Tragedya ve Şiddet
Keçi Türküsündeki Şiddet
“... Tragedya, ahlaksal bakımdan ağır başlı, başı ve sonu olan,
belli bir uzunluğu bulunan bir eylemin taklididir;
sanatça güzelleştirilmiş bir dili vardır; içine aldığı her bölüm için
özel araçlar kullanır; eylemde bulunan kişilerce temsil edilir.
Bu bakımdan tragedya, salt bir öykü (mythos) değildir.
Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla
ruhu tutkulardan temizlemektir (katharsis)...”
Aristoteles, Poetika VI.2.
- Yazar : İsmail Gezgin
- Tarih : 2020-05-23 08:17:52

Euripides’in Medea oyunundan bir sahnenin betimlendiği kırmızı figürlü krater. Medea Creusa’ya manto veriyor. Louvre Müzesi, Paris.
Dünyadaki yaşam zincirine en son eklemlenen tür olarak insanın yaşam yolculuğu biyolojiden kültür yönüne olmuştur. Bir kader gibi sırtına giydiği toplumsallığı, elbise gibi taşıyarak kitonyen doğasını kapatmaya, gizlemeye çalışmıştır. 4,5 milyon yıllık yaşamını inkar etmek, kendi türünün diğer bireylerinden saklamak, yaşamının amacı haline gelmiştir. İnsan ölümlü doğasından gelen, ürkütücü melankolik yalnızlığı tanrı kavramına yüklerken, yaşamının teminatı olarak belletilen kültür adına bedenini kurban etmiştir. Göklerin Apollonik yasal kültü, Dionysiak toprak kültüyle özü gereği bütünleşen insanın göbek bağını kesmiş, ondan bedeninin uzun geçmişini inkar etmesini istemişti. Gösterilen bir umudun peşinden giden insan, iktidarın “gocuklu celebi, kaldırınca sopasını sürüye katılıvermiş”, verilen buyruklar gereği biyolojik gerçekliğini kastre etmekten çekinmemiştir. Toplumsal iktidarı üstlenmiş egemen güçlerin, söylemsel dilde inşa ettiği hakikat, insanın bedensel gerçekliğini, doğanın bir parçası olduğunu inkâr ediyordu. Gök kültü güneşle, insanın tüm karanlıklarını aydınlatıyor, kitonyen toprakla bağlarını bir bir çürütüyor, onu doğadan “özgürleştiriyordu”; beden Özne’nin kıyafetine dönüşüyordu. Bu insanın doğası ile kültür/dil arasında sıkışan “bedeninin” öyküsüydü ve trajedi ölümlü bedenin farkındalığının bir tezahürüydü.
...
Kültürel yaşamın hakikati söylemsel bir üretim olunca ona olan itirazların da dilde yeşermesi kaçınılmazdı; başka bir yaşamın mümkünlüğünü ileri sürmek de ancak söylemsel yeni bir gerçekliğin inşasıyla olabilirdi. Nietzsche, Batı’nın övündüğü ve kültür atası olarak gördüğü Yunan kültürünün varlığını Apolloncu Gök Kültüyle, Dionysosçu Yer Kültü arasındaki dengeye/gerilime borçlu olduğunu ileri sürer. MÖ 2. binyılın sonlarında yaşanan büyük felaketlerin ardından, kültürünü yeniden canlandırmaya çalışan Ege Denizi’nin iki yakası, Mısır’dan etkilenerek yaşamına dahil ettiği “dengeli” sanatı, Apollonik bir havaya büründürerek aristokratik bir idealizmde kendilemişti. 12 Olymposlu ölümsüzün dikte ettiği hakikat ve yasa etrafından yaşamlarını şekillendiren antik Ege toplumu, kantarın topuzunu Apollon lehine kaçırmıştı. Aristokratik burjuva ile halk arasındaki mesafenin açılması ihtiyaç duyulan muhalefeti Dionysos etrafında şekillendirmişti. Bu “ayak takımının” kültü, Atina’da demokrasinin ortaya çıkmasında önemli bir denge unsuru olmuş ve parlak aristokratik Apollon güneşine karşı halkı koruyan kitonyen gölgeler inşa etmişti. Dionysos, doğumu ve doğası gereği halkın yanında yer almış, Zeus’un eril iktidarına karşı bilinçdışının karanlığından tepkiler devşirmişti. Fallusun Arkeolojisi başlıklı kitabımda bu gerilimi açıklamak için şunları söylemiştim: “ Dionysos insanın kültürel aklının karşısında biyolojik doğanın iktidarının, fallusunun temsilcisidir. O Apollon’un notalı müziğine karşı kulakları delen orgazm çığlığıdır. Lyrasında perdeli sesler çıkaran Apollon’a rağmen, gırtlağı yırtan çığlıkların, boğuk inlemelerin ve ölüm sırasındaki son nefesin tanrısıdır Dionysos. Kültür seslere düzen getirir; onları sıralar anlam verir; müzik ve ezgi haline getirir. Apollon, doğanın vahşi çığlığını duymamak için iş başındadır. Oysa Dionysos’un sesi Pan’da beden bulur; çığlığı kültürün paniğe kapılmasını sağlar. Dionysos’un müziği üflemelidir, içinden, nefesinden gelir; Apollon ise elleriyle becerisini, kültürün maharetini sergiler. Bu nedenle de Dionysos’un müzik aleti Marsyas’ın çaldığı flüt iken Apollon telli lyrasını tersten de çalabilmektedir... Dionysos’un bir isminin de İakkhos olması tesadüf değildir. O ritüellerde kendinden geçmiş, kültürün aklından uzaklaşarak, biyolojik özüne dönmüş esrik kadınların çığlığıdır (iacchos).”
...
İlginçtir, Apollonik bir dil aracılığıyla sanata dönüşen tragedya Dionysos ritüellerinde ortaya çıkmıştır. “Keçi türküsü” (tragos oidie) anlamına gelen tragedya, Dionysos için yapılan kutlamalarda hayvanlara ve doğaya yakılan türkülerden kaynaklanmıştır. Başlangıçta bu bir çelişki gibi görünebilir ancak daha ziyade bir ironi olduğu kabul edilmelidir. Çünkü Dionysos ritüelleri diğer kutsallar için düzenlenen ritlerden kanlı ve kültürdışı olması nedeniyle çok farklıdır. Bu ritüeller büyük bir esrime ve şiddet içermekte ve kurban için getirilen hayvanların parçalanmasıyla sona ermekteydi. Ve bu anlamıyla doğası gereği Apollonik olan tragedya kahramanlarının dramları, Dionysos ritlerinde parçalanan hayvanların yerini almaktaydı. Ve hatta tragedyaların baş rollerini üstlenmiş karakterlerin yıkımı, arkaik ritüellerde gerçekleşen hayvan ve insan kurbanları hatırlatıyordu. Şiddetin kültürlenmiş formlarını bireyler üzerinden izleyiciye aktararak benzer katharsisi yaşatıyordu. Tragedyaları Dionysiaklaştıran iki nokta gözden kaçırılmamalıdır; birincisi Tragedyaların kahramanlarının çoğunun erkek olmasıdır. İkincisi ise hiç bir Tragedya’nın Dionysos’un doğal taraftarı olan halkı konu edinmemesi; dekadanı ve aktörü Apolloncu toplumun içinden, aristokrat ya da burjuvalardan seçmesidir. Bu seçimlerin Dionysosçu-Apolloncu sınıf çatışmasını da içerdiği söylenebilir. Dionysosçu sınıfın çöküşünü görmek istediği gözde aktörler, Apollonik sınıfın üyeleriydi.
Tragedya eril paradigmanın yükselişi ve çöküşünü içerir; sarayların, saraylıların dekadanıdır. Bu nedenle de genellikle kahramanlarını bu sınıfın eril temsilcileri arasından seçer. Kast ve senaryo buna uygundur ve Dionysos’un karanlık yapısı burada ortaya çıkar... Apollon’un mükemmel düzeninin, yasa etrafından şekillenmiş cilalı hayatının çöküşünü görmek Dionysos’un zevklerinden biri haline gelmişti. Katılımcıların, ayak takımı, Olymposluların yasalarını tanımayan, sofralarında bol proteinli yemek, ceplerinde para, urbalarında statü bulunmayanların keyifli seyir zamanıdır Tragedya. Çünkü asalet çökmüştür sahnede. Aklın bedene verdiği terbiye yıkılmış, Gök Kültü büyük bir gürültüyle yerle bir olmuştu. Aristokrasi ve burjuvazi altında ezilen halkın kendini ezenlerle hesaplaşması sahnede gerçekleşmiş, hesaplaşma burada dengelenmiştir. Tragedya, kahramanını halkın içinden almaz; onun kahramanları, tanrılar, kahramanlar, savaşçılar, saraylılardır. Bir tragedyanın konu edindiği, izleyiciye taşıdığı deneyim, seçkinler sınıfının çöküşüdür. Kader, günahkarlık, suç, kehanet, günah gibi kavramları konu edinir. İzleyeninde, korku, endişe, biat, inanç gibi duygular uyandırmak arzusundadır. İktidarın halk üzerindeki güçlerini korku ve umut kavramları etrafında şekillendirmeleri antikçağdan buyana alışıldık bir durumdur. Tragedyaların günahkar kahramanlarının verdiği korku, koronun sağduyulu sesinde umudu da beraberinde taşır. Bu anlamıyla iktidara hizmet eden Apollonik bir dil oyunu olduğu söylense de asalet taşıyan kahramanın çöküşü Dionysiak halkın yüreğini ferahlatır. Çünkü yükselen eril paradigma sahnede düşüşünü sergiler. Bu sahnede Thebai’nin güçlü kralı, oğullarından biri, Oidipus tarafından öldürülür ve öldürdüğünün babası olduğundan bihaber olan evlat, en büyük günaha, annesiyle evlenmeye yazgılıdır. Saray ve saraylılar göçük altındadır. Yunan sanatının idealist bedenleri burada bulunmaz. Beden içindeki kimlikle birlikte tragedya sahnesinde savunmasız ve günahkar haliyle sergilenir. Olympos ve Apollon kültünün yarattığı görkemli kültür, övündüğü akılla birlikte tragedyanın sahnesine yıkılır.
Çocuklarının katlinden önce Medea, Pompeii’den bir fresk
Troia Savaşı’nın ünlü komutanı Agamemnon’un ailesinin başına gelenler, sarayın çöküşünün, kokuşmasının Dionysiak bir ifadesidir adeta. Aiskhylos’un MÖ 458 yılında yazdığı Oresteia üçlemesi (Agamemnon-Sunu Taşıyanlar-Oresteia) dekadanın, şiddetin yoğunluğunu izleyiciye taşımaktadır. Artemis’e karşı işlediği suç nedeniyle kızı İphigeneia’yı kurban etmek zorunda kalan Agamemnon, savaşın sonunda karısı Klyteimnestra ve aşığı tarafından öldürülmüştü. Klyteimnestra, Agamemnon için kol uçları dikilmiş bir kıyafet hazırlamış ve banyodan sonra bunu ona giyinmesi için vermişti. Agamemnon giyinmek istediğinde bu kolları kapalı elbise onun hareketlerini sınırladığı için Klyteimnestra intikamını kolaylıkla alabilmişti. Ve sonunda babasının intikamını almak Orestes’e düşmüş, o da annesini öldürmek zorunda kalmıştı. Ancak babasının katili olan annesini öldüren Orestes, bu kez başka kadim bir yasaya göre, işlenmemesi gereken bir suçu işlemişti. Kan bağı olan bir akrabayı öldürmek öteden beri intikam tanrıçası Erinys’lerce cezalandırılan bir suç teşkil ediyordu. Bir yandan babayı öldürenleri öldürmek oğul için zorunlu bir yasayken, diğer yandan koca katili bile olsa anneyi öldürmek de bir başka cezayı gerekli kılıyordu. Çöküş kaçınılmazdı. Öte yandan Agamemnon, taht kavgası sırasında lanetlenmiş Atreus hanedanlığının bir kralıydı ve onun ölümü, lanetin ve onun gerektirdiği ilahi intikamın bir parçasıydı. Üstelik karısı Klyteimnestra ile işbirliği yaparak Agamemnon’u öldüren Aigisthos’un eski bir hesabı da kapattığı söylenebilir. Çünkü Aigisthos, Agamemnon’un babası Kral Atreus’un, tahtı almak için öldürdüğü kardeşi Thyestes’in oğluydu; Atreus’un lanetlenmesine sebep olan olayın intikamı Agamemnon’un öldürülmesiyle alınmış oluyordu. Agamemnon (kardeşi Menelaos’la birlikte), lanetlenmiş bir babanın Atreus’un oğludur; kızı İphigeneia’yı kurban etmiş, karısını aldatmıştır. Diğer yandan Klyteimnestra, önceden Thyestes’in oğlu Tantalos ile evliydi ve kocası Agamemnon tarafından öldürülmüştü. Agamemnon, bu yüzden cezalandırılacağını anlayınca Klyteimnestra ile evlenmeyi kabul etmişti. Sonuçta, Klyteimnestra (Agamemnon’un karısı) kocasını kan düşmanıyla aldatmış ve öldürmüştür. Orestes ise babasını öldüren annesinin katilidir. Dionysosçu halkın izlediği bu oyun tam bir saray trajedisidir; Hegelci efendinin çöküşüdür. Saraylı şatafatın sırları dökülmüş ve altındaki irin görünür olmuştu. Yeterince soylu kanı dökülmüş, proletaryanın içindeki şiddet duygusu tatmine ulaşmıştır. Orestes’in işlediği kan bağı cinayetinin ardından Erinys’lerden kaçarak sığındığı Athena tapınağında beklerken çektikleri de cabasıdır. Orestes, Erinys’lerce ölüm cezasını gerektirecek suçu işlemiş olmasına karşın Apollon tarafından suçsuz bulunmuştu. Athena ise Erinys’lere karşı kendisine sığınmış olan Orestes’i bir mahkeme kurarak yargılamış ve Orestes, bu mahkemeden yaşamını kurtararak çıkabilmişti.
...
Öte yandan tragedyanın Apollonik bir fonksiyon üstlenmediği de söylenemez. Aristoteles tragedyanın sadece söze değil aynı zamanda eyleme dayalı olduğunu ileri sürer. Yazar tarafından birbiri ardına sıralan eylemler seyircinin duygularını zirveye çıkarmakla yükümlüdür. Tragedyadaki eylemler doruğa ulaşırken, izleyen korku ve merhameti deneyimleyip kendisiyle yüzleşir ve katarsis yaşar. Bu özelliği ile tragedya bir yandan toplumsal yasaların ağırlığını izleyici üzerinde yoğunlaştırırken öte yandan tedavi edici, teskin edici bir etki bırakır. İzleyenin izlediği üzerinden içini, vicdanını, ahlakını temizleme seansıdır. Bu yüzden insan tragedyanın bağımlısı olmuştur. Öznenin çöküşü bu nedenle diğerlerinin ilgi alanına girer. İzlenen her çöküş, izleyene ayakta olduğunu hatırlatıp şükrettirir. Seyirci kan görmeyi bu yüzden arzular; içindeki şiddeti, derisinin altına sığdırmakta güçlük çektiği karanlık kitonyeni ve kültür dışı arzularını ancak bu yolla sakinleştirip teskin edebilir. Yasanın buyrukları, tragedyanın kan, günah ve göz yaşı içeren eylemleriyle yurttaşları toplumsallaştırır, evcilleştirir. Aiskhylos’un Oresteia üçlemesinde olduğu gibi, tragedyalar kimi eski yasaların yerini alan yeni yasaların toplumsal bir zemin bulmasını da sağlayabilir. Geleneksel yasaların koruyucusu olan Erinys’lere karşı Athena ve Apollon, Zeus’un yeni yasalarının yanında yer alır ve Orestes’in bu modası geçmiş intikam tanrıçaları tarafından cezalandırılmasına izin vermezler.
MS 1. yüzyıl. Kral Agamemnon ve Kraliçe Klytemnestra’nın kızı Iphigenia, Artemis’in isteği üzerine iki asker tarafından sunağa taşınırken betimleniyor. Gökyüzünde ise Artemis nymphelerden birinden kızla değiştirmek için erkek bir geyik getirmesini istiyor. Ulusal Arkeoloji Müzesi, Napoli, Campania, İtalya
Tragedyaların Apollonik fonksiyonlarına en iyi örnek Aiskhylos’un Persler isimli tragedyasıdır. MÖ 480 yılında Xerxes’in Atina’yı yakıp yağmalamasından sonra, Persler tragedyası, düşmüş olan Yunan gardını yenileyecek bir misyon üstlenmiştir. Hiç yenilmez zannedilen Atina, çok uzaklardan gelen “barbarlar” tarafından talan edilmiş, psikolojik olarak Atinalı ruhunu çökertmişti. Perslere karşı kazanılan bir başka savaş Salamis ve ardından MÖ 472 yılında yazılan ve halka okunan bu tragedya, ulusal kimliğin yeniden inşa edilmesi ve halkın güven tazelemesi için önemli bir rol üstlenmişti. Aiskhylos, Yunan eline gönderdikleri ordu ile Perslerin büyük bir zafer beklerken kötü haberi almalarıyla işe başlıyor. Perslerin kendi ağızlarından felaketi tragedyasına taşıyor ve Salamis zaferini onların dilinden Atinalılara yeniden yaşatıyordu. Kaybettikleri bütün savaşların intikamını, Atinalılar bu tragedya ile alıyorlardı adeta:
“Tekneler alabora oldu. Gemi batığından
Kanlı cesetlerden deniz görünmüyordu
Kıyı kayalıkları bütün ölülerle doldu.
Kargaşa içinde bütün barbar donanması
Hızla kaçmaya başladı.
Bu sırada Yunanlılar ton balığı avlar gibi, ya da
Ağa tutulmuş avı silkelercesine
Ellerine geçirdikleri kırık küreklerle
Enkaz parçalarıyla vuruyor bellerini kırıyorlardı”.
...
Tragedya ve Kadın Kahramanların Şiddeti
Tragedyanın en dikkat çeken kadın karakteri Medea’dır ve şiddetin en serti onun elinden çıkmıştır. Genel olarak tragedyalarda kadın karakterler ve onların ifade ettiği duygular bir bulutun ardına gizlenmiş olarak sunulur. Tragedyaların Dionysiak karanlığı onların eylemlerinde kendisini ifade eder ve onların eylemleri Apollon’un akıl kültürünün aksine akıl dışılığa giden “kraliçe yolları”dır. Tragedyaların yazarı erildir; dinleyeni-izleyeni ve jürisi de erildir. Kadın karakterlerin anlaşılmaz doğaları erilin somut aklından çıkma birer mittir. Bu kadınlar, eril iktidarın ve ataerkil toplum yapısının bilinçdışındaki “kadın” imgelemini de gözler önüne sermektedir. Yazanın da izleyenin de kafasında kadına dair olumlu toplumsal bir atıf yoktur. Eril aklın yazarları, kadın kahramanları tragedyaya dahil etmekte güçlük çekmelerinin nedeni, sadece kadın üzerine inşa edilmiş toplumsal eril yargılar değildir aynı zamanda cinsel kitonyen korkulardan da kaynaklanır. Dionysos’un dişil dünyasından çıkmış tragedya, er meydanının sergilendiği bir oyundur. Ve bu oyunun sorunsalı zaten kadının kavranmakta güçlük çekilen doğasıdır. Eril zihniyetin kadın bedenine ve onun “akıl almayan” zihinsel yapısına husumeti, doğaya duyduğu husumet ve kontrol etme arzusundan kaynaklanır. Doğayı kontrol etmek için savaşan eril arzu, doğayla bütünleştirdiği kadın bedenini de kontrol altına alma gayretine girişmişti.
Kolkhis kralı Aiates’in kızı Medea, babasının uyguladığı zalim politikaları eleştiren bir prensesti. Babası Aiakes, eleştirilerde aşırılığa kaçan kızı Medea’yı hapse attırmıştı. Medea, hapisten kurtuldu ve Altın Postu aramaya gelmiş İason’la karşılaştı. İason’nun altın postu elde etmesine yardım etmiş ve ona duyduğu aşk yüzünden onunla birlikte ülkesini terk etmişti. Hatta kendilerini takip eden babası Aiates’in yolunu uzatmak için kardeşi Apsyrtos’u rehin almış ve nihayetinde tek kurtuluş umudu olduğunda onu öldürüp parçalamakta tereddüt etmemişti. Nihayetinde İason, Medea ile evlenmiş iki de oğul sahibi olmuştu. Kolkhis’ten dönüşte yolları Korinth kentine düşen İason ve Medea’yı burada bir sürpriz bekliyordu. Kral Kreon, kızını İason ile evlendirmek istiyordu ve İason da bu teklife sıcak bakmıştı. Kreon, Medea’yı ülkeden kovduğunda, Medea ülkede bir gün daha kalmak için süre istedi. İason’un müstakbel yeni karısı için giyildiğinde yanan bir elbise tasarladı ve hediye olarak gönderdi. Rakibesi bu elbiseyi giydiğinde alev aldı ve öldü.
Euripides, toplumsal bilinçdışındaki kadın imgesini bu tragedya ile gözler önüne sermiştir:
“Kadınız biz, dürüst işlerde bir işe yaramayız,
şeytani işlerde de bir numarayız”.
Oysaki, Medea’nın isyanı aynı zamanda, kadın bedenine yüklenen toplumsal cinsiyet rollerine karşı duruştu:
“O yakışıksız eski iftira
yapışıp kalmayacak üzerimizde, asla.
Modası geçecek eski çağların erkek ozanlarının
Ve de yazdıkları sadakatsiz kadın şarkılarının;
Çünkü Phoibos, müziğin sultanı
Hiç bir zaman salıvermedi şiirsel ilhamı
Kadınca kavrayışın içine,
Yoksa ne konular bulurduk bir şiirlere
Öykülerimizle dikilirdik erkeklerin karşısına...”
İason, karısı Medea’ya verdiği bütün sözleri unutup iktidarın yanında yer almak isteğini Medea’dan olma çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak olarak açıklayınca, Medea’nın buna yanıtı korkunç olmuş, tragedyaların en sert şiddeti açığa çıkmıştı.
“En kısa zamanda öldüreceğim çocuklarımı ve kaçacağım Korinth’den. Olmaz gecikmek ve böylece teslim etmek onları başkalarının ellerine. Daha iyi bir gerekçeyle öldürsünler diye. Çünkü ölecekler her durumda ve ölecekleri için de onlara hayat veren ben öldürmeliyim onları. Silahlan yüreğim; yapacağın bu şey korkunç ama kaçınılmaz. Beklemek niye öyleyse? Haydi lanetli elim, al kılıcı. Al ve yürü git umutsuzluk savaşına. Korkaklık yapmak yok, yok artık tatlı anılar. Unut onları bir zamanlar sevdiğini, kendi vücudunla onlara hayat verdiğini. Bir an için unut çocuklarını, sonra da ağla, çok sevdiğin oğulların onlar senin, onları sen öldürmüş olsan da”.
Medea, İason’la kurdukları hayal dünyasını gerçek kılan onların yaşamının ortaklığını geleceğe taşıyan çocuklarını öldürmüştü. Bu sıradan bir şiddet değildi; geleneksel yaşamdaki kadının en önemli hayat yatırımının, çocukların ortadan kaldırılması idi. Medea’nın Eril Yunan toplumunun erkeğin genleri olarak gördüğü erkek çocuklarını öldürmesi İason’un sahip olduğu “kraliyet soyuna” vurulan bir darbeydi. Medea biliyordu ki çocuklarla beraber ölen İason’un geleceğiydi ve öldürmekte hiç tereddüt etmemiş, kadına yüklenen eril yazgıya itirazını bu benzersiz şiddetle ifade etmişti. Yunan toplumunun kadına yüklediği gyne (bebek taşıyıcısı) rolünü, “akıl almaz” bir şiddetle iade etmiş, kadın üzerindeki eril şiddeti kastre etmişti. Medea’nın öldürdüğü kendi çocukları değildi, İason’un geleceğe aktarılmış genleriydi. Bu manada ölen İason’un gelecek soyuydu. Yunan kültürünün kadına yüklediği annelik rolü, erkeğin genlerini taşıyacak bir bebek üretiminden öte değildi ve bebeğin sahibi (özellikle de erkek bebeklerin) her zaman erkekti. Kadın bedenine yüklenen bu trajik anlamın örneğini tragedyanın kendisinde bile bulmak mümkündür. Aiskhylos, Eumenides adlı tragedyasında, çocuğu doğuranın kadın olmasına karşın, bütün sorumluluğun tohumu eken erkeğin üzerinde olduğunu, kadının ise erkeğin verdiği bu tohumu emaneten, belirli bir süreliğine koruduğunu aktarır.
...
En Büyük Tragedya Savaş
Uygarlık, dünyadaki doğal olmayan şiddetin ve şiddeti doğanın ötesine aşıran savaşın mucididir. Arkeolojik veriler, mülkiyet ve mahremiyet gibi kavramlarla ilişkilendirilen savaşın, uygarlıkla birlikte insan yaşamına dahil olduğunu gözler önüne sermektedir. Ve dünyadaki savaşların en şiddetlisi ve büyüğü belki de Doğu ve Batı arasındaki savaştır. “Herodotos Perslerle Yunanlılar arasındaki savaşı konu alan Historia adlı eserinde, “savaşın niçin başladığı bilinmez; bir kız kaçırma yüzünden başladığı söylenir” demektedir. Herodotos’un kastettiği kız kaçırma olayının gerçekleştiği mitolojik söylem İlliada’dır. Savaşın başlangıcına ilişkin bir çok mitos vardır. Ancak en ilginci... insan nüfusunun hızla çoğalmasıyla zor durumda kalan Yeryüzü’nün bu duruma bir çare bulması için Zeus’a başvurması mitosudur. Bir kez daha tufan yaratmak istemeyen Zeus’un çıkardığı savaş da işe yaramayınca, acı ve alayın tanrısı Momos’un verdiği akıl uyarınca Helene’nin doğmasını sağlayacak evliliğin yapılması sağlanmıştı. Peleus ve Thetis evlenmişler ve Helene adlı dünya güzeli bir kız doğurmuşlardı. Momos’a göre, Doğu ve Batı bu güzel kıza sahip olabilmek için sonsuza kadar savaşacaklardı. Bu kehanetin gerçekleştiğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü bu tarihten bu yana denizin öte yakası ile bu yakası arasında sürekli bir savaş durumu vardır.”
Bu mitten de anlaşılacağı gibi, şiddetin en korkunç eylemini gerçekleştiren eril zihin, savaşın sorumluluğunu yine kadınların varlığına yüklemişti. Binlerce yıldır devam eden Doğu-Batı savaşı, kadın bedeni üzerindeki mülkiyet hakkı için çekişen eril genlerin kavgasıdır. Kadın bedeni üzerine yapılan savaşları aktaran en önemli eserlerden birisi Euripides’in Troialı Kadınlar”ıdır.
Euripides’in bu eseri yazma tarihi onun böyle bir eser yazma amacını da ortaya koyması bakımından önemlidir. Atina, öteden beri kurduğu birliği bahane ederek Ege kentlerinden haraç toplamakta vermemek için direnenleri veya isyan edenleri şiddetle cezalandırmaktaydı. MÖ 416 yılında aynı sebeple isyan eden Melos adası üzerine büyük bir donanmayla giden Atina, Melos’u yerle bir etmiş, bütün erkekleri katletmiş veya hadım etmiş, kadınları da bir savaş ganimeti olarak Atina’ya getirip Pire limanında halka teşhir etmişti. Bu trajik olay halkın vicdanını yaralarken, iktidarın kendisine olan güvenini artırmış, Sicilya üzerine yapılacak sefer için hazırlıklara başlanmıştı. İşte tam bu esnada Euripides bu tragedyasıyla halkın vicdanını dile getirip savaşın korkunç şiddetini sergilemiş, Troia savaşını kazanıp erkekleri kılıçtan geçiren Akaların, esir alarak ülkelerine getirdikleri kadınların dramını aktarmıştı. Euripides’in bu tragedyası, güzel günler kadar hatta daha da fazla kötü günler de yaşayan, ülkeleri tahrip edilen, kadınlarının haremlere katıldığı erkeklerinin hadım edilerek köleleştirildiği Yunan dünyasının bir günah çıkarışı olarak da kabul edilebilir.
Euripides’in, Troia’da kendisine tapınacak kimse kalmadığı için kenti terk eden Poseidon’a söylettiği şu sözler yaşananları özetliyor:
“Dehşet bir kenti çöle çeviriyorsa eğer
Tanrılara kırılmak düşer, saygı değil artık.
Yeni efendilerinin payına düşmüş savaş tutsağı
Kadınların feryadı ile inliyor Skamandros.”
Troia’nın yıkılmasına öncülük eden savaş tanrıçası Athena bile rahatsız olmuştu uygulanan şiddetten. Yunanistan’dan gelenlerin savaşta gösterdiği şiddeti bir saygısızlık olarak kabul etmişti kendisine. Öte yandan Euripides kadınların dramını ise kendi ağızlarından veriyordu:
“Artık Troia’nın dokuma tezgahlarında
Mekik atamayacağım yeni renklere;
Kendi erkeğimin yüzü olmayacak bir daha.
Daha da iğrenci
Bir Yunanlının yatağına sürükleyecekler beni
Bunun olacağı geceye lanet olsun!
Ya da Pire’nin kutsal kuyusuna gidip
Su çekeceğim aşağılık bir hizmetçi gibi.”
Çocuklarını, kentini ve kocasını savaşta kaybeden Hekabe’nin çığlığı gerçekten de şiddetin boyutunu ele veriyor:
“Çocuğum kime düştü? Kimin ganimeti oldu kadersiz Kassandra?”
Üstelik bu sözleri sarf ederken Hekabe, diğer kızı Polyxena’nın Akhilleus’un mezarında boğazı kesilerek kurban edildiğini henüz öğrenmemişti ve kendisinin de Odysseus’un ganimeti olduğundan bihaberdi.
...
Uygarlık ve şiddet ironik bir ilişkilenme halindedir. İnsanın içindeki vahşi şiddeti ortadan kaldırmayı hedefleyen uygar dünyanın yasaları, beden üzerindeki baskının ve stresin artmasının nedenidir. Ve yasa her zaman “sınıf” çizelgesinin en altındakileri bağlar. Yasa koyucu yasadan muaftır. Yasaların şiddeti altında haklarını, emeklerini ve bedenlerini terk etmeye zorlanan “halk”, tragedyanın sözel dünyasında intikamını almakta, sarayın çöküşünü büyük bir keyifle izlemekte, adalet duygusunu bir nebze tatmin etmektedir. Kral Laios’un, bileklerine taktığı ip nedeniyle, topal olmuş ayaklarıyla Prens Oidipus’un babasını öldürmesi ve annesiyle evlenmesi, yoksul yurttaşların içini serinletiyor, hayatı biraz daha yaşanır kılıyordu. Yoksulun eğlencesi, burjuvanın trajedisiydi. Zira görkem ne kadar büyükse çöküş o denli izlenesi ve etkileydi.
Pan ve keçi heykel grubu, MÖ 2. yüzyıl-1. yüzyıl arası. Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi
Tragedya
“Keçi türküsü” manasına gelen tragedya sanatı Dionysos onuruna kutlanan Kentsel Dionysia Bayramının bir parçasıydı. Elaphebolion ayının 9. gününde başlayan ve 13. gününe kadar devam eden bu bayram beş ya da altı gün sürerdi. Bu bayramın ana sahnesi sparagmos olarak isimlendirilen bölümdü; canlı bir hayvanın parçalanması, etinin yenmesi ve kanının içilmesini içeren kanlı ritüellerdi. İnsan bedenindeki, dizginlenmesi güç olan kitonyen güçlerin teskin edilmesini, sakinleştirilmesini hedefleyen bu bayramda karanlık etkinliklerin yanı sıra toplumsallaşmış faaliyetler de vardı. Örneğin burada iki tür agon (yarışma) vardı; birincisi drama yarışmaları, ikincisi ise dithyramboslar. İki çeşit dithyrambos vardı; birisi henüz daha erkeklik çağına adım atmamış oğlan çocukları arasında kurulan beş koronun yarışmasından oluşuyordu. İkincisi de erkeklerin kendi aralarında oluşturdukları beş koro arasında gerçekleşmekteydi. Drama gösterileri isteyen herkese açık yarışmalardı. Yarışmak isteyen her yurttaş, archon eponymos’a, üçü tragedia, biri de satyr oyunu olmak üzere dört oyunla başvururdu. Sonradan bu dört oyun dörtleme olarak anılmaya başlandı. Archon, başvuranların arasından üçünü seçerdi. Bu yarışmanın ödülü ise bir keçi idi. Oyunların tragedya yarışması bölümünde her yıl kurayla atanan devlet görevlisi archon yarışmaya katılacak üç oyun yazarını seçerdi. Seçim kriterlerini tam olarak bilmemekle beraber Aiskhylos, Sophokles ve Euripides gibi ünlü oyun yazarlarının neredeyse her yıl yarışmaya kabul edildikleri bilinmektedir. Oyunların her biri tek bir günde gösterilirdi ki bu da festivalin en önemli üç gününü oluştururdu. Komik ve erotik satyr oyunu en sona bırakılırdı. Bu oyunda yarı keçi yarı insan satyrler yarı çıplak bir vaziyette koro oluştururlardı.
Bu oyunların sponsoru devletin belirlediği bir zengin tarafından sağlanıyordu. Sponsor; aktörler, koro ve kostümler ve diğer yapım maliyetleri için gerekli parayı bulmak zorundaydı. Büyük Dionysos, oyun yazarları ve aktörler arasında olduğu gibi, bu sponsorlar arasında da bir yarışma içeriyordu. Bir yurttaş için tiyatroya gitmek yaklaşık iki obola mal olurdu. Bu bir işçinin bir günlük kazancına denkti. Ancak isteyen her vatandaşa iki obol bağış yapan bir fon da bulunurdu...
EN ÇOK OKUNANLAR
Altınlarla Donatılmış Trakyalı Savaşçı Mezarı Bulundu
Arkeologlardan oluşan bir ekip, Bulgaristan'ın Topolovgrad kenti yakınlarındaki Kapitan Petko Voyvoda köyünde çok heyecan verici bir keşifte bulunarak, Trakyalı bir savaşçının mezarını ve altından oluşan pek çok eseri ortaya çıkardı.
- Trakyalı
- Trak
- Savaşçı
- Süvari
- Mezar
- Altın
- Yüzük
- Hançer
- Zırh
- Hazine
- At
- Bulgaristan
- Thracian
- Thracian
- Warrior
- Cavalry
- Tomb
- Gold
- Ring
- Dagger
- Armour
- Treasure
- Horse
- Bulgaria
- Arkeoloji
- Tarih
- Sanat
- Sanat Tarihi
- Antik
- Kültür
- Medeniyet
- Archaeology
- Archaeological
- History
- Art
- Art History
- Heritage
- Culture
- Civilization
- Haber
- Gündem
- Güncel
- Aktüel
- Arkeolojik Haber
- Archa
Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu
Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.
SON İÇERİKLER
Türk Tarihini Değiştirebilecek Buluş
- Sikke
- Türk
- Kağan
- Türk Kağan
- Göktürk
- Göktürkler
- Batı Göktürk Kağanlığı
- Özbekistan
- Orhun Yazıtları
- Türk Tarihi
- Türk Coğrafyası
- Nümizmatik
- Coin
- Turk
- Kagan
- Turk Kagan
- Gokturk
- Gokturks
- Gokturks
- Western Gokturk Khaganate
- Uzbekistan
- Orkhon Inscriptions
- Turkish History
- Turkish Geography
- Arkeoloji
- Tarih
- Sanat
- Sanat Tarihi
- Antik
- Kültür
- Medeniyet
- Archaeology
- Archaeological
- Hi
Çanakkale'de İki Kardeş Yerde Buldukları Yüzük Mührü Troya Müzesi’ne Teslim Etti
İzmir Tire’deki Bir Ceviz Bahçesinde 2 Bin Yıllık Mezar Stelleri Bulundu
- Mezar
- Stel
- Roma Dönemi
- Ceviz Bahçesi
- Tire
- İzmir
- Türkiye
- Turkey
- Mezar Steli
- Arkeoloji
- Tarih
- Sanat
- Sanat Tarihi
- Antik
- Kültür
- Medeniyet
- Archaeology
- Archaeological
- History
- Art
- Art History
- Heritage
- Culture
- Civilization
- Haber
- Gündem
- Güncel
- Aktüel
- Arkeolojik Haber
- Archaeology News
- Ancient
- World Archaeology