İnsanın “İnsanlaşması” ve İlk Aletleri

Günümüz verileri ışığında (zoolojik anlamda Memeli’ler sınıfına giren ve Primat’lar takımının bir türü olup) yaklaşık 7-7.5 milyon yıl öncelerinden itibaren “insanlaşma” yönünde, önceleri çeşitli bedensel (biyolojik) ve daha sonraları da zihinsel (kültürel) değişimler geçirmiş olan insanın, doğada yaşayan diğer canlılara kıyasla farklı bir evrimsel geçmişi olması dikkat çekicidir.

Biokültürel Canlı: İnsan

Doğada, insan dışındaki tüm günümüz canlıların evrimi yalnızca biyolojik içerikli olmasına rağmen, insanın evrimi hem biyolojik ve hem de kültürel, yani “biyokültürel” özelliklere sahiptir. Bu da insan evrimini yönlendiren etkenlerin, diğer tüm canlılarda olduğu gibi sadece genlerine bağlı olmadığı, buna ilave olarak bizzat kendisi tarafından oluşturulup, geliştirilen farklı türdeki kültürel (zihinsel) öğelerin de ağırlıklı olarak onun evrimini doğrudan etkilediği ve yönlendirdiği anlamına gelir. Başka bir deyişle, yalnızca insana özgü olup, onun tarafından gerçekleştirilen kültürel oluşumların söz konusu bu canlının evrimsel nitelikteki bedensel değişimlerini doğrudan etkilediği bir vakıadır. Özetle, zaman içinde yer alan biyolojik değişimler ile gerçekleştirilen kültürel oluşumlar arasındaki geri beslemeli etki-tepki ilişkileri, genel anlamda zihinsel nitelikleri ağır basan karmaşık türden bütünsel bir yumağı meydana getirmekte ve sonuçta da insanın evrimsel açıdan söz konusu işte bu biricikliğine işaret etmektedir.

Tarih öncesine ait 400.000 yıllık bir alet. Homo Herectus.

Aynı ortak kökten gelen  insansımaymungiller (Pongid) ve insanlarin (Hominid’ler) birbirlerinden ayrılarak bunların her birinin evrimini kendi yönünde sürdürmeye başladığı hemen hemen 7-7.5 milyon yıl önceleri ile yaklaşık 4 milyon yıl önceleri arasında kalan süre, insanın “insanlaşma” aşaması boyunca bedensel nitelikteki temel değişimlerinin bazılarının gerçekleştiği dönemdir ve bu süreç bir “geçiş dönemi” olarak da değerlendirilebilir. Söz konusu bu zaman dilimi boyunca karşılaşılan öncül Hominid’ler arasında Sahelanthropus tchadensis, Orrorin tugensis, Ardipithecus kadabba ve Ardipithecus ramidus dikkat çeken önemli fosil bulguları oluşturur. Günümüz verilerine göre insanın evrimsel oluşumunun başlangıç dönemini kapsayan ve Pongid-Hominid örnekleri arasındaki temelsel farklılaşma aşamasını içeren bu süreç boyunca karşılaşılan en eski Hominid örneklerinin tümü esas itibariyle iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümüş/hareket etmiş olmalarına rağmen (bir genellemeye gidilecek olursa, Ardipithecus ramidus örneğinde olduğu gibi tutma kabiliyeti olan dışa yönelik ayak başparmakları ve bacaklarına kıyasla daha uzun olan kolları gibi ortak köklerinden kaynaklanan kalıtsal nitelikteki bazı bedensel özelliklerine dayanarak) hâlâ Pongid soydaşları gibi ağaçlara tırmanabilme yeteneklerini kısmen de olsa muhafaza etmeye devam ettikleri söylenebilir. Beyin hacimleri de henüz fazla büyük değildir. Diş minelerinde izlenen mikro-aşınmalara dayanarak söz konusu bu örneklerin daha ziyade kök, tohum, sert taneli bitkiler, fındık ve ceviz cinsi kabuklu meyve türündeki bitkisel gıdaları ve yörede yaşayan çekirge gibi böcekleri yiyerek beslenmiş oldukları da söylenebilir.

Ayrıca, çevrelerinde yaşamış olan etcil hayvanların yiyecek artıklarına da ortak olmuş olmaları gerekir. Ancak bunlardan hiç birinin henüz alet yapabilme düzeyine ulaşmamış olduğu da bilinmektedir. Aynı husus, genelde biyolojik anlamda insan evriminin bir sonraki dönemini simgeleyen Australopithecus’lar için de geçerlidir; belli bir süre öncesine kadar sanılanın aksine, günümüzde bunların alet yapmış olduklarına dair elimizde somut kanıt yoktur. Bu koşullar altında da, insanın genel evrimsel sürecini ana hatlarıyla başlangıcından alet yapımına ve alet yapımından bugüne kadar olmak üzere iki bölüme ayıracak olursak, ilk bölümde ağır basan evrim türünün “biyolojik”, ikinci aşamada ise daha ziyade “kültürel” nitelikte olduğu bir genelleme olarak rahatlıkla ileri sürülebilir.

İnsanı gerçek anlamıyla insan yapan çeşitli özelliklerin başta gelenlerinden birinin de bu canlı türünün “kültürel” özelliklere sahip olmuş olmasıdır.  Arkeolojide kültür sözcüğü ile doğada zaten mevcut olan nesnelere ilave olarak, insan tarafından bizzat oluşturulan maddî ve manevî ögelerin tümü kastedilir. Daha önce de değinildiği gibi, insanın biyolojik evrimine ilave olarak ayrıca bir kültürel evrimi de vardır ve insanın oluşumunu doğrudan etkilemiş olan bu kültürel evrim tek yönlü de değildir. İnsanı doğrudan etkileyen çeşitli kültürel evrim aşamalarından biri ve güncel verilere göre en eskisi, insanın fiilen alet yapmaya veya araç-gereç oluşturmaya başlamasıdır. Kanımca, insanın hayvanlar âleminden ayrılmaya başlaması yaklaşık 7-7.5 milyon yıl kadar önce biyolojik nitelikte olan Pongid-Hominid  farklılaşması ile başlar ve (taksonomik anlamda Homo aşamasına ulaştıktan sonra) bizzat alet yapımını gerçekleştirmesi ile de noktalanır.

Alet nedir?

Bu aşamada yanıtlanması gereken önemli soru insanın evrimsel süreci içinde aletin ne olduğu, nasıl tanımlandığı, başka bir deyişle arkeolojik anlamda ve bilimsel içerikli olarak kullanıldığı zaman bu sözcük ile neyin kastedildiğidir. Alet, ham maddesi veya maddeleri doğada bulunan, ancak doğadaki durumları / biçimleri insan tarafından bilinçli olarak (şu veya bu şekilde) değiştirilen düşünce ürünleridir. Bu değiştirilme olgusuna ilave olarak alet yapımının özünde, oluşturulacak nesnenin geleceğe yönelik bir gereksinimi karşılama düşüncesi ve dolayısıyla da ileriye dönük bir yatırım aracı olarak kullanılma amacı da yatar. Başka bir deyişle de oluşturulan her alet (ister çok basit – ister son derece gelişkin olsun) derhal (hemen o anda) halledilmesi zorunlu bir amacı değil, yarınlara yönelik olan, gelecek için öngörülen bir tür sermaye birikimini ifade eder. Bundan çıkartılacak sonuç da (teknolojik anlamda ve yapısı itibariyle) insan elinden çıkan her aletin hem somut (hammaddesel) ve hem de soyut  (zihinsel) özelliklere sahip yatırımsal nitelikte karmaşık bir oluşum olduğudur.

Daha ziyade popüler düzeyde ve bilimsel içerikleri fazla yoğun olmayan bazı yayınlarda insan dışında kimi başka canlıların da alet yaptıkları savının zaman zaman ileri sürüldüğü görülür.  Çoğu zaman da bu düşüncelerini desteklemek için bazı martı türlerinin gagalarının arasına aldığı ceviz veya fındık türü yemişleri yüksekten aşağıya, kayaların üzerine fırlatmak suretiyle kabuklarını kırdıkları, kargaların şişenin içindeki bir yiyeceğe çubuk yardımıyla ulaştıkları, şempanzelerin doğrudan ulaşamadıkları ağaç kovuklarında biriken suyu yaprakları sünger gibi kullanarak emdikleri, gene şempanzelerin termit yuvalarına ağaç dallarını olta gibi soktukları ve dalı dışarı çektiklerinde de üzerinde kalan karıncaları tek tek ayıklayarak yedikleri örnek olarak gösterilir. Hatta son zamanlarda Güneydoğu Asya’da, Sumatra Adası’nda, yaşayan bazı orangutanların tropik ağaçlar üzerinde bulunan peteklerdeki bala ulaşabilmek için çevrelerindeki çubuklardan yararlandıkları ve Afrika’da bazı gorillerin bir su engelini yürüyerek geçerken ellerine aldıkları uzun bir sopadan suyun derinliğini saptayabilmek amacıyla bir ölçü birimi olarak yararlandıkları dâhi ileri sürülmüş ve bu örneklerin tümü de böylece “alet” kategorisine dahil edilmişlerdir.

Biçimsel Değişim

Ancak bu tür örneklerin hiç biri tanımlanan anlamda alet değildir ve bu nedenle tabii o bağlamda da değerlendirilemezler.  Dikkat edilecek olursa, alet yapımının kanıtı olarak verilen martı ve goril örneklerinde söz konusu nesneler oldukları gibi kullanılmakta ve onlarda hiç bir “biçimsel değişim” yapılmamaktadır. Diğer örneklerin tümü ise karın doyurmak gibi derhal yani hemen (o anda) halledilmesi gereken türdeki sorunlara yöneliktir; bunların hiç biri aletin tanımı çerçevesinde olduğu gibi geleceğe yönelik amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmiş olan düşünce ürünleri değildir. Üstelik, bunların hiç biri insan elinden çıkma aletlerde olduğu gibi ileride gerçekleştirilmesi öngörülen, daha sonraki çeşitli gereksinimlerin halli için önceden zihnen tasarlanan, düşünülmüş olan, yoktan var edilen, kısacası yaratıcılık yönü belirgin olup, yarınlara yönelik nesneler de değildir. Kanımca, böylesine yaklaşımlar ya insanı anlamsız yere küçültmek, ya da bazı başka canlı türlerini (özellikle de Primat’ları) gereksiz bir şekilde yüceltmekten başka bir anlam taşımaz. Kısacası, dünyada yaşayan tüm canlıların içinde gerçek anlamıyla, daha önce özetlenen nesnel ilkeler doğrultusunda alet yapan tek canlı “insandır”. Yaklaşık 7-7.5 milyon yıllık evrim süreci boyunca, insanın “insanlaşmasında” genetik anlamdaki yakın soydaşları olan Pongid’lerden (özellikle şempanzelerden) kültürel anlamda (zihnen) tamamen ayrılarak bugünkü durumuna ulaşmasında görev gören (tek öge olmasa dahî) başta gelen en önemli itici etkenlerden biri, hiç kuşkusuz insanın alet yapabilme becerisi, yani alet oluşturmasıdır.

Sanırım bu aşamada üzerinde durulması ve aydınlatılması gereken birbiriyle doğrudan ilgili bazı önemli sorular vardır: a) Aletin yapılış amacı nedir? b) Alet ile onu kullanan kişi arasında nasıl bir bağ vardır? c) Dünyada yaşayan bütün canlılar içinde neden yalnızca insan alet yapmak gereksinimini duymuş veya niye sadece “o” alet yapmıştır? Kanımca bu soruların tümünü....  “aletin yapılmasının temel nedeni insanı bedensel yönden takviye etmek (pekiştirmek/desteklemek) olup, onun yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlamaktır; insan ile alet arasındaki bağ etki-tepki ilişkisi içinde karşılıklıdır ve yaşayan bütün canlılar arasında alet yapmak sadece insanlar için olmazsa-olmaz bir zorunluluktur”.... türünden geniş kapsamlı bir cümle ile özetlemek mümkündür.

2.6 Milyon Yıl

Günümüze ulaşabilmiş olan insan yapımı en eski taş aletler yaklaşık 2.600.000 le 2.400.000 öncelerine aittir ve bunların tümü insanlığın beşiği olarak bilinen Afrika’dan, Gona Nehri yatakları ve Hadar (Etiyopia), Turkana Gölü’nün Batı’sında Lokalelei ile Doğu’sunda Koobi Fora (Kenya), Senga (Zaire) ve Mwimbi (Malavi) gibi farklı buluntu yerlerinden elde edilmişlerdir. Bu aşamada özellikle vurgulanması gereken husus, insanın gerçekte oluşturmuş olması gereken ilk/en eski aletlerin zamana karşı dayanıklı olması nedeniyle günümüze ulaşabilme özelliğine sahip bir ham madde olan taştan yapılan ve yukarıda değinilen örnekler olmadığıdır. İnsanın taş alet oluşturmaya başlamadan önce biçimlendirilmesi,  işlenmesi çok daha kolay olup, ancak günümüze ulaşamayan (tahta, çeşitli iri hayvanların diş, boynuz ve beden kemikleri gibi) farklı organik maddeleri alet yapımında kullanmış olması akla yakın gelir. Tarihöncesi çağlardan başlayarak kısa bir süre öncelerine kadar geçen onbinlerce yıllık çok uzun süre boyunca  güneydoğu Asya’da yaşamış olan insanların (doğal olarak bölgede araç-gereç yapmaya uygun taş cinsleri bulunmadığı için) aletlerinin yapımında ham madde olarak bambu ve diğer yerel ağaç türlerinden yararlanmış olması da bu gerçeğin somut bir kanıtıdır.

 

Aletin insanın evrimsel geçmişindeki önem ve yerini lâyıkıyla değerlendirebilmek için şimdi 2.5 - 3 milyon yıl kadar öncelerine geri gidip, o dönemdeki yaşamdan bir kesiti gözümüzde canlandırmaya çalışalım Doğu Afrika’da bir yerde yaşayan, gövdesi bizimkinin neredeyse yarısı kadar, iki ayağı üzerinde hareket edebilen (yürüyen) ve beyin ölçüsü de gene bizimkinin hemen hemen yarısı dolayında olan atalarımızdan biri olduğunuzu varsayın. Yörede bulunan nehir, göl veya pınarlar su gereksiniminizi karşılamaya yetiyor. Yabanıl bir hayvanın saldırısına uğrarsanız küçük bedeniniz ve nisbeten uzun kollarınızın yardımıyla çabucak bir ağaca tırmanıp, tehlikeyi çoğu zaman geçiştirme olasılığınız var. Bu aşamada, ağaçlara tırmanabilme yeteneğiniz çok önemli, çünkü kaçıp-kurtulabilmeniz için size saldırma ihtimali olan çoğu etciller kadar (örneğin aslan, kaplan veya panter gibi) hızlı koşamıyorsunuz. Üstelik buna ilaveten karnınızı nasıl doyuracaksınız veya neleri, nasıl yiyeceksiniz? Bunlar, şu veya bu şekilde halledilmesi gereken çok önemli sorunlar. Kısacası ne yapacaksınız ve yaşamınızı nasıl sürdürmeye devam edebileceksiniz? Bunlara zorunlu olarak bazı çözümler getirilmesi lâzım!

İllustrasyon: San Diego Museum of man. Homo Habilis sergisindeki illustrasyondan yararlanılarak Önder ÖNERBAY tarafından yapılmıştır.

Herhalde tek olası sonuç kendinizi güçlendirmek olacak ve bu da bazı “beden dışı organların” yardımıyla, yani aletler sayesinde mümkün olabilecektir. Büyük bir olasılıkla bir süredir işleyip, biçimlendirilmesi nisbeten kolay (ancak yapıları itibariyle günümüze ulaşamayan türdeki) kemik-tahta ve benzeri organik maddelerden alet oluşturma deneyimine zaten başlamış olan öncüllerimizin bu becerilerini daha da geliştirdikleri ve 2.600.000-2.400.000 yıl öncelerinden itibaren de araç-gereçlerinin yapımında ham madde olarak taşı kullanmaya başladıkları görülür. Taşın kullanılması aşamasında gerçekleştirilen esas iş, uygun türdeki bazı taş parçalarını kırmak ve onlardan yongalar çıkartmak suretiyle söz konusu örnekleri  (ilkel de olsa) bıçak veya satır türünden kesici kenarlara sahip araçlara dönüştürmek ve böylece onlardan artık farklı bir şekilde yararlanmak olarak özetlenebilir. Unutulmaması gereken bir husus da konu edilen dönemde yaşamış olan fosil atalarımız ile birlikte aynı doğal çevreyi paylaşan irili-ufaklı pek çok hayvan, yörede yaşayan etçillerce avlanılarak onlara yem oluyor, yem olmayanlar da hastalık, kaza, açlık ve benzeri nedenlerle ölüyordu. Bunların kalıntıları da tabii yoğun bir şekilde tüketilmekteydi. Ancak o dönem insanı bu “tüketimden” diğer etçiller kadar başarıyla yararlanamıyordu. Bunun esas nedeni de çevresinde yaşayan pek çok yabanıl hayvanın aksine, insanın karnını rahatlıkla doyurabilme potansiyeli olan bu kalıntılarının postlarını parçalayabileceği türden ne aslan veya kaplanlarınki gibi pençeleri, ne kurtlarda olduğu gibi etlerini parçalara ayırabilecek dişleri veya akbabalarda olduğu gibi sert gagaları ve ne de kemiklerini kırıp-ezmek suretiyle besi değeri üstün olan iliklerine ulaşabilecek bir yapıya sahip (sırtlanlarınkine benzer) çene yapılar vardı. Görüldüğü gibi, pek çok canlının doğal yapıları bu işleri başarıyla gerçekleştirebilecek özelliklere sahipken bunların hiç birini insanın salt kendi bedensel nitelikleriyle başarabilmesine olanak yoktur.  İşte bu nedenle de sadece bedensel açıdan ele alındığında gerçekten zayıf, güçsüz, yeteneksiz ve hatta hayli âciz bir canlı olduğu açıkça görülen insanın yaşamını sürdürebilmesi de yalnızca geliştirdiği/oluşturduğu farklı alet türleri sayesinde mümkün olabilmiştir. İnsan için temelde zorunlu bir gereksinim ve bunun çözümü olarak da yalnızca ona özgü bir düşünce ürünü olan aletin esas oluşturulma amacının, onu yapan kişinin yalnızca bedensel gücü veya yeteneği ile beceremediği (veya başa çıkamadığı) işleri gerçekleştirmek olduğu görülür. Daha önce de değinildiği gibi, insanın evrimsel süreci boyunca geçirmiş olduğu “insanlaşma” aşamalarında alet yapmanın, tek öğe olmasa dahî çok önemli bir görev görmüş olduğu tartışılmaz. İnsan alet yapım becerisi kendi kendine ve durup-dururken veya birden bire ortaya çıkmadığına göre bu oluşum hangi nedenlere bağlıdır veya “olmazsa-olmaz” türden temel öğeleri nelerdir?  Kuşkusuz önemli bir koşul, insanın yakın soydaşı olan diger Primat’lar gibi dört ayağı üzerinde değil, farklı bir şekilde, yani iki ayağı üzerinde ve dik olarak yürümeye başlamasıdır. İnsanın dik olarak yürümeye başlamasının yaklaşık 7-7.5 milyon yıl öncelerini başladığı ve yavaş yavaş mükemmelleştiği anlaşılmaktadır. Dik olarak yürümek demek, dört ayaklılarda olduğu gibi bel kemiğinin yere koşut değil, aksine 90°lik bir açı oluşturması ve asıl önemlisi kollar ile onların uzantısı olan ellerin hareket etme (yani yürüme) işine olan katkılarının sona ermesi demektir. Kolların, dolayısıyla ellerin hareket etmeye olan katkılarının evrimsel anlamda sona ermesi, doğal olarak onların serbest kalmalarına ve böylece başka bazı yeni-yeni işler yapabilecek duruma gelmelerine neden olmuştur. Bu yeni işlerin başında el başparmaklarının farklı yönlere doğru hareket edebilmesi ve dolayısıyla de oluşturulacak aleti “hassas bir şekilde tutabilme”  ve buna bağlı olarak da biçimlendirebilme yeteneği gelir.

Başka bir olmazsa-olmaz ise, oluşturulmak üzere elde tutulan aleti net ve üç boyutlu olarak görebilmektir. Ayrıca tutma ile görme arasındak sinir sisteminin uyumlu çalışabilmesi de çok önemli bir özelliktir. Bütün bunlara ilaveten oluşturulacak aleti yarınlara/geleceğe yönelik bir gereksinim olarak değerlendirebilecek nitelikte karmaşık yapılı bir beyinin mevcudiyeti şarttır- tabii bunun ardında soyutlama yeteneğinin bulunmasının da mutlaka zorunlu olduğu hatırlanmalıdır. Önemli olan, yerde duran doğal taş parçasının içinde, ileride gerçekleştirilmesi öngörülen amaç(lar)a yönelik olarak oluşturulması düşünülen “aletin” zaten bulunduğunu önceden düşünüp,  algılayabilmektir. Günümüz verileri bütün bu farklı ve karmaşık özellikler toplamının tüm canlılar içinde yalnızca insana özgü olduğuna işaret etmektedir.

İnsan ile hayvan arasında kuşkusuz büyük farklar vadır. Ancak kanımca bunların en önemlisi hayvanlar öldüğü zaman onlardan geriye kalanın sadece iskeletleri olmasına karşın, insandan arda kalanların ise onun insanlaşmasına bağlı olarak gerçekleştirdiği çeşitli kültür ürünlerinin olmasıdır ve bunların en eski örneğini ise aletler oluşturur.  Temelde insanı “insan” yapan ve onu diğer canlılardan bütünüyle ayıran da zaten budur.

Kaynak: Aktüel Arkeoloji Dergisi “35 Milyon Yıl Önce Anadolu”

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER