve Šalahšua ve ülkesindeki (her yere) kaçakçılıkla ilgili (mektup) yazdı. Gözlerinizi açın, lütfen hiçbir şeyin kaçakçılığını yapmayın” denmektedir.

Günbattı tarafından yayınlanan metin (Kt n/k 504 nolu), MÖ II. binde Eski Anadolu’da hukuk anlayışını ortaya koymasının yanında, Koloni Çağı Anadolu kraliçelerinin ülke yönetimindeki etkinliğini, hatta kral ile eşit söz hakkına sahip olduğunu göstermesi bakımından son derece önemli bir belgedir. Metin, Aşşur-taklaku adlı Assur tüccarının saray tarafından tutuklandığı, bunun üzerine Karum’dan bir heyetin Kaniş kralı ve kraliçesinin huzuruna çıktığı ve meslektaşlarının serbest bırakılması hususunda talepte bulundukları kayıtlıdır. Elçiler Aššur-taklaku’nun kendileri gibi bir tüccar olduğunu, her zaman kral ve kraliçenin emrinde bulunduğunu belirterek, arkadaşlarının suçsuzluğunu ispatlaması için ya Tanrı Aššur’un hançeri huzurunda yemin etmesini ya da yerli bir kimse gibi nehre gitmesine izin verilmesini istemektedirler. Kral ve kraliçe elçilerin bu isteklerinin yerine getirilmesi için; düşmanları olan Tawinia kralı adına casusluk yapan bir şahsın kendilerine teslim edilmesini veya bir mina amutum madeni ya da 10 mina altın verilmesini istemişlerdir. Bu isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda ise Aššur-taklakunun öldürüleceği ifade edilmektedir.

Metindeki ifadeler, kral ve kraliçenin ülke yönetiminde ortak söz hakkı bulunduğunu göstermektedir. Öyle ki, ülke güvenliğini ilgilendiren bir meselede dahi kraliçenin bu denli etkin bir pozisyona sahip olması, bu dönem Anadolu kraliçelerinin siyasi güçlerini göstermesi bakımından önemlidir.

Hitit Kralı Arnuvanda ve Kraliçe Aşmunikal’ın Kuvatalli adındaki bir rahibeye yaptıkları bağışı anlatan bağış belgesi, pişmiş toprak, Boğazköy. Orta Hitit Dönemi, MÖ 15. yüzyıl sonu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri.

HİTİT ÖNCESİ ANADOLU KADINININ SOSYAL STATÜSÜ

Anadolulu kadınların yerli erkeklerle evlenmelerinde eşitlik esasına dayalı nikâh akdi yapılmaktadır.

Kültepe tabletleri, Anadolu insanının aile hukukuna bilhassa kadının toplum ve aile içerisindeki statüsüne işaret eder. Bu metinlerden bazıları, doğrudan yerlilerin kendi aralarındaki evlenme ve boşanma, miras ve kadının nafaka almış olduklarına, dolayısıyla kadının hukuk nazarındaki konumuna ışık tutmaktadır. Bu metinlerin muhtevasından, yerli çiftlerin mal ve mülk konusunda eşit haklara sahip oldukları, ölüm halinde de malın eşit olarak bölüşüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca evlilik akdi şahitler huzurunda ve yetkililer tarafından evlilik tableti düzenlemek suretiyle yapılmaktadır.

Anadolu yerlilerinin kendi aralarında yaptıkları evliliklere ait olan metin üzerinde iki yerli, bir Assurlu şahit ile evlenen yerli erkek Saparašna ve kadın Kulsia’nın mühürleri bulunmaktadır. Metnin, hukukî açıdan belirtmeye değer tarafı, erkek ve kadının oturdukları ev üzerinde, gerek fakirlik ve gerekse zenginlik hâllerinde ve kocasının kadını boşaması durumunda eşit haklara sahip olmalarıdır.

Metnin tercümesi şöyledir: “Hanu’nun mührü, İnar’ın mührü, Aššur-malik’in mührü, Saparāšna’nın mührü, Kulsia’nın mührü. Saparāšna Kulsia ile evlendi. Ev her ikisinin olup fakirleşirler veya zenginleşirlerse, her ikisine aittir. Ve eğer Saparāšna (eşi) Kulsia’yı boşarsa, evi her ikisi taksim edecekler. Öldükleri zaman evi Hištahšušar ve Peruwa alacaklardır.”

Metnin genel muhtevasından, evlenen yerli çiftin her ikisinin de dul olduğu ve ikinci evliliklerini yaptıkları düşünülebilir. Gerçekten, 14-18. satırlarda “Öldükleri zaman evi Hıštahšušar ve Peruwa alacaklardır” ifadesi buna bir işaret olsa gerek. Dolayısıyla yerli şahıs oldukları gayet açık olan bu kişilerin, evlenen çiftle yakınlık dereceleri kesin tespit edilmemekle beraber, her ikisinin de varis gösterilmesi, onların evlenen çiftin ilk evliliklerinden doğan çocukları olduğunu (taygeldi), hatta Saparāšna ve Kulsia’nın ileri bir yaşta olduklarını ve bu yeni evlilikten muhtemelen çocuk beklemediklerini akla getirmektedir.

Anadolulu kadınlar Assurlu erkeklerle Anadolu gelenekleri çerçevesinde evlenmişlerdir. Anadolu’da geçerli olan monogami prensibi uygulanmıştır.

Assur Ticaret Kolonileri Çağı adını verdiğimiz ve en az 255 yıllık bir zamanı içine alan bu devrede, Assurlu tüccarlar kendileri veya görev verdikleri kimselerle Anadolu’ya gelmişlerdir. Ticaretin başlangıç safhasında, muhtemelen ailelerini Assur’da bırakan tüccarlar, zamanla ticaretin gelişerek devam etmesi üzerine ya eşlerini yanlarına almışlar, yani Anadolu’ya getirmişler ya da Anadolu’da geçerli olan âdetler çerçevesinde yerli bayanlarla evlenmişlerdir. Bu durum, hem Assurlu tüccarların, hem de yerli halkın sosyal hayatında birtakım değişiklikler meydana getirmiştir.

Assurlu tüccarların yerli kadınlarla yapmış oldukları evliliklere ait mukavelenameler, sınırlı sayıda ele geçen evlilik vesikalarının çoğunluğunu teşkil etmektedir.

Yerli erkeklerin Assurlu kadınlarla evlendiklerine dair vesika henüz yoktur. Fakat bunda hem ele geçen evlenme vesikalarının, hem de kolonilerdeki Assurlu kadınların sayıca azlığı etkili olmalıdır.

Bunun dışında, bugüne kadar yayınlanmış olan belgelerin azlığı, evlilik akdi safhalarını ve ayrıntılarını saptamaya yetmemektedir. Aynı durum, boşanma vesikaları için de söz konusu olup, belgelerde boşanmanın sebepleri kesin bir şekilde bildirilmemektedir. Bu vesikalarda saptanan husus, evlilik müessesesinde eşlerin tamamıyla eşit haklara sahip oldukları, ayrılma hâlinde var olan ve kazanılan malları eşit taksim edecekleridir.

Tuttula isimli bir babanın kızına olan sevgisi ve tanrıçalara verilen önemin bir göstergesi olan Akadça pişmiş toprak tablet. Metinde kızını evlendiren baba yeni evlilere bir ev bağışlamaktadır. İnandıktepe. Eski Hitit Dönemi, MÖ 1650. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Esasında Sami satın alma evlenmesi ve levirat (adı verilen, kocası ölen gelinin ev içindeki başka bir erkekle evlendirilmesi) sistemine bağlı olarak hayatlarını sürdüren Assurluların, Anadolu’da yerli bir kadın ile evli olmaları hâlinde Anadolu’nun başka neresinde olurlarsa olsunlar, ikinci bir kadın ile evlenemeyecekleri, belgelerde şahitlerin huzurunda kaydedilmiştir. Ancak, Assur'a döndüklerinde ise, orada uzun zaman kalacakları için, “qadištum” adı verilen hafif meşrep bir kadınla, geçici bir zaman için birlikte olabilecekleri belirtilmiştir.

Yerli bir kadın ile Assurlu bir erkeğin evlenmesine ilişkin, elimizdeki ilk belge niteliği taşıyan metnin (Kt a/k 894a belgesi, AKT I’de 76 numara ile işlenmiştir) tercümesi şöyledir: “İdi-Adad Anana ile evlendi. Memlekette ikinci bir eş (ile) evlenmeyecek. Eğer evlenirse ve onu (Anana'yı) boşarsa, 5 mina gümüş tartacak. Būr-Su’en'in huzurunda, Ānah-ili’nin oğlu Tāb-silla-Aššur’un huzurunda, Aššur-bēlï’nin huzurunda.”

