Gertrude Bell ve Abert Gabriel'in Fotoğraflarında Hasankeyf

Dicle nehrinin kıyısında kurulmuş olan Hasankeyf, güzelliğiyle insanları kendine hayran bırakmış, fotoğrafın icadından sonra bölgeye gelen gezgin ve seyyahlara konu olmuştur. Tarihi ve doğal güzellikleriyle önemli bir cazibe merkezi olan Hasankeyf, kayalık tepe ve kanyonları, mağaraları, kale, köprü, türbe ve camileri ile fotoğraflarda görülebilir.

Gertrude Bell - Köprü yıkıntıları

Batman ilinin küçük bir ilçesi olan Hasankeyf’i coğrafi ve stratejik açıdan önemli kılan özelliklerin başında, Dicle Nehri’nin üzerindeki köprünün karayolları ile bağlantısı nedeniyle ticari bir güzergahta kurulmuş olması gelir. Roma-İran mücadelesinin önemli bir üssü, Artuklu Beyliği’nin ilk başkenti, Eyyubi Hanedanlığının ise son kalesi olan Hasankeyf, İngiliz seyyah Gertrude Bell’in (1868-1926) yanı sıra Fransız Profesör Albert Gabriel’in (1883-1972) de fotoğraflarında yer alır.

İngiliz seyyah Gertrude Bell, tarih öğrenimini Oxford Üniversitesi'nde yaptıktan sonra dünyada pek çok ülkeyi gezerek, günlükler tutar, tarihi eserleri inceleyip fotoğraflarını çeker. Bell, Orta Doğu ülkelerini ziyaretlerinden birinde Anadolu’ya gelir, Hasankeyf’e de uğrar. 1911 yılının Nisan ayında geldiği Hasankeyf’in doğal ve tarihi görünümünü ilgiyle izleyen Bell, Hasankeyf’i ve Hasankeyflilerin yaşamlarını çektiği fotoğraflarla ölümsüzleştirir, günlüklerine yazdığı notlar ve mektupları da o dönem hakkında bilgi verir.

Günlükleri ve mektupları üzerinde yapılan araştırmalarda anlaşılır ki Gertrude Bell, at üzerinde yaptığı uzun bir yolculuğun ardından Hasankeyf’e gelir, ilk olarak Hasankeyf Kalesi’ni görür. Burada mağaraların fotoğraflarını çeker, beraberinde bulunan Muhammed Onbaşı’yla bir kitabeyi görmeye gider. Gertrude Bell’in 27 Nisan 1911 tarihli günlüğünde ayrıca Dicle Nehri’nin kıyısında eski kasabanın aşağısında kamp kurduklarını, ardından kasabaya gittiklerini söyler. Kalenin zirvesinden manzaranın harikulade olduğunu ifade eden Gertrude Bell, iki köşesinde aslan figürü bulunan yüksek bir yapıdan bahseder. Ayrıca XV. yüzyıla ait tarihî köprünün yakınındaki camiye ait olan iki minarenin kasabanın aşağısında yükseldiğini yazar. Bell’in gördüğü bu minareler Sultan Süleyman ve El-Rızk Camilerinin yapılarıdır. Sultan Süleyman Camisi’nin içerisinde Süleyman Türbesi’nin yer aldığını, bu yapının çoğu kırık ağaç işlemelerine sahip olduğunu belirtir. Bu yapının doğusunda kitabesi olmayan Kızlar Camisi’nin, onun yanında ise başka bir caminin bulunduğunu yazar. Kasabanın taş ile döşenmiş sokaklarından bahseden Bell, kentin surlarının dışında eski bir mezarlık bulunduğunu, aslında kasabanın bu duvarın çok ötesinde yayılıyor gibi gözüktüğünü, çevrede petek petek mağaraların var olduğunu yazarak Hasankeyf’teki ilk günkü izlenimlerini noktalar (Mıynat, 2008: 194-195). Hasankeyf’teki ikinci gününde, yani 28 Nisan sabahında şiddetli bir yağmurla uyanan Gertrude Bell, camilerdeki kitabeler üzerinde çalıştığını belirtir, Sultan Süleyman Camisi’nin planını çizer. 29 Nisan günü, yani Hasankeyf’teki üçüncü gününde ise hava bir önceki güne göre daha iyidir, biraz fotoğraf çektikten sonra doğu tarafında yer alan bazı mağaraları gezer. Ardından ekibiyle birlikte keleklerle nehrin karşısına geçer. Karşı taraftan, yani Dicle Nehri’nin kuzeyinden Hasankeyf’in görüntüsünün muhteşem olduğunu belirten Bell, bu sefer nehrin kuzey tarafında kamp kurar. 30 Nisan sabahı kampın üzerinde bulunan caminin mükemmel ahşap kapılarının fotoğrafını çektiğini yazar. Hasankeyf’ten sonra Silvan üzerinden Diyarbakır’a geçerek bölgeden ayrılır. Günlüklerine göre, Bell’in Hasankeyf’te dört gün kaldığı anlaşılmaktadır. İngiltere’ye yazdığı 3 Mayıs 1911 tarihli mektubunda ise günlüklerinden farklı olarak Hasankeyf çarşısının varlığından ve Dicle Nehri’nin üzerinde yer alan tarihî köprünün kalıntılarından da bahseder.

Gertrude Bell, günlüklerinde ve mektuplarında detaylarıyla anlattığı gibi, yöredeki tarihi eserlerin fotoğraflarını çok detaylı bir şekilde çeker, ayrıca bölgede yaşayan insanlar ve yaşam şekilleri hakkında az da olsa bilgi verir. Hasankeyf’e ait Newcastle Arşivi’nde yapılan taramada 84 adet fotoğrafa ulaşılabilmiştir. Bu fotoğrafların hepsi çok iyi durumda değildir elbette; ancak tarihsel bağlamda her biri çok değerlidir. Bell, fotoğraflarında Hasankeyf’teki mağaraları, kaleyi, kelekle nehrin karşısına geçen insanları ve atları, kasabanın taş ile döşenmiş sokaklarında yaşayan halkı, tarihi köprüyü, kırık ağaç işlemelerini, camileri, camilerdeki kitabeleri kayıt altına alır.

Gertrude Bell- geçit, kaya mağaraları ve şehirin üstten görünümü

Gertrude Bell iyi bir fotoğrafçıdır; konularına daha çok bir sanat tarihçi, arkeolog ve antropolog gibi yaklaşır, gezdiği her yeri ve insanları, giyim tarzlarını, yaşam biçimleriyle birlikte belgeleme içgüdüsü taşır. Her belgesel çalışanı gibi konularını hem genel plandan çeker hem de ön plana çıkan kapı, yazıt, figür gibi detayları ayrı ayrı fotoğraflar. Perspektifi güçlü karelerinde yer ya da bölgelere ait genel görüntüler dikkat çekicidir. Teknik olarak çok daha iyi fotoğraflar çekmesine rağmen, Hasankeyf fotoğrafları, günlüklerinde yazdığı gibi havanın yağmurlu olmasından dolayı biraz sorunludur. Geçen zamanın izi, fotoğrafların solması ve detayların silikleşmesinde kendini gösterir.

1911’de Hasankeyf’i anlatan ve fotoğraflayan Gertrude Bell’den sonra 1932 yılında bölgeye Albert Gabriel incelemelerde bulunmaya gider. Türk sanatı ve kültürü üzerine uzun yıllar araştırmalar yapan Fransız sanat tarihçi, ressam, mimar, arkeolog ve gezgin Albert Gabriel, Anadolu ve Ege dünyasındaki anıtların tarihi hakkında yazdığı kitap ve makaleleriyle günümüze benzersiz eserler bırakan bir bilim adamıdır. Gabriel’in çalışmaları, öncelikle mimarlık ve sanat tarihçilerine yönelik olmasına rağmen, ortaçağ İslam mimarisi ve suluboya resim sevenleri, arkeolojik çizimlerle ilgilenenleri, tarih, coğrafya ve fotoğraf meraklılarını da cezbeder niteliktedir.

Albert Gabriel - saray

Anadolu sanatı araştırmalarının öncüsü olan Gabriel, 1906 yılında Ecole des Beaux-Arts’da mimarlık eğitimini tamamlar, öğrenimi boyunca İtalya, Belçika, Hollanda, Almanya, Çekoslovakya, Danimarka, İsveç, İspanya’yı gezer. 1907 sonunda, Atina Fransız Okulu’na mimar olarak girer, Atina Delos kazısında yazları çalışır. Delos’a gidiş gelişlerde, ilk kez 1908 yılında Türkiye’ye uğrar, İstanbul ve Bursa’yı görür, bu gezilerin devamı gelir. 1911-1913 arası, Türkiye’deki araştırmalara duyduğu ilgi iyice pekişir. 1912 Kasım’ında Revue Socialite’te, Pierre Loti ve Claude Farrère gibi, Balkanlar da sorunlar yaşayan Türkiye’nin imajını Fransız kamuoyunda düzeltmek için “Türkler ve Kamuoyu” başlıklı bir makale yayınlar.

Gabriel, bilim adamı kimliğinin yanı sıra gittiği gördüğü yerleri özenle tasvir eden, fotoğraf ve çizimlerle kayıt altına alan bir gezgindir, bilimsel makalelerinde, raporlarında, konferanslarında ve özgeçmişinde belirttiği gibi bir arazi adamıdır. Kariyerinin önemli bir kısmını Türk mimarisini incelemeye adayan Gabriel, 1908-1959 yılları arasında en az 33 kez Türkiye’ye seyahat düzenler, araştırmalar yapar, köylüler ile iletişim kurar; Türkiye’ye aşık olmuştur. 1926 yılında Türk Hükümeti’nden İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi kürsüsünün başına geçmesi ve adı daha sonra Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü olacak İstanbul Arkeoloji Enstitüsü’nü kurması için teklif alır. Teklifi kabul etmesinin ardından Anadolu’da bulunan İslam anıtları ile ilgili büyük bir heyecanla çalışmaya başlar. Kütahya, Afyon, Akşehir, Konya, Karaman, Niğde, Nevşehir, Aksaray, Kayseri, Amasya, Tokat, Sivas, Mardin, Urfa, Diyarbakır, Bitlis, Hasankeyf vb. pek çok il, ilçe ve köye gider ve anıtsal eserler üzerine çalışır.

Gabriel, Fırat’ın doğusunda kalan bir çok yeri araştırdığı gezileri ardından yazdığı Şark-i Türkiye’de Arkeolojik Seyahatler (Fransızca ilk basımı 1940, Türkçeye çevirisi 2014) adlı kitabında, bir çok yerleşimin yanı sıra Hasankeyf’i oluşturan doğal çevreyle mimariyi de anlatır (s. 65); “Hisn Kayfâ, üzerinde Hasan Keyf köyünün olduğu bir harabe meydanından ibarettir. Geniş bir mesafeye dağılmış eski abidelerden geriye kalanlar, bu şehrin ortaçağdaki önemine tanıklık eder. Kale, Dicle’nin sularının 100 metresine tepeden bakan sarp bir falezin zirvesine konuşlanmıştır. Derin bir akarsu yarığı Kaleyi, doğuda vadiye sınır çeken falezler ile ırmak kıyısı arasında kalan yumuşak eğimli bir arazi üzerinde uzanan şehirden ayırır. Eski Kale’den geriye bir cami, bir sarayın yıkıntıları ve diğer sivil yapılar kalmıştır. Şehrin içinde de terk edileli uzun zaman olmuş çok sayıda cami yıkıntı halindedir. Bu yıkıntı meydanına hakim iki minare, neredeyse el değmemiş silindir şeklindeki sütun gövdelerini göğe uzatır. Dicle’nin sol kıyısında birtakım eski yapılara, bilhassa bir manastır ve bir türbeye rastlanır. Abidevi bir köprü ırmağın iki yakasını birbirine bağlar. Köprü yıkılalı çok uzun zaman olsa da, viran haldeki kemer ayakları ve kemerlerden geriye kalan bazı başka unsurlar, incelemede bulunmayı ve eski halinin resmini çizmeyi olanaklı kılar”.

Albert gabriel - kale, üçüncü kapı

Hasankeyf’in yanı sıra gittiği diğer yerlerde çok sayıda fotoğraf çeken Gabriel, bazen de yol arkadaşlarından ya da profesyonellerden yardım alır. Gabriel, kitabında yayınladığı uçaktan çekilmiş fotoğraflarıyla da, hava fotoğrafçılığının öncüleri arasındadır, bu o dönem araştırmacıları açısında önemli bir yeniliktir. Fotoğraflarını yalnızda yayınları için değil, suluboya resimleri gibi sanat tutkusuyla da çekmiştir. Özenli çerçevelemeleriyle fotoğrafları, anıtlar, kentler, manzaralar ve günlük yaşamdan görüntüler içermekte, Anadolu’nun geçmişine ışık tutmaktadır.

Çok ciddi bir çalışma disiplinine sahip, titiz, zaman zaman huysuz, sosyal ortamlarda ise çoğunlukla neşeli ve şakacı, sanatçı ruhlu, entelektüel, kendi deyimiyle çat pat Türkçe konuşabilen Gabriel, coğrafyamızda pek çok dost edinmiş, çevresince sevilmiştir. Gezi arkadaşı ve Osmanlı arşiv belgelerini okumada yardımcı olan Fehmi Karatay, Gabriel’i “... Türklerin en samimi duygularla dostu” olarak tanıtır.

Gertrude Bell ve Albert Gabriel, Anadolu’nun tarihi ve doğal güzellikleri bağlamında çektikleri fotoğraflarla bize değerli bir arşiv bırakmışlardır. Çalışmalarından bilim dünyası hala yararlanmaya devam etmektedir. Mimarlıktan arkeolojiye, Antik klasik dünyadan Doğu medeniyetlerine, fotoğraf, kitap, suluboya ve karakalem çizim, mektup ve günlükleri ile seyyah, araştırmacı ve bilim adamı olarak unutulmamak üzere hafızlara kazınmışlardır.

KAYNAKÇA

Albert Gabriel, Şark-i Türkiye’de Arkeolojik Seyahatler, Çev: İdil Çetin, Dipnot Yayınları, Ankara, 2014.

Albert Gabriel (1883-1972): Ressam, Mimar, Arkeolog, Gezgin, Çev: Olcay Kunal, Ali Cevat Akkoyunlu, İsabelle Verdier, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006.

Ali Mıynat, “Batılı Seyyahların Gözüyle Hasankeyf”, I. Uluslararası Batman ve Çevresi Tarihi ve Kültürü Sempozyumu, 15-17 Nisan 2008.

Gertrude Bell Archive, Newcastle University, http://www.gerty.ncl.ac.uk/, Erişim tarihi: 12.03.2015.

Doç.Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, e-posta: zozel@hotmail.com.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER