Yerleşikliğin Tarihi Bağlamında Kentleşme

Köy ve kent gibi zaman içinde değişerek yeni anlamlar yüklenen kavramların tanımı mesleki yaklaşımlara göre de farklılaşır. Bu kavramlar tarihsel, sosyolojik, felsefi ve mimari açıdan değişik şekillerde açıklanabilir. Dolayısıyla köy ve kent gibi kavramlardan söz ederken tarihsel ve coğrafi bağlamlarıyla birlikte ele almak önemlidir. Kentin tanımına dair birçok kriter söz konusudur; büyüklük, nüfus yoğunluğu, sosyal ve ekonomik açıdan heterojen yapı ile merkezi bir idare ve bunun mimarlığa yansıyan göstergeleri; örneğin anıtsal yapılar, sur duvarları, alt yapı, kapılar vb. başlıca kriterler olarak görülür. Buna karşın köy, yapısal özelliklerinden çok, yerleşimlerin hiyerarşik sıralanması içindeki yeriyle öne çıkar.

Aktopraklık Höyük’te konutlar standart yerleşme düzeni planlıdır. ©Aktopraklık Höyük Arşivi

Genellikle sosyolojik açıdan ele alınan ve yaygın bir toplumsal örgütlenme tarzı bağlamında ‘köylülük üzerinden değerlendirilen bir kavramdır. Eric R. Wolf’un “Köylüler kitabında vurguladığı gibi köylü, kentle ilişkisi üzerinden tanımlanan ve tarımsal üretim yapan bir topluluktur.y ise kentin karşıtı, kırsaldır. Dolayısıyla kenti belirleyen unsurların köyde olmaması gerektiği varsayılabilir.

Bu bağlamda kenti var edeny kadar, köyü var eden kent söylemi de geliştirilebilir ve kentin olmadığı bir dünyada köyden bahsetmenin mümkün olamayacağı ileri sürülebilir.

Bu yaklaşım geçmişi çizgisel bir gelişme süreci içinde değerlendiren anlayışın biraz uzağındadır. Kent üzerine çalışan birçok araştırmacı kentin geçmişini “köyde aramaktadır. Öyle ki Lewis Mumford bile, “Tarih Boyunca Kentler adlı yapıtında kentin ilksel yapısının köyün içinde mevcut olduğunu, kenti var eden birçok unsurun kentin karmaşık yapısında gelişmeyi bekleyen köye ait buluşlar olduğunu belirtmektedir. Mumford bu nedenle, V. Gordon Childe’ın çok meşhur “Kent Devrimi tanımlamasını eleştirmekte, bunun bir alt üst oluş yerine sıçrayış olduğunu da söylemektedir.

Peki gerçekten de kentleşmeden önceki yerleşimlerde daha sonra kent içinde gelişecek unsurları görmek, bunlarıy olarak tanımlamamız için yeterli midirKöyler zaman içinde karmaşık ve çok katmanlı kentlere mi dönüşmüştür? Yoksa bilk yerleşimleri günümüz yerleşim sistemlerinin dışında mı değerlendirme gerekir? Güneybatı Asya’daki ilk yerleşimlerde daha sonra kentin oluşumunda belirleyici olacak bazı unsurların ortaya çıktığı izlenebilse de buz konusu yerleşimleri “köy olarak nitelendirmek için yeterli değildir.

İlk Barınaklar ve Kalıcı Yerleşimler

Tarihöncesi arkeolojisi bağlamında, mimari ve mimarlıkla ilgili kavramlar daha çok “yerleşme sözcüğü çatısı altında ele alınır. Bu sözcük yaşamın geçtiği alanın bütününe bir vurgu yapar. Fakat yerleşmenin tanımına ilişkin, özellikle mimarlar ile arkeologlar arasında değişik yaklaşımlarz konusudur. Doğan Hasol “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü”de, yerleşmeyi bir yörede insanlar tarafından kurulan yapılar ve tesislerle meydana getirilen yaşama birimi olarak tanımlar. Ancak bunu arkeolojik yerlere uyarladığımızda yetersiz kaldığını görürüz. İnsanlar tarafından kurulan tesisler ve yapılara ek olarak, doğanın herhangi bir parçasına ya da mağara gibi doğada  bulunan uygun bir alana yüklenen anlamı da eklemek gerekir. Doğan Kuban “Mimarlık Kavramları” adlı kitabında yerleşmeyi; insanın evrensel boşluğu ve doğal çevrenin bir parçasını, bir veya birkaç yönde sınırlandırarak kendine özel bir mekân haline dönüştürmesi olarak tanımlamakta ve belirttiğimiz anlamını doğrulamaktadır.

Kwangchih Chang 1968 tarihli bir makalesinde, bu kavramın arkeologlar tarafından nasıl algılandığını dah açık bir şekilde vurgular. Chang yerleşmeyi; bir toplumun üyelerinin yaşadığı, varlıklarını sürdürebildikleri ve sosyal aktivitelerini gerçekleştirdikleri süreklilik içeren bir fiziki mekân ya da mekanlar bütünü olarak değerlendirir. Bütün bu tanımlardan yola çıkacak olursak yerleşme kavramının iki temel özellik içerdiğini görürüz. Bunlardan birincisi kullanılan alanın “sınırlandırılması ikincisi ise bu kullanımın belirli bir “süreklilik içermesidir.

Tarihönces dönemlerd farklı  yerleşme biçimleriyle karşılaşılır mağaralar kaya sığınakları, geçici kamp yerleri ve mevsimsel süreklilik içeren kalıcı yerleşimler z konusudur. Mağaralar tarihöncesi boyunca iskân edilmiş doğal yapılardır. Fakat nedense tarihöncesi insanın, özellikle de Paleolitik Çağda çoğunlukla mağaralarda yaşayan bir canlı olduğu konusunda yaygın ön kabuller vardır. Tarihöncesi insanlar ebetteki mağaraları barınma gibi amaçlar için kullanmışlardır. Özellikle mağaraların ağıza yakın kısımları ile önündeki teraslar Paleolitik insanın yaşam için tercih ettiği yerlerdir. Ancak insanın dünya üzerindeki dağılımı ile mağaraların dağılımı arasında doğrudan bir ilişki olmadığı gibi, mağaraların olduğu coğrafyalarda da açık hava kampları tespit edilmiştir. Esasında mağaralar, özellikle de Paleolitik dolguların bulunduğu büyük mağaralar gerek nemli ve soğuk ortamları gerekse başka hayvanların da sığınak olarak tercih ettikleri yerler olması bakımından, sanıldığı kadar konforlu ve korunaklı alanlar değildir. Ayrıca mağaraların iskanı, mekân kullanımını başlangıç  evreleriyl sınırlı değildir, barınak/konutun inşası ve kalıcı yerleşimlerin kurulma süreciyle sonlanmamıştır. Yakın zamanlara kadar uzanan mağara iskanının yanı sıra örneğin Anadolu’da Roma ve Bizans dönemlerinde mağaraların farklı amaçlarla çok yoğun olarak kullanıldığı  bilinmektedir. Dolaysıyla tarihöncesi yerleşim geleneği  içinde mağaraları öncelikli tercih edilen yerler olarak görmek çok doğru değildir.

Paleolitik Çağ boyunca farklı insan  türleri çeşitli doğal oluşumları geçici kamp yerleri olarak tercih etmiştir. Ancak yaşam alanlarına insan müdahalesinin zaman içinde arttığı ve barınak benzeri yapılar inşa etmeye başladıkları görülür. Ağaç dalları ve çalı çırpı gibi malzemelerde oluşturulan ilk barınakların en bilineni Fransa Nice kenti yakınlarındak Terr Amat kalıntılarıdır. Burası 400-38 binyıl öncesine tarihlenir. Japonya’da Chichibu yakınlarında, 500 binyıl öncesine tarihlenen diğer bir buluntu yerinde ise bir yapıyla ilişkili olabilecek direk yerlerine rastlanmıştır.

kostenki

Kostenki 11, Mamut kemiklerinden inşa edilen yapı. (Fotoğraf A. E. Dudin, nytimes.com)

Paleoliti barınakla denilinc kuşkusuz akla ilk Karadeniz’in kuzeyindeki buluntu yerleri gelir. Dinyester, Dinyeper ve Don nehirlerinin yakınında, Mézine, Mejiritch [Mezhirich] ve Kostenki gibi Üst Paleolitik Dönem içerisinde değerlendirilen ve 25-14 binyıl aralığına tarihlendirilen buluntu yerleri bilinmektedir. Sayıları 60 civarında olan bu buluntu yerlerinin bazılarında barınaklar da tespit edilmiştir ve kimilerinde yapı malzemesi olarak mamut kemiklerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin, Kostenki 11 adlı buluntu yerinin 2020 yılında yayınlanan sonuçlarına göre, yaklaşık 12,5 metre çapındaki bir yapının inşasında 40 bireyden fazla mamut kemiği kullanılmıştır. Önceleri barınak olarak değerlendirilen bu yapıların inşasında neredeyse sadece mamut kemiklerinin kullanılmış olması ve barınmaya ilişkin kanıtların azlığı, bu yapıların inançlarla ilişkili ritüellerinin bir parçası olduğu yorumlarını da beraberinde getirmiştir.

Yerleşme ve barınma süreçleri bakımından, kalıcı yerleşimlerin kurulduğu Neolitik Çağ ile birlikte önemli bir kırılma yaşanır. Önceleri tarım ve hayvancılık nedeniyle kalıcı ve sabit yerleşimlere geçildiği düşünülse de ilk yerleşikler avcı ve toplayıcıdır. Doğu Akdeniz kıyılarından Doğu Toros ve Zagrosların batı ucuna kadar uzanan bölgede MÖ 10. binyılda kalıcı yerleşimler ortaya çıkar. Yerleşik yaşam MÖ 9. binyılın ortalarında Orta Anadolu ve Kıbrıs gibi bölgeleri de kapsayacak şekilde gelişir. Çanak Çömleksiz Neolitik olarak anılan bu dönemin başlarında çukur tabanlı ve yuvarlık planlı olan yapıların, farklı bölgelerde eş zamanlı olarak dörtgen planlı hemzemin konutlara dönüştüğü görülür. Mimari açıdan belirli standartları kazanmaya başlayan yapı, işlevsel ya da toplumsal anlamı bakımından da değişime uğrar. Fiziksel bütünlüğüyle; depolama, uyuma, yaşama ve belirli işlerin gerçekleştirildiği bir alan olarak “ev” Neolitik içinde ortaya çıkan yeniliklerden biridir. Yapı artık sadece barınmak ve korunmak için sığınılan bir yer değil, içinde yaşanılan bir mekâna dönüşmüştür. Batı Anadolu, Yunanistan ve Balkanlar gibi Neolitik yaşam biçiminin oluşum bölgesinin dışında kalıp Neolitik yaşamın daha geç ortaya çıktığı bölgelerde ise “ev/konut” fiziksel ve düşünsel olarak yeniden üretilmek yerine, diğer birçok ögede olduğu gibi, tanımlı özelliklere kavuşmuş haliyle karşımıza çıkar.

Neolitik Çağın bu ilk aşamasında “özel yapılar” ile de karşılaşır. Önceleri konutlar gibi yuvarlak planlı olan bu yapılarda da zamanla dörtgen plana geçilir. Göbeklitepe, Çayönü ve Nevali Çori’de yerleşimlerin belirli kısımlarının özel yapılara ayrıldığı görülür. Özel yapılar MÖ 7. binyıl ile birlikte, Neolitik Çağın ikinci aşamasını oluşturan Çanak Çömlekli Neolitik Dönemde ortadan kalkar.

Çanak Çömlekli Neolitik, MÖ 8. binyılda başlayan hayvan evcilleştirilmesi ile tahıl ve baklagil tarımının ekonomik bir model olarak tam anlamıyla oturduğu bir dönemdir. MÖ 7. binyılda geçim ekonomisi tümüyle üretime dayalı hale gelmiştir. Değişen üretim ve tüketim biçimleri dönemin toplumsal düzenini de yeniden biçimlendirir. Tarımsal faaliyetler ve hayvancılık Neolitik toplumların ana uğraşısı haline gelir, yine beslenme alışkanlıklarıyla ilintili olarak çanak çömlek kullanımının başladığı görülür. Çiftçiliğin bir yaşam modeline dönüştüğü bu evrede “Neolitik Dünya”nın sınırları da Anadolu ve Ege Havzası’na doğru genişler.

Konut ve Yerleşme

Ev, yerleşim düzenini biçimlendiren ana unsurdur. Evlerin gömülmesi, binaların aynı yere yeniden inşası, taban altı gömütler, ev içi kült/ritüel alanları ile daha çok Balkanlar’da görülen ev modelleri, Neolitik Çağda evin yalnızca fiziksel ihtiyaçların karşılandığı mekanlar olmadığını, yaşamı ve sosyal çevreyi de önemli ölçüde bütünlediğini işaret eder. Bütün bunlarla birlikte ev dediğimiz yapının, sosyal ve toplumsal anlamına ilişkin; hane halkının sosyal ve kan bağıyla tanımlanmış niteliği, hanenin mülkiyeti, bu mülkiyetin kalıtsal devamlılığının olup olmadığı, yerleşimin ekonomisiyle bireylerin ekonomik yaşamı arasındaki ayrımı ne kadar yansıttığı gibi henüz kesin olarak cevaplanamayan pek çok soru vardır.

Aktopraklık Höyük’te içi işlevsel alanlara bölünmüş bir konut ©Aktopraklık Höyük Arşiv

Aktopraklık Höyük’te içi işlevsel alanlara bölünmüş bir konut. ©Aktopraklık Höyük Arşivi.

Her ne kadar Neolitik yerleşimlerin merkezinde konumlanan ana unsur “ev” olsa da yerleşimin kendisi ev kümelerinden çok daha fazlasını ifade eder. Yapı malzemesi, yapının strüktürü ve diğer yapılarla ilişkisi, ek yapılar, açık alanların düzenlenmesi ve kullanımı, ortak alanlar, yerleşmelerin sınırlandırılması, hatta yerleşimin zaman içindeki gelişiminde de farklı uygulamalarla karşılaşılır. Bu tercihler yerleşmeleri birbirine benzeten ya da farklı kılan belirgin sosyal ve kültürel ayraçlardır. Bu noktada depolama ve ortak kullanım alanlarının varlığı ya da nasıl düzenlendiği gibi unsurlar da belirleyicidir. Kalıcı yerleşimlerin başlangıç aşamasında, depolama ve besin hazırlama gibi işler, ortak kullanıldığı düşünülen açık alanlarda gerçekleşir. Örneğin Dicle Havzası’nda Körtik Tepe ve Gusir Höyük’te ortak depolama alanlarıyla karşılaşılır. Yine aynı bölgede yer alan Hallan Çemi’de yerleşimin merkezi gündelik işlerin gerçekleştiği ortak bir alan olarak düzenlenmiştir. Besin depolamanın, Jerf el-Ahmar ya da Mureybet yerleşimlerindeki gibi, kamusal yapıların içinde olduğu örnekler de vardır. Hatta ortak depolama yapılarının bir süre sonra özel yapılara dönüştüğü şeklinde görüşler de bulunmaktadır. Bu erken aşamada yine belirli kesimlerde yoğunlaşan özel yapılar, yerleşim içinde kamusal etkinliklere yönelik düzenlemelerin olduğunu düşündürür. Geçim stratejilerinin ağırlıklı olarak besin üretimine dayandığı Çanak Çömlekli Neolitik Dönemde ise besin hazırlama ve depolama gibi alanların evlerin içinde tanımlı birimler haline geldiği anlaşılır.

Çanak Çömlekli Neolitik Dönemde yapılar ve yapı içi ögeler az çok birbirine benzer. Topluluk içinde kaçınılmaz olan toplumsal rollerin, iş bölümü ve uzmanlıkların yaşam alanlarına ya da materyal kültüre yansımadığı, dolayısıyla ekonomik temelli bir hiyerarşinin olmadığı anlaşılır. Bilgi ve deneyim gerektiren, ustalıkla yapılmış ürünler uzmanlaşmanın olduğunu gösterse de üretime ayrılmış tanımlı alanlardan söz edilemez. İşlik alanları çoğunlukla evlerin içinde ya da avlularda bulunur. Yerleşimler tümüyle konut merkezlidir, sosyal ve üretim bakımından hane odaklı bir sistem mevcuttur.

Ancak Neolitik Çağda birbirleriyle çağdaş yerleşmeler arasında boyut, nüfus ve daha çok bu etmenlerle ilişkili olarak sosyal karmaşıklık bakımından farklılıklar olmadığı söylenemez. Bunun en belirgin olarak yaşandığı zaman aralığı MÖ 8. binyılın ikinci yarısıdır. Ancak Çatalhöyük gibi sonraki bin yılda da bu tür yerleşimlerle karşılaşılır. Neolitik toplumların besin üretimine geçiş sürecinde boyutları 8-10 hektarı aşan ve “mega sites/yerleşmeler” olarak tanımlanan büyük yerler ortaya çıkar. Fakat bunların büyüklüklerine dair; farklı yerleşmelerin büyüyerek birleştiği, tüm yerleşmenin eş zamanlı olarak kullanılmadığı, yine benzeri bir şekilde hane kullanımlarındaki değişimlerden yola çıkarak, sanıldığı kadar kalabalık bir nüfusu barındırmadığı, daha da önemlisi mega yerleşimlerin etraflarındaki daha küçük yerler açısından bir merkez oluşturmadığı yönünde görüşler vardır. Neolitik Çağda gerçekten de küçük, orta ve büyük olarak kategorize edilebilecek yerler vardır. Ancak büyük olanlar ile küçükler arasında yerleşmelerin düzenlenişi bakımından tanımlı ve belirgin farklılıklara rastlanmaz. Hammadde kaynaklarının yakınında işlikler, hatta bunlarla alakalı konak yerleri de bilinir. Orta Anadolu’daki obsidyen kaynakları yakınındaki işliklerle kamp alanı olduğu düşünülen bazı yerler bunu iyi bir şekilde örnekler. Yine uzak mesafe ticareti, değiş tokuş, yeni kaynakların keşfi ve kontrolü için ya da çobanlık yapan hareketli gruplarca kullanılan arkeolojik kayıtlara çok yansımamış konak yerleri de söz konusu olmalıdır. Neolitik Çağ boyunca büyüklük, nüfus ve işlev açısından bir yerleşme çeşitliliğine rastlansa da bunların birbirleriyle ilişkili bir düzenin parçaları olduğunu söylemek, heterojen yerleşme dağılımından yola çıkarak bir yerleşme hiyerarşisi yapmak şimdilik güçtür.

Yaklaşık 13 ha boyutlarında bir alana yayılan Çatalhöyük, dönemin mega yerleşimleri arasındadır. İllüstrasyon: Dan Lewandowski

Yazı boyunca Neolitik Çağda olmadığını belirttiğimiz birçok özellik Kalkolitik Çağda ortaya çıkar. Ancak Kalkolitik Çağın başlangıcı olan MÖ 6. binyıl, diğer bir değişle “Halaf Kültürü” Kuzey Mezopotamya ve Doğu Toroslarda Neolitik yaşamın devamı şeklinde gelişir. Bu dönemde pek çok yenilikle karşılaşılsa da kendine yeter üretim dolayısıyla Neolitik ekonomi devam eder. Ancak prestij/statü eşyalarının sayısındaki artış, çanak çömleğin işlevsel özelliklerinin yanı sıra sembolik bir değere dönüşmesi ile ticari yaşamda denetime işaret eden mühürcülüğün başlangıcı dikkati çekicidir. Halaf’ın bir diğer önemli özelliği de çok geniş bir bölgede yoğun iletişimi yansıtan homojen kültürel yapıdır. Bu durum malın, bilginin ve fikirlerin sistemli bir şekilde paylaşıldığı ortak bir dünyayı akla getirir. Kuzey Mezopotamya’da Halaf bölgesi içinde mal ve bilgi akışını sağlayacak bir düzen kurulmuş olmalıdır. Çobanlık yapan bazı göçer grupların bölge içi iletişimin sağlanmasında etkili olduğu yönünde görüşler vardır. Yerleşmelerin boyutlarından kaynaklı çeşitlilik Halaf için de geçerlidir. Öncekinden daha örgütlü bir ortama rağmen merkezileşmiş bir idarenin materyal kültüre ve mekâna yansıması yine söz konusu değildir. Halaf yerleşmelerinde özel yapılar, tanımlı mekânsal ayrımlar ya da sur benzeri çevirme sistemleriyle karşılaşılmaz. Daha çok organik büyüyen tek düze yerleşimler söz konusudur.

Halaf ile çağdaş bir dönemde Anadolu’da da Neolitik yerleşim geleneği devam eder. Anadolu hem Halaf bölgesi hem de Ege ve Balkanlar’la iletişim halinde olan ortak bir kültürel ortamın parçasıdır. Bu dönemde sınırları öncekinin üç dört katı bir alana yayılan yerleşik yaşam coğrafyası halen “Neolitik Dünya” olarak görülebilir. Benzer bir yaşam anlayışına karşın bölgesel ölçekte yerel toplumlardan bahsetmek mümkündür. Anadolu’da mimari, çanak çömlek geleneği ve buluntu topluluğu bakımından yerel özellikler gösteren; Orta Anadolu, Göller Bölgesi, Ege ve Doğu Marmara gibi bölgeler vardır. Araştırmaların sayısı arttıkça bu bölgelerin çeşitlendiği görülmektedir. Olasılıkla Anadolu’nun coğrafi yapısından kaynaklanan özgün kültürel ortamlar mevcuttur. MÖ 6. binyıl, araştırma tarihi ve boyalı Halaf çanak çömleğin belirleyici olan sembolik öneminden dolayı, Halaf ve Kuzey Mezopotamya merkezli bir dünya olarak görülür. Bunun bir diğer sebebi de gelişme dinamiğinin Obeyd ile birlikte Mezopotamya odağına kayması ve kentleşme olgusunun yine burada ortaya çıkmasıdır. Ancak Anadolu’da MÖ 6. binyılın ilk yarısında, birçok Halaf yerleşimine oranla daha iyi düzenlenmiş yerler vardır. Örneğin; Aktopraklık, Ilıpınar, Hacılar ve Kuruçay, geniş açıklıkları çevreleyen ev dizilerinden oluşan, yuvarlak ya da dörtgen planlı yerleşimler şeklinde düzenlenmiştir. Çevirme duvarları ya da hendeklerle sınırlandırılmış olmaları da önemlidir. Yerleşim kapasitesi ve sınırları belirlenen, konutlar ile açık alanların özenle düzenlendiği bu yerleşim dokusu, kuralları ve büyüme potansiyeli önceden planlanmış örgütlü bir yapıyı işaret eder. Ayrıca Anadolu genelinde kerpiç kullanımının yaygınlaştığı, bazı bölgelerde payandalı yapıların ortaya çıktığı ve mezarlıkların artık tümüyle yerleşme dışına taşındığı da anlaşılmaktadır.

Kentleşmeye Doğru

Neolitik yaşamın devamı olarak gelişen bu düzen, Güney Mezopotamyalı Obeyd kültürünün yaşam alanını ve ideolojisini kuzeye doğru genişletmesiyle kesintiye uğrar. Obeyd, mimarisinden buluntularına yeniden yapılanan bir yaşamı temsil eder. Üretim ve tüketim biçimleri, sosyal örgütlenme, inançlar ve sosyal semboller tümüyle değişir. Kendine yeter üretim yerini artı değeri oluşturan bir sisteme bırakmaya başlar. Bu sistemde merkezi bir irade ve toplumsal iş bölümü belirleyicidir. Toplum, üretim ve bunu örgütleyen sistemler çevresinde ekonomik sınıflara bölünmeye başlar. Obeyd ile beliren, yine Güney Mezopotamya kökenli Uruk kültürüyle gelişen ve Sümerlerle birlikte kent devletlerine dönüşen bu yapı, merkezileşmiş bir sistemdir.

Aşağı Pınar MÖ 6. binyılın başlarına ait bezemeli kaplar, Halaf ile birlikte yaygınlaşan boya bezeme geleneğinin Balkanlardaki yansıması Aşağı Pınar Arşivi

Aşağı Pınar MÖ 6. binyılın başlarına ait bezemeli kaplar, Halaf ile birlikte yaygınlaşan boya bezeme geleneğinin Balkanlardaki yansıması. Aşağı Pınar Arşivi

İlk kentler, Neolitik toplumların yaşam alanı olarak tercih etmediği Güney Mezopotamya’da üretimin ancak sulu tarım ile yapılabileceği bir coğrafyada gelişir. Obeyd ve Uruk ile birlikte ortaya çıkan, üretim biçimleri ve bunun idaresini değiştiren başlıca gelişme sulama kanallarıdır. Sulu tarım için gerekli olan iş gücü ve planlama ancak idari bir sistem dahilinde mümkündür. Bu sistem, kanallar, setler ve küçük ölçekli barajların yapımı ya da bakımı kadar, suyun bir program dahilinde dağıtımı, bu esnada çıkacak sorun ve çatışmaların çözümü gibi konular için de gereklidir. Yoğun tarımsal üretim, uzmanlık ve zanaatkârlık tanımlı iş kollarına dönüşmüş, seri üretim başlamıştır. Çanak çömlek yapımında çark kullanımı ile karakterize olan seri üretim aynı maldan bir seferde çok sayıda ürün elde etmenin yanı sıra standartlaşmayı ve ölçü birimlerini getirmektedir. Üretimin belirli sınıfların ana uğraşısı haline gelmesi ve malın kütlesel üretimi, iş bölümü kadar ürünün toplumun bileşenleri arasında nasıl pay edilebileceği gibi konuları gündeme getirir. Özellikle tarımsal üretimin planlanması, ürünün depolanması ve dağıtımı önemli bir konudur. Bu bakımdan başta tarımsal üretim, akabinde farklı coğrafyalardan gelen çeşitli hammaddeler ile kumaş ve madeni ürünlerin ticareti, sulama kanalları ve iş gücünü de idare eden merkezi bir irade tarafından örgütlenir. Bu irade tarımsal ürünü depolamakta, ürün fazlasını ekonomik bir girdi haline dönüştürerek artı değeri yaratmaktadır.

Merkezi iradenin izlerini mekânsal ölçekte takip etmek mümkündür. Depo yapıları, tapınaklar ve ayrıcalıklı kişilere ait olduğu anlaşılan mekanlardan oluşan kompleks yapılar sosyal ve ekonomik düzendeki yeni toplumsal örgütlenmeye de ayna tutar. Buradan anlaşılan artı ürünün toplum içindeki ayrıcalıklı kişiler tarafından kontrol edildiği, görkemi ve anıtsallığı giderek artan tapınakların da gösterdiği üzere bu sistemin dinle bütünleşik bir yapıda olduğudur. Artık kent olarak tanımlamaya başlayacağımız büyük ve merkezi yerleşimler kurulmaya başlar. Tapınak komplekslerinin yanı sıra konutlar ve üretim alanları da birbirinden ayrılır. Yerleşimlerin etrafı sur ile çevrelenir. Toplumun hiyerarşik yapısı ve iş bölümü mekân bazında da takip edilebilir. Bu dikey yapılanma içinde üretimi yapan ana kitleler en altta bulunmakta, bunları organize eden gruplar ise idari sorumlulukları ölçeğinde yukarı doğru giderek küçülen zümrelerden oluşturmaktadır. En üstte, sistemin tapınakla olan bütünleşik yapısını da gösteren ruhani liderler bulunmaktadır. Birçoğu Obeyd ile başlayan yerleşimler sonraki dönemlerde de devam eder, tapınak komplekslerinin aynı yerde büyüyerek ve gelişerek devam ettiği gözlenir. Bu süreçte kenti var eden değerlerle birlikte, kentlere bağlı köyler ortaya çıkar. Birçok araştırmacı bu sistemin merkezine aileleri koymakta, Obeyd ve Uruk’un kuzeye yayılımını büyüyen ailelerin topraklarını genişletmesiyle ilişikli olduğunu ileri sürmektedir.

Arslantepe VIA tabakası saray kompleksi, Missione Archeologica Italiana in Anatolia Orientale, perspective drawing by Corrado Alvaro

Obeyd ve Uruk bir sistem olarak Kuzey Mezopotamya ve Doğu Toroslara etki etmiş ise de Neolitik Çağdan itibaren bölgedeki kültürel devamlılık ve kuru tarım yapmaya olanaklı doğal çevre ortamı özgün bir sistemin gelişmesini sağlamıştır. Güney ve Orta Mezopotamya ile yoğun etkileşim içinde olan, yine merkezi bir idare etrafında şekillenen kuzey toplumlarında da üretim ve depolama kontrol altındadır. Marcella Frangipane’nin Arslantepe’den yola çıkarak şekillendirdiği görüşüne göre; içerisinde depo odalarının ve güneye göre daha mütevazi tapınakların olduğu yapı kompleksleri daha çok bir saray olarak düzenlenmiştir. Ulvi değil dünyevi bir siyasal iradeyi yansıtmaktadır. Rahip krallar yerine seçkin bir sınıfın hâkim olduğu bu düzende, merkezi yerleşimler ve hükümranlık alanları olsa da güneydeki gibi büyük kentlerden söz edilemez. Ancak küçük yerleşim birimleri ya da köyler hakkında fazla bilgi yoktur. Peki kuzeyde üretim için ortak iş gücü ve planlama gerekmediği halde, ürünü merkezi bir iradenin depolarına taşımaya iten güdü neydi? Güneyin birlikte ve örgütlü bir sistem içinde gelişmesi bir zorunluluk, hatta kader iken kuzeyin merkezi iradesi gücünü nereden alıyordu? Güneye alternatif bir sistem oluşturmak var olabilmenin ana koşulu olmalıydı. Dolaysıyla kuzeyin gücünü bu siyasal iradeden aldığı söylenebilir. Bu noktada hammadde kaynakları ve bunların kontrolü de güneyle olan ilişkilerde belirleyici hatta etkili olmuş olmalıdır.

Mezraa Teleilat, Fırat kıyısında gelişen ilk tarım toplumlarını yansıtan bir yerleşimdir. Mezraa Teleilat Arşivi.

Mezopotamya ve onu çevreleyen bölgede bu gelişmeler yaşanırken Anadolu’daki çağdaşlarına dair bildiklerimiz çok azdır. Anadolu’nun MÖ 5. ve 4. binyılları araştırma eksiklikleri nedeniyle az bilinmektedir. Neolitik-İlk Kalkolitik yerleşimlerin neredeyse tümü MÖ 6. binyılın ikinci yarısıyla birlikte terk edilir. Orta Kalkolitik Dönemde Anadolu’nun batı kesimlerinde daha çok Ege Hazası ile etkileşim içinde olan bazı yerleşimler söz konusudur. Kuzeybatı Anadolu’da yer alan Gülpınar ve bir Kuzey Ege yerleşimi olan Uğurlu’da ise Ege’nin yanı sıra Balkan etkili çanak çömlekler ile karşılaşılır. Bu dönemde Anadolu platosunun özellikle kuzey kesimlerinde de küçük kaya üstü yerleşimler bilinmektedir. Anadolu’da Orta Kalkolitik Dönem yerleşme geleneği ve kentleşme açısından en dikkat çekici yer Orta Anadolu’da Aksaray yakınlarında bulunan Güvercinkayası’dır. MÖ 6. binyılın sonu ve 5. binyılın başına tarihlenen yerleşim, 300-400 yıl önce terk edilen Neolitik gelenekli yerleşimlerin hemen sonrasını işaret eder.

Melendiz Vadisi’ne hâkim bir kayalık üzerinde konumlanan Güvercinkayası’nın neredeyse tümü kazılmış ve in-situ kontekstlerle karşılaşılmıştır. Burası aşağı ve yukarı yerleşme olarak iki ayrı birimden oluşur. Tarımsal üretim yukarıda, surla çevrili korunaklı bir ortamda depolanır. Bu durum ürün depolamanın, yerleşimin tanımlı bir bölümünde kontrol altında tutulduğu bir sistemin olasılıkla Güney Mezopotamya’dan bağımsız bir şekilde var olduğunu ortaya koyar. Sevil Gülçur burayı Anadolu’daki katmanlı toplumsal düzenin başlangıcı olarak değerlendirmekte ve Yumuktepe ile karşılaştırmaktadır. Mersin Yumuktepe yerleşimi Güvercinkayası ile çağdaş tabakalara sahiptir. Burada aşağı ve yukarı şehir olgusunun ortaya çıkışı net olarak gözlenir. Yumuktepe’de görülen Obeyd etkisi Orta Anadolu’da da izlenmektedir. Güvercinkayası’ndaki son tabaka Obeydli toplulukların Anadolu’nun içlerine kadar sokulduklarını ortaya koyar. Mezopotamya kökenli bir topluluğun Güvercinkayası’na gelip yerleştiği mimari, tipik Obeyd çanak çömleği ve mühürleriyle açık bir şekilde görülür. Obeyd tabakasındaki ağır tahribat mimarinin anlaşılmasını güçleştirmiş ise de kerpiç bir platform ile üç bölümlü yapı tipinin bir parçası ayırt edilebilmiştir. Obeyd etkisi, Mezopotamya toplumlarının Tunç Çağı öncesinde belki ticaret, belki hammadde belki de yeni yerler arayışıyla Anadolu içlerine kadar girdiklerimi göstermesi bakımından çok önemlidir. Bu durumu, Orta Anadolu’da Neolitik Çağın başlarından itibaren obsidiyen hammaddesi dolaysısıyla Levant, Mezopotamya ve Kıbrıs gibi uzak bölgelerle gerçekleşen ilişkiler ve yolların devamlılığı bağlamında da değerlendirmek mümkündür. Ancak gerek Obeyd gerekse Uruk toplumlarının Anadolu’nun iç kesimleriyle kalıcı izler bırakan bir etkileşim içinde olduğunu söylemek güçtür.

Anadolu’da Kentleşme

Anadolu’da bazı büyük höyüklerde açılan sondajlar, Tunç Çağı boyunca devamlılık gösteren büyük ve merkezi yerleşimlerin alt dolgularında Son Kalkolitik Döneme inen tabakaların olduğu gösterir. Kalkolitik Çağın bu son aşamasında Orman Fidanlığı ve Çamlıbel Tarlası gibi tepe üstü ya da yamaç yerleşmeleri de bilinir. Bunlar, belki hayvancılık ya da belirli üretim faaliyetleri ile geçinen küçük yerleri işaret etse de ovalardaki ana yerleşimlerin büyük höyüklerin altında kalmış dolguları çok az bilinir. Ancak bu durum daha sonraki dönemlerde merkezi kentlere dönüşecek yerleşimlerin, Son Kalkolitik Dönemden itibaren var olduğunu işaret eder.

Küllüoba’da yukarı yerleşimde bulunan Kompleks II, Küllüoba Arşivi.

Anadolu platosunun batısında, Mezopotamya sisteminden bağımsız, kent olarak tanımlanabilecek oluşumlar İlk Tunç Çağı ile birlikte görülür. Dönemin en belirleyici özelliklerinden bir diğeri de Anadolu nüfusundaki patlamadır. Bu durum yerleşmelerin büyüklüğünden ziyade yerleşim sayısıyla ilintilidir. Anadolu platosunun özellikle batı yarısında İlk Tunç Çağına tarihlenen yerleşmelerin sayısında belirgin bir artış gözlenir. Öyle ki bu nüfus artışı ve tarımsal üretimin daha sistemli bir şekilde yapılması çevresel bozulmaya neden olur. Bu dönemde kentleşme olgusu ortaya çıkmışsa da Mezopotamya ile karşılaştırılabilir büyük kentlerden söz etmek güçtür. Turan Efe, Sakarya Havzası’nda yaptığı yüzey araştırmalarında 200 kadar İlk Tunç Çağı yerleşimi tespit etmiş olmasına karşın bunların ancak çok azının Küllüoba gibi büyük yerler olduğuna dikkati çekmektedir. Mehmet Özdoğan’a göre ise İlk Tunç Çağı kentleri daha çok siyasal bir iradeyi yansıtan, sembolik merkezlerdir. Gerçekten de bu dönemin merkezi yerleşimleri kalın ve korunaklı sur duvarları ile koruma altına alınmış ancak çok kalabalık bir nüfusu barındırmayan yerlerdir. Ayrıca organize kavgaya/savaşa ilişkin ilk kanıtlar toplumlar arası ilişkilerin ve güçle ilgili dengelerin değiştiğini gösterir. Yine Özdoğan’a göre Anadolu’daki İlk Tunç Çağı merkezleri Mezopotamya ile karşılaştırıldığında küçüktür ancak merkezi bir irade, bunun zenginliği ve gücünü gösterecek tüm unsurlara sahiptir. İlk Tunç Çağında Anadolu’da aşağı ve yukarı şehirden oluşan merkezler ile Manfred Korfmann’ın Demircihöyük yerleşiminden yola çıkarak “Anadolu Yerleşim Planı” olarak tanımladığı bir yerleşim dokusu tipiktir. Geniş bir açıklığın/avlunun etrafını saran yapı dizilerinden oluşan bu doku Anadolu’daki Neolitik-Kalkolitik gelenekli yerleşim düzenden devamı niteliğindedir.

Anadolu’nun kuru tarım bölgesi olması ve coğrafi çeşitliliği, olasılıkla idari açıdan çok büyük merkezlerin oluşmasını engellemiştir. Ayrıca burayı Mezopotamya’da giderek merkezileşen bir bölgenin periferi ya da farklı bir gelişime sahip bir yer olarak görmek de mümkündür. Yine de madencilik faaliyetlerindeki artış, değerli maden ve taşlardan yapılan statü malları ile ağırlık ve ağırşak gibi dokuma aletlerinin yünlü koyuna paralel artmasından da anlaşılan kumaş dokumalar, Anadolu’daki merkezi yapının artı değer oluşturmak ve statü göstergeleri için yeni değerler ürettiğini düşündürür. Bu yönüyle Anadolu platosundaki İlk Tunç Çağı, Mezopotamya sisteminden farklılık gösterir.

 

AKTÜEL ARKEOLOJİ DERGİSİ 78. SAYI - KENTLERİN DOĞUŞU

www.arkeolojidukkani.com

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

Türk Topraklarında 3400 Yıllık Piramit Bulundu

Bu yılın başlarında bilim insanları Kazakistan'da 4 bin yıllık sofistike bir bozkır piramidinin keşfedildiğini bildirmişti. Arkeologlar şimdi de Karaganda bölgesinin Shet ilçesine bağlı Taldy köyünün 13 km doğusunda, Taldy-Nura Nehri'nin yanındaki bir tepede başka bir piramit buldular.

SON İÇERİKLER