Metnimizden, Assurlu olduğu anlaşılan İdi-Adad’ın şahitler huzurunda Anadolulu Bayan Anana ile evlendiği anlaşılmaktadır. Burada dikkate değer husus, İdi-Adad’ın Anadolu’da ikinci bir evlilik yapamayacağının evlilik akdinde belirtilmesidir.

Bilindiği üzere, başka evlenme mukavelelerinde, yerli kadınla evlenen Assurlu erkeklerin, Anadolu’da ikinci bir evlilik yapması yasaklandığı hâlde, Assur’da bir qadištum ile evlenebileceği ifade edilmektedir. Elimizdeki mevcut evlenme sözleşmelerinden, bu kişilerin, neden Anadolu dışında evlenmesine izin verildiğine açıklık getirmek imkânsızdır. Fakat ticaretle uğraşan bu şahısların sürekli seyahat ettikleri ve işleri gereği eşlerinden uzun süre ayrı kalmalarından dolayı, Anadolu dışında geçici bir süre için bir qadištum ile beraberliklerine onay verildiği düşünülebilir. Zira, ticarete katılımda bulunan tüccarlar ve himayesindeki şahıslar, uzun zaman Anadolu’da ikamet ettikleri gibi, aynı şekilde Assur’da da uzun süre kalmak mecburiyetinde olmuşlardır. Diğer taraftan, bu durum bazı yerli ailelerin, kızlarını Assurlularla evlendirirken onları Anadolu dışına çıkarmayacaklarına dair belgelere kayıt koydurmasına sebep olmuştur.

Anadolu kadını boşanma durumunda erkekle aynı hukuki haklara sahiptir. Nikâh akdinin bozulmasını talep edebilmektedir.

Kültepe tabletlerinden anlaşıldığı üzere, evlilik akdinin yapılmasında olduğu gibi, söz konusu akdin bozulması da şahitler huzurunda yetkililerce karara bağlanmakta ve tableti düzenlenmektedir.

Özellikle, yerli bir çiftin boşanmasını konu alan metnin tercümesi şöyledir: “Humadašu ve Hahaluwan karı ve kocadır. Onlar ayrıldılar (boşandılar). (Koca) kadının boşanma parasını Alili’nin x-x’de ona verdi ve Hahaluwan [.........]. Humadašu’[ya] hukukî bir itirazda bulunmayacak. Kimse kimseye hukukî itirazda bulunmayacak. (İkisinden biri) itirazda bulundukları takdirde, 5 mina gümüşü verecek (ve) o cezalandırılacaktır. Kral Waršama'nın yönetim döneminde, Halkiašu’nun rabi simmiltim’liği döneminde. İnar’ın huzurunda, [........] Suhur[bia]’nın huzurunda, Peruwa]’nın huzurunda.

Metinde, yerli çiftin ayrıldığı ve koca tarafından kadına ayrılma parası ödendiği anlaşılmaktadır. Devam eden satırlarda ise, tarafların birbirlerine karşı herhangi bir hukukî talepte bulunamayacakları, şayet bulunurlarsa, 5 mina gümüş vermek suretiyle cezalandırılacakları vurgulanmaktadır.

Bu ifadelerden, kocanın kadına boşanma parası verdikten sonra ayrılmanın gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bir defaya mahsus olmak üzere, hemen boşanma anında kadına ödenen bu paranın, evliliğin başlangıç safhasında kararlaştırıldığı düşünülebilir. Gerçekten, evliliğin hemen başlangıcında koca tarafından bizzat kadına ödenen bu tür paraya, çok daha sonraki devirlerde, yani İslam medeniyeti zamanında da rastlanmakta olup, İslam hukukunda, kadına nikâh bedeli olarak ödenen bu para “mehir” olarak tanımlanmaktadır. Mehir kadının kendi malıdır; bu sebeple evlenme sonuçsuz kalsa bile kadın onu muhafaza eder. Bir kimse karısını boşayıp, onun yerine bir başkasını almak isterse, evvelkine vaktiyle vermiş olduğu ağırlıktan hiçbir şeyi geri alamaz. Eğer erkek, evlenme neticelenmeden, karısından ayrılırsa, kadına tespit edilmiş ağırlığın yarısını bırakmak mecburiyetindedir. Zira söz konusu paranın, kadının ailesine değil, kadına verilmesi bu ihtimali güçlü kılmaktadır.

Diğer taraftan, Kültepe tabletlerinin muhtevalarından anlaşılacağı üzere, eşit hukukî şartlara göre evlenen Anadolulu çiftlerin, boşanma durumunda da eşit hukuka sahip oldukları söylenebilir. Gerçekten, yerlilerin kendi aralarında yapmış oldukları evliliklere ait vesikalarda, Mezopotamya kanunlarında varlığını gördüğümüz başlık parasından söz edilmemektedir. Anadolu yerlileri arasında bu tür bir uygulamanın olmayışı, Anadolulu kadının erkekle eşit haklara sahip olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Yerli bir çiftin boşanmaları konusunda düzenlenmiş olan bir diğer metnin tercümesinde yer alan cümleler ise şunlardır: “Karı ve koca (olan Harnašarna ve Hanahana ayrıldılar. Biri diğerine (hukukî itiraz için) dönmeyecektir. Eğer dönerse (itirazda bulunursa), 5 mina gümüş tartacak (ödeyecek) ve ortak mal hissesinden onu (suçluyu) mahrum edeceklerdir. Şahit Sasaku’nun oğlu Dikšar’ın huzurunda, şahit Šarua’nın oğlu Kulakula’nın huzurunda, şahit Karnuma’nın oğlu Peruwa’nın huzurunda, şahit Adad-bani’nin oğlu Hanu’nun huzurunda.”

Metnimizin genel muhtevasından, tarafların boşanma kararını ortaklaşa aldıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca, yerliler arası boşanmalarda, taraflardan birinin diğerine hukukî itirazda bulunması hâlinde ödemek zorunda olduğu ceza olan 5 mina gümüş bu metnimizde de belirtilmiştir. Ancak, çoğu boşanma belgesinde varlığını gördüğümüz boşanma parasından burada söz edilmemektedir.

Anadolu kadını Assurlu kocasından boşanmasından sonra ikinci evlilik yapabilmektedir.

Yerli bir kadın ile Assurlu bir erkeğin boşanması hususundaki ilk vesikamız (Kt n/k 1414), Assurlu tüccarlardan Aššur-taklaku ile Anadolulu yerli kadın Šakriušwa’nın boşanmaları ile ilgilidir.

Burada, kadın ve erkek boşanma, yeniden evlenme, boşandıktan sonra yeni eş seçme konusunda tamamen eşit haklara sahiptirler.

Metnin tercümesi şöyledir: “Šakriušwa Aššur-taklaku’nun karısıdır. Koca ve karı boşandılar. Taraflardan biri diğerine herhangi bir şey için dönmeyecek (herhangi hukukî bir talepte bulunmayacak). O kadının fiyatı (bedeli) hususunda da (taraflar birbirlerine) dönmeyecekler (bir itirazda bulunmayacaklar). Šakriušwa, ister bir yerliye, ister bir tüccara (Assurlu birisine) kalbinin istediği yere gidecek. Ve Aššur-taklaku da kalbinin istediği (bir) kadını alacak. Taraflardan birisi diğerine herhangi bir şey için dönmeyecek. Walhašna’nın oğlu Alulu’nun huzurunda, Dalaš’ın oğlu Šat-ahšu’nun huzurunda, Anini’nin huzurunda, İdi-Aššur’un huzurunda, Ušman-ahšu’nun huzurunda.”

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre; boşanma, her iki tarafın rızası ile gerçekleşmiştir.

Altıncı satırda zikredildiği üzere: “O kadının fiyatı (bedeli) konusunda (da) (taraflar birbirlerine) dönmeyecekler” ifadesinden, Bayan Šakriušwa için önceden ödenmesi gereken bir para ile ilgili herhangi bir talepte bulunamayacakları ve bu konuda da mutabakata vardıkları anlaşılmaktadır. Söz konusu bedelin evliliğin başlangıcında erkek tarafından kadına ödenmesi gereken nikâh bedeli olduğu, ancak bu para evlilik süresince ödenmediği gibi, boşanma durumunda da Bayan Šakriušwa’nın bu hakkından vazgeçtiği şeklinde düşünülmelidir.

Assurlu bir şahıs ile yerli bir kadının boşanmalarına ait diğer bir vesika (Kt 88/k 269) ise Wahšušana kārum’una ait bir mahkeme zaptıdır.

Metnin tercümesi şöyledir: “Wahšušana Kārumu’nun yetkililerinin mührü. Kārum’un yetkilileri karar verdi ve Pilah-İštar’ın karısı (ve) Agia’nın kızı (olan) Tatana burada alıkonmuştur. Anadolu’yu terk etmeyecektir. Pilah-ištar, Kaniš’e gidinceye kadar onun babasının âilesi, onun mobilyalarını ve vesikalarını göndermemişlerdir. Her ay 8’er mina’lık kırık bakırı, onun yiyeceği, yağı ve yakacak odunu olarak, Pilah-İštar karısı Tatana’ya verecek, ayrıca her sene kumaş verecek. Kārum’un kararı ile ilgili olarak zarflı tabletin nüshası (olan) bu notu, zarflı tablet ile Wahšušana’da bıraktım.”

 

Giysili ve çıplak kadın betimleri, Serpantin, Akhisar-Manisa, Orta Tunç Çağı I/Geçiş Çağı MÖ 2100-1950. Louvre Museum.

Metnin tercümesinden görüldüğü üzere, Assurlu tüccar Pilah-İštar ile evli olan Anadolulu Bayan Tatana, Wahšušana kārumu’nun yetkililerinin kararıyla alıkonmuştur. Belki de bu yüzden, günün şartları dâhilinde, kadının ihtiyaçlarının erkek tarafından karşılanması kaydedilmiştir. Kadının ihtiyaçlarının tür ve miktarının nasıl belirlendiği hususunda bir açıklık olmamakla beraber, metinde mahkeme Tatana’nın, her ay için yaklaşık 4 kg. kırık bakır, yiyecek, yağ ve yakacak odun ile senelik kumaş ihtiyacının kocası tarafından karşılanacağını karara bağlamıştır. Bir anlamda kadına nafaka bağlanmıştır. Gerçekten nafaka; birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere mahkeme kararıyla bağlanan aylıktır.

Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce, Anadolu’da benzer bir anlayışla kadının haklarını koruyan ve boşanma durumunda, geçiminin devam etmesini sağlamak üzere mahkeme kanalı ile nafaka almaya hak kazandığını gösteren ve bu ihtiyaçların aylık ve yıllık olarak nelerden teşekkül ettiğini ve ne kadar para ödeneceğini ortaya koyan ifadeler kayda geçirilmiştir. Buradan MÖ 2000’lerde de temel ihtiyaç mallarının yiyecek, giyecek ve yakacak odun olduğu anlaşılmakta ve bu ihtiyaçlar için nafaka olarak verilecek paranın, o zamanki hayat şartlarına ve özellikle karısını boşayan kocanın maddî imkânlarına göre, her ay 4 kilo kırık bakır olduğu ortaya çıkmış olmaktadır. Aynı şekilde günümüzde de, karısına veya çocuklarına nafaka vermesi konusunda hakkında mahkeme kararı çıkan şahsın mallarına ve aylık veya yıllık gelirine göre ödeme yapmak durumunda olduğu bilinen bir gerçektir.

Anadolu kadını baba ve koca mirasının paydaşıdır. Ayrıca çocuğunu aile mirasından men etme yetkisine sahiptir.

Bu konuda önemli bilgiler içeren bir metinde, anne ve baba Galiti ve Buza’nın velâyetindeki dört kardeşin bir evde yaşadıkları, kardeşlerden herhangi birisinin anne ve babasına karşı gelmesi, onlardan herhangi bir şey gizlemesi ve karısıyla birlikte evi terk etmesi durumunda onun hissesinin satılacağı belirtilmektedir. Metnin muhtevasından anlaşılacağı üzere, dönemin Anadolu toplumunun aile hukukunda anne ve babaya karşı gelmenin ve evi terk etmenin cezası mirastan çıkarılmaktır. (Kt 89/k 369)

Metnin ilerleyen satırlarında ise, anne ve babanın ölümünden sonra mirasın nasıl paylaşılacağı hususuna açıklık getirilmektedir. Burada “Kardeşler iyi geçinirlerse birlikte yaşarlar. Eğer kardeşler iyi geçinmezlerse ve birlikte yaşamazlarsa, dört kardeş mirası eşit şekilde bölüşecekler” denilmektedir.

Daha sonraki satırlarda da kardeşlerden herhangi birisinin ölümü durumunda, onun mirasının intikali söz konusu edilmiştir. Buna göre, “Eğer kardeşlerden herhangi birisi ölürse, onun karısı (muhtemelen) onun mirasını alır (ve) o kendi kendine geçinir.” şeklinde ifadelendirilmiştir.

Burada ölenin çocuk sahibi olup olmadığı konusunda herhangi bir iz yoktur. Fakat ölenin mirasının karısına geçmesi Anadolu’da kadına verilen değerin bir göstergesi olsa gerek.

Metnin 24-34. satırlarında dört kardeşe intikâl eden aile servetinin nelerden oluştuğu hakkında bilgiler vardır. İlgili kısmın tercümesi şöyledir: “Bir hizmetli, kaliteli bronzdan yapılmış bir sürahi [...], dört tabak, üç ukapu keçesi, iki arzalum (dokuma) elbise, bir bronzdan yapılmış kaşık, iki hançer, bir rēmum (şişman/ yağlı) boğa (ve) on koyun...

Metnin önem arz eden diğer bir özelliği ise, dönemin Anadolu’sunda miras meselelerinin bizzat şehirlerin başında bulunan krallar veya onların yardımcılarının onaylaması suretiyle kayda geçirilmesidir. Zira metinde hem Alahzina’nın büyük kralı Zuzu’nun mührü, hem de kralın kâtibi merdiven büyüğü (yardımcısı) İštar- İpra’nın mührü bulunmaktadır.

Hitit öncesi Anadolu halkının miras hukukuna ait ikinci belgede ise, kötü koruma şartlarından dolayı, metnin içeriği ve özellikle arka yüzü kısmen anlaşılmaktadır. Metinde ikisi evlat, diğer ikisinin de ebeveyn olması kuvvetle muhtemel olan dört kişinin adı geçmektedir. Ayrıca, bu dört kişinin ortak bir evde birlikte yaşadıkları belirtilmiştir. Metinde, iki oğuldan birinin anne ve babasına haksız davranması ya da ebeveynin ölmeleri hâlinde miras paylaşımının ne şekilde olacağı konusunda net olarak seçilemeyen kararların alındığı görülmektedir. Söz konusu metne hukukî açıdan bakıldığında karşılıklı bir vasiyet değil, aksine ortak ev idaresi için bir antlaşma olduğu ortaya çıkmaktadır.

Burada dikkate değer nokta, kardeşlerden herhangi birinin anne veya babasına haksız davranması halinde mirastan çıkarılacağının vurgulanmasıdır. Diğer taraftan anne ve babanın ölümü durumunda, isterlerse birlikte evde yaşayabilecekleri, ancak aralarında geçimsizlik durumu hasıl olduğu takdirde ise evi ve diğer terekeyi eşit olarak paylaşacakları belirtilmiştir.

Hüseyindede Vazosu, Hatti / Hitit , Çorum Arkeoloji Müzesi

İlk resmi Hitit kralı olan I. Hattušili vasiyetnamesinde, kızı ile arasının bozuk olduğundan bahseder ve onu bir yılana benzetir. Hatta baba-kızın ilişkileri o denli kötüdür ki, babası kızını evlatlıktan reddetmiştir. Diğer Hitit krallarından II./III. Tuthaliya’nın eşi Nikalmati ve I. Arnuwanda’nın eşi Ašmunikal’i gerek mühür baskılarından, gerek tabletlerden dönemin kraliçeleri olarak tanımaktayız. Hitit tarihinde sadece bir örneği olan haç biçimli bir mührün baskısında kral isimlerinin yanında kraliçelerin isimleri de yer almaktadır. II. Muršili dönemine tarihlenen bu mühür baskısından Hitit hanedanına mensup pek çok kraliçe ismini öğrenmek mümkündür.

Hitit sarayının son derece huzurlu bir yer olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Entrikalar, kardeş öldürmeler ve taht kavgaları gibi diğer imparatorluklarda da görülen saray hadiseleri Hititlerde de mevcuttur. Buna en iyi örnek II. Muršili dönemindeki bir hadisedir. II. Muršili tahta çıktığı zaman üvey annesi Tawananna kraliçelik unvanına sahipti. Kendisi Babilli olup Hitit sarayına I. Šuppiluliuma’nın eşi olarak gelmiş ve Hitit egemen kraliçelerinin unvanı olan Tawananna’yı şahıs ismi olarak almıştır. Babilce ismi ise bilinmemektedir. Çivi yazılı metinlerden, Tawananna ile Muršili arasında bazı sorunlar olduğunu ve Tawananna’nın, saraydan sürgüne gönderildiğini biliyoruz. Tawananna’nın suçlandığı hususlardan biri, Muršili’nin karısı Gaššulawiya’yı büyü yoluyla hasta etmek ve ölümüne neden olmaktır.

Muršili’nin ağzından tanrılara hitaben yazılmış olan çivi yazılı metinden bir pasaj şöyledir:

“Onun hayatında eksiklik bırakmadım. Ekmeği de, suyu da vardı. Tümü veriliyor. Onun hiçbir eksiği yok. O hayattadır. O gözleri ile Göğün Güneş Tanrısını görüyor… Ben onu şöyle cezalandırdım: onu saraydan gönderdim ve onu tanrılara šiwanzanni rahibelik görevinden aldım…. Benim cezam karımın ölümüdür. O sevilmişti. Onu öldürdüğü için, hayatımın günlerinde benim ruhum aşağıya karanlık yeraltı dünyasına, gidiyor. … Bak, ben Muršili, Hatti Ülkesi’nin Büyük Kralı bana kulağınızı verin ve beni dinleyin”.

Burada adı geçen Muršili’nin eşi Gaššulawiya, yakalandığı hastalığı nedeniyle tanrılara bir dua metni de yazdırtmıştır. Bu Hititçe metindeki anlatıma göre, tanrıların gönlünü hoş etmek ve duasının kabul olmasını garanti etmek için onlara pek çok kurban sunusunda bulunur ve şöyle der: “Sen ise, büyük kız evladına tekrar iyilikle yönel ve onu bu hastalıktan kurtar, ondan bu hastalığı tamamen uzaklaştır. O sağlıklı olsun ve sonra büyük kız evladı gelecekte seni, tanrıyı, sürekli olarak över. Senin tanrının adını devamlı olarak söyler”.

Hititli kraliçelerin dualarına bir diğer örnek de III. Hattušili’nin eşi olan Puduhepa’nın duasıdır. Duasında, eşinin çocukluğundan beri devam etmekte olan bir rahatsızlığı olduğunu ve sağlığına kavuşması için bir eş olarak neler yapması gerektiği konusunda tanrısının kendisine yol göstermesini diler. Puduhepa’ya ait başka çivi yazılı metinlerden Hattušili’nin rahatsızlığının kendini sık sık tekrar ettiğini, her fırsatta eşinin sağlığı için dua ettiğini öğreniyoruz.

Yukarıda da bahsedildiği gibi Hitit kraliçeleri arasında Puduhepa güçlü bir politik kimliğe sahipti. Bunun en iyi göstergesi, uluslararası yazışmalarıdır. II. Ramses’in, Puduhepa’ya yazdığı bir mektupta, eşi III. Hattušili ve ağabeysi Kadeš Savaşı’nı gerçekleştiren II. Muwatalli arasındaki kardeşçe ilişki, Hattušili ile Ramses arasındaki kardeşçe ilişkiyle karşılaştırılmıştır. Bu ifade, II. Ramses’in bir dönem rakibi olan II. Muwatalli’ye karşı, artık düşmanca duygular beslemediğini düşündürmektedir. Bu ifadeler ancak iki kral arasında konuşulacak politik konulardır. Dolayısıyla kısaca içeriği verilen mektuptan da anlaşıldığı kadarıyla, dönemin iki süper gücü olan Mısır ve Hitit ülkelerinin politik meseleler, o dönemde örneğine az rastlanır şekilde bir kraliçe ile yazışmaya konu olmuştur.

Hattušili henüz prens iken, Kadeš Savaşı’nda ağabeysi II. Muwatalli’ye yardımcı olmuş ve elde ettikleri zafer sonrası ülkesi Hatti’ye dönüş yolunda tanrılara kurban sunmak üzere, önemli bir kült merkezi olan Lawazantiya’ya uğramıştır. Burada Pentipšarri adlı bir rahibin kızı olan Puduhepa ile evlenmiştir. Hattušili, Puduhepa ile evliliğini bir metinde şöyle anlatmaktadır:

Mısır Ülkesi’nden geri dönerken, Lawazantiya’ya tanrıya kurban sunmak için gittim ve tanrıya görevimi yerine getirdim. Rahip Pentipšarri’nin kızı Puduhepa’yı tanrının isteğiyle eş olarak aldım ve evlendik ve o bize karı-koca sevgisini verdi. Bizim oğullarımız ve kızlarımız oldu. Ayrıca bana Tanrıçam, Beyçem rüyada göründü ve konuştu: ‘evinle beraber benim hizmetime girin!’ ve tanrıya evim ile beraber hizmet ettim ve var ettiğimiz evimize tanrıça da katıldı ve evimiz gelişti. Bu Beyçem Ištar’ın lütfu idi”.

Yine Hitit-Mısır münasebetleri içerisinde dikkat çekici bir yerde karşımıza Puduhepa çıkar. Tarihin ilk barış antlaşması niteliği taşıyan Kadeš Antlaşması, bilindiği üzere II. Ramses ve III. Hattušili arasında yapılmıştır. Mısır kaynaklarına göre, Hattuša’dan gelen antlaşma metninin gümüş tableti bir heyet tarafından II. Ramses’e teslim edilmiştir. Ne yazık ki, tabletlerin orijinalleri korunamamıştır. Tabletin ön yüzünde Hattušili’nin mührünün, arkasında da kraliçe Puduhepa’nın mührünün yer aldığı, Mısır kaynaklarında ayrıntılı bir şekilde şöyle anlatılmıştır: “bu gümüş tabletin ortasında, ön tarafında Seth’in tasvirinin yer aldığı betimler ve Hatti’nin Büyük Prensi’nin betimi yer alır. Diğer yüzde, Hatti prensesini gösteren kadın figürü yer almakta, bu da ‘Puduhepa Hatti’nin Prensesi, Kizzuwatna Ülkesi’nin kızı’ sözleriyle çerçevelenmiştir”. Görüldüğü gibi tarihin ilk barış belgesinde dahi bir kadının imzası/mührü bulunmaktadır.

III. Hattušili’nin II. Ramses’e yazdığı bir mektupta, kız kardeşi Mašanauzzi’ye çocuk sahibi olabilmesi konusunda yardımcı olması için bir Mısırlı doktor istemektedir. Ancak, Mašanauzzi’nin 50 yaşında olması nedeniyle bu oldukça zor bir görevdir. Ramses’in “Hititli Kardeşi Hattušili”den gelen bu ricaya cevabı ilginçtir: “Kardeşim, kız kardeşin Matanazi hakkında şöyle yazdın; ‘onun çocuk doğurabilmesi için ilaç hazırlayabilecek bir adam yollayabilir misin’ ve ben Kardeşime şöyle söyledim: ‘Bak, Matanazi’yi, kız kardeşini tanıyorum. O, 50 yaşında! Asla! O, 60 yaşında! Bak, 50 yaşında bir kadın, hiçbir zaman 60 yaşında olduğunu söylemez! Onun çocuk doğurması için herhangi bir ilaç yapılamaz. Ancak Güneş Tanrıçası ve Fırtına Tanrısı emir verirse, kız kardeşin için bu istek yerine getirilecektir. Ve ben, ona çocuk sahibi olması için bir uzman rahip ve uzman doktor göndereceğim”. Gönderilen Mısırlı doktor sayesinde Mašanauzzi’nin çocuk sahibi olup olamadığını ne yazık ki bilemiyoruz.

Görüldüğü gibi kadının Anadolu coğrafyasındaki serüvenini, zengin tarih öncesi ve tarihi devirlere ait arkeolojik belgelerin yanı sıra, Hititlerin egemen olduğu MÖ yaklaşık 1650-1200 yıllarında zengin yazılı belgeler sayesinde ayrıntılı bir şekilde anlamak, kadının toplum içerisindeki sosyal, siyasi ve dini kimliği hakkında bilgi sahibi olmak mümkün olabilmektedir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER