50. Yılında UNESCO Dünya Mirası Sözleşmesi ve Türkiye'nin Dünya Miras Yolculuğu

Bir Ankara sakini olarak çalışmalarını çok takdir ettiğim Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi VEKAM'da bulunmaktan özel bir mutluluk duyduğumu tahmin edersiniz.

Buraya her geldiğimde keşke her ilimizin VEKAM gibi bir araştırma merkezi olsa diye düşünüyorum...Esasen Vehbi Koç adıyla bağlantılı kurumların UNESCO'nun hedef ve  idealleri doğrultusundaki değerli faaliyetleri hiç birimiz için yeni bir şey değil. VEKAM'a ilaveten bunlardan sadece birkaçını saymam gerekirse   Vehbi Koç'un kurucu başkanı olduğu Türk Eğitim Vakfını; UNESCO Dünya Mirası Alanı olan Afrodisyas kazıları için Rahmetli Sevgi Gönül öncülüğünde kurulan Geyre Vakfını; Koç Üniversitesinde kurulan (ve benim de açılış konuşmalarından birini yaptığım)  Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Sürdürülebilir Kalkınma UNESCO Kürsüsünü ; Antalya'daki Koç Üniversitesi  Suna ve İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Merkezini  ve İstanbul'daki Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi ni sayabilirim. Sayın Semahat Arsel adına koyulan Onur Ödülünün ilk sahibinin eski UNESCO Genel Direktörü İrina Bokova'nın olması da bir tesadüf değil.   Farklı alanlardaki başarılı ve nitelikli  müzeleri ve yayın faaliyetlerini  de saymak gerekir.  Dolayısıyla UNESCO'nun Düna Mirası Sözleşmesinin 50.Yıldönümünün VEKAM'da kutlamamız son derece anlamlı ve yerinde... 

BİR SÖZLEŞMENİN 50. YILDÖNÜMÜ  

UNESCO'nun , birçok kişi ve kurum gibi önemli yıldönümlerini bir durum muhasebesi yapmak için değerlendirme adeti vardır.  

Bugün de Dünya Mirası Sözleşmesinin kabulünün 50. Yıldönümü.  

Bugün UNESCO'nun da doğum günü, ama arada 27 yıl fark var.  

Bu defa da yıl boyunca Dünya Mirası Sözleşmesinin 50 yıllık  uygulamasının ele alındığı , ulusal , bölgesel ve uluslararası  düzeyde uzman toplantıları yapıldı.  

Yıl sonunda da Floransa'da bunların toplu bir değerlendirilmesi  yapılacak ve buradan çıkacak sonuçlara göre önümüzdeki 50 yıla bakılacak.  

Öncelikle uluslararası toplumda,  UNESCO  Dünya Mirası Sözleşmesinin genel hatlarıyla başarılı bir sözleşme olduğu kanaatinin yaygın olduğunu belirtmem gerekir.  

Bu sözleşme UNESCO'nun ''Bayrak Gemisi olarak'' da niteleniyor. 

Tabii bu , Sözleşmenin  sorunsuz , aksaksız yürüyen bir mekanizma olduğu anlamına gelmiyor.  

Uygulamada çeşitli sorunlar da  yaşandı, yaşanıyor.   

Kimi zaman siyasi veya teknik  eleştiriler de sözkonusu oluyor.  

Sözleşmenin  ''kendi başarısının kurbanı olduğu''  veya ''kendi ağırlığı altında ezildiği'' şeklinde yorumlar dahi yapılıyor. 

Tabiatiyle , 50 yıl içinde  Sözleşme de bir evrim geçirdi. 

Kapsamı , daha önce  öngörülmeyen  biçimde   genişledi, yeni boyutlar kazandı.  

Örneğin,  kültürel ve doğal varlık kategorilerine ilaveten kültürel peyzaj , endüstriyel miras  ve sınıraşan alanlar gibi gibi yeni kategori ve kavramlar geliştirildi.  Çağdaş yapılar da listeye girmeye başladı.  

Sözleşme gereğince kurulan Dünya Mirası Komitesi ve Merkezi, küresel gelişmeleri  yakından  izleyerek, olumlu veya olumsuz biçimde  mirası etkileyen yeni unsurları irdeledi : İklim değişikliği, innovasyon, sürdürülebilir kalkınma ve turizm, yerel toplulukların ve kadınların ve gençlerin rolü gibi... COVİD Salgını dayanıklılık ve insanlık temasını öne çıkardı... 

Toplama bakıldığında şunu söylemek mümkün:  Sözleşmenin yarattığı motivasyon ve teknik ve maddi  imkanlar,  kültürel ve doğal mirasın daha iyi korunması için uluslararası düzeyde bir tür  seferberlik yaratmıştır. 

Bu sözleşmenin dünya kamuoyunca artık  yaygın biçimde tanındığı, halkalara dokunduğu, elle tutulur sonuçlar yarattığı da bir gerçek. 

167 ülkeden 897 kültürel, 218'I doğal ve 39'u karma ve 43'ü sınıraşan olmak üzere toplam 1154 kültürel ve doğal alan şu anda bu sözleşmenin getirdiği yüksek  standartlara göre korunmak durumunda.  

Bu başarının  arkasında ülkemiz dahil,  bütün ülkelerden yüzlerce mimar, arkeolog, sanat tarihçisi, kent planlamacısı,  akademisyen, teknisyen,  restoratör, müzeci, yerel  yönetici , sivil toplum mensubu ve diplomat var. Hatta hepsi olmasa da  politikacılar da... 

Nitekim,  başlangıçta ülkeler Sözleşmeye taraf olmakta ağır davranırken bugün 194 ülke taraf.  

Hatta Filistin'in üyeliği nedeniyle UNESCO'dan ayrılmış olan ABD ve İsrail'in bu UNESCO sözleşmesine taraf olmaya devam etmeleri, Sözleşmeye verilen önemi gösteren bir veri...  

MUTLU BİR  YILDÖNÜMÜNÜN BURUK YÖNÜ

Ancak bu yıldönümünün buruk bir yönü var: 

Dünya Mirası Sözleşmesinin başıca organı olan Dünya Mirası Komitesi ilk kez bu yıl yıllık toplantısını yapamadı. 

Geçen yıl yapılan Komite toplantısında, bu yıl Komiteye Rusya Federasyonunun ve Kazan şehrinin  evsahipliği ve başkanlık yapması daha önce kararlaştırılmıştı.  

Ancak Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı ve bu saldırı sırasında birçok kültür varlığının tahrip olması diğer ülkelerde tepki yarattı.  

Zira Dünya Mirası Sözleşmesinin 6. maddesi, Sözleşmeye taraf ülkelerin kendi veya diğer ülkelerdeki  kültürel ve doğal mirasa doğrudan veya dolaylı zarar verebilecek maksatlı eylemlerden kaçınmak yükümlülüğü altında olduklarını söyler.  

Oysa Son  UNESCO verilerine göre  Ukrayna'da içinde müze, anıt, kütüphane, dini ve tarihi yerlerin bulunduğu toplam 213 alan zarar görmüştür.  

Bunlar arasında Ukrayna'nın geçici listesinde bulunan bir alan varsa da  Ukrayna'nın 7 Dünya Mirası Alanının olmadığı anlaşılıyor.   

Birçok ülke ,  Rusya'nın Kazan şehrinde geçen yaz yapılması gereken toplantıya katılamayacağını beyan edince , toplantı  süresiz olarak ertelenmiş oldu. Umarım bir uzlaşı olur ve toplantı bir an once hiç olmazsa  Paris'te UNESCO Merkezinde yapılabilir.

UNESCO'NUN   KÖKENİ VE ANA HEDEFİ

Komite Toplantısına ilk kez  bir silahlı çatışmanın , bir savaşın engel olması  zaman geçtikçe unutulmakta ve ihmal edilmekte olan çok önemli bir noktanın hatırlanmasını gerektiriyor. 

Zira bu sözleşme  son yıllarda  artık sadece turizm , gelir ve prestij  amaçlı teknik bir koruma çerçevesinden ibaretmiş  gibi görülüyor.  

Dünya Mirası Listesi, ülkelerin ve kentlerin sanki yarıştığı elitist bir güzellik yarışması,  bir rekabet alanı imiş gibi gibi algılanıyor.   

Bu bence,  cok ciddi bir yanılgı ve algılama hatası, işi özünden  de uzaklaştırıyor. Dünya mirasının korunması gereken ortak bir kültürel diyalog ve yakınlaşma, anlayış aracı, bütün  insanlığa ortaklık, özgüven ve dayanıklılık  duygusu ilham eden bir unsur olması gerektiği unutuluyor. 

Tabiatıyla bu yanlış algılama uzmanlar bakımından değil kamuoyları ve siyasiler bakımından...  

Oysa,  bu sözleşmenin önemli bir arka planı var. 

Sözleşmenin kaynağı olan  UNESCO'nun varlık sebebi, kuruluş sebebi, ana hedefi  neydi? 

Sözleşmenin 50. Yıldönümünü vesilesiyle öncelikle bunu kısaca hatırlatmak isterim.

Bunun bütün dünya için olduğu gibi,  ülkemizdeki zihniyet ve uygulamalar bakımından da gerekli olduğunu düşünüyorum.           

Biliyorsunuz,  1. Dünya Savaşı kitle imha silahlarının ve savaş uçaklarının ilk kez kullanıldığı çok kanlı bir savaş oldu.  

Bu savaşın sonuçları, insanlığın geleceği konusunda büyük bir tedirginlik yarattı.  

Ve savaştan hemen sonra yeni bir savaşın önlenmesi ve kalıcı bir barışın kurulması konusunda siyasi ve entellektüel egzersizler başladı.   

Milletler Cemiyetinin kurulması bunun siyasi sonucunıu teşkil etti.  

Ancak savaşların siyasi düzenlemeler ile sona eremeyeceği, bunun kültürel bir boyutunun da olması gerektiği yolunda isabetli bir yaklaşım da ortaya çıktı.  

Bunun sonucunda Uluslararası Entellektüel İşbirliği Komisyonu ve bilahare  Enstitüsü kuruldu. 

Ünlü filozof Henri Bergson'un ilk başkanı olduğu bu kurumda Einstein, Madame Curie, Paul Valery, Tagore,    Thomas Mann gibi seçkin sanatçı ve bilim adamları faaliyet gösterdiler.  

Bunu hedefi , yukarıda söylediğim gibi,  yeni bir savaşın önlenmesi ve kalıcı bir barışın kurulmasının yollarını tespit etmekti.  

Bu doğrultuda,  Enstitü'nün yayınladığı ilk ilginç belgelerden biri de Albert Einstein'ın Enstitü adına  yeni bir savaşın nasıl önlenebileceği şeklinde sorduğu bir soru  ile Sigmund Freud'un buna verdiği   cevaptan  oluşan  ünlü mektuplaşmadır.   

Bu iki mektup  Enstitünün yayını olarak, tesdüfen Hitler'in iktidara geldiği yıl olan 1933 yılında basılmıştır.  

Freud, cevabi  mektubunun  son paragrafında özetle ''insanların kültürel gelişimi için yapılan her şey savaşa karşı barış için  yapılmış demektir''  der.

İkinci Büyük Savaş engellenemedi ama ortaya çıkan bu ve benzeri fikirler , savaştan sonra Birleşmiş Milletlere parallel olarak kurulan UNESCO'nun felsefesinin nüvesini oluşturdu.  

UNESCO'nun kuruluş anlaşmasını  imzalayan ilk 20 ülkeden bir Türkiye olmuştur.  İmza da o zamanki Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'e aittir.   

Nitekin Enstitünün  bütün hafızası, arşivi, dosyaları ve müktesebatı UNESCO'ya devredildi.   

SÖZLEŞMENİN VARLIK SEBEBİ

UNESCO' nun Kuruluş Yasasını  okursanız , iki büyük savaşın yarattığı dehşeti,   tedirginliği ve bunu aşmak için içine girilen arayışın heyecanını ve kararlılığını görmek mümkündür. 

UNESCO Kuruluş Yasasının  meşhur giriş paragrafı aynen şöyle der: ''Savaşlar insanların zihinlerinde başlar, barışın savunma siperlerinin de zihinlerde kurulması gerekir''  ... 

Dolayısıyla UNESCO'nun varlık sebebi ve tek hedefi ''barış'', evrensel barıştır.   

Ancak hedeflenen barış durumu, sadece savaşsızlık halinden ibaret  değildir.  

Bu barış anlayışı, bireysel ve toplumsal gelişme,  çevre ve doğa ile ilişkiler ve insan haklarını da kapsamaktadır.  

UNESCO Kuruluş Yasası,   bunun sağlanmasının  yolunun  da halkların eğitim, kültür, bilim ve iletişim yoluyla birbirini daha iyi tanımasından ,anlamasından dolayısıyla kültürel diyalog ve işbirliğinden geçtiğini vurgular ve bunun mekanizmalarını düzenler.  

Bu mekanizmalar arasında yer alan  ''dünyanın mirasını teşkil eden kitap, sanat eseri ve tarihi anıtların muhafazası ve korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması  gereken sözleşmelerin yapılması'' yolundaki ifadeler Dünya Mirası Sözleşmesinin yasal dayanağını oluşturdu.      

SÖZLEŞMEYE GİDEN YOL

Sözleşmenin pratik kaynağı ise , 1950'lerin sonunda Mısır'daki  Nil Nehri üzerinde yapılan Aswan baraj gölünün altında kalan Mısır Firavunlar Dönemi  Nubya  anıtlarının kurtarılması için açılan uluslararası teknik ve mali yardım kampanyası oldu.                  

Bu kampanya başlangıçta bir defalık olarak düşünülmüştü. Ancak kampanyanın  başarısı üzerine Venedik, Peru Cuzco ve Endonezya Barabodur,  Persopolis  gibi alanlar ile ilgili  talepler geldiği görüldü.               

İkinci dünya savaşından sonra sanayileşmenin, kentleşmenin , yapılaşmanın hızlanmasının, çevre kirliliğinin artmasının, yer yer bölgesel silahlı çatışmaların devam etmesinin  , doğal afetlerin  ve zamanın getirdiği yıpranmanın  esasen kültürel ve doğal miras için tehdit oluşturduğu görülüyordu.         

Özellikle bütün insanlık için seçkin değer taşıyan varlıkların  koruma,  kurtarma ve onarımı için  ülkelerin ulusal mali ve teknik kaynaklarının yeterli olmadığı durumlarda uluslararası dayanışmanın gerektiği ortaya çıkmaya başlamıştı.      

Bu arada 1956'de  Uluslararası Kültürel Varlıkların Koruma ve Onarım Araştırma Merkezi ICCROM'un, 1965'de Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi ICOMOS'un kurulması UNESCO'ya güçlü bir teknik altyapı sağladı. 

Bu vesileyle ICCROM'un uzun süre Genel Direktörlüğünü parlak biçimde yapan ve birkaç ay önce kaybettiğimiz Prof. Dr. Cevat Erder'i, ve ICOMOS'un kuruluşunda büyük katkısı olan yine birkaç yıl once kaybettiğimiz Prof. Dr. Doğan Kuban'ı saygıyla anmak isterim. UNESCO ile ilgili görevlerim münasebetiyle ikisi ile de tanışmak mutluluğuna eriştim. İkisi ile de ülkemizdeki  koruma alanındaki heyecanımızı ve  bazı ortak hayal kırıklıklarımızı da  paylaşmıştık.  

Doğal Miras alanında ise  1948 yılında esasen kurulmuş olan IUCN (Doğanın Korunması için Uluslararası  Birlik ) alanında öncü ve UNESCO'ya destek  oldu.   

Bunun üzerine, 1966 yılında  14.UNESCO Genel Konferansında alınan bir karar doğrultusunda, uluslararası bir koruma sistemi kurulması imkanlarını araştıran , uzmanlar düzeyinde bir  toplantılar süreci başladı.

Kurulacak sistemin bir fon veya vakıf olması üzerinde duruldu ,  konu  UNESCO dışında Habitat Konferansında  da ele alındı.   Oldukça sancılı ve uzun  süren, inişli çıkışlı  bu istişare toplantıları nihayet tam elli yıl önce dün,  bu sözleşmenin UNESCO Genel Konferansında kabul edilmesiyle meyvasını verdi.   

YENİLİKÇİ BİR SÖZLEŞME

Dünya Mirası Sözleşmesi ,  kendine özgü ve yenilikçi bir sözleşme  sayılabilir.

Sözleşmenin birkaç yönünü  vurgulamak isterim:

  • İnsanlığın Ortak Mirası anlamındaki  Dünya Mirası yeni bir kavramdır. Bu tıpkı insan hakları veya soykırım gibi yaratıcı bir kavramlaştırma, bir tür buluştur.Diğer uluslararası sözleşmelerde genellikle sadece  ortak çıkarlardan bahsedilirken burada mirasta somut bir ortaklıktan bahsedilmektedir.  

 

  • Doğal ve kültürel mirasların bir başlık altında  birleştirilmesi  uzun tartışmalardan sonra mümkün olmuştur.  Doğanın çevreden ibaret olmayıp miras özelliği de taşıdığı, doğal ve kültürel mirasın aynı anda tehdit altında olduğu anlayışı gelişmiştir.  Bunların uzlaştırılması ve birbirini tamamlayıcı biçimde ele alınmasının  ,  bugünkü iklim değişikliği tartışmaları bağlamında anlamlı ve isabetli olduğu artık iyica ortaya çıkmıştır. 

 

  • Sözleşme,  Listeye oluşturmada esas alınacak temel  ölçütleri (bütünlük, otantiklik ve evrensel seçkin değere sahip olmak)  ayrıntılı olarak tespit etmiştir. En önemlisi koruma konusunda yeni ve yüksek standartlar ve yöntemler koymuştur. Koruma güvencesi şartını getirmiştir. Sözleşmenin kendisi 15 maddelik bir bir metin olmakla birlikte, 200 sayfaya yakın ayrıntılı bir operasyonel uygulama kılavuzu bulunmaktadır.  

 

  • Sözleşme ve kılavuzu  Dünya Miras Listesinde yer almayan alanların korunması için de  evrensel bir   yol gösterici  niteliğinde olmuştur. Sözleşme esasen Listede yer almayan yerlerin değerini de vurgulamıştır. 

 

  • Sözleşme gereğince,  ''acil'' koruma için uluslararası teknik ve maddi yardımı gerektiren seçkin alanların tespiti amacıyla Dünya Mirası Listesi oluşturmaya başlanmıştır. Ancak Liste,   öngörülen sayıyı ve ilgiyi çok  aşmıştır. Sözleşmeyi hazırlayanlar,  önemli olanın Liste değil  teknik işbirliği olacağını zannetmişlerdi,  yanıldıkları ortaya çıkmıştır. Bu ilgi, Dünya  Mirası Merkezi için büyük bir iş yükü yaratmış, başvuru sayısının sınırlanması zorulu olmuştur.  

 

SÖZLEŞMENİN İLHAM VERDİĞİ DİĞER ALANLAR     

Dünya Mirası Sözleşmesinin başarısı, bu sözleşme kapsamına girmeyen kültür mirası unsurları için de benzer programlar ve UNESCO sözleşmeleri  hazırlanmasının yolunu açmıştır. Böylece insanlığın kültürel ve doğal mirası bütün boyutlarıyla birbirini tamamlayacak şekilde korunması  öngörülmüştür.   

Örneğin: 

2001 yılında Sualtı Kültürel Mirası Sözleşmesi,  

2003 yılında Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi, 

2005 yılında Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Teşviki Sözleşmesi ,  

1992'de ise Dünya Belleği Programı Kabul edilmiştir. 

Doğal Miras alanlarını ilgilendiren iki program da mevcuttur :  İnsan ve Biyosfer Programı  ve UNESCO Küresel Jeoparklar Programı . Bunlardan ilkinde Türkiye'den Camili, ikincide ise Kula yer almaktadır.

Ayrıca UNESCO'nun seçkin şahsiyet ve olayları belirli  yıldönümlerinde uluslararası düzeyde anma programı çerçevesinde,  miras konusu ile ilgili olarak , örneğin ülkemizden  Mimar Sinan, Osman Hamdi Bey, Ahmet Aru, Türk İslam Eserleri Müzesi anılmışlardır.  

Bunlara ilaveten Dünya Mirası Sözleşmesinden once imzalanmış olan iki sözleşme uygulamada birlikte değerledirilmektedir.: 

1954 Silahlı Çatışma Halindeki Kültürel Varlıkların Korunması Sözleşmesi ve ek protokoller 

Kültürel Varlıkların Yasadışı İthal, İhraç, ve Transferinin Önlenmesi Sözleşmesi (1970)  

SÖZLEŞMENİN YARARLARI VE ÖNCELİKLERİ

Dünya Mirası Sözleşmesinden sağlanan faydaların başlıcaları şöyle sıralanabilir: 

Daha iyi koruma sağlama; 

Farkındalık ve bilinç  yaratma;

Kültürel diyaloga imkan verme; 

Miras alanında eğitimin gelişmesi,

İstihdam yaratma,  

Yerel topluluklara gelir katkısı;  

Uluslararası finansman ve teknik yardım temini . 

UNESCO'nun Dünya Mirası Sözleşmesinin uygulamasında tespit ettiği Stratejik Öncelikler(4C) denilen hususlar şunlardır:  

  1. İnanılırlık: Dengeli temsil  
  2. Koruma 
  3. Kapasite Geliştirme  
  4. İletişim ve farkındalık  
  5. Toplumun Rolü 

 

 ZARAR GÖREN VE TEHLİKE ALTINDAKİ  MİRAS

Bu arada, doğum günlerinde tatsız anılardan bahsetmek pek hoş olmasa da şunu da hatırlamak zorundayız:  Dünya Mirası Sözleşmesinin 50 yılı içinde bazı miras alanları ne yazık ki kimi zaman doğal afetlerden, kimi zaman savaş veya silahlı çatışmalardan kimi zaman da kentleşme ve aşırı yapılaşmadan, rant hırsından çeşitli derecelerde zarar gördü. Sözleşmenin deyimiyle mirasın ''yoksullaşması'' sözkonusu oldu. Bunların bazılarının onarımı mümkün oldu. Bazıları Tehlike Altında Miras Listesine alındı, kimi zaman Dünya Mirası Listesinden çıkarılanlar oldu. Bu olaylar Dünya Mirası Sözleşmesinin önemini  ve gereğini acı biçimde de olsa ortaya çıkardı. Bu alanlardan sadece birkaçını saymam gerekirse:

Tehlike altında miras listesine alınanlar: Kudüs/Suriye , Afganistán,  Libya Yemen ve Irak'daki bazı varlıklar/ Viyana ... 

Dünya Mirası Listesinden çıkarılanlar:  Dresden  Elbe Vadisi/Liverpool Deniz Ticareti Şehri/Oman  Oryx Doğal Alanı

Kısmen çıkarılanlar: Gürcistan'daki Bagrati Katedrali  

1985 Yılında UNESCO Dünya Miras Listesine Dahil Edilen Divriği Ulu Camii ©whc.unesco.org
   

TÜRKİYE  VE DÜNYA MİRASI   SÖZLEŞMESİ:             

Türkiye'nin Dünya Mirası Yolculuğuna gelecek olursak, bu  uluslararası Sözleşmenin uygulanmasından sorumlu bir diplomat olarak,   hasbelkader bu yolculuğa ilk günlerinden itibaren fiilen tanık oldum . Sanat tarihçisi, arkeolog veya mimar ve restoratörlerimizin farklı açılardan görüş ve yorumları olabilir , ben kendi gözlem ve deneyimlerim temelinde şunları söylemek isterim. 

Türkiye'nin Dünya Mirası Yolculuğuna başından itibaren bakacak olursak şöyle bir seyir izlediğini görürüz:  

1972: Sözleşme UNESCO  Genel Konferansında oybirliğiyle kabul edildi. 

1976:   20 ülkenin imzalamasıyla sözleşme  yürürlüğe girdi.

Türkiye Sözleşmeyi onaylayan taraf olan ilk  grup  ülkeler arasında yer almadı. Bunun nedenleri  arasında egemen haklar  konusu, Dünya Mirası Fonuna katkı meselesi, üstlenilecek yükümlülükler  gibi hususların yer almış olması muhtemeldir. O dönemde ülkemizde sık değişen koalisyon hükümetlerinin görevde olmaları  ve Kültür Bakanlığının o tarihlerde henüz teşkilatlanmasını tamamalamamış nispeten yeni bir  bakanlık olması da gecikme nedenleri arasında akla gelebilir.  

1972—79  arasında inceleme sürecinin gerçekleştiği anlaşılıyor.

1979-1982 arasında yasama organında  onay işlemleri başladı ve sonuçlandı.  1979 yılının son ayında Dışişleri Bakanlığında göreve başladığım sabah işlem yapmam için bana  önüme koyulan ilk evrak bu sözleşmeydi ve ilk işim onay evraklarını hazırlamaktı . Tam 30 yıl sonra ise Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak atandığım UNESCO'da yolculuğun ileri bir aşamasında yer aldım.

1983'de Sözleşme ile ilgili kanun resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanun gerekçesinde ulusal koruma mevzuatımızda öngörülen önlem ve yaptırımların uluslararası düzeyde de alınabilmesi için Sözleşmeye taraf olmakta büyük fayda görüldüğünün ifade edilmesi dikkat çekmektedir.  Gerekçede Türkiye'nin doğal ve kültürel zenginliği nedeniyle Dünya Mirası Listesinde ön sırada yer alması beklentisinin de dile getirilmesi de kayda değerdir.

1984'de, demek ki Sözleşmeyi onaylar onaylamaz ,  ilk kez Dünya Mirası Komitesi üyeliğine  aday olmuş  ve seçilmişiz.  

1985'de Dünya Mirası Listesine ilk  kayıtlarımız gerçekleşti.   Listeye ilk seçilen yerlerimiz, 1985 yılında İstanbul Tarihi Yarımadasındaki alanlar, Divriği Ulu Cami  ve Kapadokya oldu.  

1985 yılından bu yana geçen 38 yıl içinde 19 yerimiz  bu listeye seçildi. 

1994 Yılında UNESCO Dünya Miras Listesine Dahil Edilen Safranbolu ©whc.unesco.org

TÜRKİYE BAKIMINDAN SÖZLEŞMENİN MUHASEBESİ

Gelinen noktada baktığımızda , UNESCO Dünya Doğal ve Kültürel Dünya Mirası Sözleşmesinin uygulanmasından birçok açıdan yararlandığımızı söylemek mümkün.     

Sözleşme, ülkemizde korumada  uluslararası standartlara biraz daha yaklaşılmasına,  ve yerel düzeyde farkındalığın artmasına  belirli bir katkıda bulundu. 

Ülkemizdeki koruma faaliyetlerinde özenin, niteliğin ve bilinç düzeyinin yükselmesinde de bir  ölçüde rol oynadı. 

Üniversitelerde  kültür mirası alanındaki akademik çalışmalarını artmasını sağladı. 

Kültürel diplomasimizin en önemli kaldıraçlarından biri oldu. 

Turizm sektörümüzde kültür turizmi unsurunun yerini güçlendirdi.  

Ancak   Sözleşmenin Türkiyedeki uygulaması, olumlu sonuçlarına rağmen, kimi zaman ciddi  sorunlarla da karşılaştı ve tartışmalara  yol açtı. 

Şimdi kişisel deneyimim çerçevesinde gözlemlediğim olumlu ve olumsuz unsurlardan bahsetmek isterim:  

OLUMLU UNSURLAR:

A. Yasal Düzenlemeler:

a)   Anayasamızın  Madde 64'si, '' Devlet tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar ve bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirler alır.'' diyerek koruma politikalarımıza sağlam bir temel oluşturmaktadır.

b)   Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, kapsamlı ve ayrıntılı bir düzenlemedir ve bu kanunun  28 Temmuz 1983'da , Dünya Mirası Sözleşmesini onaylamamızın hemen akabinde  yürürlüğe girmesi dikkat çekicidir.  

c)     Koruma Kanununda Alan Yönetimi ve diğer bazı konularda 2004 yılında yapılan değişiklik, ileride adaylık dosyalarımızın kabulünü kolaylaştıran unsurlardan bir olmuştur.

d)     Bunu takiben , 2005 yılında Alan Yönetimi ile Anıt Eser Kurulunun Kuruluş ve Görevleri  ile Yönetim Alanlarının Belirlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin çıkması aynı şekilde olumlu bir gelişme teşkil etmiştir.

B. Yapısal Düzenlemeler:

a) Kültür ve Turizm Bakanlığında zamanın Bakanı Sayın Ertuğrul Günay'ın özel ilgisi ve talimatıyla  UNESCO Biriminin düzeyinin yükseltilmesi ve kadrosunun genişlemesi ;  

b) UNESCO Türkiye Milli Komisyonunun  da Dünya Mirası Programına öncelikli olarak eğilmesi; 2003 Sözleşmesi alanında dünya çapında bir uzman olan UTMK Başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz'un  bu tecrübesini 1972 Sözleşmesinin uygulaması alanında da değerlendirmesi, bu alanda ihtisas komitesi ve izleme grupları kurulması; Prof. Dr. Zeki Kaya'nın doğal miras, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Gül İrepoğlu ve Doç. Dr. Nevra Ertürk'ün kültürel miras aklanındaki koordinatör rolleri, Genel Sekreter Şule Ürün'ün Doğal Miras konusundaki yüksek lisans tezi..  Türkiye'nin Dünya Mirası Alanlarını bilimsel biçimde anlatan gördüğünüz kapsamlı yayın  ....

c) Dışişleri Bakanlığımız Kültür İşleri Genel Müdürlüğünün  ve UNESCO Nezdindeki Daimi  Temsilciliğimizin konuyu öncelikli olarak ele almaları;

d) DMK Üyeliği ve  Komite toplantısına evsahipliğimiz için yürütülen kampanyaların başarıyla sonuçlanması;

e) Dünya Mirası Fonuna Katkı Payımızın UNESCO Bütçesine katkımızın  %2'si oranına yükseltilmesi;

f) Ülkemizde Arkeoloji Enstitüsünün  kurulması;

g) Kadir Has Üniversitesi Dünya Mirası Alanlarının Yönetimi ve Tanıtımı : Yeni Medya ve Katılım UNESCO Kürsüsünün kurulması. Kürsü başkanı Prof. Dr. Yonca Erkan'ın Dünya Mirası Merkezinde daha önce bir süre görev yapmış olması;

h) Üniversitelerde kültür mirası bölümlerinin açılması , lisans ve lisansüstü ve doktora tezleri yazılması;

i) Kültür ve Turizm Bakanlığının Dünya Mirası Merkezinde  ve UNESCO Kaçakçılık Biriminde secondment yöntemiyle personel görevlendirmesi;

j) Belediye Başkanları ve yerel yetkilileri arasında bu konuya vizyoner bir bakışla yaklaşanlar olması  ;

k) STK'ların rolü: Çekül Vakfı, Tarih Şehirler Birliği, Dünya Mirası Gezginleri  ve benzerleri...

l) Medyanın rolü de farkındalık bakımından çok önemli: Özgen Acar, Sedat  Ergin, Ömer Erbil, Müge Akgün, Hazal Ocak , Gürsel Göncü gibi gazetecilerin miras konusunu izleyen,  öne çıkartan ve uyarıcı yayın ve gayretleri;

m)  Özel Sektörün Dünya Miras Alanlarındaki arkeolojik  kazı ve diğer miras koruma ve tanıtma alanlarındaki sponsorlukları.

OLUMSUZ UNSURLAR: 

a) Miras ve  koruma zihniyeti ve duyarlılığı bakımından eksiklikler; 

b)    Sözleşmenin ruhunun ve temel kavram ve mekanizmalarının yeterince kavranmamış olması; 

c) Mirasa yönelik olumsuz görsel ve fiziki etkiler bakımından kimi zaman duyarlı davranılmaması;   

d) Rant ve yapılaşma isteğinin kimi zaman  öne çıkması;  UNESCO'nun tavsiye ettiği Koruma ve Kalkınma Dengesinin yeterince uygulanmaması; 

e) Konunun UNESCO ilkelerinin aksine, kimi zaman politize  edilmesi;  

f) Sözleşmenin çok önem verdiği , paydaşlar arasında sağlıklı bir iletişim olması hususunun kimi zaman  ihmal edilmesi ve bunun yarattığı güvensizlik;  

g) Yine Sözleşmenin önerdiği bütünsel ve stratejik bakış yaklaşımının eksik kalması, Yönetim Planlarının bazı alanlardaki yokluğu, gecikmesi veya uygun biçimde uygulanmaması.  

h) Büyük altyapı çalışmalarının önceden UNESCO ile istişare edilme  usulünün çoğu zaman   ihmal edilmesi ve bunun yarattığı sorunlar. 

EKSİKLERİMİZ

Listede halen iki karma alan (Kapadokya/Göreme ve Hierapolis/Pamukkale) dışında maalesef münhasıran  doğal alanımız ve ayrıca  sınırötesi alanımız bulunmamaktadır. Geçici Listedeki 84 yerimizden ise sadece  4'ü  doğal alandır.  

1998 Yılında UNESCO Dünya Miras Listesine Dahil Edilen Troia Ören Yeri ©whc.unesco.org

TÜRKİYE'NİN DÜNYA MİRASI LİSTESİNDE BULUNAN 19 VARLIK   İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER: 

Türkiye'nin  Dünya Mirası  Listesindeki varlıklarını Listeye giriş sırasına göre inceleyecek olursak:

  • Türkiye'nin Sözleşmeye küçük bir gecikmeyle  taraf olduğu 1983 yılının hemen ertesinde , 1984 yılında Dünya Mirası Komitesi üyeliğine ilgi gösterdiğini, aday olduğunu ve seçildiğini görüyoruz.  

 

  • 1985 yılında ise Komite üyeliğimiz döneminde Listeye üç alanımız birden aday gösteriliyor ve kabul ediliyor:  İstanbul'un Tarihi Alanları Sultanahmet Arkeolojik Parkı, Süleymaniye Külliyedi, Zeyrek'deki Geleneksel Ahşap Evler ve Surlar) , Kapadokya/Göreme Milli Parkı ve Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi.

 

  • Bunların ortak özelliğinin , özellikle İstanbul'daki ahşap yapıar ve Kapadokya'daki kaya kiliselerdeki duvar resimleri bakımından , acil koruma ihtiyaçları olduğunu görüyoruz. Nitekim UNESCO bu konuda uluslararası bir kampanya açıyor, kampanya'nın bir parçası olarak bir tarafında İstanbul'un, bir tarafında Kapadokya'nın yer aldığı bir madalya da bastırıyor. Dünya Bankasından mali destek alınıyor.

 

  • Maalesef İstanbul sonraki yıllarda sorunlu alanlardan bir olarak beliriyor:  Benim görev dönemime rastlayan 2009 yılında,  başta Haliç Metro Köprüsü  olmak üzere , diğer bazı ciddi  sorunlar nedeniyle Tehlike Altında Miras Listesine alınması ihtimali çok ciddi biçimde ortaya çıktı. Ancak son anda Hükümetimizin   Dünya Miras Komitesi ile daha iyi bir işbirliği yapılması yolunda siyasi bir karar alması üzerine bu olumsuz ihtimal gerçekleşmedi. Bu sancılı  süreç ayrı bir konferans konusu olabilir.

 

  • Sözkonusu  olumlu tutum değişikliği, Köprü projesinin  bağımsız etki değerlendirmesi doğrultusunda geç de olsa bir ölçüde düzeltilmesi  ve Tarihi yarımadanın tamamı için bir Yönetim Planı hazırlanmasıyla sonucunu verdi.  Yönetim Planınının hazırlanmasında Prof. Dr. İclal Dinçer ve Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy ve diğer  hocaların rollerini anmak gerekir.  

 

  • 2009'daki kriz aşıldıktan sonra ise sorunlar bitmedi,  Zeytinburnu Gökdelenlerin İstanbul'un tarihi silüetini görsel olarak etkilemesi ve  Ayasofya Müzesinin statüsünde 2021 yılında yapılan değişikliğin   UNESCO ile Sözleşmenin gerektirdiği gibi  istişare edilmemiş olması gibi gerek kamuoyunu gerekse Dünya Miras Merkezini meşgul eden talihsiz gelişmeler  devam ediyor. 

 

  • Kapadokya'nın hassas ve çetin koşullarına rağmen koruma çalışmaları sürüyor.Son olarak bir yol inşaatı kamuoyuna yansıdı ve yetkililerce bazı izahatler yapıldı.  Divriği'de ise bir Bilim Kurulu denetiminde güçlendirme çalışmaları yapılıyor. Rahmetli Doğan Kuban'ın Ulu Cami'nin  bir tür cam fanus içinde korumaya alınması yolundaki önerisini UNESCO'da Divriğili vatandaşımız Hasan Basri Hamulu'nu girişimiyle açılan fotoğraf sergisi ile eşzamanlı olarak düzenlediğimiz bir panelde tartışmıştık.

  

  • Hemen arkasından 1986 yılında Hitit Başkenti Hattuşa listeye kaydediliyor. Bunda alanın Alman Kazısı olmasının da rol oynadığı tahmin edilebilir. Biliyorsunuz Hattuşa'da bulunan Kadeş Antlaşmasının bir replikası, ilk uluslararası diplomatik belge olması nedeniyle  neredeyse elli yıldır hediyemiz olarak BM Güvenlik Konseyinin girişini süslüyor.  Hattuşa ile son dönemde meydana gelen gelişmeler arasında , yıllar önce onarım için Almanya'ya gönderilen iki sfenksin UNESCO aracılığı sonucunda  iadesini ve birinin orjinal yeri olan Hattuşa'ya  , diğerinin ise Ankara'daki Müzeye yerleştirilmiş olmasını, ve Hititolog Hatice Gonnet Bagana'nın önemli arşivini Çorum Müzesine bağışlamış olmasını sayabiliriz. 

 

  • 1987 yılında ise Nemrut Dağı listeye alınıyor. Bu önemli alanın Yönetim Planı mevcut ve ODTÜ'den Prof. Dr. Neriman Şahin Güçhan yönetiminde titiz koruma çalışmaları yapılıyor, bu arada yıpranmaya karşı innovative teknikler deneniyor. Nemrut'a teleferik ile çıkılması  önerisi uzmanlarca sakıncalı bulunuyor ve nedenleri kamuoyuna izah ediliyor.  

 

  • 1988'de ise  Hierapolis/Pamukkale karma alan olarak ve Xanthos/Letoon ise kültürel miras olarak listeye alınıyorlar. Bu alanların önceliğinde  kazılardaki   yabancı uzmanların adaylık dosyası hazırlamak bakımından tecrübeleri rol oynamış olabilir. 
  • Altı yıllık uzun bir aradan sonra  1994 yılında  Prof. Dr. Metin Sözen'in gayretleriyle Safranbolu Şehri Listeye giriyor.  

 

  • Yine 4 yıllık  bir aradan sonra ise 1998'de Truva Arkeolojik Alanı Listeye giriyor. Devam eden bu kazının yanında geçen yıllarda güzel bir müze de yapıldı ve hatta uluslararsı bir ödül de aldı. 

 

  • Truva'dan sonra 13 yıl hiçbir alanımız Listeye girmiyor. Bunun nedenleri arasında dünyada  Listeye olan ilginin artması sonucunda giriş koşullarının, başta Alan Yönetimi ve Planı olmak üzere zorlaşması sayılabilir. Zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay'ın konuya özel bir ilgi göstermesiyle ve bu doğrultuda Alan Yönetimi ile ile ilgili mevzuatımızın uygulanması ve Bakanlığın ilgili biriminin güçlenmesiyle  2011 yılından itibaren hemen hemen  her yıl Listeye bir , bazen  de çift alanımız giriyor.  Her başarılı adaylık dosyası diğer aday varlıklar için örnek teşkil ediyor. 

 

  • 2011'de benim Heyet başkanlığı yaptığım Komite Toplantısında Selimiye Camii ve Külliyesinin  tartışmasız kabul edilmesi  ve Selimiye'nin geleneksel koruma ve kayıt düzeni övülmesi güzel hatıralarımdan biri oldu. 

 

  • 2012'de Çatalhöyük'ü,  Dünya Mirası Merkezinin de Listede neolitik dönemin eksikliğini kapatma  teşviki doğrultusunda aday gösterdik ve derhal Listeye girdi . Çatalhöyük günümüzde de uluslararası akademik ve entellektüel çevrelerde devlet teorileri, eşitlikçi toplum ve kadının rolü konularında gündem yaratmaya devam ediyor. SBF'den Prof. Dr. Erdem Denk'in bu konudaki çalışmalarını özellikle belirtmem gerekir. Eski Kazı Başkanı İan Hodder Bilgi Üniversitesi  Kültürel Diplomasi ve Kültür Yönetimi UNESCO Kürsüsünde geçen aylarda dinlediğim bir konuşmasında 15 ciltlik kazı raporlarının son değerlendirme cildinin yakında hazır olacağını açıkladı.

 

  • 2014'de Bursa ve Cumalıkızık (Osmanlı Devletinin Doğuşu)  ve Bergama  Çok Katmanlı Kültürel Peyzajı listeye girdiler. Bu iki alan başarılı Alan  Yönetimi ve  Planına sahip olmalarıyla dikkat çekiyorlar.

 

  • 2015'de Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçelerini kültürel peyzaj kategorisinde, Efes ise kültürel miras olarak Listeye kabul ediliyor.  Efes'deki kazı bir ara Avusturya Hükümeti ile olan siyasi ilişkilerimizin bozulmasından olumsuz biçimde etkilendi ise de bu sorun aşıldı.  Diyarbakır'daki alan  ise maalesef Listeye girdikten sonra meydan gelen asayiş/güvenlik olaylarından zarar gördü ve onarıma ihtiyaç duyuyor.

 

  • Türkiye'nin takriben 30 yıl aradan sonra ikinci kez Dünya Mirası Komitesine seçilmesiyle,  2016 Dünya Mirası Komitesi Toplantısı İstanbul'da Türkiye'den Büyükelçi Lale Ülker'in başarılı  başkanlığında yapıldı.  Bu toplantıda aday gösterdiğimiz  Ani Arkeolojik Alanının Listeye kabulu üzerine Ermenistan Heyeti Başkanının  Heyetimizi tebrik etmesi , Sözleşmenin ruhuna uygun olumlu bir anekdot olarak dikkat çekti.  

 

  • 2017'de Listeye Kabul edilen Afrodisyas da Alan Yönetimi ve Planı olan ve Geyre Vakfınca da desteklenen bir kazı. Bölgedeki taş ocaklarının alana etkisi dikkatle izleniyor.  Bugünlerde Erimtan Müzesinde Ara Güler'in Afrodisyas'I keşfini anlatan önemli bir fotoğraf sergisi var. 

 

  • 2018'de Listeye alına Göbeklitepe esasen bütün dünyada ilgi görüyor. New York'da BM binasının bahçesine bir replikasını hediye edilerek yerleştirildi. Bu vesileyle Göbeklitepe'ye büyük emek verirken vefat eden Prof. Klaus Schmidt'i anmak gerekir. 

 

  • 2020'de covid salgını nedeniyle Dünya Mirası Komitesi toplanamadı. 2021 yılında Listeye son giren yerimiz Aslantepe oldu.

  

  • 2022'de Ukraynadaki savaşın etkisiyle ertelenen Komite Toplantısının gündeminde Gordiyon olacak. 

 

  • UNESCO Dünya Mirasi Merkezine iletilmiş olan geçici listemizde halen 84 varlığımız bulunuyor. Bunların 3'ü karma, dördü doğal, 77'si ise kültürel alanlar. Önümüzdeki yıllarda ise aday göstermemiz beklenen varlıklarımız arasında  İznik, Anadolu Ahşap Dam ve Direkli Camiler Serisi, Ayvalık Endüstriyel Peyzajı ve İzmir Tarihi Liman Kenti de bulunuyor.  
1985 Yılında UNESCO Dünya Miras Listesine Dahil Edilen Aphrodisias Antik Kenti ©whc.unesco.org

SONUÇ YERİNE: 

Geçen ay SBF'de düzenlenen Arkeopolitics platformu Açılış Toplantısında yaptığım konuşmada da anlatığım üzere, 35. UNESCO Genel Konferansı, Türkiye ve dünyada  arkeolojideki, müzecilikteki ve sanat eğitimindeki  öncülüğü nedeniyle Osman Hamdi Beyin de uluslararası düzeyde anılması karar vermişti.  

Bu vesileyle , UNESCO  Merkezinde  UTMK girişimiyle düzenlenen Osman Hamdi Beyi andığımız uluslararas  Sempozyumda açılış konuşmasını yapan UNESCO'nun Kültür İşlerinden sorumlu Genel Direktör Yardımcısı bir ara elindeki yazılı metinden ayrılarak ''Türkiye kültür mirası bakımından bir süper güçtür.'' eklinde bir ifade kullandı. Uluslararası kuruluş yöneticilerinin eşit davranmak zorunda oldukları ülkelerden birini bu şekilde öne çıkartmaları doğrusu alışılmış bir şey değildir.  Yetkilinin Türkiye'yi kültür mirası alanında süper güç olarak tanımlaması, mirasımızın sadece nicel , sayısal zenginliği  veya gelen turist sayısı ile ilgili değildi. Şunu söylemek istiyordu:   

''Kültürlerin kavşak noktasında bulunan Türkiye toprakları,   insan uygarlığının  en zengin kültürel diyaloglarına ve alışverişlerine sahne olmuştur... 

Dolayısıyla mimari,  estetik, teknik, idari , siyasi yaratıcılık bakımından  müstesna bir evrensel mirasa sahiptir...'' 

Bu tespiti, daha sonra çeşitli vesilelerle karşılaştığım görüştüğüm Türk Bakan, yetkili, gazeteci ve uzmanlarla hep paylaştım.  Tabii hepsi çok mutlu oluyor ve gurur duyuyorlardı. Ancak bu tespiti paylaşmaktan amacım karşılıklı böbürlenmek değildi.   Bunu aktardıktan sonra şu soruyu yöneltiyordum: 

Eğer Türkiye'nin başta arkeoloji olmak üzere  kültür mirası alanında bir süper güç olduğu tespitine katılıyorsanız, acaba Türkiye'nin bu alanda bir süper gücün sahip olması gereken  düzeyde idari ve yasal altyapıya, kadro imkanlarına,  teknik , teknolojik ve idari donanıma, araştırma ve eğitim kurumlarına,  mali kaynaklara yeterince sahip  olduğunu düşünüyor musunuz?  

Daha  önemlisi , kültür mirası alanında bir süper güç olmanın gerektirdiği bilince, anlayışa,  zihniyete ,duyarlılığa ve farkındalığa toplum olarak yeterince sahip olduğumuza inanıyor musunuz?   

Bence bu soruların cevabı Türkiye'nin Dünya Mirası Yolculuğunun da seyrini anlatacaktır.       

Teşekkür ederim.

Gürcan Türkoğlu  

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER