Körler Kenti

 Kalkhedon ve Byzantion'un Kuruluşu

Pers Kralı I. Dareios’un komutanı Megabazos,  Kalkhedon kentinin Byzantion’dan 17 yıl önce kurulduğunu öğrendiğinde, esasında Byzantion’un mükemmel bir konumda olduğunu görerek, “Hellespontos halkı tarafından sonsuza kadar hatırlanacak” şu sözleri söylemiştir: "Kalkhedonlular o zaman kör olmalıydılar; zira kör olmasalardı, kentlerini kurmak için ellerinin altında daha güzeli varken daha kötü bir mevkiyi seçmezlerdi."

Pers Kralı I. Dareios’un komutanı Megabazos, Khersonesos (Gelibolu Yarımadası) ve Hellespontos (Çanakkale Boğazı) bölgelerinde henüz Pers hâkimiyeti altında olmayan kentlere karşı sefer düzenlerken, MÖ 511 yılı civarında Byzantion’u ziyaret etmiştir. Kalkhedon kentinin Byzantion’dan 17 yıl önce kurulduğunu öğrendiğinde, esasında Byzantion’un mükemmel bir konumda olduğunu görerek, “Hellespontos halkı tarafından sonsuza kadar hatırlanacak” şu sözleri söylemiştir: "Kalkhedonlular o zaman kör olmalıydılar; zira kör olmasalardı, kentlerini kurmak için ellerinin altında daha güzeli varken daha kötü bir mevkiyi seçmezlerdi."

Byzantion’un doğal olarak çok daha iyi tabii konumuna rağmen, Megaralılar niçin ilk önce Kalkhedon’da yerleşmeyi tercih etmişlerdi? Bu soru asırlar boyunca kendi içinde merak uyandırmıştır ve günümüzde de tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Biz bu çalışmamızda sorunun cevabıyla ilgili öne çıkan farklı görüşleri yeniden gözden geçireceğiz ve bu doğrultuda şimdiye kadar üzerinde fazla durulmamış olan birkaç noktaya dikkat çekmeye çalışacağız.

MÖ 4. yüzyıla ait Kalkhedon sikkesi YKY Nedim Tör Müzesi

Malkin ve Shmueli’ne göre bu mesele, genelde Hellen kolonizasyonunu dâhil olmak üzere, özelde Propontis (Marmara Denizi) ve Karadeniz’deki Hellen yerleşimini ilgilendiren problemlerle bağlantılı olabilir; şimdiye kadar en tatmin edici açıklama Byzantion’un yeri Trakya kısmında olduğu için vahşi Thrak kabilelerinin tehdidi sebebiyle buraya yerleşmenin riskli olduğudur. Ancak onlara göre, yeterince gerçek olduğu görülen Thrak tehdidi sadece kısmi bir açıklama sağlamaktadır, çünkü sadece Byzantion’un negatif yönleri üzerine yoğunlaşmakta ve Kalkhedon’un muhtemel cazibeli yönlerini dışarıda bırakmaktadır. Malkin ve Shmueli, bununla bağlantılı olarak, hem tabii şartların hem de onlara bağlı olan denize açılma uygulamalarının Megaralıları ilk önce daha güvenilir ve avantajlı konumda olan Kalkhedon’a çektiğini savunmuşlardır. Tez çok basittir. Günümüz botları gibi, Arkaik Dönem’de Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi boyunca seyreden Hellen botları daha çok Asya kıyısına yakın hareket edebilir. Bu kıyı şeridi, fırtınalar karşısında daha iyi sığınma ve korunma yerleri (diğer tabirle körfezler, haliçler, Marmara Denizi’ndeki adalar gibi) ve kuzeyden gelebilecek güçlü akıntıların çok fazla problem oluşturmayacağı daha geniş sığ sular uzantısı sağlamaktadır. Hatta ara sıra meydana gelen karşı akıntılar bile kullanılabilir. Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nin Asya kıyı tarafı böylelikle daha bilinir ve güvenilirdir. Dolayısıyla Kalkhedon Asya tarafında Bosporos’a girmeden önce son durak noktası olabilir. Son olarak Kalkhedon kuzeye doğru Bosporos trafiğini yönetmek amaçlı olarak kuruldu ise (bu kesin bir durum değildir), o zaman ilk önce oraya yerleşmek daha mantıklı gelmektedir. Asya kıyısında yukarı doğru giderek Bosporos boyunca zig zag çizerek yelken açmak daha kolaydır.

Malkin ve Shmueli’nin, dikkati çekmiş oldukları Thrak tehdidi dışında, öne sürdükleri bu tez kendilerinin de ifşa ettiği üzere çok basittir. Kanaatimizce, antikçağda özellikle denizlerde kesin bir yol güzergâhı, rota kavramı veya anlayışı olduğunu söylemek zor gözükmektedir. Genellikle kıyı şeridi takip edilmekteydi, bu da ticaret gemilerinin uğrayıp yüklerini boşaltacakları liman kentlerine göre değişmekteydi. Ticaret genellikle uluslararası özel tüccarlar tarafından yürütüldüğünden, farklı malların satıldığı değişik liman tercihleri söz konusuydu. Aşağıda belirteceğimiz gibi, koloninin kurulduğu dönemde boğaz trafiğini kontrol etmek gibi bir durum da söz konusu değildi ve gerçekçi olamazdı. Ayrıca güvenilir olduğu iddia edilen koylar korsanlar açısından da en elverişli sığınma ve saldırı yerleri olabilmekteydi. Bunların dışında Byzantion deniz koşulları açısından Kalkhedon’dan daha iyi bir konumdaydı. Polybios, “Byzantion’un yeri deniz açısından bakıldığında, güvenlik ve zenginlik bakımından dünyada bildiğimiz bütün kentlerden daha elverişlidir” demektedir. Ayrıca Polybios akıntı yönünden de Byzantion’un avantajlı olduğuna vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla Byzantion’un topografik ve hidrografik yönden son derece elverişli bir konuma sahip olduğunu ve gerektiğinde Bosporos trafiğini yönetme açısından da daha iyi konumda bulunduğunu söyleyebiliriz. Bütün bunların yanında, Megaralıların Propontis’in kuzey sahilinde Kalkhedon’dan önce Selymbria kentini kurmasının sebebini de, Kalkhedon’u kuranların öncelikle Güney Propontis sahillerinde daha bilinir ve güvenilir limanlar kurmayı hedeflediği iddiasıyla açıklamak mümkün gözükmemektedir.

Kadıköy ve çevresi © Kadıköy Belediyesi Arşivi

Bu sebeplerle meseleye çok yönlü ve daha mantıklı açıklamalar getirilmesi gerekmektedir. Arslan, Tekin’in düşüncelerini takip ederek, Kalkhedon’un seçilmesinin “Megaralıların bilinçli tercihinin bir sonucu olma ihtimalinin yüksek olduğunu” belirtmektedir. Doğal olarak bu bilinçli tercihin yapılmasında, kolaylıkla tahkim edilebilecek hafifçe yüksek tepeleri, doğu sınırı Kalkhedon Deresi (Kurbağalı Dere) ile çevrili topografyası ve stratejik konumunun yanı sıra, gerek tarıma gerekse hayvancılığa son derece elverişli olması gibi faktörler önemli yer tutmaktaydı. Bunların yanında Kalkhedon’un seçiminde öncelikli ve önemli bir diğer faktör de Kalkhedon territorionunda yer alan bakır ve berilyum kadar, yörenin yakınlarındaki Kalkitis Adası’nda (Heybeliada) bulunan bakır madeni yatakları olmalıydı. Bunların yanında bölgenin yerli halkı Bithynialılarla barışçıl koşullar oluşturmaları da Kalkhedon tercihinin yapılmasında etkili olmuştu.

Arslan’ın bütün bu görüşlerine katıldığımızı söyleyebiliriz. Ancak Kalkhedon’un tercih edilmesinde rol oynamış bütün bu faktörler arasında bir öncelik sırası da yapılması gerektiği ve bu konuda bazı faktörlerin üzerinde durulmadığı kanaatindeyiz. Bu noktada Megara’dan çok uzakta koloni kurulacak bir bölgede güvenlik koşullarının ilk sırada yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Kalkhedonlular MÖ 5. yüzyılın sonlarında Bithynialılara mal ve mülklerini emanet edecek kadar güven duymaktaydı. Dolayısıyla, Kalkhedonluların bölgeye ilk geldiklerinde burada kendilerine dost ve müttefik Bithynialı kavimleri bulmuş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Hatta bunlar o dönemde Bosporos’un karşısındaki Thrak kavimlerine karşı da çatışma halinde olabilirlerdi. Bu durumda Bithynialıların Thraklara karşı Megaralılardan yardım isteme ve onları bu sebeple bölgeye davet etme ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Böylelikle Megaralıların koloni kuracakları bölgede herhangi bir yerli düşman tehdidinin olmaması önemli bir unsurdu. Bunun yanında, Arslan’ın da belirttiği gibi, Kalkhedon’un daha kolay tahkim edilebilir konumda olması düşman tehdidinin gerektiğinde ortadan kaldırılabilmesine katkı sağlayacak bir diğer etkendi. Buna herhangi bir yerel halk tehdidi karşısında Marmara Adaları’nın sığınma açısından daha yakın olması durumunun da eklenmesi gerekmektedir. Çünkü yerel halklar denizcilik ve deniz savaşçılığı açısından bakıldığında adalarda yaşayan Hellenlere karşı çok etkili olamazlardı.

Diğer taraftan Kalkhedon tercihinin yapılmasında su faktörü de önemli rol oynamış olmalıdır. Bir kentin kurulacağı mevkii tercih edilirken, önce güvenlik, sonra su ve nihayetinde de geçimini sağlayabileceği tarım arazilerinin genişliğinin dikkate alındığı bilinmektedir. Bu noktada, Sarayburnu merkezinde kurulu Byzantion’un aksine, Kalkhedon kentinin doğu sınırından Kalkhedon Deresi’nin geçmesi, burayı kolonistler açısından yerleşime tercih edilebilir kılan ikinci derecedeki faktör olmuş olabilirdi.

Gerekli su ihtiyacının karşılanmasının ardından ekilebilir arazilerin ve de hayvancılığa elverişli toprakların geniş olması gerekmekteydi. Her ne kadar deniz ürünleri (Byzantion kadar olmasa da), bakır madeni veya berilyum gibi değerli taşların varlığı Kalkhedon ve territorionuna ek avantajlar kazandırmaktaysa da, bu deniz ürünleri ve madenlerden ticari amaçlı olarak faydalanıldığına dair herhangi bir edebi kaynak veya arkeolojik veri bulunmamaktadır. Aslında Arkaik Dönem topluluklarının önceliği kendi kendine yeterliliğe dayalı tarıma verdikleri ve esasında ticaretin ikinci planda kaldığı son zamanlarda bilim adamları arasında daha fazla kabul görmektedir. İddia edildiği gibi, Megara metropolisinin ve kurduğu yeni koloninin yaklaşık MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Karadeniz ticaretinin büyümesi ve gelişmesi ile boğaz trafiğinden pay alması ve bu pazarı kontrol altında tutması o kadar kolay değildi. Bu durum Karadeniz’de Herakleia Pontike, Sinope, Amisos, Kotyara, Kerasos ve Trapezos gibi koloniler kurmuş diğer Hellen kentlerinin, özellikle Miletos’un müdahalesine sebep olabilirdi. Ayrıca MÖ 7. yüzyılda ne Karadeniz ticaretinin arttığına ne de Megara ve Miletos’un boğaz trafiğinin kontrolünden pay sahibi olmak için rekabet içine girdiklerine dair bir delil bulunmaktadır. Ayrıca Megara’daki sanayi üretiminin ve ticaretinin kolonileşme harekatına birinci derecede ivme kazandırdığı yönünde bir görüşün sağlam delillere dayanmadığını da vurgulamak isteriz. Özellikle Arkaik Dönem’de kent yönetimi bazında bunun gerçekleşmesi çok mümkün gözükmemektedir. Polis devletleri bazında öncelik yiyecek kıtlığı gibi acil durumlar dışında ticarete değil kendi kendine yeterliliğe dayalı tarıma verilmekteydi.

Böylelikle Kalkhedon kolonisinin kurulmasının sebebi olarak bölgeye gelecek olan kleroi’ye dağıtılacak tarımsal arazı imkânlarının geniş olması üçüncü derecedeki faktör olabilirdi. Kalkhedon, Astakos ve Selymbria gibi, Byzantion’dan önce kurulan bu ilk üç koloninin hepsinin elverişli limanları ve içerilere doğru uzanan çok geniş tarım arazileri bulunmaktaydı. Böylelikle Kalkhedon kolonistlerine daha fazla kleroi dağıtabilirdi. Çok basit olarak Megaralılar açısından ilk yerleşimciler için toprak sağlamaya muktedir olamama Byzantion’dan önce Kalkhedon’a yerleşme tercihini yapmalarında ciddi bir unsur olabilirdi.

Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bulunmuş Symposium sahneli Hellenistik Dönemine ait mezar taşı İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Kalkhedon’un kurulduğu mevkiinin avantajı açısından şimdiye kadar pek fazla üzerinde durulmayan bir faktörün daha dikkate alınması gerekmektedir. Kentin kurulduğu bölgenin tarım yanında özellikle büyük ve küçükbaş hayvancılık açısından zengin olduğu mitolojik metinlerde yansımasını bulmaktadır. Bu sebeple kentin kurulma aşamasında hayvancılık ve hayvan ürünlerinin bolluğunun da kolonistlerin ilgisini çektiğini söyleyebiliriz. Arkaik ve Klasik Dönem Megara kentinde özellikle hayvan yetiştiriciliğinin üst seviyede olduğuna dair deliller bulunmaktadır. Bu sebeple Megaralılar koloni kuracakları yerin özellikle hayvan yetiştiriciliği açısından elverişli olmasına önem vermiş olmalıydı.

Bununla bağlantılı olarak son zamanlarda bilim adamları arasında tartışma konusu olan bir delil üzerine odaklanmamız gerekmektedir.1981 yılında Güney Küçük Skythia bölgesindeki Tomis kentinde bulunan, Tomis ile Byzantion’un Karadeniz ilişkileri üzerine önemli bir delil teşkil eden yazıt MS geç 2. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Son olarak yazıtta geçen mitolojik atıflar üzerine odaklanılarak Byzantion’un erken dönem sikkelerini ilgilendiren eski tartışmalar yeniden gözden geçirilmektedir. Yazıtın ikinci epigramında “Εἰναχίας γαίας ἐπώνυμον ἄστυ Εἰόνιον = Kent [Byzantion] Io’nun, Inakhos’un ülkesinin ardından isimlendirildi” deyimi yer almaktadır. Burada “Inakhos Ülkesi”ne yapılan mitolojik atıf ve atıfta bulunulan efsane, Io’yu da her halükarda içerdiğinden, delil bazında yerel bir sözlü geleneği tekrar dillendirmektedir. Miletoslu Hesykhios tarafından aktarılan Inakhos’un kızı Io’nun hikâyesi Byzantion’un kuruluşu için verilen üç sebep arasından sonuncusudur. Hesykhios’un aktardığı birinci kaynak Byzantion’un Argoslular tarafından kurulduğunu ana hatlarıyla belirtmektedir. Delphoi’deki Pythia Argoslulara bir kehanette bulunmuş, kurulacak kentin yeri için Altın Boynuz ve onun kolları olan Kydaros ve Barbyses akarsularına işaret etmiştir. İkinci anlatım kentin efsanevi isim babası olduğu söylenen Byzas’ın önderliğinde Megaralılar tarafından bir kuruluşu hatırlatmaktadır. Bunun bir başka şeklide Byzas’ın yerel peri Semestre’nin oğlu olduğu yönündedir. En son ve Hesykhios’un da mantıklı bulduğu anlatış Tomis yazıtında da atıfta bulunulandır. Buna göre Zeus, Argos kralı Inakhos’un kızı Io’ya aşık olmuştur. Böylelikle Hermes’e onun muhafızı Argos’u öldürtmüş ve ona tecavüz ettirtmiştir, bu süreçte Io’yu bir ineğe çevirmiştir (εἰς βοῦν μεταβάλλεται). Kıskançlığa kapılan Zeus’un karısı Hera Io’yu takip ve tahrik etmek için peşinden bir at sineği göndertmiş ve bu at sineği onu “Thrakların Ülkesi”ne kovalamıştır (yani Bosporos’un Avrupa tarafı). İnek boğazı geçmiş ve boğazı geçtiği yer onun arkasından Bosporos (İnek Geçidi) ismini almıştır. Io, Altın Boynuz’a geri dönerek Keroessa’yı doğurmuştur (ondan da Altın Boynuz, Keras, isminin doğduğu söylenmektedir). Keroessa sırayla Poseidon’dan Byzas’ı doğurmuştur. Böylelikle Tomis yazıtında geçen “Inakhos Ülkesi” deyimi, Argos’a değil, Io aracılığı ile Inakhos’un soyundan gelen Byzas’ın Byzantion’u kurduğu Bosporos’a atıfta bulunmaktadır.

Kentin kurucusu olarak gösterilen Byzas’ın, Byzantionlu kolonistler yerleştikten çok daha sonraki bir döneme ait söylence geleneğinin ürünü olması ihtimali oldukça yüksektir. Byzas ismi Thrak kökenlidir. Bu sebeple Byzantion kentinin kuruluşuyla ilgili ilk söylencelerin de Trakyalılarla ilgili olduğu gözükmektedir. MÖ 13. yüzyılın ikinci yarısı civarında gerçekleştiği söylenen Troia Savaşı öncesi olaylarına değinen yukarıda bahsettiğimiz Io miti ile ilgili en erken kaynaklardan biri Ps.-Apollodoros’tan (Bibliotheka adlı eser yanlışlıkla MÖ 180 yılı civarında doğan Atinalı Apollodoros ile bağdaştırılmıştır) gelmektedir. Eserin atıfta bulunduğu pek çok kaynağından birisi de Tragiloslu Asklepiades tarafından Hellen tragedyalarındaki mitlerin analizini içeren MÖ 4. yüzyıla tarihlendirilen Tragodoumena (Tragedyaların Konuları) başlıklı eserdir. Ps.-Apollodoros ineğe dönüşen ve bir at sineği tarafından ısırılarak çılgına dönen Io’un neredeyse bütün Yakın Doğu’daki boğazları geçerek dolandığından bahsetmiştir. Bunlar arasında “Thrakya Boğazları” da vardır, ancak Ps.-Apollodoros’un zamanında burası “Bosporos” olarak adlandırılmıştır. Ps.-Apollodoros’un sunduğu “Gezinen İnek Io” motifi, MÖ 5. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilen Atina tragedya yazarı Aiskhylos’un eserlerinde ilk olarak görülmektedir. Ancak burada Byzas’a atıfta bulunulmamaktadır. Dolayısıyla Hellen mitleri Byzantion kenti kurulduktan çok daha sonra farklı yerel mitlerle Roma ve Bizans döneminde (MS 6. yüzyıl) birleştirilmiştir. Byzas adlı kahraman etrafında efsaneleştirilmiştir. Böyle bir yola gidilmesindeki temel hedefte Hellen ve yerel mitlerini birleştirerek Byzantion ve çevresinde ortak bir kültür ve birliktelik yaratma anlayışı olmalıdır.

Russell, Tomis yazıtında geçen yukarıda atıfta bulunduğumuz deyimle erken dönem Byzantion sikkeleri arasında bağlantı kuran görüşleri değerlendirmektedir. Birinci görüşe göre, Byzantion’un en erken sikkelerinin bu Io mitine imada bulunduğu önerilmiştir. Tomis yazıtı da bu görüşe önemli bir ağırlık kazandırmaktadır. Hikâyenin özgün yerel sözlü geleneklerden kaynaklandığını ve aynı zamanda Roma döneminde Skythia ve Karadeniz’de yeterince bilindiğini göstermektedir. Başlangıcından itibaren MÖ 4. yüzyıl boyunca Byzantion’un özerk sikkeleri tek sabit ön yüz tipi sürdürmüştür: solda bir “büyükbaş hayvan” (bir inek, bir öküz veya boğa: bu özel hayvanı tanımlama da zorluk yaşanmaktadır), üstünde bir yunus balığı. Bu doğrultuda ineğin Io’yu temsil etiği, üstte tasvir edilen yunus balığının Bosporos’un sembolü olduğu ve böylelikle onun boğaz boyunca geçişini hatırlattığı önerilmiştir. Dolayısıyla bu sikke tipinde Bosporos isminin efsanevi kökeni ima edilmekte ve Io’nun boğazı geçişini temsil ettiğine işaret edilmektedir. Buna karşı bir görüşle ineğin mitolojik öneme sahip olabileceği ancak onun böyle bir öneme sahip olduğu konusunda da bir sebep öne sürmenin mantığı olmadığı iddia edilmiştir, çünkü inekler Hellen sikkelerinin genel hayvanıdır, kentin zengin iç pastoral topraklarını, belki bu durumda bereket sembolü olarak, ifade etmek için geleneksel olarak kullanılmıştır. Bu ikinci görüşe göre, yunus balığı basitçe Bosporos’un balık açısından zengin olduğunu temsil edebilir. Böylelikle mitolojik bir önem ortaya koymamaktadır.

Russell’a göre, Byzantionlu Dionysios’un gözden kaçırılmış bir paragrafı bu tartışmayı çözmek için kullanılabilir. Ona göre yukarıda belirttiğimiz yazıtın ikinci epigramında geçen deyim, Bosporos’un Avrupa tarafının yunus balıklarıyla bağlantısını, Asya kıyısının ise ineklerle bağlantısını güçlü kılmaktadır. Birbirine zıt iki yeri, Delphin ve Bous’u -ki bunlar da Io’nun Bosporos’u geçtiği iki nokta olduğunu ümit ettiği yerler olarak lokalize edilmiştir- ifşa eden Dionysios’un pasajı büyük olasılıkla Byzantion’un erken sikkelerinde yansımasını bulan aynı yerel sözlü gelenektir. Russell’in bu görüşü dikkate alındığında, kolonistler gelmeden önce Asya kıyısındaki Kalkhedon’un hayvancılık yönünden zengin olduğu Byzantion sikkelerinde de yansımasını bulmuş ve Kalkhedon kurulmadan önce bölgesinin hayvancılık açısından zenginliği kolonistlerin ilgisini çekmiş olmalıdır.

Sonuç olarak Kalkhedon kentinin Byzantion’dan önce kurulmasında bütün bu birbirini pekiştiren unsurların içinde öncelikle güvenlik duygusunun, sonra su, tarım ve hayvancılık imkânlarının ön plana çıkmış olması gerektiğini düşünmekteyiz. Kentin kurulduğu bölgedeki kavimlerin dost veya düşman olması özellikle çok önemliydi. Yukarıda açıkladığımız gibi, Kalkhedonlular MÖ 5. yüzyılın sonlarında Bithynialılara mal ve mülklerini emanet edecek kadar güven duymaktaydı. Aslında Strabon’un da ima ettiği gibi başlangıçta Kalkhedon’un tercih edilmesinin temel nedeni, Avrupa’da Thrak kavimlerin tehdit ve baskılarının daha yoğun hissedilmesi olabilirdi.

Byzantion’un dezavantajlarına da atıfta bulunan Polybios bu konuda daha net ek bilgiler sunmaktadır. MÖ 3. yüzyılın sonunda Byzantionlularla Rodoslular arasında yapılan savaşın temel nedenlerini açıklarken, ilk olarak Byzantion’un Karadeniz ve Ege Bölgeleri arasındaki ticaret üzerindeki avantajlı rolü üzerinde durmakta ve bu meseleye de vurgu yapmaktadır. Polybios’un ilgili metninin ana teması Byzantionluların dost Hellen kardeşlerinden daha fazlasını hak ettikleri ve Rodosluların, Byzantionluların Keltlerin koyduğu ağır vergileri ödemek için boğazlardan geçiş vergisi koymaları nedeniyle, savaşa gitmekle Byzantionluların halinden anlamadıklarıdır. Polybios, Byzantionluların büyümekte olan barbar tehdidini (Keltler) Hellen kardeşlerinin yardımı olmaksızın daha fazla önleyemeyeceğini, ancak bu yardımın reddedilmesi sebebiyle Byzantionluların son çare olarak Karadeniz ticaretini vergiye bağlamak zorunda kalmalarından dolayı suçlanamayacaklarını savunmaktadır.

Polybios Byzantion’un karadan olumsuz yönlerini açıklamaya devam etmektedir. Bunun en önemli nedeni Trakya’nın doğu ucunda hımlanmış olan Byzantion’un sınırlarında sürekli olarak barbar Thrak kavimleriyle tehlikeli savaşlar içinde olmasıdır, çünkü kalabalık olmaları ve liderlerinin çokluğundan, tek bir savaşta yenerek onlardan kurtulmak ve topraklarını işgal etmek imkânsızdır. Vergi ödeyip antlaşma yapmakta iyi sonuç vermemektedir. Bu yönde verilen bir taviz düşman sayısını beş kez artırmaktadır. Bu yüzden sürekli ve tehlikeli bir savaş yükü sırtlarına binmektedir. Bu kavimlerin saldırılarından dolayı büyük emekler harcayarak ektikleri toprakların hasatlarını da toplayamamaktadırlar. Bu durum kentin kurucusu olarak gösterilen Byzas ile ilgili olarak anlatılan geç dönem mitolojisinde de kendisini göstermektedir. Byzas kentin kurulması aşamasında Trakya tiranı Haimos’a ve Byzas’ın eşi Phidaleia, Byzas’ın erkek kardeşi Stroibos ile birlikte, İskit kralı Odryses’e karşı savaşmıştır.

Görüldüğü gibi Byzantion’un sürekli olarak karadan yerel kavimlerin tehdidi altında olması buranın öncelikle tercih edilmesini zorlaştırmış olmalıydı. Burada şimdiye kadar üzerinde durulmamış bir noktaya daha dikkatin çekilmesi gerekmektedir. Bu da tıpkı Selymbria’da olduğu gibi, Kalkhedon kurulmadan önce Byzantion kentinin kurulduğu bugünkü Sarayburnu’na Thrak kavimlerinin yerleşmiş olduğu gerçeğidir. Plinius Byzantion’un kurulduğu topografyada daha önceden Lygos adlı muhtemelen yerli bir kavmin kontrolünde yerleşimin mevcut olduğunu bildirmektedir. Hâlihazırda otokton savaşçı halklar tarafından yerleşilmiş bir yerde koloni kurmak çok daha zor görülmüş olmalıdır. Öncelikle “barbar yabaniliği ve kıyıcılıkta sivrilen uyrukları” ile kendisini gösteren bu bölgeye doğrudan saldırmak sabır ve cesaret isterdi. Nitekim Byzantionlu Dionysios ve Miletoslu Hesykhios koloni kurmak için buraya gelen göçmenlerin bölgenin otokton halkları tarafından korunduğunu görünce, Bosporos Burnu (Sarayburnu)’nu geçip, önce korumasız durumdaki Hestiai (Rumeli Hisarı civarı) adı verilen yeri kontrolleri altına aldıklarını belirtmektedir. Sonrasında şartlar olgunlaştığında Byzantion’a saldırarak burayı ele geçirmişlerdir. Kalkhedonlu kolonistlerin uzun soluklu olarak bunu gerçekleştirirken diğer Hellen kentlerinden de destek alması ihtimali yüksektir.

Byzantion kolonisi kurulmadan önce Avrupa yakasındaki bu kent yakınlarında başka yerleşme teşebbüslerinin de olduğu görülmektedir. Bu durum Kalkhedon kurulmadan önce Byzantion’un kurulduğu mevkide yerel halkların yerleşmiş olduğu gerçeğini pekiştirmektedir. Kalkhedon kurulduktan sonra, Thasoslu Aristonymos’un oğlu Arkhias’ın, Arheion’a (Ortaköy) gelip bir koloni kurma teşebbüsünde bulunduğuna dair söylence bulunmaktadır. Burası dere vadisi boyunca uzanmakta ve bereketli bir toprağa sahiptir. Ancak Kalkhedonlular burada kendilerine rakip olacak bir koloni kurulmasını engellemiştir, çünkü uzun vadede Avrupa yakasında da bir koloni kurma niyetleri vardır. Burası da Byzantion olacaktır.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER