Malazgit’te Türk Devri Eserleri

Müslüman Türklerin Anadolu’yla ilk tanışmalarının genellikle 9. yüzyılda Abbasilerin yaptığı seferler sırasında olduğu kabul edilir. Buna karşılık Türklerin kendi yönetimleri altında ilk yoğun girişler için 11. yüzyılı beklemek gerekecektir. Doğudan İran, güneyden Suriye ve Irak bölgesinden yapılan girişler 1071 yılında meydana gelen Malazgirt Savaşı’ndan sonra artmış, Türk boyları büyük kitleler halinde Anadolu’ya yerleşmeye başlamıştır.

Ahlat Arkeoloji Müzesinde sergilenen Malazgirt mezar taşının iç yüzü ve ön yüzü

Demografik yapıda ortaya çıkan köklü değişikliklere güneyde Mardin, Diyarbakır, Silvan, Hasankeyf gibi şehirler, doğuda Van Gölü çevresi, daha kuzeyde Erzurum ve çevresi ilk tanıklık eden yerleşim merkezleridir. Nüfus yapısında ciddi değişimlerin görüldüğü yerlerde doğal olarak sosyal hayatta da önemli değişimler olmuş, bu birçok alanda olduğu gibi mimari faaliyetlerde de kendini hissettirmiştir. Anadolu’da Büyük Selçuklulara bağlanan günümüze kadar ulaşmış ilk camilerin Diyarbakır, Bitlis, Siirt ve Van’da yer alması, henüz 11. Yüzyıl gibi çok erken bir döneme tarihlenen mezar taşının Ahlat bulunması bunun en belirgin göstergesi olmuştur. Bu yapılarda uygulanan planlar ile mimariye bağlı süslemeler, bazı mezarlıklarda halâ görülebilen mezar taşları, birçoğu yurtdışındaki müzelerde sergilenen küçük el sanatı eserleri bu dönemin diğer tanıklarıdır.

Anadolu’nun iç kesimlerinde önemli idari merkezlerin ortaya çıkmaya başlaması 12-13. yüzyıllara rastlar. Orta Anadolu’da Danişmendli ve Mengücekli, doğuda Saltuklu, güneydoğuda Artuklu beylerinin yönettiği bölgeler yanında Konya merkezli Anadolu Selçukluları zamanında şehir merkezlerinin ve bu şehirleri birbirine bağlayan kervan yollarının mimari eserlerle donatıldığını görürüz. I. Alaaddin Keykubad döneminde kurulan Anadolu birliğinin 1243 yılında meydana gelen Kösedağ Savaşı ile bozulması sonrası siyasi yapının istikrarsızlaşması, sanat alanında beklenenin aksine ters etki yaratmıştır. Aslında hayli şaşırtıcı olan bu yeni durum, Selçuklu sultanları ile birlikte bölgeyi yöneten güçlü Moğol valilerinin Anadolu halkının gönlünü kazanma isteği yada güç gösterisi gibi sebeplere bağlanır. Bu dönemde Anadolu’da doğulu formların artmaya başladığını, yapı boyutlarının büyüdüğünü görürüz.

14.yüzyılın başlarında Selçukluların ortadan kalkmasından sonra Anadolu tekrar parçalı siyasi yapıya evrilmiştir. Doğu Anadolu’da İran’a kadar olan bölgeyi Akkoyunlu ve Karakoyunlular kontrol altında tutarken Orta Anadolu’da Eretna Devleti, Konya ve çevresindeki geniş topraklarda Karamanoğulları, kuzeyde Candaroğulları, batıda Karesi, Germiyan, Saruhan ve Aydınoğulları, güneyde Hamitoğulları, güneybatı Anadolu sahillerinde Menteşeoğulları ve Bizans sınırındaki Bilecik çevresinde Osmanoğulları bu yeni siyasi durumun önde gelen temsilcileri olmuşlardır. Selçukluların kurduğu siyasi birlikten önceki çok merkezli parçalı idari yapının tekrar hakim olduğu Anadolu’da kültür ve sanat hayatının da buna göre şekillendiğini görürüz. Özellikle ticari ve askeri yönden ilişki halinde oldukları bölgelerle karşılıklı etkileşim halinde oluş, sanatta da etkileşimi beraberinde getirmiştir. Mimari ve süslemede bir yandan Anadolu Selçuklu çağı formları tekrar edilirken diğer yandan farklı uygulamalara yer verilen bu süreci “karmaşa dönemi” olmaktan çok yeni denemelerin uygulamaya sahasına konduğu “arayış dönemi” olarak değerlendirmek daha uygun olabilir.

Kendilerini Anadolu Selçukluların varisi olarak gören Karamanoğulları başta olmak üzere Orta Anadolu beyliklerinin eserlerinde belirgin bir Selçuklu etkisi sürerken batıda adalar ve Akdeniz etkileri, doğu ve güney doğuda yine ağırlıklı Selçuklu etkisinin yanı sıra İran ve güneyli etkileri tespit edebilmekteyiz. 15. yüzyılın ortalarından itibaren Anadolu’da kontrolü sağlamaya başlayan Osmanlılarla birlikte başta mimarlık olmak üzere sanatın birçok kolunda değişim gözlemlenmektedir. Osmanlı başkentlerinde ortaya konan mimari ve süsleme biçimlerinin Anadolu’daki şehirlerde uygulanmaya başlandığı bu dönemde doğu ve güney doğu şehir merkezlerinde sınırlı sayıda uygulamalar dışında Selçuklu etkilerinin korunduğu, dış etkilere büyük ölçüde kapalı bir sanat anlayışıyla karşı karşıya kalırız. Bitlis ve yakın çevresi örneğinde olduğu gibi bu muhafazakâr üslubun 17. hatta 18. yüzyıla kadar devam ettiği bölgelerin varlığı, doğu ve güney doğu Anadolu’daki sanat ortamını ele alırken gözden uzak tutulması gereken önemli bir değerlendirme ölçütüdür.              

1071 Sonrasında Malazgirt ve Çevresi

Malazgirt Savaş Alanı Tespiti, Tarihi ve Arkeolojik Yüzey Araştırması Projesi kapsamında, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 01. 03.2020 tarihli izinleri doğrultusunda Prof. Dr. Adnan Çevik’in başkanlığında 2020 ve 2021 yıllarında yapılan araştırmalar sadece Malazgirt Savaş alanının tespitine yönelik olarak değil, Türklerin bölgeye hakim olmasıyla bölgedeki tarihi ve kültürel alanda meydana gelen değişimlerin izini sürmeye yönelik bir kapsamda yürütülmüştür. Çalışmalar sırasında Malazgirt ilçe merkezindeki İç Kale ve surlar başta olmak üzere günümüze ulaşan tarihi yapılar ile yakın çevredeki kalıntılar araştırma ekibi tarafından büyük bir titizlikle incelenmiştir.

Malazgirt ve çevresinde Türk devrinde de kesintisiz bir şekilde kullanılarak günümüze ulaşan en dikkate değer yapı İç Kale ile şehri çevreleyen surlardır. 1071 yılı Ağustos ayında gerçekleşen Malazgirt Savaşı’ndan birkaç gün önce, az sayıdaki Selçuklu kuvvetinin Bizans ordusuna direndiği son nokta olmasıyla da önem taşıyan İç Kale (Citadel), gerçekten de şehrin yüksek noktasına adeta kartal yuvası gibi kondurulmuş görkemli bir yapıdır. Çevredeki diğer tüm yapılarda olduğu gibi koyu renkli volkanik bazalt taşlarıyla inşa edilen yüksek duvarlar kuzeybatı-güneydoğu yönünde dikdörtgene yakın bir alanı kuşatmaktadır. Doğudan batıya doğru alçalan eğimli alana kurulan İç Kale’ye giriş, batı duvarın kuzey köşesine kaydırılmış kapıyla sağlanır. Daha alçakta kaldığı için burada duvarlar nisbeten daha yüksektir. Topografik olarak yüksek alana kurulduğu için doğu duvar sık aralıklı yarım daire planlı burçlarla desteklenmiştir. Güneydoğu köşeye ise Malazagirt Kalesi’nin Ahmedeki yerleştirilmiştir. İç Kale surlarından çok daha geniş ve yüksek büyük tutulan Ahmedekin merdivenle ulaşılan den-danlarının bulunduğu geniş seyirtim yerinden Malazgirt ile birlikte tüm ova izlenebilmektedir. Burası kalenin düşman eline geçmesi durumunda son savunma noktası olarak tasarlanmıştır. Doğu duvarın önündeki ikinci surlarda diğerlerine göre daha küçük ancak sayısı yediye ulaşan yarım daire planlı burçlar, bu yöndeki güçlü tahkimata işaret etmektedir. 

Dış surlar ile İç Kale surlarının arasından Malazgirt Ahmedeki’ne bakış

İç Kaleyi de içine alan şehri çevreleyen çifte surlar, yine koyu renkli bazalt taşlarla örülen sağlam duvarlar ve aralara yerleştirilen burçlardan meydana gelmektedir. Çifte surlar ile kurulan savunma sistemi şehri güneyden Çıkrık Çayı, kuzeyden Çırçır Deresi’nin oluşturduğu doğal hendek ile hayli güçlendirilmiştir. Surların, tarihi özelliği bulunmayan günümüz modern ev ve müştemilatları ile bazı noktalarda önü ve üzerinin kapandığı görülmekte, açık olan bölümlerinde inceleme yapma imkânı elde edilebilmektedir. Önemli bir kısmı onarım gören surlarda kısmen şekil verilmiş blok taşların derz aralarına yerleştirilmiş küçük taşlardan oluşan duvar tekniğinin yanı sıra herhangi bir şekil verilmemiş orta büyüklükte taşlarla örüldüğünün tespit edilmesi, surların ihtiyaca göre defalarca onarım gördüğünü ortaya koymaktadır. Surların aralarına yerleştirilen burçlar genellikle yarım daire planlıdır. İç Kale’nin girişinin iki yanındaki taşıntıları saymazsak kuzey dış surlarda birer adet dikdörtgen ve üçgen planlı burç görülmektedir. Üçgen planlı burcun üst kısmında dış cepheye açılan sivri kemer ve geriye doğru uzanan tonoz kalıntısı, buradaki bir yapı kalıntısına işaret etmektedir. Dış surlardaki burcun üzerinde yer alan bu yapı kalıntısı, ilk olarak Konya dış surları üzerindeki bir burcun üzerine inşa edilmiş Alaaddin Köşkü gibi bir yapının benzerinin burada da olabileceğini akla getirmektedir. Bunun hemen batı tarafındaki surların üst kısmında, tek parça mermer üzerine yazılmış üç satırlık kitabe Anadolu Selçuklu dönemine işaret etmekte olup, buradaki muhtemel yapının Konya Köşkü ile dönemsel benzerliğini pekiştirmektedir. Bunlardan başka duvarlarda az da olsa kazınarak yapılmış şekiller görülmektedir.

Dış surlarda orijinal duvarlar ile onarım yapılan kısımlar

Ortasında veya bir kenarında İç Kale’yi etrafındaki yerleşim merkezini çevreleyen çift sur düzenlemesi eski çağlardan itibaren görülmektedir. Bizans’ın doğu sınırında önemli bir askeri üs/tahkimat merkezi olan Malazgirt’i koruyan surların da böyle düzenlenmiş olması şehrin Bizans için önemini ortaya koymaktadır. Anadolu’da Selçuklu döneminde de Kayseri ve Konya gibi önemli şehirlerin de çift surla korunduğu bilinmektedir.  

Ahmedek’ten İç Kale ve dış surlara bakış

Malazgirt ilçe merkezinde biri surlara yakın iki şehir içi hanı bulunmaktadır. Bölgeye özgü taşlarla inşa edilen yapılar günümüzde bakımsız durumdadır.

İç Kale’ye yakın konumda, surların doğu kapısının yanında yer alan ilk han, kuzey-güney yönünde uzunlamasına dikdörtgen planlıdır. Kısa tutulan cephelerden güneydekinin ortasına açılan düz açıklıklı kapıdan girilen yapı, doğu ve batı duvarlarda içe taşıntı yapan kısa duvar payelerine yaslanmış üç adet sivri kemerle desteklenen sivri beşik tonozla kapatılmıştır. Yapı bu düzenlemesiyle içten beşik tonozla örtülen tek sahınlı hanların bir örneğini teşkil etmektedir.

Surlara bitişik hanın iç mekânından görünüş

İç mekânın duvarlarında görülen düzgün kesme taş kaplamaya dış cephede rastlanmamaktadır. Yer yer dökülen dış yüzeylerdeki taşlarda belirli bir düzen görülmemesi, kaplamanın zaman zaman yenilendiğini göstermektedir. Güney duvara açılan düz kapı açıklığının da ilk yapımdan olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.  

Üçgen burcun üzerindeki tonoz kalıntısının detayı

Sur içinde, ilk hana göre biraz daha güneyde yer alan diğer han da diğeri gibi kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlıdır ve kısa kenarlardan güney duvar giriş cephesini oluşturmaktadır. Düz açıklıklı kapının iki yanında yer alan yarım daire niş ve silmeler muhtemelen kapı açıklığını üç yönden kuşatmaktaydı. Yapının üst örtüsü tamamen çökmüştür. Bununla birlikte kalan izler üst örtü hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Bu izler, yapının uzun kenarını oluşturan doğu ve batı duvarın orta kısmındaki geniş kemer izleri ile girişten sonra duvarın hemen iki yanında içe doğru uzanan tonoz kalıntılarıdır. Buna göre yapının orta bölümünün kuzey ve güney yönden kemerler, doğu ve batı yönden duvarlarla taşınan yüksek bir kubbe ile örtüldüğü, yan kısımların da beşik tonozlarla kapatıldığı anlaşılmaktadır. Duvardaki kemer izlerinin tonoz kalıntılarına göre geniş ve yüksekliği, kubbenin orta mekânda hayli yüksek tutulduğunu göstermektedir. Ortadaki muhtemel kubbeyi taşıyan kemerlerin duvarlara dayandığı noktalarda iç mekâna taşıntı yapan duvar payelerinin olup olmadığı ise ancak burada yapılacak bir sondajla anlaşılabilir. 

Dış surlardaki yarım daire planlı burçlardan biri

Yapının giriş cephesindeki kaplama taşların tamamı sökülmüştür. Giriş cephesinde ve kaplamanın olmadığı diğer yüzeylerde harçlı moloz dolgu görülebilmektedir. Giriş dışında diğer cephelerde duvar kaplaması durmakta olup köşeleri çok düzgün yontulmamış kesme taştan oluşmaktadır. Aynı duvar kaplaması iç mekânda da devam etmektedir. İlk tanıttığımız hanın dış cephesinde de gördüğümüz bu kaplama taşlarının tamamının sonradan olduğunu düşünmekteyiz.

Tonoz kalıntısının arka cephesindeki sivri kemer

Her iki han yapısında da inşa tarihini veren kitabe yada tarihleme için ipucu olabilecek herhangi bir süslemeye yer verilmemiştir. Bununla birlikte plan şemalarını göz önünde tutarak hanları 14-16. yüzyıllara tarihlemek mümkün görünmektedir.

Surlara bitişik hanın iç mekânından görünüş

Malazgirt ve çevresinde yürütülen araştırmalarda kayıt altına alınan diğer bir eser grubu da mezar taşlarıdır. Malazgirt ilçe merkezindeki anıtın yakınındaki büyük mezarlıkta yer yer rastlanan şahide ve sandukalar Van Gölü çevresindeki mezarlıklarda görülen mezar taşlarının benzerleridir. Bunlardan halk arasında Pinedüz (Yamacı) Baba olarak bilinen yatırın yanındaki yan yana iki mezar dikkate değerdir. Düz dikdörtgen blok şeklindeki şahidelerde herhangi bir isim ve tarihe rastlanmamaktadır. Bunlardan birinin dış yüzünde, üstten kemerle çevrelenen yüzey içine alınmış kandil kompozisyonu, bölgede mezar taşlarında yaygın olarak görülen bir uygulamadır. Bunun yanında bazen tekli bazen kademeli prizmatik sanduka şeklinde ve süslemeye yer verilmeyen mezar taşlarında kitabe görülmemektedir.

Malazgirt Mezarlığındaki kandil kompozisyonlu mezar taşı

Beyhan Karamağaralı tarafından Malazgirt’te hükümet konağının önünde bulunduğu ve muhtemelen bir Ahlatlı usta tarafından yapıldığı bilgisiyle tanıtılan bir mezar taşına bulunduğu yerde rastlayamadık. Yüzey araştırmalarımız sırasında Ahlat Arkeoloji Müzesi’ndeki incelememizde bahçede sergilenen bir mezar taşı dikkatimizi çekmişti. Yayındaki fotoğrafı ile karşılaştırdığımızda bunun Malazgirt’te bulunan mezar taşı olduğu anlaşıldı. Deformasyon nedeniyle kitabesini tümüyle okumak şimdilik mümkün olmayan mezar taşı, ön ve arka yüzündeki süslemeleriyle Ahlat geleneğine bağlanmaktadır. Taşın dışa bakan yüzünde üstten sivri kemerle çevrelenen yüzeyin ortasına iri bir palmet işlenmiştir. Bunu dıştan saran bordürün içi yine yan yana dizilen palmetlerle süslenmiştir. Bunun üzerindeki geniş yüzey de yine oldukça yoğun bitkisel süslemelerle kaplanmıştır. Taşın içe bakan yüzünde ortadaki yatay satırları üst ve yanlardan çevreleyen yazı kuşağı, büyük olasılıkla mezar taşının kimin adına ve hangi tarihte yapıldığı bilgisini vermektedir.

Ahlat Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Malazgirt mezar taşının iç yüzü

Ahlat Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Malazgirt mezar taşının ön yüzü

Malazgirt’te de örneklerini gördüğümüz bu mezar taşı kompozisyonunun 18-19. yüzyıla kadar bölgede devam ettiği bilinmektedir.       

Proje kapsamında Malazgirt çevresinde de araştırmalar yapılmıştır. Malazgirt’in yaklaşık 30 kilometre güney yönünde bulunan Oğuzhan köyünün tarihi mezarlığında nitelikli mezar taşları tespit edilmiştir. Bunlar içinde baş ve ayak şahideleri bulunan bir mezar özellikle dikkatimizi çekmiştir. Baş ve ayak şahidesi kırık vaziyetteki mezar, iki yandan yine kırık taşlarla sınırlandırılmıştır. Düzensiz yerleştirilen yanlardaki taşlardan bazılarında görülen yazılar, kırık şahidelerin parçaları olabilir. Halk tarafından saygı gösterilen bu mezarın yerini çevirmek için söz konusu kırık taşların yanlara sıralandığı akla yakın görünmektedir. Bundan başka üçgen prizmatik sandukalar ile yazı ve bitkisel kompozisyonların süslediği üst kısmı silindir biçimli sandukalar Oğuzhan köyü mezarlığının önemini ortaya koyan örneklerdir. Gerek mezar biçimleri ve gerekse mezar taşları üzerindeki süsleme repertuvarı, Ahlat geleneğine bağlıdır.

 

Oğuzhan Köyü Mezarlığı’nda kısmen ayakta bir mezar

Üzeri bitki ve yazılarla süslenmiş bir sanduka parçası

Çevre araştırmalarında diğer bir önemli noktamız Gölkoru köyündeki han kalıntısı olmuştur. Malazgirt ilçe merkezinin yaklaşık 12 kilometre doğusundaki Gölkoru köyünde bulunan yapı, Hacı Han olarak adlandırılmaktadır. Yapı Malazgirt-Patnos yolu üzerinde bir menzil hanı olarak inşa edilmiş olmalıdır. Kervan yolunun Gölkoru’dan sonra bugünkü Doğansu civarından Patnos’a ulaştığı düşünülmektedir.

Gölkoru Hanı

Gölkoru köyünün güney çıkış yönünde bulunan tamamen yıkık durumdaki han, günümüzde küçük bir tepe halinde yükselmektedir. Yapının plan düzenlemesi tam olarak ancak kazı yapıldıktan sonra anlaşılabilecektir. Bununla birlikte yerinde yaptığımız arazi incelemeleri ve hava fotoğraflarından elde edilen veriler sonucunda açık ve kapalı bölümlerden meydana geldiği anlaşılan hanın kapalı bölümünün daha geniş olarak düzenlendiğini söyleyebiliriz. Hanın hem açık hem de kapalı bölümlerine, doğu duvarlarına açılan kapılardan geçilmekteydi. Kapalı bölümün, kalan izlerden ayaklarla bölümlenmiş üç sahınlı düzenlemeye sahip olduğu tahmin edilmektedir. Orta sahnın daha geniş tutulduğu anlaşılan kapalı bölümde sahınlar, muhtemelen doğu-batı yönünde uzanan kemerlerle birbirinden ayrılmıştı. Malazgirt çevresinde yapılacak araştırmalarla başka han kalıntılarının da tespit edilebileceği anlaşılmaktadır. Böylece Malazgirt’i çevredeki yerleşim merkezlerine bağlayan yol ağının ortaya çıkarılması sağlanmış olacaktır.

Temennimiz bölgede kazı ve yüzey araştırmalarına hız verilerek Anadolu’nun bizlere yurt olmasında önemli bir yere sahip Malazgirt ve çevresinin arkeolojik ve tarihsel potansiyelinin tümüyle ortaya çıkarılmasıdır.    

 

** Her biri konunun uzmanı Prof. Dr. Kemalettin Köroğlu, Prof. Dr. Haluk Sağlamtimur, Prof. Dr. Adnan Çevik ve Prof. Dr. Sadi Kucur ile yerinde yapılan değerlendirmeler oldukça değerliydi. Dr. Öğretim üyesi İskender Dölek’in hava fotoğraflarıyla coğrafi veriyi bir araya getiren çalışmaları büyük kolaylıklar sağladı. Bunun yanında Oğuzhan Karaçetin, Mehmet Sait Sütçü, Muhammed Dolmuş’tan dan oluşan arazi ekibimiz, araştırmaların her aşamasında önemli katkı sunmuşlardır. Kendilerine çok teşekkür ederim. **

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER