Kültepe - Kaniş

Uluslararası Ticaret Merkezi

Kültepe’de açığa çıkartılan çivi yazılı kil tabletler, Anadolu'da keşfedilen en eski yazılı belgelerdir. Bu nedenle Kültepe, Anadolu tarihini başlatan yer olarak kabul edilir. İlginç olan bir husus, Kültepe’nin keşfinin de, içerdiği bu çivi yazılı belgeler sayesinde olmasıdır. İlk kez 1881 yılında British Museum uzmanlarından Th. G. Pinches, bir benzerinin Paris Bibliotheque Nationale’da bulunduğunu belirterek, Kapadokya’dan geldiği söylenen ve İstanbul’dan satın alınan çivi yazılı bir tablet yayınlar.

Eski adı Kaniş olan Kültepe, Kayseri’nin ve ülkemizin adını dünyaya duyuran en önemli kültür varlıklarından biridir. Kültepe'nin 1948 yılından beri yürütülen bilimsel arkeolojik kazılarda gün ışığına çıkarılan mimarlık kalıntıları, arkeolojik eserleri ve bunların yanında keşfedilen yazılı belgeleri, geçmişte ülkemizde yaratılmış olan eski uygarlıkların tanınmasına katkı sağlamıştır. Eski Anadolu tarihinin çok önemli bir bölümü, Kültepe kazıları sayesinde aydınlatılabilmiştir.

Günümüzden beş binyıl öncesinden itibaren Kaniş olarak anılan Kültepe, yalnız büyük bir ticaret merkezi veya Hitit devletinin ilk başşehri değil, aynı zamanda Anadolu’yu Kuzey Suriye’ye; Assur aracılığı ile de Mezopotamya’nın yüksek uygarlıklarına bağlamış büyük bir kültür merkezidir.

Kültepe, Orta Anadolu'nun en yüksek dağı Erciyes’in hemen eteğinde oluşmuş olan Sarımsaklı Ovası'nın ortasında yer alır. Kültepe iki kısımdan oluşmaktadır. Etrafındaki alüvyon ovadan 20 metre yükseklikteki höyüğün çapı 550 metredir. Höyüğü çevreleyen Aşağı Şehir'in sınırları kesin olarak bilinmemekle beraber, çapı en azından 2.5 kilometreyi bulur.

Kültepe, Anadolu’nun en çok zarar görmüş en büyük höyüklerinden biridir. Kazıbilimi tekniklerini ve yöntemlerini bilmeyen araştırmacıların sadece tablet veya eski eser bulmak için Kültepe'de ve de özellikle höyükte bilinçsiz kazılar yapmış olmaları, bu tahribatın en önemli nedenidir. Bu bilimsel olmayan kazıların yanı sıra, köylülerin toprak almak için en eski yerleşim katlarına kadar kazmaları da, höyüğün neredeyse 1/3’lük kısmını, tekrar araştırmaya imkân vermeyecek bir biçimde tahrip etmiştir.

KÜLTEPE'NİN KEŞFİ

Bilindiği gibi, tarih yazı ile başlar. Kültepe’de açığa çıkartılan çivi yazılı kil tabletler, Anadolu'da keşfedilen en eski yazılı belgelerdir. Bu nedenle Kültepe, Anadolu tarihini başlatan yer olarak kabul edilir. İlginç olan bir husus, Kültepe’nin keşfinin de, içerdiği bu çivi yazılı belgeler sayesinde olmasıdır. İlk kez 1881 yılında British Museum uzmanlarından Th. G. Pinches, bir benzerinin Paris Bibliotheque Nationale’da bulunduğunu belirterek, Kapadokya’dan geldiği söylenen ve İstanbul’dan satın alınan çivi yazılı bir tablet yayınlar. Bu tabletleri de, geldikleri yer itibariyle Kapadokya kökenli olması sebebiyle, “Kapadokyalı” olarak isimlendirir. E. Chantre, Kaniş isimli bir merkezle bağlantılı oldukları anlaşılan bu tabletlerin nereden çıktıklarını araştırmak üzere 1893-94 yıllarında Anadolu'ya gelir ve bunların Kayseri’nin kuzeydoğusundaki Karahöyük-Kültepe Höyüğünden çıkarılmış olabileceği sonucuna ulaşır. Ancak onun höyükte yaptığı sondajlar ve daha sonra 1901 yılında W. Belck ve 1906 yılında H. Winckler ile H. Grothe’nin kısa süreli ziyaretleri ve sondaj girişimleri, bu görüşünü ispatlamaya yetmez.

1925 yılında, Hitit dilini çözümleyen ve onun Hint-Avrupalı bir dil olduğunu ispatlayan B. Hrozny başkanlığındaki bir ekip Kültepe’de kazılara başlar. Ancak, höyük kazılarında herhangi bir tablete rastlamaz. Tabletlerin höyükte değil, eteklerinde bulunduğunu öğrenmesi üzerine, aşağıdaki tarlalarda yaptığı kazılarda ilk kez tabletlere rastlar. Böylelikle, onun çıkardığı tabletlerde adı geçen Kaniş’in Kültepe ile aynı yer olduğu bu kazılar aracılığıyla ispatlanır.

1948 yılında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden Tahsin Özgüç başkanlığında bir Türk kazı heyeti, Türk Tarih Kurumu'nun desteğiyle burada bilimsel arkeolojik kazılara başlama kararı alır. Kültepe kazı projesinin başlaması ve elde edilen ilk sonuçlar, ulusal ve özellikle uluslararası bilim dünyasında büyük yankı bulmuştur. 2005 yılına kadar kesintisiz olarak Prof. Dr. Tahsin Özgüç başkanlığında sürdürülen bilimsel kazılar, kendisinden sonra Prof. Dr. Kutlu Emre ve Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki bir ekip tarafından sürdürülmektedir.

KÜLTEPE TARİHİ

Kültepe'de gerçekleştirilen kazılar, Kültepe'nin en azından MÖ 3. binin ilk yarısından itibaren iskan edildiğini göstermiştir. Höyükte, Hititler Dönemi dışında hemen hemen tüm dönemler boyunca yerleşilmişken, Aşağı Şehir'de ise daha kısa bir dönemde; MÖ 2000-1700 yılları arasına tarihlenen Assur Ticaret Kolonileri Çağında yerleşim izleri tespit edilmiştir.

Höyükte aralıklı olarak sürdürülen kazılarda, beş ayrı kültür çağına ait 18 yapı katı saptanmıştır ve en erken yerleşim Eski Tunç Çağı I’e tarihlenmektedir.

Eski Tunç Çağı

XVIII. kat, Eski Tunç Çağının ilk safhasının son yapı katıdır ve tepe yüzeyinden 22 metre derinliktedir.

XVII.-XIV. katlar, Orta Anadolu’ya özgü monokrom seramikle karakterlenen Eski Tunç Çağının orta safhasını (Eski Tunç Çağı II) temsil eder. Her ne kadar mimari kalıntılar oldukça küçük bir alanda araştırılabilmiş olsa da, bulunan küçük buluntular önemli bilgiler vermektedir. XVI. katta ele geçen başsız mermer idoller, Güneybatı Anadolu ile bağlantıları gösterirken, ithal "Suriye şişeleri" Kültepe'nin Güney Anadolu ve Kuzey Suriye ile olan en erken ilişkilerini yansıtmaktadır.

Kültepe’de Eski Tunç Çağı III, sonuncusu iki safhalı olan üç ayrı yapı katıyla temsil edilmektedir. Bu evre, Anadolu'da Assur Ticaret Kolonileri Çağını hazırlayan dönemdir. Bu dönemde, yani Eski Tunç Çağının sonuna tarihlenen XIII.-XI. katlarda, güneyindeki komşularıyla olan yakın ilişkiler sonucunda zenginleşen Kültepe’nin anıtsal binalarla donatıldığı görülür.

Eski Tunç Çağı III döneminde, yerli monokrom ve polikrom seramiğin yanında bulunan ithal silindir mühürler, seramikler, kıymetli maden-taş objeler, Kültepe’nin bu çağlarda, bir taraftan Kuzey Suriye-Mezopotamya, diğer taraftan Troia ile sıkı bağlar içinde olduğunu kanıtlamaktadır.

Yazıyı kullanan ve oldukça gelişmiş Mezopotamyalı ve Suriyeli toplumlarla bağlantı kurulmuş olmasına rağmen, bu dönemde Anadolu'da henüz bir yazı tipi geliştirilmemiş veya kullanmamıştı. Bu döneme ait en eski bilgi MÖ 24-23. yüzyıllarda yaşamış olan Akkad Kralı Sargon ve torunu Naram-Sin’in kahramanlıklarını anlatan efsanevi “Savaş Kralı/Şartamhari” metinlerinden gelmektedir. Şavaş Kralı, tüccarların şikâyetleri sonucunda, Purushattum şehrine savaş açmış, sonraki yıllarda ise torunu Naram-sin, aralarında Hatti Kralı Pampa ile Kaniş Kralı’nın da olduğu ve 17 kralın oluşturduğu koalisyonu yenmiştir. Bu belgelerde Kaniş kralının adı "Zipani" olarak zikredilmektedir. Kaniş Karumu'nun II. yapı katında Assurlu bir tüccarın arşivinde, Akad kralı Sargon’dan 400 yıl sonraya tarihlenen, eski Assur lehçesinde yazılmış Sargon’la ilgili bir tablet bulunmuştur. Kaniş’te yaşayan Assurlu tüccar, efsanevi kralın anısına ait kahramanlık hikâyesi içeren bu önemli metni evinde saklamış olmalıdır.

2010 yılından itibaren aynı alanda sürdürülen kazılarda Eski Tunç Çağının son evresinin başlangıcını oluşturan XIII. katta bir kısmı açığa çıkarılan anıtsal bir yapı kompleksi, her bakımdan, şimdiye kadar Anadolu'da keşfedilen yapılardan farklılık göstermektedir. 2012 yılına kadar doğu-batı istikametinde 50 metrelik bir kısmı açığa çıkartılabilen taş temelli kerpiç duvarlı yapının, özel bir konuttan ziyade idari bir fonksiyonu olduğu çok açıktır. Yer yer 3 metre yüksekliğe kadar korunmuş bu yapının duvarları 1.60 metre kalınlıkta olup, sıvalı ve beyaz renkte badanalıdır.

Bu yapının tahrip edilmesi ve terk edilmesinden sonra, kısmen üzerinde inşa edilen yapı, mimari özellikleriyle Orta Anadolu'da üniktir. Şiddetli bir yangınla tahrip edilmiş olan ve megaron planlı bu bina, yanındaki eklentileri bakımından Batı Anadolu örneklerinden farklıdır. Ortadaki büyük salonun ortasında bir ocak bulunmakta ve etrafındaki dört taş sütun kaidesi ile yükselen ağaç direkler yüksek çatıyı tutuyor olmalıdır. Troia II megaronlarının en büyüğüyle benzer ölçülere sahip olan bu megaron, içinde keşfedilen idoller ve kil figürinlerden anlaşılabileceği gibi bir tapınak olmalıdır.

Aynı alandaki, XI. katın erken evresinde, megaron planlı yapının hemen üzerine inşa edilmiş; ortadaki büyük salonu çeviren çok odalı, kerpiç duvarları içten ve dıştan plasterli anıtsal bir bina keşfedilmiştir. Yangınla tahrip olmuş bu binada da adak olarak bırakılmış alabaster (kaymaktaşı) tanrı-tanrıça heykelcikleri ve idolleri bulunmuştur. Bu buluntular, bu binanın mabet olarak yorumlanmasını sağlamıştır. Bu yapı ile çağdaş hücre planlı yapılardan bir tanesi içinde saklanan ve aralarında üç alabaster heykelin de bulunduğu çeşitli dini objeler, alanın dini karakterini göstermektedir.

Eski Tunç Çağından Orta Tunç Çağına geçiş:

Tepe’deki X-IX. katlar, Karum’daki III-IV. katlar ile çağdaştır. Kültepe'de hem Tepe'de hem de Karum'da yapılan kazılarda tespit edilen bu iki tabakanın, Eski Tunç Çağında Orta Anadolu'da gelişen kültürün özelliklerini Assur Ticaret Kolonileri Çağına aktaran bir geçiş dönemi olduğunu göstermektedir.

Bu dönemde Assurlu tüccarlar henüz Kültepe'de bir ticaret kolonisi oluşturmamışlar, ticaret sistemli bir biçim almamış; dolayısıyla da Anadolu insanı henüz yazıyla tanışmamıştır.

Assur Ticaret Kolonileri Cağı:

Assur Krallığı, yaklaşık olarak MÖ 3. binin sonlarında bağımsızlığını kazanmış ve hemen sonrasında Kral I. Erišum, Assur krallığının geleceğini sağlama almak amacıyla, ticarette reformlar yapmış ve Anadolu ile sistemli bir ticareti başlatmıştır. Ticarette devlet tekeli kaldırılmış, serbest ticaretin aile fertleri ve onların kuracağı firmalar tarafından yapılmasına olanak sağlanmıştır. Bu şekilde, MÖ 2. binyılın ilk çeyreğinde, Anadolu ile K. Mezopotamya arasında çok kuvvetli ve yaygın bir ticaret ağı kurulmuştur. Bu ticaret sisteminin Anadolu'daki merkezi Kültepe-Kaniş idi ve Kaniş’e getirilen mallar, Anadolu içlerine kadar dağıtılmaktaydı.

Assurlular, kurdukları bu sistemi bir ticaret kolonisi anlamında geliştirmeyi başarmışlar, çoğu yerli krallıkların merkezinde veya önemli şehirlerinde, liman anlamına gelen ve “karum” denilen birer ticaret merkezi/pazaryeri oluşturmuşlardır.

Kültepe’de keşfedilen belgelerde, Assurlu tüccarların hem konakladığı hem de pazar kurduğu yaklaşık 40 civarında yerleşim adı kaydedilmiştir. Fakat günümüze kadar onlardan sadece Kaniş (Kültepe) ve Hattuş (Boğazköy) karumlarının yerleri kesin olarak tespit edilmiştir.

Anadolu bu dönemde, “şehir devletleri” olarak yerli krallıklarla, bir tür feodal bir siyasi sistemle yönetiliyordu. Assurluların yerli krallıklar üzerinde siyasi, idari veya askeri hiçbir etkinlik ve üstünlüğü yoktu. Yerliler ve Assurlular, karşılıklı ekonomik yararlar esasına göre anlaşmışlardır.

Assur Ticaret Kolonileri Çağında Kültepe:

Bu çağda Kültepe, Kaniş Krallığı'nın ve Anadolu'daki ticaret kolonileri sisteminin merkezidir. Anadolu’da Assurlular tarafından kurulmuş on karumun başkenti veya idare merkezi Kaniş'tir. Yönetim bakımından bütün karumlar Kaniş’e, o da doğrudan Assur’a bağlıydı.

Tepe’de açığa çıkartılan VIII.-VI. katlar bu dönemi temsil etmektedir. Bilimsel kazılardan önce yapılan tahribata rağmen, Prof. Dr. Tahsin Özgüç başkanlığındaki ekip tarafından gerçekleştirilen kazılar sonucunda, Kaniş/Neşa Krallığı'nın bilinen ilk krallarının içinde yaşadıkları, devlet yönettikleri ve aynı zamanda bir kervansaray gibi kullandıkları sarayları ile yaptırdıkları mabetlerinin teknik özellikleri, boyutları, planları, tarihleri ve hatta sahipleri hakkında bilgiler edinmemiz mümkün olmuştur.

Kaniş Sarayları:

Kaniş’te iki ayrı katta; VII. ve VIII. katta üç saray açığa çıkartılmıştır. Her üç sarayın planları da birbirinden farklıdır.

Güney Teras Sarayı:

VIII. kata ait saraylardan birincisi, höyüğün güneyindedir. Burada açığa çıkarılan binanın uzunluğu 90 metreyi bulur. Büyük bölümü sonraki çağlarda tahrip edilmiş olup güney ucu ise Roma-Hellenistik Dönem suru altında kaldığından kazılamamıştır. Bina, bir kısmı ahşap traversler, bir kısmı da sal taşlarıyla kaplı uzun bir koridordan ve bunun iki yanındaki kanatlardan ve koridora bağlanan bir avludan oluşmuş bir komplekstir. Sarayın zemin katı, hizmet, depo ve oturma odaları açığa çıkartılmıştır. Bina yangından önce boşaltılmış olmalıdır; zemin katındaki büyük ocaklı odalarda erzak küplerinden, az sayıda çanak-çömlekten başka geriye fazla bir şey kalmamıştır. Yangın enkazı içinde iki tabletin, yanmış bir silindir mühürün ve silindir mühür baskılı bir bullanın bulunmuş olması önemlidir. Seramiğin çoğunu Kaniş Karum'unun II. katı için tipik olanlar temsil etmektedir.

Eski Saray

Tepe'deki VIII. katın ikinci idari yapısı, hafirlerce “Eski Saray” olarak adlandırılmıştır. Sitadelin hemen hemen ortalarında, yaklaşık 110x100 metre ölçülerindeki bir alanda açığa çıkartılan “Eski Saray”, üstteki Geç Saray'ın yani Warshama Sarayı'nın altında kalmıştır. Binanın bazı yerlerinde kerpiç duvarları, çoğunda da ancak taş temelleri korunmuştur. Sarayın doğuya bakan odaları 1925’de Hrozny tarafından tahrip edilmiştir. Çok tahribat geçirmiş olmasına rağmen, bu yapı, Neşa tarihini aydınlatmaya katkıda bulunmuş bir saraydır. Saray kompleksinin, üstteki Warshama Sarayı'nın aksine, tek binadan oluşmadığı, en az üç binadan oluştuğu anlaşılmaktadır. Kompleksin girişi güneyden olmalıdır. Oda tabanlarında bulunan monokrom ve polikrom seramik, Karum II. kat seramiğinden farksızdır.

Eski Saray ve onu çeviren 4 metre genişliğindeki “testere dişi” tekniğinde yapılmış suru, yangın felaketinden sonra tamir edilerek yeniden kullanılmamış ve üzerlerine hemen yeni bir saray, yani Warshama Sarayı inşa edilmiştir.

Eski Saray'da da bulunan eserlerin sayısı çok azdır. Saray, ya yangından önce boşaltılmış veya daha büyük ihtimalle yeni gelenler tarafından soyulmuştur. Sarayın değişik bölümlerinde ve ona bağlı enkazda çoğu parça, azı tam tablet ve silindir mühür baskılı zarf parçaları keşfedilmiştir.

Warshama Sarayı

VII. kat sarayı, arkeoloji literatüründe Warshama Sarayı olarak bilinmektedir. Keşfedilen çivi yazılı tabletlerden adlarını bildiğimiz beş Kaniş kralı, sitadeldeki bu büyük sarayda oturmuşlardır. Şiddetli bir yangınla tahrip edilmiş olan bu anıtsal yapının enkazında bulunan ve Maraş civarına lokalize edilen Mama Kralı Anum-hirbi’nin Kaniş’e gönderdiği bir mektubu içeren tabletten edinilen bilgilere göre, bu saray Kaniş kralı İnar’ın oğlu Warşama’ya ait olmalıdır.

Aynı zamanda etrafını çevirdiği yapının dış duvarı vazifesini de gören sitadel surunun temellerinin kalınlığı yer yer 4 metreye kadar ulaşmaktadır. Kuzey, batı ve güney yönlerinde, sura yedişer metre aralıklarla bağlanmış küçük kuleler yer almaktadır. Doğu yönündeki kulelerinin birçoğu eski çağlarda yıkılmış, kaybolmuşlardır. Sur sarayla beraber inşa edilmiş ve onunla birlikte yakılıp terk edilmiştir. Höyüğün topografyasına göre ve Eski Saray’ın üzerine inşa edilen ve önceden planlanmış bir yapı özelliği arz eden sarayın en önemli özelliği, Anadolu’da ilk kez burada karşımıza çıkan bir plana sahip olmasıdır. Olasılıkla merkezi bir avlu etrafında toplanmış odalardan oluşan bir sistem, Hitit saray ve tapınaklarının da öncüsüdür. 1925 yılındaki tahribattan dolayı, sınırlı alanlarda yapılan kazılardan odaların avluya koridordan bağlandıkları anlaşılmaktadır.

Yapı malzemesi olarak yalnız yerli andezit, kerpiç, ağaç ve çamur kullanılmıştır. Temel taşları arasına belirli aralıklarla, ağaç kalaslar yerleştirilmiştir. Ağacın çok kullanılmış olması, yangının şiddetini artırmıştır.

İki katlı olduğu anlaşılan sarayın kuzey yönünde 42 odası tespit edilebilmiştir. Taş temelleri taban seviyesine kadar yükselmiş; kerpiç örgü ondan sonra başlamıştır.

Sarayın girişi/kapısı güneybatıdadır. Giriş, karşılıklı taş kulelerle, iki oda tarafından kontrol edilmektedir. Bunların planı Alişar'dakilerle aynı olup, Boğazköy kapılarının da prototipidir. Kapının güneyindeki duvarların altında, boyu 2 metreyi geçen bir potern, Anadolu’da ilk kez görülmektedir.

Sarayda bulunmuş olan küçük eserler, özellikle seramik, damga mühür, damga baskılı bulleler, sarayla beraber yanmış; seramiğin bir bölümü de cüruf haline gelmiştir.

Bu çağda Kaniş saraylarının ikamet veya idari bir fonksiyonunun dışında önemli bir fonksiyonu daha vardır. Saraylar aynı zamanda, yabancı tüccarların, satıştan önce mallarını getirip bir kervansaray gibi depo ettikleri, güvene aldıkları ve ticaret vergisinin hazırlandığı ve ödendiği büyük ekonomik merkezlerdir.

Kaniş Mabetleri ve Resmi Depo

Anadolu’da bu döneme ait dini yapılar hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Sadece Kültepe-Kaniş’te, birbirine 40 metre ara ile inşa edilmiş ve tam planlarıyla açığa çıkarılmış olan iki büyük bina, özgün planları ile dikkati çekmektedir. Her ikisi de yaklaşık 27x22 metre ölçülerinde olan yapıların dört köşesinde kule şeklinde dört büyük çıkıntısı vardır. Kuzey ve güney cephelerinde, iç ve dış duvarlar arasında toprak tabanlı, 3x10 metre ölçülerinde, dikdörtgen planlı birer küçük oda vardır. Bunların tabanlarında hiç bir şey bulunmamıştır. Kulelerin içlerindeki küçük odalar düzensiz irili ufaklı moloz taşlarla doldurulmuştur. Salonların tabanında bulunmuş tablet ve çok az sayıdaki seramik, tekniği ve şekli bakımından, Karum’un Ib katı ile çağdaştır. Binalar, höyükteki bütün büyük yapıların ortak felaketi olan şiddetli bir yangın sonunda terk edilmiştir.

İçlerinde tanrı heykeli, sunağı bulunmamış veya korunmamış olmasına rağmen, bu iki bina birer mabet olmalıdırlar. Çok iyi bilindiği gibi Anitta, Neşa’da mabetler inşa ettirdiğini yazmıştır. Burada sözü edilen yapılar, Anitta metninde bahsedilen mabetlerden iki tanesi olmalıdır.

Höyüğün batısında yer alan ve bir odası işlenmemiş obsidiyen deposu olarak kullanılmış ve tabanında Anitta hançerinin bulunduğu dikdörtgen planlı bina, mabetlerin ait olduğu yapı katı ile çağdaştır. 18 metre uzunluğunda, 7.50 metre genişliğinde dikdörtgen planlı bu yapı, dört mekana bölünmüştür. Kuzey ve güney duvarlarının doğu ve batı yönlerinde birer ante şeklinde uzaması, yapıya megaron görünümü vermektedir. Yapının büyük odasının tabanı üstünde Anitta'nın kitabeli mızrak ucu keşfedilmiştir. Küçük odasının doğu yarısı ise iri, küçük parçalar halinde işlenmemiş üç ton obsidiyen blok ile dolu olarak keşfedilmiştir.

Aşağı Şehir ve Kaniş Karumu

Anadolu’daki Eski Assur Ticaret Kolonileri’nin merkezi olan “Kaniş Limanı”, yani Kaniş Karumu Aşağı Şehir’de yer alır. Aşağı Şehir, Kültepe’nin yaklaşık 300 yıl kadar iskân edilmiş bir alanıdır. Bugünkü bilgilerimize göre çapı 2.5 kilometre civarındadır. Yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Kaniş-Karum’unun kuvvetli bir surla çevrili müstahkem bir şehir olduğu anlaşılmaktadır.

Günümüze kadar sürdürülen kazılarda Aşağı Şehir’de, sonuncusu iki safhalı olan dört yerleşim katı açığa çıkartılmıştır.

En eski yerleşim katı olan IV. kat, ana toprak üzerine kurulmuştur. Bu dönemde, elde yapılmış monokrom ve polikrom seramiğin yanında, daha az sayıda çarkta yapılmış Hitit seramiğinin ilk örnekleri bulunmuştur. III. katta ise çark işi seramik, elde yapılmış polikrom seramikten daha fazladır. Bu iki kat hafirlerince MÖ 3. binin sonu ile Karum II. katının kuruluşu arasına (MÖ 2050/2000-1927) tarihlenmektedir. IV. ve III. kat yerleşimlerinde yazılı belgeye rastlanmamıştır.

Bu şehirleri, Assurlu tüccarların ticaret için gelip yerleştikleri ve binlerce çivi yazılı belge bıraktıkları II. kat şehri izler. Yazılı belgeler, ticaretin Assur Kralı I. Erishum’un 26. saltanat yılından itibaren başladığını göstermiştir. Yaklaşık olarak MÖ 1835’li yıllarda, Assur Kralı Naram-Sin zamanında büyük bir yangın felaketine maruz kalmış olan şehir, kısa bir müddet sonra tekrar iskan edilmiştir.

Şehir; çoğu taş döşeli ve rahatlıkla bir arabanın geçebileceği genişlikteki, üzerleri taşla kapalı, kullanılmış su kanalları bulunan sokak ve meydanlarla birbirlerinden ayrılmış mahallelerden oluşmaktadır. Sokakların her iki yanındaki bordürler hem yürümeye, hem de evin dış etkenlerden korunmasına yarıyordu. Sokağa atılmış seramik kırıkları, sokağı çamurdan koruyordu.

Evlerin bazılarının yeni eklerle sonradan genişletilmiş olmaları, düzensiz şekil almalarına neden olmuştur. Evler, genelde altı veya sekiz tanesinin sırt sırta inşa edilerek bir araya gelmesiyle oluşan bloklar şeklindedir. Assurlu tüccarlar, ya mevcut evlerden satın alarak, ya da yenisini yaptırdıkları bu mahallelerde, yerli halk ile beraber oturmuşlardır.

Evlerin yapım tekniği ve malzemesi geleneksel Anadolu tarzındadır. Taş temelli, kerpiç duvarları ağaç kalaslarla takviye edilmiş iki-altı odalı, çoğu iki katlı binalar, yerli yapı tekniğine göre ve çok sık olarak inşa edilmişlerdir. Evlerin çoğu, oturma odası-kiler ve depo ve arşiv odası olmak üzere iki bölüme ayrılır. Duvarlar sıvalı ve çoğu da birden çok kez badanalanmıştır. Bazı evlerin dar ve uzun odaları taş döşelidir.

Kaniş-Karumu’nda özel evlerin veya tüccarların evleri tam planları ve envanteri ile gün ışığına çıkartılmıştır. Bunlarda kilitli, mühürlü küçük arşiv odaları, satışa sunulacak malların depo edildiği odalar, evin diğer bölümlerinden ayrılmışlardır. Arşiv odalarındaki tabletler, düzenli sıralar halinde yerleştirilmiş kapların, ağaç sandıkların, hasır ve çuvalların içinde, ağaç rafların üstünde saklanmışlardır.

Yazılı belgelere ve arkeolojik buluntulara göre II. kat MÖ 1920-1835; Ib ise MÖ 1830-1720 yılları arasına tarihlenir. II. katın enkazı üstüne Ib katı şehri kurulmuştur. II. katın yerleşim planına uygun olarak kurulan bu şehir, daha az kereste, daha çok taş kullanılmasına karşın, II. katın yapısal özelliklerini hemen hemen aynı biçimde devam ettirmiştir.

Şehir, Ib katının yanarak sona ermesiyle iyice küçülmüştür. Bu dönemi takip eden Ia katında ise Kültepe önemini yitirmiş, yazılı belgeler ortadan kalkmış, güney komşuları ile ticaret bağları iyice zayıflamıştır. Küçülen şehirde yeni yapılan binaların yanında, Ib binalarının bir bölümü de tamir edilerek yeniden kullanılmıştır. Bu kısa ömürlü kattan sonra Kaniş Karumu terk edilmiş ve uzunca bir dönem boyunca bir daha iskan alanı olarak seçilmemiştir.

Anadolu’daki ilk yazılı belgeler

Anadolu insanı okumayı ve yazmayı ilk kez Kültepe’de öğrenmiştir. Dünyada ilk kez Sümerler tarafından MÖ 3200 yıllarında yaygın olarak kullanılan yazı, ticari ilişkiler sonucunda ancak MÖ 2. binyılın başlarından itibaren Anadolu’da kullanılmaya başlamıştır. Şimdiye kadar yapılan Kültepe kazılarında bulunan 23 bin 500 civarındaki tablet, tüm Yakın Doğu'daki en büyük koleksiyonlardan birini oluşturmaktadır.

Bunlardan 23 bini, II. katta, sadece 500 kadarı ise Ib katında bulunmuştur. Buluntuların çok büyük bir kısmı Karum bölgesindeki kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Kültepe’de bulunan tabletler, özellikle Anadolu tarihinin başlangıcını temsil ettikleri için önemlidir. Kültepe tabletleri sadece Eski Anadolu tarihi için değil, Eski Mezopotamya tarihinin pek bilinmeyen bir döneminin aydınlatılmasında da çok önemli kaynaklardır.

Tüccarların evlerinde, tüm ekonomik faaliyetlerinin yazılı olduğu belgelerin ve ticari eşyaların saklandığı arşiv odaları vardır. Tabletler bu odalarda çömleklerde, sepetlerde, çuval veya raflarda korunmuştur. İş mektupları ve borç senetleri, tabletler arasındaki en büyük grubu oluşturmaktadır. Mahkeme tutanakları, çeşitli kayıt ve listeler sık rastlanan belgelerdir. Daha az sayıda olmak üzere, evlenme-boşanma, evlatlık alma ve miras gibi aile hukukunu ilgilendiren belgelerle, köle, ev ve tarla satış senetleri de bulunmaktadır.

Ekonomi

Assur Ticaret Kolonileri Çağı ekonomisi büyük oranda maden ve tekstil üzerinedir. Assurlu tüccarların Anadolu’da kurdukları bu ticaret kolonilerinin amacı da, Anadolu’nun bu zenginliğinden faydalanmaktı. Assur’dan yola çıkan tüccarlar, 200-250 yüklü eşekten oluşan kervanlarla Dicle, Habur vadilerini geçerek Orta Anadolu’ya; ticaret sisteminin Anadolu'daki merkezi Kültepe Kaniş-Karum’una erişiyorlardı. Kültepe'ye getirilen mallar, gerekli işlemlerden sonra Anadolu içlerine kadar dağıtılmaktaydı. Bu ticaret, belli esaslara bağlı, kanunları ve düzenlemeleri olan bir ticaret idi. Esasen tüccarların, burada ticaret yapabilmeleri için, bu organizasyona dahil olmaları, kayıt yaptırmaları, aidat veya belli bir bedel ödemeleri gerekmekteydi. Buna rağmen kazandıkları bu hak, onlara, kuralsızca ticaret yapma hakkı vermemekteydi; kaçakçılık yapmayacaklar, gümrüksüz mal alıp satmayacaklar, her türlü vergilerini ödeyeceklerdi.

Anadolu’nun ilk sistemli uluslararası ticaretinin kuralları, Kültepe’de keşfedilen çivi yazılı tabletlerde karşımıza çıkmaktadır. Bu belgelerden, iki tarafın da birbirlerine karşı sorumlulukları ve haklarının kayıt altına alındığı anlaşılmaktadır. Assurlu tüccarların krallık bölgesinde ulaşımlarının ve güvenliklerinin korunma altına alınması karşılığında, onların Karum’da ikamet izinleri, ödeyecekleri vergilerin oranı yazılı olarak belirtilmiştir. Sarayın bazı lüks malların ticaretini yasaklaması veya Assurluların kendi hukuk sistemlerine göre yargılanması gibi hak ve kısıtlamalar da detaylı olarak belirtilmiştir. Anlaşmalara aykırı davranan tüccarların cezalandırıldığı da yine tabletlerden öğrenilmektedir.

Bütün bu ticaret organizasyonunun, düzenleyicisi, denetçisi, baş kurumu “bit karim” idi. Bir ticaret odası vazifesi de gören bit-karim aynı zamanda, verginin tahsil edildiği bir merkezdi. Tüccarlar burada, “köprü geçme“ ve “emanet bırakma“ gibi çeşitli vergileri ödemek zorundaydılar. Bu örgüt ayrıca mahkeme yetkisine sahipti; tüccarlar arasındaki olası davalar konusunda “hakem“ sıfatıyla hüküm vermekteydi.

Kültepe’de şimdiye kadar keşfedilen metinler, Anadolu’da Assurlu olmayan tüccarların başka tüccarların da ticarete katıldığını göstermektedir. Kaniş’te Assurlu ve Anadolulu tüccarların yanında, çok az sayıda da olsa Hurri ve Amorit kökenli tüccarların varlığı anlaşılıyor.

Esası maden ve tekstil ticareti üzerine kurulu bu ticaret düzeninde, Anadolu'da bulunmayan kalay, gümüş veya altın karşılığında Anadolu halkına satılmaktaydı. Assurluların Mezopotamya’da da bulunmayan kalayı nereden elde ettikleri bilinmiyor; olasılıkla daha doğudaki Türkmenistan veya Afganistan’dan ithal ediliyordu. Hammadde olarak Anadolu’dan satın alınan yün de, "Babil modası"na uygun olarak Assur'da dokutulup, yine Anadolu insanına gümüş ve altın karşılığında satılmaktaydı. Ancak, Anadolu altın ve gümüşünün dışarı çıkarılması ticareti yerlilerin aleyhine geliştiriyordu. Assurlular, ayrıca Anadolu’da bakır, deri, yün ve takı-boncuk ticareti de yapmaktaydılar. Anadolu’dan aldıkları bazı malları, örneğin ham olarak aldıkları bakırı temizledikten sonra yine yerli halka yüksek fiyata satıyorlardı.

Kültepe, MÖ 2. binyılın başlarında çok gelişmiş bir madencilik merkezidir. Madenin birinci derecede önemli olduğu bu koloni merkezinde, hem üretimin hem de satışın yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Bu atölyeler, yerleşim alanının çeşitli bölgelerine dağılmışlardır. Planları ile diğer evlerden ayrılmazlar ancak ocakları daha büyük, daha sağlam ve tabanları taş döşelidir. II. ve Ib katlarında tam planları ile açığa çıkarılan atölyelerde, madeni objelerin her çeşidine ait taş kalıplar da gün ışığına çıkarılmıştır. Kuzey Suriye-Mezopotamya’dan ithal edilen silahlar, figürinler ve seramik, bu büyük ticaret merkezinin uluslararası karakterini tanımlamaktadır.  

Madeni eserlerin çoğu bakır, tunç, gümüş, altın, elektrom ve kurşundan imal edilmiştir. Bakır veya tunçtan yapılmış kaplar, silahlar, tokalar, makaralar, çalparalar iğneler, insan ve hayvan figürinleri çeşitli fonksiyonlara sahip halkalar önemli bir koleksiyon oluşturmaktadır. Çivi yazılı belgeler, bir tüccar evinin envanterinde çoğunluğu kap olmak üzere 100 kilograma yakın madeni objeden bahsetmektedir. Kaplar, dövme ve dökme tekniklerinde biçimlendirilmiş, kulp veya diğer parçaların birleştirilmelerinde ise perçinleme veya lehimleme uygulanmıştır.

Sanat

MÖ 2. binyılın ilk çeyreğinde Orta Anadolu’da ve özellikle de Kültepe'de doruk noktasına çıkan gelişmiş bir kültür oluşmuştur. Bu kültür, yerli Anadolulular ile Kuzey Suriye-Mezopotamya ilişkileriyle gerçekleşen sentez sonucunda meydana gelmiştir. Eski Tunç Çağının son çeyreğinde yerli Hattili Beylikler Dönemi sanatında görülen Anadolulu özellikler, MÖ 2. binyılın başında, Assurlu tüccarların güney ülkelerinden getirdikleri yabancı sanatsal öğelerle birleştirilerek, Anadolu’ya özgü bir üslup yaratılmıştır. Yaratılan bu üslubun en iyi örnekleri Kültepe kazılarında keşfedilmiştir. Hem günlük hem de dini hayata ilişkin bulgular, bu sanatın gelişmişlik düzeyini ortaya koymaktadır. Kaniş-Karumu’nda ortaya çıkan eserler, bu gelişmiş kültürün oluşumunda ekonomik zenginliğin ne kadar etkisi olduğunu göstermektedir.

Assur Ticaret Kolonileri Çağının sona ermesinden sonra Orta Anadolu’da merkezi birliği sağlayan Hitit Uygarlığı'nın kökeni de bu senteze dayanmaktadır. Tanrı ve tanrıça heykelcikleri, Kültepe’de oluşmaya başlayan Hitit sanat üslubunun en erken örnekleridir. Aslan üzerinde duran ve elinde aslan tutan savaş tanrısının stil özellikleri, Hitit sanatının en erken örneğidir. Aynı özellikler tüm Hitit Çağı boyunca karşımıza çıkmaktadır. Baştanrıçanın iki eliyle göğüslerini sunan çıplak heykelcikleri, fildişinden, fayanstan ve tunçtan yapılmıştır. Bu heykelcikler, Hitit İmparatorluk Çağının tunç ve altından yapılmış tanrıça heykelciklerinin öncüsü olup, Hitit sanatının karakteristik fizyonomik özelliklerinin sergilendiği erken örneklerdir.

Baştanrıça, tanrıça ile çocukları ve mitolojik varlıkların işlendiği kurşun figürinler ve bunların döküldüğü taş kalıplar, bu çağ tanrılar aleminin değişik amblemlere sahip ayrı tanrılardan oluştuğunu kanıtlamaktadır. Dinsel amaçlı kullanıma yönelik bu küçük figürinlerin Yakın Doğu’da geniş bir alana yayıldıkları bilinmektedir. Bu figürinler, mühür baskılarında da görüldüğü gibi, çeşitli tanrı ve tanrıçaları, değişik tanrı ailelerini ve mitolojik varlıkları temsil etmektedir. Tanrısal varlıklar simgeleri ve atribüleri ile ayırt edilir; ancak yazılı belgeler bunların kimlikleri hakkında bilgi vermez. Bunlar, evlerin “koruyucu tanrıları” olmalıdır.

Seramikçilik

Kültepe-Kaniş eski Yakın Doğu’da çok çeşitli form ve teknikte bol seramik üreten en seçkin merkezlerden biridir. Bu dönemde Anadolu seramiği, biçim zenginliği ve bezemeleri bakımından doruğa çıkmıştır. Bu çağ seramiği yerli halk Hattilerin ve onların ülkesine sonradan yerleşmiş ve zamanla, ona hâkim olmuş Hititlerin ortak ürünüdür. Burada keşfedilen eserler, hayal gücü çok zengin ustaların, “zanaat” ile “sanatı” nasıl bir araya getirdiklerini de gösterir. Özellikle seramik repertuarı tüm Ön Asya’da, sadece Kültepe’ye özgü olup, hiç bir eski yerleşim yerinde bu boyutta değildir. Kültepe seramik repertuarında görülen özellikler, hemen hemen aynı biçimde bir sonraki çağa aktarılarak kullanılmaya devam edilmiştir.

Assur Ticaret Kolonileri Çağı seramiğinin yapım tekniğinde ve biçim zenginliğinde, kullanılan hızlı çarkın etkisi büyüktür. Seramik kapların büyük bir çoğunluğu, biçim ve teknik olarak, MÖ 3. binin son çeyreğinden itibaren Anadolu’da kullanılmaya başlanan madeni kapların taklididir. İlk kez II. katta görülen çeşitli formlardaki kapların bir bölümü, Ib katında da yaşamaya devam ederken, bir kısmı da tamamen ortadan kalkmıştır. Ib katında da yeni formlar ortaya çıkmış, bunların bazıları da daha sonraki dönemlerde kullanılmaya devam etmişlerdir.

Dil ve yazı ve sosyal yaşam

Kültepe’de açığa çıkarılan arkeoloji belgelerinin başında, Anadolu’ya Mezopotamya hem de veya Suriye’den ithal edilmiş silindir mühür ve baskıları gelir. İçlerine mektupların konulduğu pişmiş toprak zarflar ve bullalar, II. katta silindir mühürlerle, Ib katında ise ya silindir ya da damga biçimli mühürlerle mühürlenmektedir. Ib katından itibaren de hem zarflar hem de tabletler mühürlenmekte, çağın sonlarına doğru ise yalnızca tabletler mühürlenmekteydi. Korunması istenen taşınır veya taşınmaz malların, gönderilen ticari malın, tabletlerin veya kişisel eşyanın ambalajına bağlanan mühürlü kil topakların da çoğunlukla üst yüzü yazılı ve mühürlüdür.

Kültepe’deki toplumun kozmopolit karakteri, mühürcülük sanatında, en azından dört farklı üslubun oluşmasına neden olmuştur.

Kültepe’de bulunan ve sayıları 23 bin 500'ü bulan çivi yazılı belgeler, Anadolu yerlilerinin sosyal hayatına ışık tutmaktadır. Bunlar, Anadolu yerlilerinin Eski Mezopotamya’dan farklı bir sosyal yapıya sahip olduklarını göstermektedir.

Bu çağda Anadolu’da kadın ve erkek eşitliği sosyal hayatın özünü oluşturmaktadır. Kadın, iş ve yönetimde de kendine yer bulmuştur. Devletin başında kraliçenin görev alması gibi, yerli panteonun başında da tanrıça vardır. Yerliler arasındaki kadın ve erkek eşitliğini kanıtlayan evlenme ve boşanma mukaveleleri karşılıklı anlaşma esasına göre düzenlenmişlerdir. Anadolu halkı bunu Assurlulara da kabul ettirmiştir. Yerli çiftler mal ve mülklerinde eşit haklara sahiplerdi. Boşanma, mahkeme kararına bağlıydı. Her iki taraf da boşanma için mahkemeye başvurabilirdi. Ölüm halinde de mal eşit olarak bölüşülürdü.

Uzun süre Assur’dan uzakta kalan tüccarlar, sosyal durumlarına bakılmaksızın iki kadınla evlenme uygulamasını kabullenmişlerdir. Bu tür evliliklerin muhtemel nedeni, iş ilişkilerinin her iki tarafın da yararına olacağı düşüncesidir. Kadının statüsüne ve onun etnik kökenine bakılmaksızın, iki evlenme şekli uygulanıyordu. Yerli kadınlarla evlenen Assurlular da yerli usullere bağlıydılar. Evlenmede hukuk düzeninin ön önemli yönü, kanunun ilk eşin haklarını, miras hukukuyla garantilemesidir. Metinlerde içgüvey ve nişan adetlerinin varlığı da bellidir.

Evli kadınlar, kendi adlarına mukavele yapar, onları mühürlerlerdi. Birçok borç belgesi karı-koca tarafından mühürlenmiştir. Alacaklı, borçlunun eşini de borçlu sayar, onun garantisi isterdi. Kadınlar, evli veya bekar olsunlar, kontrata dayanan anlaşmalara ve hukuki işlere karışırlardı.

Bu dönemde, Anadolu’da evlat edinme adetinin varlığı da belgelenmiştir.

Eşit hakların uygulandığı bu dönemde Anadolu’da esir alımı ve satımı da yaygındı. Esir satışı hem Assurlular arasında hem de yerliler arasında oluyordu, ancak esirlerin hepsi yerli isim taşımaktadır.

Assur Ticaret Kolonileri Çağı sonrasında Kültepe:      

Ib katının üzerine kurulmuş Ia şehrinin en azından bir nesil devam ettiğine şüphe yoktur. Diğer merkezlerde tespit edilen bu dönemi takip eden Eski Hitit Krallık Çağına ve Hitit İmparatorluk Dönemine ait yerleşim kalıntılarına Kültepe'de bugüne kadar bulunamadı. Yaklaşık 800 yıl süren bir kesintiden sonra Kültepe’de iskan, Demir Devri tabakaları ile devam eder. Höyük'teki V-IV. yapı katları Geç Hitit dönemini temsil etmektedir. Bu çağda Kültepe, Büyük Tabal ülkesine bağlı krallıklardan birinin merkezidir. Kültepe, MÖ 8. yüzyılın sonlarında Assurlular tarafından tahrip edilmiş, hiyeroglifli stelleri, heykel ve kabartmalı orthostatları (taş bloklar) parçalanmıştır.

Höyüğün son iki çağını, bir yapı katı halinde görülen Hellenistik Dönem ve iki yapı katına ayrılan Roma Dönemini temsil eder. Tepenin yüksek kenarları altında Roma ve Hellenistik Dönemin şehir suru vardır. Bu dönemdeki adı muhtemelen Anisa'dır.    

Höyük, Geç Roma Döneminde terk edilmiş, Bizans, Selçuklu, Osmanlı zamanında bir harabe olarak kalmıştır. Kazılarda bulunan sikkeler, Roma-Helenistik dönemlerde Aşağı Şehir’in bir kısmının çiftçi toplulukları tarafından kullanıldığına, bir kısmının ise nekropol görevi gördüğüne işaret eder.

Höyükte ve Karum’da keşfedilen buluntulardan, Kültepe’deki yerleşimin MS 13. yüzyıla kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Karum’da satıh toprağının altında bulunan Selçuklu Sultanı II. Keyhüsrev’e (öl. 1211) ait bir sikke, Kültepe’de hem Kaniş hem de Karum alanında tespit edilen en geç dönem kalıntısı olup, Selçuklu Dönemine ait olduğuna işaret eder.

Kayseri’nin resmi kayıtlarına göre bölgeye 17. yüzyıldan itibaren verilen “Karye-i Kınış” adı da, bölgenin antik adı olan Kaniş’in kullanılmaya devam edildiğini göstermektedir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER