Şeytanın Tahtı

 PERGAMON SUNAĞI

Sunağın dış cephesinde ise, mitolojik bir anlatım, Gigantomakhia (Gigant Savaşı- Devlerle Savaş) sahnesi yer alır. Gigantomakhia, diğer mitolojilerde de olduğu gibi, Yunan mitolojisinde anlatılan evrenin oluşumuyla bağlantılı olarak düşünülür.

Pergamon Büyük Sunağı, Berlin’deki Bergama Müzesinde (Pergamon Museum) önemli eksiklikleri ile sergilendiği halde, muhteşem görüntüsüyle tüm modern sanat kitaplarında hak ettiği yerini alır. Buna rağmen antik dünyada birkaç küçük ifadenin dışında pek fazla bahsedilmeyen eserlerden biri olması şaşırtıcıdır. Bu küçük ifadelerden biri, Pergamon Sunağına “Şeytanın Tahtı” unvanını kazandıracak olan Hıristiyanların Aziz Yuhanna’sının “Vahiy”inde geçen kısa bir anlatımda yer alır ve gözden kaçırılmaması gereken bir öneme sahiptir. Vahiy’de Yuhanna (2.13-16), Anadolu’daki yedi Hıristiyanlık cemaatinden biri olarak gösterdiği Pergamon’da “Şeytanın Tahtı”nın bulunduğundan bahseder. Gerçekten de uzaktan bakıldığında bir taht siluetine benzeyen Pergamon Sunağının şeytan ile özdeşleşmesi ise sunağın etrafını dolanan yeraltı tanrılarına karşı tanrıların son mücadele sahnelerinden dolayı olmalıdır.

Antik ismi ile Pergamon, modern ismi ile İzmir’in bir ilçesi olan Bergama, antik dönemin en gözde şaheserlerinden biri olan “Büyük Sunağı”, yaklaşık 2200 yıl topraklarında saklayabilir, ta ki 1869’da Osmanlı Devleti hesabına İzmir’den Dikili’ye giden demiryolu inşaatını yapan Alman mühendis Carl Humann, Pergamon’da daha öncesinde gördüğü bazı heykeltıraşlık parçalarını Berlin’e taşımaya başlayana kadar... Carl Humann, bir mühendis olmasına rağmen Anadolu’yu gezen bazı Alman bilim insanlarına, 1871’de Pergamon’da gördüğü bazı önemli heykeltıraşlık parçalarından bahseder ve bu parçalardan bazılarını Berlin’e gönderir. Bu heykeltıraşlık parçalarının Berlin’deki Klasik Arkeoloji uzmanlarının dikkatini çekmesi üzerine Osmanlı Devleti’nden bazı özel izinler alınarak, Carl Humann tarafından 1878’de kazı çalışmaları yapılmaya başlanır. Çalışmalar esnasında çıkarılan altın gibi değerli şeyler, Osmanlı Devleti’ne verilmesi şartı ile diğer çıkarılan her şeyin götürülmesi üzerine yapılan anlaşma ile Carl Human, Pergamon’da yaptığı kazılar süresince bulduğu tüm heykeltıraşlık kalıntılarını Berlin’e gönderir. Osmanlı Devleti hem Berlin’e götürülen eserleri görmemiş hem de götürülmesine göz yummuştur. Amaç, Berlin’in, Paris’teki Louvre Müzesine ve İngiltere’deki British Müzesine sanatsal olarak yetişebilmesi için, sanatsal eserlerin Anadolu’dan taşınmasıdır. Bunu fazlası ile yapan Berlin Müzesi, dünyanın önde gelen müzeleri arasında yer almayı başarmış görünmektedir.

Pergamon Sunağının bu kadar önemsenmesine sebep olan, hem iç hem de dış cephesinde yer alan yüksek kabartma Hellenistik heykeltıraşlık betimlemeleridir. Eser, Berlin’deki bilim insanları tarafından ilk görüldüğünde, üslupsal özelliği nedeni ile barok olarak Rönesans sanatına atfedilir. Özellikle Avrupalıların ilk kez karşılaştıkları bu tür eserler Rubens’in ve Alman Shlüter ile Michelangelo’nun Rönesans baroğuna stilistik olarak çok benzemektedir. Fakat Pergamon kalıntılarının kronolojik olarak Hellenistik Döneme ait olduğu anlaşılınca, stilistik olarak arkeoloji literatürüne “Antik Barok” olarak geçer.

Pergamon Sunağının iç kısmında yer alan heykeltıraşlık kabartması, Pergamon’un efsanevi kurucusu Telephos’un kısa bir hayat hikayesidir. Telephos, Pergamon’un efsanevi kurucusu Attalosların mitolojik atasıdır. Yarı ölümlü tanrı Herakles’in oğlu olan Telephos, Tegea kralının kızını hamile bırakır ve Tegea’dan gider. Kehanete göre kralın bir torunu olacak ve kralı öldürerek yerine geçecektir. Kral kızının hamile kaldığını anlayınca doğan bebekten kurtulmak için bebeği bir sepete koyar ve denize bırakır. Sepet Anadolu’nun Mysia (İzmir ile Çanakkale arası) kıyılarına ulaşır. Telephos ilerleyen yıllarda Mysia’nın kralı olur ve Truva Savaşı’nda Truvalıların yanında yer alır. Akhilleus’u yaralar ve kahinlerin dediğine göre ancak Telephos’tan yardım isteyerek yaranın iyileşmesini sağlar. Telephos’un bu mitolojisinden dolayı Pergamon’u kuran efsanevi kral olduğu kabul edilir. Sunağın iç cephesinde Telephos’un hayatının anlatılmış olması da bu nedenledir. Bazı bilim insanları sunağın iç avlusundaki bu güçlü anlatım ve tarihsel özdeşleşmeye istinaden sunağın Attalosların kurucu hanedanlıklarına büyük bir övgü ve gönderme yapıldığını söylerken sunağında Telephos’a adanmış bir kült yapısı olduğunu belirtmişlerdir. Bu şekilde Pergamon’un gerçek kurucuları olan Attalos hanedanlığı tanrılaştırılmış olmalıdır.

Almanya'da Pergamon Museum'da sergilenen Pergamon Sunağı Odasının bugünkü hali.

Sunağın dış cephesinde ise, mitolojik bir anlatım, Gigantomakhia (Gigant Savaşı- Devlerle Savaş) sahnesi yer alır. Gigantomakhia, diğer mitolojilerde de olduğu gibi, Yunan mitolojisinde anlatılan evrenin oluşumuyla bağlantılı olarak düşünülür. Evren ilk olarak Kaos olarak adlandırılan bir boşlukla başlar. Bundan sonra kendi kendine oluşan ilk tanrıça Toprak Ana Gaia meydana gelir. Gaia, üremek için gök tanrısı Uranus’u (gökyüzü) doğurur. Yunan mitolojisinde birinci kuşak olarak bilinen bu sürecin ikinci kuşağını bu tanrıların birleşmesinden doğan çocukları oluşturur. Mitolojide gigantlar, Tanrı Kronos’un evrene sahip olmak için öz babası Uranus’un hayalarını kesmesi sonucunda toprağa düşen kötü kan damlalarından döllenen, Toprak Ana Gaia’dan doğan çirkin görünüşlü tanrılar kuşağıdır. Biçimsiz, canavara benzeyen yaratıklar olan gigantlar, diğer tanrılardan farklı olarak her zaman düzeni tehdit eden tehlikeli yaratıklar olarak düşünülürler. Gigantlarla tanrıların savaşı, aslında düzeni korumak ve evrenin geleceğini, kaosu engellemek içindi. Bu nedenle antik dönemde düşmanlara karşı kazanılan zaferlerden sonra, düşmanı gigantlara benzetmek politik olarak gelenek haline gelmişti. Böylece zaferi kazananlar da tanrısal bir kimlikle anılacak ve soyları tanrılar kuşağına dayandırılacaktı.

Pergamon Sunağındaki politik sanat da, erken dönemlerden beri sürdürülen bir alegori sanatı olmalıdır. Bu alegori, antik dönemde görünüşleri, yaşam şekilleri ve mevcut düzeni tehdit etmeleri ile gigantlara benzetilen Galat savaşçılarına karşı kazanılan bir mücadelenin yansıması niteliğindedir. Galat yada Kelt halkları, MÖ 3. yüzyılda Orta Avrupa’dan göç ederek Anadolu’ya gelmiş ve yağmacılığa başlamış barbar bir topluluktur. Antik kaynakların aktardığı bilgilere göre, yaşayan en barbar ve korkusuz insanlar olan Galat savaşçıları, tüm Yunanistan’ı talan ve tahrip ettikten sonra Anadolu’ya yönelir ve bu bölge halklarına korku dolu bir yüzyıl yaşatırlar. Pergamon kralları, MÖ 3. yüzyıl boyunca kahramanlıkları ve cesaretleri ile kimsenin önlerine çıkmaya cesaret edemediği Galatlara karşı büyük bir zafer kazanırlar. Bunun ardından antik dünyada başarıları ile tanınmaya başlayan Pergamon kralları antik dünyanın kurtarıcısı olarak ilan edilirler.

Antik dönemde sunaklar, tanrıya kurban sunmak için kesilen kurban etinin yakılarak tanrılara sunulduğu yerlerdir. Bu nedenle ilk sunaklar, sadece küllerden meydana gelir. Fakat daha sonraları, sunaklar için özel mimari yapılar yapılmaya başlanır. Pergamon Sunağı ise sunak olarak adlandırılmasına rağmen, büyüklüğünden dolayı bazı bilim insanları tarafından bir sunak olamayacağına dair yorumlar getirilir. Örneğin Pergamon’un efsanevi kurucusu Telephos’tan dolayı bir Heroon (kahraman), ya da ele geçen bir yazıt parçasından dolayı Agathe Tykhe (Şans Getiren) Tapınağı veya II. Eumenes ile II. Attalos’un annesi olan Apollonis’a ait bir tapınak yada mezar olabileceğini belirtirler. Fakat en fazla kabul gören düşünce, sunağın Tanrı Zeus ve Athena Nikephoros’a (Zafer Getiren) adanmış olduğudur. Pergamon Sunağı gerçekten de bir sunağa göre oldukça büyük boyutlardadır. Sadece dış cephesi 136 metre uzunluğundadır. Bu cephe üzerinde 2.30 metre yüksekliğinde, her birinin üzerinde bir gigant yada tanrı betiminin yer aldığı yan yana 120 pano yer alır.

Gigantomakhia, Doğu frizi. Soldan sağa: Gigant Alkyoneus, Athena, Gaia ve Nike. ©Adam Eastland

Bu sunağı hangi Pergamon kralının yaptırmaya başladığı, ne zaman bittiği ya da kime ithaf edildiği halen tartışılan konular arasındadır. Pergamon Sunağı, Pergamon krallarından II. Eumenes ile II. Attalos dönemleri arasında, olasılıkla MÖ 185 ile MÖ 155 yılları arasında bir tarihte yapılmış olduğu yönündedir. Son dönemlerde yapılan araştırmalarda, özellikle sunağın temelinde yapılan kazılarda, ele geçen bazı seramik parçaları bu tarihi değiştirme noktasında önemli kanıtlar sunar.

ENTELLEKTÜEL BİR TASARIM - GİGANTOMAKHİA

Gigantomakhia, tuhaf görünüşlü yeraltı tanrılarının Olympos tanrıları ile, evrene (kosmos) sahip olmak ve düzeni ele geçirmek için yaptıkları ölümsüz savaşa verilen isimdir. Gigantların Olympos tanrıları ile mücadelesinin antik Yunan sanatındaki yeri oldukça eskilere dayanan mitolojik anlatımlardan bilinir. Fakat Pergamon Sunağındaki gibi güçlü ve karmaşık bir anlatımı bulması için yaklaşık 500 yıldan daha fazla beklemesi gerekmiş olabilir. Gigantları ve Olympos tanrılarını, ilk kez Theogonia adlı eserinde Hesiodos uzun uzun anlatır, fakat sunak üzerinde yer alan, hem gigantlar hem de Olympos Tanrıları, Hesiodos’un mitinden çok daha kapsamlı ve karmaşık bir ilişki ile gösterilmiştir. Gigant mitolojisinin özellikle sanatta kullanılan bu yeni düzenlemesi için, Pergamon kralları Pergamon’da çalışan filozof, din insanları ve sanatçılardan oluşan bir bilim topluluğunu, yani antik dönemin entelektüellerini bir araya getirmiş olmalıdır. Çünkü mitolojiyi yeniden yorumlamak, sanatsal taslağını çıkarıp bu büyüklükteki bir sunağa işlemek oldukça zor bir çalışmanın ürünüdür. Bu ancak içerisinde birçok farklı uzmanlık alanının olduğu bir çalışmanın ürünü olabilir. Bu entelektüellerin büyük bir kısmı, zaten Pergamon’da yaşayan edebiyatçı ve filozoflardı, diğer sanatçı ya da filozoflar ise başka yerlerden, sunağın yapımı için davet edilmişlerdi. Pergamon kağıdının, yani parşömenin de, ilk kez burada bu dünyanın en büyük kütüphanelerinden biri için üretildiği düşünülürse, Pergamon’un edebiyat ve sanat açısından öneminin oldukça büyük olduğu görülebilir. Bu bilim topluluğundan bilinen en önemli isim ise stoik bir felsefeci olarak tanınan Malloslu Krates’tir. Krates’in, stoik bir felsefeci ve sarayın baş danışmanı olarak, Pergamon kütüphanesinin ve sunağın yapılması sırasında Gigant miti üzerine bazı çalışmalar yaptığı bilinir. Bazı modern bilim insanlarına göre, bu kadar çok detayın ve tanrının anlaşılabilmesi için sadece Theogonia ve Krates’in çalışmaları yeterli değildir. Bunun için antik dönemde astronomi ile uğraşan yazarlardan da yararlanılmış olmalıdır. Bunlardan Aratus’un Phaenomena’sından, yıldızlar ve takımyıldızları için, Apollodoros’un Bibliotheke’inden ise tanınmayan Gigantlar için yararlanıldığı düşünülür. Bu da aslında sunağın stoik felsefe ve kozmoloji ile yeniden yazılan bir mitoloji fikrinden beslenerek planlandığını gösterme noktasında oldukça önemlidir. Bu nedenle sunak için uzun bir süre filozoflar, bilim insanlarına, mimarlar ve tabi ki heykeltıraşlar, aralarında tartışarak birçok taslak hazırlamış olmalıdır. Taslak, Yunan pantheonunda yer alan önemli ya da önemsiz ama birbiri ile akrabalık ilişkisi olan tüm tanrı ve tanrıçaları içerecek şekilde zenginleştirilerek yeniden sunağın taslağına göre oluşturulmuştur.

Gigantomakhia, Güney frizi. At üzerinde Tanrıça Eos. ©World History Archive

Gigantomakhia, Pergamon Sunağı üzerinde dört ana cephede yer alacak şekilde planlanır. Sunağın kuzeyi, güneyi, doğusu ve batısında yer alan mücadele sahneleri, yönün önemine ve özelliğine göre yerleştirilir. Yani sunağın güney yönü denize dönüktür ve bundan dolayı deniz ve suyla ilişkili olan tüm tanrı ve tanrıçalar, bu yöne gelecek şekilde planlanır. Kuzey taraf sunağın güneşi en az gören karanlık ve gölge yönüdür. Bu nedenle bu yönde karanlık gecenin tanrıçaları ile takımyıldızı tanrı ve tanrıçaları betimlenir. Buna zıt olarak doğu yönü ise, en güneşli yön olmasından dolayı, aydınlık gün ve parlayan güneş ile ilişkili tanrılar ile tanrıçalarla doldurulur. Sunağın batı yönü, en önemli yöndür, çünkü tüm Olympos tanrıları bu yönde mücadele ederler. Sunağın heykeltıraşlık planının yerleştirilmesi sadece tanrıların sahip olduğu, tanrısal güç ve kuvvet aldıkları doğa ile bağlantılı değildir. Buna ek olarak her yönde bir aile birliği ilişkisi göze çarpar. Bu ilişki, anne-kız, baba-oğul, aşk yada kardeşlik ilişkisi şeklinde bir tür ailevi destek amaçlanarak planlanmış olmalıdır. Tabi ki, alegorinin Pergamon dünyası ve krallık sarayında da bir anlamı vardır. Çünkü antik dönemde sanat amaçsız ve plansız yapılamaz.

Bu nedenle sunak, Prokennessos ve Lesbos adalarından getirilen beyaz mermeri öne çıkaran arkadaki koyu sur duvarlarının önünde şehre gelen herkes tarafından uzaktan görülsün diye yapılmıştır. Oldukça dik olan kent uzaktan görülür görülmez sunak, Pergamon’un kalbi olarak yaklaşan herkesin üzerine bir etki bırakmaktadır.

Sunağın yapım tarihine denk düşen iki Pergamon kralı II. Eumenes ve II. Attalos, birbirini çok seven iki kardeş olarak antik dünyada çok nadir görülecek bir şekilde birbirlerine güvenirlerdi. Kardeşlerden birinin yokluğunda krallığı diğeri idare eder, büyük olan geldiği zaman küçük kardeş krallığı abisine bırakarak çekilirdi. Tabi ki bu ilişkinin en önemli mimarı, anneleri Kraliçe Apollonius’tur. Bu kardeşlik ilişkisi ile ilgili bilinen en önemli olay, Kral Eumenes’in Roma’da bulunduğu bir sırada, Romalıların iki kardeşin arasını bozmak için küçük kardeşin ağabeysine ihanet ettiği yalanını yaymasıdır. Pergamon’da ise Attalos’a ağabeysinin öldüğü yalanını söyleyerek krallığa tek başına sahip olması öğütlenir. Fakat durum, Roma’nın istediği gibi gelişmez ve iki kardeş yine iyi ilişkiler ile krallığı yönetirler. Bu da, kardeşlere, “kardeş seven” anlamına gelen “philadelphos” unvanının verilmesine yol açar. Sunağın üzerinde aile birliği içinde tanrıların birbirine yardım eder şekilde gösterilme alegorisi, Pergamon krallarının aile birliği ilişkisini, yani jeneolojiyi vurgulamak için düzenlenmiş olmalıdır. Sunağın bu yönde yorumlanmasına ilişkin ilk görüşler 1888 ve 1895 yıllarında Carl Robert ve Otto Puchstein tarafından ortaya atılır. Bu alegori ve frizin mitolojik olarak taşıdığı anlam, daha sonra oldukça kabul görür.

Pergamon Sunağı, Telephos frizi, doğu kısım. Telephos Mysia Bölgesi’ne geliyor ve silahlanıyor. ©World History Archive

Sunağın doğu yönü, Anadolu tapınak, sunak ve kutsal alanlarında görüldüğü gibi Olympos’un en büyük tanrılarına ayrılmıştır. Frizin merkezinde göklerin en büyük tanrısı Zeus yer alır. Zeus, tanrısallığının simgesi olan kartalı ile birlikte gigantlara acımasızca saldırır. Elindeki yıldırım demetini, yere düşen gigantın bacağına insafsızca saplama anı ve kartalının, iki giganta doğru ani bir hareket ile dönmesi, mükemmel bir uyum ile verilmiştir. Zeus’un sağında kızı Athena solunda ise ölümlü oğlu Herakles yer alır. Athena, saçından yakaladığı kanatlı bir gigantı yukarı doğru çekerken, yukarıdan zafer tanrıçası Nike ona zaferi getirir. Athena’nın önünde uzanan ve sadece beline kadar yapılmış olan bir kadın, Tanrıça Athena’dan af diler. Bu kadın, Toprak Ana olarak bilinen Gaia’dır. Toprak Ana olduğunu göstermek için beline kadar toprak içine gömülü olarak betimlenmiş ve alt kısmı yerin altında bırakılmıştır. Burada Toprak Ana Gaia, Athena’ya uzanmış ve oğlu Gigant Alkyoneus’u öldürmemesi için yalvarmaktadır. Mitolojiye göre gigantlar, Toprak Ana’nın oğulları olduklarından toprak ile bağlantıları onlara ölümsüzlük sağlar. Athena’nın gigantın saçından tutarak yukarı çekmesi, Toprak Ana’dan bağını koparmak istemesinden dolayıdır. Bu sahnenin en korkunç anı ise, Tanrıça Athena’nın yılanlarının pozisyonudur. Gigant Alkyoneus’u tamamen saran yılanlar, öldürücü darbe için ağızlarını sonuna kadar açmışlardır. Muhteşem bir kontrastın sağlandığı bu sahnede, bir tür denge oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı denge, Nike’nin kanatları ile Gigant Alkyoneus’un kanatlarında da gösterilir. Zeus’un diğer tarafında savaşan bir Olymposlu ise, diğer ölümsüz tanrılardan farklı olarak bir ölümlüdür. Gigantomakhia mitolojisine göre Olympos tanrılarının gigantları yenebilmesi için bir ölümlünün gücüne ihtiyaçları vardır. Bu ölümlü Zeus’un oğlu olan Herakles’tir. Herakles aynı zamanda Pergamon’un efsanevi kurucusu Telephos’un babasıdır.

Doğu yönünde devam edildiğinde, güney köşede Zeus’un çocukları kardeş tanrılar Artemis ve Apollon, anneleri Leto ile birlikte mücadele ederler. Annesi Leto’nun sağında duran Apollon, karşısındaki Gigant Ephialtes’i oklarıyla gözlerinden vurur. Sahnenin devamında; Hera, Hebe, Hephaistos ve Demeter, hep birlikte doğu tarafın güneyini kontrol altında tutmaktadırlar. Köşelere tanrıların getirilmesi, özellikle konuların devamlılığının sağlanması açısından önemli bir detaydır. Bu şekilde köşeyi dönen tanrı ya da tanrıça, yeni bir grupla mücadeleye girişmekte ve gruplar arasında denge oluşturmaktadır.

Sunağın batı kanadının kuzey yönü, deniz krallığının tanrı ve tanrıçaları ile ilişkilidir. Bu yön Batı Anadolu’nun verimli ovalarına su taşıyan ırmaklarına ve Ege Denizi’ne dönük olmasından dolayı önemlidir. Suyla ilişkili tanrılar, sudan güç almak için denize doğru dönmüş görünürler. Bu grubun başını, Poseidon ve oğulları Tritonlar ve annesi Amphitrite, Nereus ve Okeanos çekmektedir.

Güney yönde, aydınlık gökyüzünün göksel ışık tanrılarından Helios (güneş), Eos (şafak) ve Selene (ay) vardır. Bu yön, Pergamon’un ve sunağın en fazla güneş gören yönüdür ve doğal olarak göksel aydınlık tanrıları ile ilişkili düşünülmüştür. Bu yönün devamında Phoibe (parlak), Themis, Uranus, Theia, Asteria (yıldız) ile kuzeybatı yönünde bir aslanın yan semerine binmiş gelen ana tanrıçalar Kybele ve Rhea ilerleyerek sahneye girerler. Arkasından Dionysos, annesi Semele ve keçi yönleri vurgulanan yardımcıları satirler, merdivene doğru dövüşerek ilerlemektedirler.

Kuzey yön, güney yöne zıtlık oluşturarak güneşi en az gören yöndür. Bu kısımda oldukça güzel yüzlü bir kadın, elinde yılanlarla kaplı bir urneyi karşısındaki giganta fırlatmaktadır. Bu sahneyi ilk yorumlayanlardan olan Robert ve Purchstein, bunun karanlık gökyüzünün yıldızı ve takımyıldızı olan Niks ve onun soyu olduğunu vurgularlar. Niks’in sağında ise karanlıkların tanrısı, gecenin çocukları Erinysler ve Gorgonlar yer alır. Niks’in solunda ise savaş tanrısı Ares ile ilişkili Polemos (savaş), Phobos (panik), Deimos (terör) ve onların kardeşleri yer alır. Kuzey yönün sonunda Aphrodite, yanında annesi Dione ile birlikte mücadele ederken, arkadan kocası Ares, atları ile birlikte sahneye girer. Bu, Hellenistik dünyanın kozmolojik alegorisini yansıtan en güzel örnektir.

Olympos tanrılarının karşısında gigantların; yılan bacaklı, pençeli, kuş kanatlı, aslan başlı, boğa boynuzlu, hatta boğa başlı olarak gösterilmeleriyle birlikte, tamamen insan şeklinde betimlenenleri de vardır. İnsan şeklinde gösterilen gigantlar, özellikle Pergamon krallarının Hellenistik dünya içinde Galat kabileleri dışında mücadele ettikleri Makedonya Krallığı ile bağlantılı olduğu düşünülür. Çünkü insan şeklinde gösterilen gigantların kalkanlarının üzerindeki amblem, Makedonya Krallığı’nın simgesi olan “krallık yıldızı”dır. Bu bağlantı, Makedonlara karşı kazanılan bir savaşın anısına atfedilerek, gigantları Makedon olarak göstermiş olmalıdır. Olymposlu tanrılar ise, savaşa, yardımcı olan birçok hayvanı dahil etmişlerdir. Hekate, Artemis ve Asterie, kendileri için kutsal olan köpekleri ile; Semele, Rhea aslanları ile; Zeus kartalı; Hera, Helios, Ares atları ve denizlerin en büyük tanrısı Poseidon ise deniz kentauroslarından oluşan yardımcıları ile evrenin geleceğini korumak için gigantlara karşı mücadeleye girişmişlerdir. Bu nedenle sunağın doğu kısmındaki gigantların yüzlerindeki korku, acı, şiddet ve yalvarmaya zıt olarak, Olympos tanrılarının yüzlerinde ve hareketlerinde gösterdikleri eşit ve ölçülü, ağır dinginlik; tanrısal gücün, dünyevi güçlerin heyecanlı saldırganlığından etkilenmediğini göstermektedir. Bu dinginlik ve güç, özellikle Pergamon’daki stoik felsefecilerin sakin ve soğukkanlı felsefelerinin özü ile uyuşmaktadır. Bu yaklaşım bile, sunağın filozofik bir düşüncenin ürünü olduğunu gösterir.

Pergamon, Hellenistik dünyanın var olan beş krallık başkentinden en önemlisidir. Aleksandreia (İskenderiye) hala sular altındadır, Seleukeia (Kuzey Suriye, Seleukos) hala kazılamamıştır. Daha yeni kazılmaya başlananlar ise önemli hanedanlık merkezleri olan Nikomedia (Kocaeli, Bithynia Krallığı) ve Pella’dır (Makedonya). Fakat buralarda hala tam olarak arkeolojik kazılar yapılamadığından Pergamon’da ortaya çıkarılan eserler, sanatsal tarihlemede temel kriter olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle buralar, Hellenistik Dönemde birçok önemli, göz kamaştırıcı şaheserler üretebilme yolunda, ekonomik ve siyasi avantaja sahip olabilmişlerdir. Pergamon da sahip olduğu bu avantajını, özellikle üstlendiği kültürel politik misyon ve görev ile sürdürme isteği sonucunda, Pergamon Sunağı gibi bir eseri ortaya çıkarabilmiştir.

Gigantomakhia, Doğu frizi. Gigant Klytios’a karşı Tanrıça Hekate ve sağda Gigant Otos. ©World History Archive

Pergamon kralları, sunağın heykeltıraşlık, filozofik ve teolojik taslağını bir bilim kurulu tarafından oluştururken, bunların mermere aktarılması noktasında Hellenistik dünyanın en önemli heykeltıraşlarını Pergamon’da çalışmaları için davet etmiş olmalıdır. Çünkü yaklaşık 136 metrelik dev panelleri yapmak, sadece Pergamonlu heykeltıraşlar için oldukça zordur. Bazı bilim insanlarına göre, yaklaşık 2-3 metre arasında bir grup oluşturan kabartmalar, bir ya da iki heykeltıraş tarafından ortak çalışma ile yapılmıştır. Bu nedenle sunak üzerinde çalışan heykeltıraş sayısının, yaklaşık kırk olduğu tahmin edilmektedir. Heykeltıraşlık stili ve uygulanışı, her ne kadar tek bir uygulamayı gösterirse de, birçok figürün işlenişindeki temel stilistik farklılıklar, farklı ustaların elinin bu esere değdiğini gösterir. Buna rağmen taslağın hazırlanması sırasında, yönetici bir usta heykeltıraşın var olduğu düşüncesi genel olarak kabul görür. Davet edilen bu ustalardan en fazla öne çıkan, hem mimar hem de heykeltıraş olarak bilinen, Rodos Adası’ndan Menekrates’tir. Menekrates’in, Pergamon Sunağının mimarı ve yönetici heykeltıraşı olduğu düşüncesi en çok kabul gören düşüncedir. Menekrates ismi, özellikle Trallesli (Aydın) bazı heykeltıraşlar ile birlikte anılır. Bu heykeltıraşlar, Anadolu ve Yunanistan’ın farklı kentlerinden gelmiş olmalıdırlar. Heykeltıraşların isimleri, tanrıların başlarının üzerine tanrı isimleri ile yan yana gelecek şekilde oldukça büyük harflerle yazılmıştır. Bunlardan çok azının ele geçirilmesine rağmen bir çoğunun kimliği tespit edilebilmiştir. Frizin altında tanrıların, gigantların ayaklarının altında ise gigantların isimleri yazılmıştır. Allektos, Erysikhtion, Obrimos bunlar arasında okunan bir kaç gigant ismidir.

Pergamon Sunağı, stilistik olarak Asiatik (Asyatik) Sanat olarak adlandırılan Batı Anadolu kökenli barok üslupta yapılmıştır. Barok üslup, kütlesel gerilim dolu abartılı dolgun vücut formlarına duyguların abartılarak aktarılması ile yapılmıştır. Barok sanat, duygusal bir iletim ile dramatik etkinin artırılmasını sağlamakta ve acıyı, şiddeti, enerjiyi akıcı bir tiyatral ifade ile yansıtmaktadır. Bu nedenle alev gibi dalgalı saçlara, acı dolu vahşi yüz ifadeleri yapılmıştır. Bu ifadelere daha fazla etki katmak için ise ışık-gölge oyunundan oldukça fazla yararlanılmıştır. Yaklaşık olarak bir kabartma 30 santimetre derinlikle oyulduğundan heykeller arka zeminden bağımsız görülmektedirler. Bu dışa çıkıntıyı sağlayan derin oymalar, heykele gölge sağlarken, dışardan gelen ışık ve üç boyutlu hareket sayesinde büyüleyici görüntü katmaktadır. Bu şekilde izleyici ile heykel arasında karmaşık epik bir alan oluşmakta ve izleyiciyi kendine çekerek, karmaşık bir entelektüel dille onu etkilemektedir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

SON İÇERİKLER