Erimtan Müzesi

Ankara’nın ilk özel müzesi olma özelliği taşıyan Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nin küratörleri Adrien Saunders ve Gül Pulhan, müzenin mimarları Ayşen Savaş’ın yanı sıra Onur Yüncü ve Can Aker’le müze ve koleksiyon hakkında konuştuk

Türkiye Koleksiyonerler Derneği’nin kurucusu, Ankaralı mühendis, koleksiyoner ve sanatsever Yüksel Erimtan, iki bin parçalık koleksiyonunu müzeye dönüştürdü. Ankara Kalesi’nin hemen yanında inşa edilen müzede, Erimtan Koleksiyonu’nun hemen hemen tamamı sergileniyor. Aynı zamanda bir eğitim ve kültür kurumu olarak tasarlanan müzede başta çocuklar olmak üzere, her yaştan gruba hitap eden eğitim programları da gerçekleşiyor. Müzenin bünyesinde ayrıca bir de kütüphane bulunuyor.

Aktüel Arkeoloji : Erimtan Müzesinin küratörlerinden biri olarak bize projeye dahil olma süreciniz ve üzerinde çalıştığınız, koleksiyonda bulunan eserler hakkında genel bir bilgi verebilir misiniz?

Adrian Saunders

Adrian Saunders: Sizin de bildiğiniz gibi koleksiyondaki eserler üzerinde Gül Pulhan ile birlikte çalıştık. İkimizin uzmanlık alanı farklı olduğundan benim üzerinde çalıştığım eserler üzerine bilgi verebilirim. Birlikte yaptığımız çalışma birbirini çok güzel bir şekilde tamamlayan bir çalışma oldu. Ben sikkeler üzerinde uzmanım. Gül Pulhan ise seramik konusunda oldukça geniş bir bilgiye sahip. İkisini bir araya getirdiğinizde iyi bir ekip olduğumuzu söylemek mümkün. Ben bu projeye bir kaç yıl önce Gül Pulhan aracılığıyla dahil oldum.

Müzeye ve koleksiyona bakmak için Ankara’ya ilk gidişimde şu anda müze binasının olduğu alanda yıkık bir binadan ve Yüksel Erimtan’ın ofisinden başka bir şey yoktu. Yüksel Bey’in ofisinde bulunan ve birçok cam ve seramik eserden oluşan koleksiyon oldukça karışık bir durumdaydı. Özellikle figürinlerin, silindir mühürlerin ve çok sayıdaki sikke koleksiyonunun konservasyondan geçmesi gerektiği ilk düşüncemiz oldu. Eserlerin çeşitliliğine bakarak koleksiyonun tipik bir özel koleksiyon olduğunu söyleyebiliriz aslında. Eserlerin bir çoğu, Yüksel Bey’e gösterilmiş toplama parçalardan oluşuyordu. Bazı eserlerin özellikle de cam ve mühür taşlarının katalog çalışmasının ve ona bağlı yayınının yapılmış olması, bizim bu konularda uzman olmamızdan dolayı oldukça iyi bir başlangıç noktası oldu. Müzelerin ya da özel koleksiyonlardaki eser sayısının artması bir problem çünkü eserlerin çoğu daha önceden hiç çalışılmamış oluyor. Bu nedenle Erimtan koleksiyonu da bizim için ilginç bir deneyim oldu.

AA: Anladığım kadarıyla koleksiyon çok sayıda küçük eserden oluşuyor. Bunların sunumunu gerçekleştirirken nasıl bir yöntem seçtiğinizden bahsedebilir misiniz?

AS: Genel olarak bakarsak koleksiyon çok sayıda karışık ve daha üzerinde hiç bir çalışmanın yapılmadığı eserlerden oluşuyordu. Bu noktada başlangıç noktamızın yaklaşık 2 bin eserden oluşan koleksiyonu öğrenmek olduğuna karar verdik ve her esere tek tek bakmak durumunda kaldık. Hepsi için ayrı ayrı literatür çalışması yaptık. Katalogları kontrol ettik ve Kültür Bakanlığı’nın envanter listeleri ile karşılaştırdık. Uzmanlık alanımıza giren eserlerin hepsiyle tek tek ilgilendik. Gül Pulhan, erken Anadolu malzemesi ve seramikler üzerinde çalışırken ben daha çok Roma ve Bizans Dönemi ile sikkeler üzerinde yoğunlaştım. Takı parçaları üzerinde ise ortak bir çalışma gerçekleştirdik. Bu konuda konunun uzmanı olan meslektaşlarımıza da danıştık. Oldukça uzun zaman alan bu eserleri tanıma ve anlama döneminden sonra bir sonraki aşamaya geçerek bu eserlerin nasıl sergilenmesi gerektiği konusunda çalışmaya başladık. Tabi ki arada uzmanlık alanımız dışında kaldığından ne olduğunu tam anlayamadığımız eserler de oldu. Bunları ayrıca bir grup yapıp diğer eserlerden ayırmak durumunda kalarak bunlara paralellik gösteren eserler için daha geniş kapsamlı araştırmalar gerçekleştirdik. Parçaların tam olarak nereden bulunduğunu bilemediğimizden bilinen eserler ile paralellikler bulmak konusunda bir takım zorluklar da yaşadık ama koleksiyon malzemesinin doğasının bu olduğunu biliyoruz.

Bütün bu aşamalardan sonra Anadolu malzemesi ve Hellenistik/Roma Dönemi malzemesi olmak üzere iki ana eser grubu oluşturduk ve bu eserleri birbiriyle nasıl ilişkilendireceğimiz üzerinde çalışmaya başladık. Bu aşama oldukça zorlu geçti ama en sonunda müzeye giren kişinin günlük Roma yaşamına dair fikir sahibi olabileceği bir düzen kurmaya karar verdik. Koleksiyonda çok sayıda Roma günlük hayatı hakkında bilgi verebilecek banyo malzemesi, sikke, takı ve mutfak malzemeleri bulunması bu konuda bize yardımcı oldu. Bu döneme ait eserleri en iyi yine o dönemin yazılı kaynaklarının anlatacağını düşünerek eserler ile bu eserlerinden bahseden yazılı kaynakları eşleştirmeye başladık. En sonunda bütün eserlerin onlar hakkında bilgi veren yazılı kaynaklar eşliğinde sunulmasına karar verildi. Bu tarz bir sunum tekniğinin Türkiye’de ve dünyanın bir çok yerinde oldukça yeni bir teknik olduğunu biliyoruz. Daha yeni yeni Avrupa ve Amerika’da bulunan müzelerde karşımıza çıkıyor. Bu nedenle bunu burada bu tarz bir koleksiyonda kullanabilmiş olmak bizi mutlu ediyor.

AA: Anladığımız kadarıyla koleksiyon çok sayıda küçük eserden oluşuyor. Bunların hepsinin birden ziyaretçiyi yormadan sergilenmesi konusunda herhangi bir sorun yaşadınız mı acaba?

AS: Evet tabi ki. Aslında yaşadığımız bir çok sorun bu kadar küçük eserin nasıl sergileneceği üzerine oldu. Eğer yüzlerce cam eseriniz varsa onları nasıl en iyi şekilde sergilemeniz gerektiği ve nasıl dikkat çekici hale getireceğiniz konusunda dikkatli olmanız gerekiyor. Bu aşamada Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi inanılmaz eserlere sahip bir müzenin hemen yanımızda bulunuyor olmasını da hesaba katmamız gerekti. Eğer sergileme açısından doğru teknikleri bulamazsak o müzenin yanında oldukça sönük ve sıkıcı kalma riskimiz vardı. Ama ilk başta eserler üzerinde tek tek çalışmış olmamız bu konuda bize hem eserler hakkında hem de oluşabilecek gruplar hakkında oldukça yararlı bilgiler sundu. Hangi eserin hangi eserle birlikte sunulacağı konusunda çalıştık. Sikkeler için ise her bir sikkenin hangi grupta hangi sırada duracağını gösteren oldukça büyük haritalar çıkardık.

AA: Koleksiyonda toplamda kaç sikke bulunuyor acaba?

AS: Koleksiyonda içlerinde oldukça özel olanlarla birlikte toplamda yaklaşık 700 adet sikke bulunuyor. Koleksiyonun Roma Dönemi sikkeleri açısından çok zengin olduğunu söyleyebiliriz.

AA: Bu koleksiyonun arkeolojiye ve akademiye olan katkısı konusunda düşünceleriniz nelerdir?

AS: Koleksiyonun geneline ve daha önce kataloğu yapılan belirli eser gruplarına ve tabi ki eserlerle yazılı kaynakların arasındaki bağlantıya baktığımda koleksiyonun akademik çalışmalara yardımcı bir öğe olduğunu ve belirli alanlardaki bilgi boşluklarını doldurduğunu düşünüyorum. Arkeolojiye olan katkısı açısından insanların bu eserlere bakarak bir çeşit devamlılık görmesi önemli. Eserin yazılı kaynakta bahsi geçenden çok da farklı ve ayrı bir şey olmadığını anlamak gerekiyor. Bana göre Türkiye’de bu konuda bir ayrım söz konusu. Arkeoloji yapan kişilerin yazılı kaynaklara ilgi göstermemesi ya da yazılı kaynaklar üzerinde çalışma yapan birinin asıl malzemeyle asla ilgilenmiyor olması gibi bir durum söz konusu. Bu bir sorun. Eğer bu ayrımları ortadan kaldırırsak daha sağlıklı ve kalıcı sonuçlar elde edeceğimizi düşünüyorum. Ben dil öğretiyorum ama aslında bir kültür öğretiyorum. Bunun bilincinde olmak gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda Erimtan Müzesinin gerek eser gerekse eseri sergileme açısından bu tarz konularda var olan boşlukları doldurmaya yardımcı bir kurum olacağına inanıyorum. Günümüz insanı modern sanata ilgi gösteriyor. Sergiler ya da konserler ve çeşitli kültürel aktiviteler üzerinden modern malzeme ile arkeolojik eser arasında bir köprü kurması açısından da, sanıyorum ki, Erimtan Müzesinin bir farklılık yarattığı yadsınamaz.

GÜL PULHAN

AA: Müzenin küratörlerinden biri olarak koleksiyonerlik ve Erimtan Müzesi koleksiyonu hakkındaki düşünceleriniz öğrenebilir miyiz?

GP: Bir arkeoloji koleksiyonerinin elindeki koleksiyonu müze haline dönüştürmesi aslında yapabileceği en iyi şey. Bunu topluma mal etmesi de bu konuda atabileceği en iyi adım diye düşünüyorum. O bakımdan Yüksel Erimtan’ın bu çabasını gerçekten çok takdir etmek lazım. Diğer koleksiyonerlere de örnek olmasını diliyoruz. Zaten bu tarz bir çalışmanın içinde yer almamın nedenlerinden biri de bu idi. Gerçi Yüksel Bey’in koleksiyonu daha önceden de bilim insanlarına açık bir koleksiyondu. Daha önceden de yapılmış olan ve cam eserlerin bir bölümü ile yüzük taşlarını kapsayan iki katalog var. Ama tabi ki yine de o koleksiyonda ne olduğunu herkesin bilmesi mümkün değil. Bütün arkeoloji koleksiyonerleri için de geçerli bir durum bu. Belki zaman zaman o koleksiyonlardan yayın yapan insanlar oluyor. Ama koleksiyonda ne olduğu kapalı kapılar ardında kalıyor. Dolayısıyla bunu bir müzeye dönüştürmek hele de Erimtan Müzesi kadar emek verilen şık bir müzeye dönüştürmek gerçekten yapılabilecek en güzel ve en ileri çalışma.

AA: Koleksiyondaki eserler üzerinde çalışırken karşılaştığınız zorluklar nelerdi acaba?

GP: Tabi koleksiyon malzemesiyle çalışmanın en büyük sorunu eserlerin nereden geldiklerinin bilinmemesi ve envanter ile ilgili yaşanan sorunlar. Dolayısıyla Adrian Saunders’in de belirttiği gibi eserleri belli gruplara bölmeden önce hem kronolojik olarak hem de tematik olarak çalışmamız ve doğru bilgiyi verebilmemiz için uzun bir araştırma süreci geçirdik. Yani pek çok eser için yayın taramak, karşılaştırma yapmak, benzerlerini aramak gerekti. Buna ek olarak arkeolojik köken bakımından eksik olan bilgi kısmını eserle bağlantılı olduğunu düşündüğümüz sosyal içerikle birlikte sunarak kapatmaya çalıştık. Sergilediğimiz her eser ile onların nasıl bir kültürün, nasıl bir hayatın, nasıl bir dönemin eseri olduğunu hem modern metinlerle hem de o eserlerle çağdaş eski metinlerle (eserlerin yapılmış olduğu zamandaki edebiyat ya da diğer tarz yazılarla) zaman zaman denk düşerse de başka şeylerle desteklemeye ve anlatmaya çalıştık.

AA: Bu projeye nasıl dahil oldunuz?

GP: Projeye müzenin mimarlarından biri aracılığı ile dahil oldum. Öncesinde eserlerin daha çok Roma Dönemine ait olduğu söylendiği için uzmanlık alanı o dönem üzerine olan kişi arayışı içinde idik. Ben klasik metinlerle ilgili bilgisinden dolayı Adrian Saunders’i önerdim. Kendimin de bu kadar çok işin içinde bulunacağımı düşünmemiştim. Fakat sonrasında ortaya çıktı ki eserlerin çoğunluğu klasik dönemlere ait ama içinde Anadolu arkeolojisinin parçaları olan alıştığımız Hitit ve biraz öncesi ya da Urartu Dönemi, Ön Asya ya da Klasik öncesi döneme ait eserler de koleksiyonun parçası aslında. Bu nedenle Adrian’la birlikte birbirimizi tamamlayacak şekilde çalışmanın en doğrusu olduğu kendiliğinden ortaya çıkmış oldu.

AA: Yaklaşık kaç eser üzerinde çalışma gerçekleştirdiniz? Sergilenebilecek eserleri tam olarak neye göre seçtiniz?

GP: Aslında koleksiyonda yaklaşık iki bin eser var ama tabi bunların çoğunluğu sikkelerden oluşuyor. Yaklaşık yedi yüz kadar sikke ve belki yüz kadar da yüzük taşı var. Onun dışında Roma döneminden kalma cam bardaklar ve koku şişelerinden oluşan bir cam grubu var. Yine Orta Anadolu’dan, MÖ 3000 yıllarına ait. Ama çoğu MÖ 2000’lerin başlarına ait olan çanak çömlekler de var. Uzun süren eser tanıma, gruplandırma ve gerekli olanlar için yapılan konservasyon çalışmalarından sonra Adrian’ın da belirttiği gibi eserleri nasıl bir konunun içine oturtabileceğimiz ve nasıl sergileyebiliriz kısmı kendiliğinden oluşmaya başladı. Biz bu çalışmaları yaparken müze binası da kendisinin belirlediği bazı sergileme unsurları ile birlikte inşa edilmekteydi. Mesela müzenin giriş katı tek tek eserlerin sergilenebileceği şekilde nişlerle düzenlenmişti. O zaman tabi biz de o bölümler için müzeye giren kişiye koleksiyonla ilgili bir fikir verecek, ziyaretçiyi heyecanlandıracak neler koyabiliriz, müzede bulunan koleksiyon ile ilgili genel izlenim veren eserleri nasıl seçebiliriz diye düşünmeye başladık. Daha sonra da müzenin ana sergisini oluşturan grupları nasıl yapabiliriz diye düşündük. Kronolojik olarak yapılacak olan bir düzenlemenin dengeli bir ayrım oluşturmadığını, bazı dönemler çok iyi temsil edilip bazı dönemler de zayıf kalacağını gördük. Öte yandan zaten yüz metre ilerisinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi zaten Anadolu arkeolojisinin her dönemini en şahane şekilde sunan bir müze var. Erimtan Müzesinin amacı oranın da yarattığı arkeoloji ve cazibe merkezi ortamından yararlanıp küçük ve tamamlayıcı, kendi içinde hoşlukları olan farklı bir müze sunmak oldu. Biz de buna uygun düşecek bir senaryoyu zaman içinde geliştirmeyi başardık sanıyorum ki.

AA: Kullandığınız sergi teknikleri nedir?

GP: Sergileme tekniklerine daha çok müze tasarımını yapan kişiler karar verdi. Biz Roma Dönemi eserlerinin ağırlığını görünce Roma günlük hayatından kesitler sunan bir hikaye kurgulamak istedik. Ve baktık ki eserlerin büyük bir çoğunluğu da yiyip içmekle ilgili. Aslında bu arkeolojinin her kesimi için geçerli. Bir kazıda da bulunan en çok şey insanın yine günlük hayatında kullandığı şeyler ve saklama pişirme ya da tüketimle ilgili malzemeler. Bizde de durum buydu. Hem çanak çömlek hem cam hem de bronz objelerin çok büyük bir kısmı neticede yiyecek ile bağlantılı idi. Dolayısıyla hikayenin merkezine bir ziyafet sofrasını, bir Roma akşamını, yani hayatın bir anını koymaya karar verdik.

Dediğimiz gibi çok fazla cam eser vardı elimizde. Bu cam eserleri ziyafet soframızın devamı gibi sunmaya çalıştık. Eserlerin hepsinde tipolojik bir ayrım yapmak yerine hayatın ve günlük kullanımının bir parçası halinde ve tematik düzenlemelerle göstermeye ve tabi ki sosyal bir içerikle desteklemeye çalıştık.

AA: Müzenin bir koleksiyon müzesi olması açısından arkeoloji dünyasında yarattığı ana etkiye değinirsek bu konuda ne düşündüğünüzü öğrenebilir miyiz?

GP: Arkeoloji koleksiyonerliği, Türkiye’de, neticede kanunlara ve yönetmeliklere bağlı olarak izinle yapılabilen bir şey. Yüksel Bey’in koleksiyonu da herhâlde bu güne kadar en itinayla düzenlenen ve aynı şekilde denetlenen örnek koleksiyonlardan bir tanesi. Ama bilimsel açıdan yaklaşırsanız arkeoloji dünyasında koleksiyon malzemesini yayınlamak çok ikircikli bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Pek çok uluslararası konferans ve uluslararası arkeoloji dergisi kanuni olarak bir özel koleksiyona ait olsa da nereden geldiği bilinmeyen dolayısıyla kaçak kazılar yoluyla ele geçirilmiş eserlerin yayınına izin vermiyor. Öte yandan arkeoloji koleksiyonerliği de hayatın bir gerçeği. Bu önüne geçilmesi çok mümkün bir şey değil ve Türkiye’deki çok yaygın bir kanaat de bu eserlerin yurtdışına gitmesindense Türkiye’de bir koleksiyonerin elinde olması, en azından Türkiye sınırları içinde kalması. Sanıyorum ki bu en yaygın karşımıza çıkan görüş. Koleksiyonerliğin en kuvvetli şekilde savunulduğu nokta da zaten bu nokta oluyor. Samimiyetle inanıyorum ki Yüksel Bey’in de arkeoloji koleksiyonu yapmasına neden olan neden bu. Tabi kişisel olarak tercihlerimin ötesinde. Neticede burada sergilenen eserlerin açığa çıkması ve kamuoyuna mal olması çok kıymetli bir durum. Aslında olabilecek en iyi durum. Bir koleksiyona girmiş olan eser artık toprağa ve ait olduğu yere geri dönemiyor tabi ama ilerleyen zaman içerisinde bu eserlerden üzerinde bilimsel çalışma yapılmamış olanlar ve hiç incelenmemiş olanların, uygun uzmanlarla iş birliği içerisinde, en azından katalog haline getirilmesi oldukça önemli.

ERİMTAN MÜZESİ

MÜDÜR – MİMARLAR ORTAK RÖPORTAJ (Mimarlar Ayşen Hanım, Onur ve Can bey)

AA: Erimtan Müzesinin misyonu ve önemi nedir?

MÜZE: Müzenin ana misyonu arkeolojiyi anlaşılır kılmak ve sevdirmek; bir de tabi yaşadığımız coğrafyadaki medeniyetlerin farkındalığını yaratmak. Yoksa tabi Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi ya da İstanbul Arkeoloji Müzeleri gibi dönemi tamamlayan, kronolojiyi tamamlayan bir koleksiyon değil bu. Koleksiyonerlerin koleksiyonu gibi pragmatik bir şey. Ama eserlerin arkasındaki öyküleri anlatarak hem halka bilginin daha kolay ulaşmasını sağlamak hem de arkeolojiyi sevdirmek ama misyonumuz. Müzenin bulunduğu konum itibari ile ve bu alanda kurulan müzelerin alanın kendisinin de bir tarihe sahip olduğunu, bunun kent bilinci ile doğrudan bağlantısı olduğunu ve sahiplik duygusunun bunun halka gösterilerek oluşturabileceğini vurgulamak açısından da oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu aslında önemli bir değişim noktası. Koç müzesinin oluşması, İstanbul Arkeoloji Müzelerinin kendini yenilemesi ve ondan sonra bu müzenin gelmesi aslında çok önemli. Bunlar birbirini tamamlayan öğeler. Bunun daha anlaşılır hale gelmesinde özellikle sizlerin katkısı çok önemli. Yani herkesin sahip çıkması ile bunu doğru anlamda doğmuş bir şey haline getirmek lazım.

AA: Sanırım Erimtan Müzesi sizin ilk arkeoloji müzesi projeniz.

Ayşen Hanım: Evet. Mimarlar zaten uzmanlıkları tek olan bir alan değil. Bir çok bina yapabiliyoruz. İlla ki müze mimarı olmamız gerekmiyor. Ama tabi bizim özelliğimiz kurumu oluşturuyor olmak. Her şeyi en başından kurup vizyonunu, misyonunu, nasıl bir müze olacak, nasıl bir kurum olması lazım, nereye otursun gibi noktaları da düşünerek kurumu oluşturuyoruz. Mimarlık bürosu gibi çalışmıyoruz. Akademisyenler olarak piyasada mimarlık yapan kişiler değiliz. Burada olmamız arkasında bir projenin olmasından kaynaklanıyor. Bunun arkeoloji olması ya da sanayi olması ya da sanat olması işi aslında çok da fazla değiştirmiyor. Ama arkeoloji olmasının önemi sizin de vurguladığınız gibi nesnenin kendisinin çok şakaya gelir bir nesne olmaması. Diğer yandan müze sadece bir sergileme kurumu değil, aynı zamanda bir araştırma kurumu da. Müzenin aslında yaptığı araştırmanın doğru bir zemine oturması için araştırıcıya nesneleri sunmak. Bu noktada müzenin arkeoloji müzesi ya da başka bir müze olması, müzenin kendisine ait anlamı ve amacı çok fazla etkilemiyor.

AA: Bu müze kime hitap ediyor?

MÜZE: Çağdaş müzeler kendilerini bir eğitim kurumu olarak algılıyorlar. Dolayısıyla toplumun bütün kesimlerine hitap edecek bir dizi program düşündük. Bunlar okul çağından itibaren başlayarak ilk okul ortaokul lise üniversite ve yetişkinlere kadar uzanan bir yelpazede bir dizi eğitim programından oluşuyor. Bir kısmına başladık. Bir kısmı bu yaz devreye girecek. Amaç hem eğlenceli bir ortam yaratmak hem de ciddi anlamda eğitim veren bir kurum olmak. Zaten amacımız sanatı ve objeleri tek başlarına sadece göstermek değil onların arkasında bulunan öyküleri de anlatmak. Bir nebze tarih dersi gibi olayı ziyaretçiye yaşatmak. Dolayısıyla sorunuzun yanıtı toplumun bütün kesimi, bütün yaş grupları. Tabi ki engelliler de dahil bu gruba. Onlar için de çeşitli programlar hazırlıyoruz.

AA: Müzede verilen eğitim programları hakkında bilgi verebilir misiniz?

MÜZE: Günde iki çocuk grubuna eğitim veriliyor. Tabi ki programlarımızı valilik ve genel il müdürlüğü ile ortaklaşa geliştirdik. Her şey onların onayından geçiyor. Okullar en fazla 30 kişinin bulunduğu gruplarla sabahtan geliyorlar müzeye ve müzeyi geziyorlar. Bunu interaktif bir şekilde, belirli objelerin önünde durarak ve objeler üzerinde tartışarak yapıyorlar. Buradaki amaç her çocuğun konuşma hakkının olması. En çekingen olanının bile fikrini beyan edebilmesi ve tartışmaya katılması için uğraşıyoruz. Müzeyi gezdikten sonra onlara ayrılmış eğitim odasında kendi projelerini gerçekleştiriyorlar. Amacımız buradan ayrılırken hem hoş vakit geçirmiş olmaları hem de eğitim almış olmaları ve bir sonraki aşamada ise anne ve babalarını da müzeye getirmeleri, ki bu çok başarılı oluyor. Bizim gibi müze gezme geleneği gelişmemiş ülkelerde çocukları kazanmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Yetişkin eğitim programlarında ise çeşitli atölyeler oluşturmayı planlıyoruz. Bunun yanı sıra toplumda genelde unutulan engelliler için de programlar düzenlemek istiyoruz. Özellikle belirtmek isteriz ki müzemiz engelli vatandaşlarımızın çok rahat bir şekilde dolaşabileceği şekilde tasarlandı.

AA: Müzenin küratörleri Gul Pulhan ve Adrian Saunders ile yaptığımız konuşmalardan daha önce koleksiyondaki bazı eser gruplarını kapsayan iki katalog basıldığını biliyoruz. Bundan sonraki aşamalarda müze tarafından başka yayınlar yapılması planlanıyor mu?

MÜZE: Evet kesinlikle. Sonbaharda daha akademik nitelikte bir bülten çıkarmaya başlayacağız. Devamlılığı olması planlanan ve altı ayda bir çıkacak bir bülten olacak. Bilimsel ağırlıklı ve hakemli bir yayın olacak bu. Zaten müzenin ve müze bünyesinde bulunan kütüphanesinin kurulma nedenlerinden bir tanesi de bu. Akademik anlamda araştırmacıların buraya gelerek çalışmalarını sürdürebilmelerini ve dünyadaki akademik yayınlara ücretsiz olarak buradan erişim sağlayabilmelerini amaçlıyoruz.

AA: Bu anlamda dışarıdan bir araştırmacı araştırma yapmak istediğinde buradaki malzemeye erişimi mümkün mü peki?

MÜZE: Zaten bütün amacımız bu. Müzelerin nasıl kurulduğunu biliyorsunuz. 18. ve 19. yüzyılda özel koleksiyoncular koleksiyonlarını halka veriyorlar. Şu anda bu müzede ve pek çok diğer müzede olan şey de aynısı. Koleksiyoncular koleksiyonlarını halka sunuyorlar. Biz de bunun için destek oluyoruz bu müzenin oluşumuna. Biz her koleksiyoncuya destek olmuyoruz. Sadece koleksiyonunu halka veren kişilere destek oluyoruz. Bu oldukça önemli bir nokta. Koleksiyondaki hiç bir eser aileye miras olarak kalmıyor. Burası şu anda Anadolu Medeniyetleri Müzesine bağlı devlete ait bir müze. Ve herkes gelebiliyor. Bütün amacımız o aydınlanmanın yeniden ortaya çıkabilmesi. Bir 19. yüzyıl gayreti içindeyiz ama bunu 21. yüzyıl teknolojisi ve yöntemleriyle yapmaya çalışıyoruz.

AA: Eğitimler dışında müze bünyesinde yapılması planlanan etkinlikler neler peki? Sergi, atölye çalışmaları ya da sempozyumlar yapılması söz konusu olabilir mi?

MÜZE: Tabi ki. Yapıyoruz ve yapmayı da planlıyoruz. Bu konuda birkaç ayrı branşta ilerliyoruz. Bunlardan birincisi geçici sergiler. Bizim istediğimiz şey senede en az üç tane nitelikli sergi yapmak. Bunlardan bir tanesi sadece arkeoloji temasına sahip olacak. Bir tanesi arkeolojiden esinlenen çağdaş sanat üzerine ve bir diğeri ise serbest çalışmalar üzerine olacak. Örnek vermek gerekirse müze binasının bu bölgeye olan uyumu ve dönüşümü üzerinden de yola çıkılarak Ankara’da bulunan bu çeşit dönüşümlerin üzerine gitmek istiyoruz. Eski arkeolojik alanların bu değişimlerden nasıl etkilendiğini göstermek istiyoruz. Bu dönüşümünü dile getiren ve sanatsal değeri oldukça yüksek olan bir fotoğraf sergisi yapmayı planlıyoruz. Sonbahara kadar yapılmış olması planlanan bu sergiden sonra ise dediğimiz gibi arkeolojik sergi üzerine bir kaç düşünce üzerinde çalışıyoruz. Yine bunlardan bir tanesi bizde bulunan sikkeler ile dışardan bir koleksiyondan gelen sikkelerin çok daha ayrıntılı bir biçimde anlatıldığı bir sergi. Yılbaşından sonra ise çağdaş arkeolojiden esinlenen bir sergi yapmayı amaçlıyoruz. Bu şekilde senede bu üç temayı da kapsayan bir seri sıralaması gerçekleşmiş oluyor. Bunların dışında sürekli devam edecek olan bir konser programımız var. Erimtan Müzesini tam teşekküllü bir sanat merkezi olarak görüyoruz. Müzenin adı da bu nedenle Arkeoloji ve Sanatlar Müzesi olarak seçildi.

Biz arkeolojinin estetik yönünü de öne çıkarmaya çalışıyoruz. Bu da misyonlarımızdan biri aslında. Müze akademik bir kurum olduğu için estetiği her zaman önde tutar ama her zaman dillendirmez. Burada bu arkeolojik eserlerin aslında “güzel” olduğunu da göstermeye çalışıyoruz.

AA: Türkiye’de arkeolojinin ve sanatı gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz peki? Erimtan’ın bunun içindeki yeri sizce nedir?

MÜZE: Siz de biliyorsunuz ki ilköğretimde de lisede de sanat dersleri kaldırıldı. Bu nedene estetik ve mantık dersleri de kalktı. Bütün bunların sonucunda müzeyi bu yönde bir eğitim yerine dönüştürerek o eksikliği tamamlamaya çalışıyoruz aslında.

AA: Müzenin bir on-yirmi yıl içinde nasıl bir yerde olacağını düşünüyorsunuz? Misyonu doğrultusunda ne kadar büyük bir değişme sağlayacak sizce?

MÜZE: Her kurumun oluşumunda beş yıllık on yıllık bir gelişim plan yapılır. Kurumun yürüyeceğini düşünmeden bunu planlamadan kurmak pek mümkün değil zaten. Bunu yaparken de akil insanları bir masanın etrafına toplayan bir süreç yaşanıyor ve onlara bu soruluyor. O belirli süreç içinde ekonomistlere, kültürcülere, akademisyenlere ve arkeologlara danışılıyor ve bunun geleceğini nasıl görüyorsunuz diye soruluyor. Mesela Erimtan Müzesi konusunda fiziksel yapısı ya da koleksiyonun büyüyüp büyümeyeceği gibi önemli konular sürekli olarak tartışılıyor. Bu konuda oldukça olumlu ve pozitif düşünüyoruz. Belki şunu söylemek gerekir. Aslında biraz da kendimize pay çıkartmak açısından Sabancı Müzesiyle başlayan bu Türkiye’deki özel müzelerin süreci oldukça olumlu diye düşünüyoruz. Türkiye’deki müze algısında ciddi değişimler yaşıyoruz. Daha işin çok başındayız tabi ki ama bakarsanız Kültür Bakanlığının planlamış olduğu Urfa Müzesi bile müzelere bakış açısındaki ciddi değişimi gösteriyor. Bu çok olumlu bir süreç. Erimtan Müzesinin bu duruma oldukça ciddi bir katkısı olacağını düşünüyoruz. Bu kale bölgesindeki müzelerin toplamına bakarsanız bu bölgenin kentsel tarih ve bilinç açısından çok olumlu bir dönüşüme katkısı oluyor.

Bilimsel anlamda da araştırmaların gelişimine katkı sağlayacağımıza inanıyoruz. Araştırmacıları burada ağırlayarak buradaki eserler üzerinde çalışmalarını sağlamak istiyoruz. Bir çok müze artık bu şekilde kuruluyor. Araştırmacıların kısa ve ya uzun dönem müzede kalmalarını, araştırmalarını yapmaları ve yayınlarını da bu kurum aracılığı ile yapmalarını istiyoruz. Bu anlamda herkesin kullanımına açık yaklaşık 4 bin kitaba ev sahipliği yapacak olan bir kütüphane tasarladık. Şu anda Yüksel Bey’e ait bir takım kitaplarımız var. Küratörlerimizden Gül Pulhan ve Adrian Saunders hocalarımızın da desteğiyle oluşturulan bir liste üzerinden kitap satın alımına da başlamış durumdayız. Ama belirtmek isteriz ki bu noktada müzede bulunan eserlerle bağlantılı olarak kitap bağışına da tamamen açığız. Kütüphanemizde bulunan bir diğer kaynak grubumuz ise Aktüel Arkeoloji Dergisi. Aslında müzenin yapım amacıyla Aktüel Arkeoloji’nin amacının birbirine çok paralel olduğunu düşünüyoruz. Özellikle eski ile yeni arasındaki bağlantıyı kurması ve bazı şeylerin modern dünyada eskiden çok da farklı olmadığını göstermesi açısından oldukça örtüşüyoruz. Bu nedenle dergideki çalışmaların sergi dizayn sürecimiz boyunca da oldukça etkili olduğunu söyleyebiliriz.

AA: Müze sadece eserleri ile değil mimarisi ve binanın bulunduğu çevreye uyumu ile de oldukça ses getirdi. Binanın oluşum süreci hakkında genel bir bilgi verebilir misiniz?

MÜZE: Müze binası aslında üç ayrı yapıdan oluşuyor. Bu bina ayrımlarını gerek içeride yarattığımız çatı kot farkından gerekse dışarıdaki su giderlerinin yerleştirildiği noktalardan görmek mümkün. Bu binalar tescilli binalar değiller. Tam olarak ne için kullandıklarını da bilemiyoruz. Ama biz bu binaları tarihi eser olarak kabul edip çalışmalarımızı ona göre gerçekleştirdik. Eski binaya ait taşlar numaralandı, bina söküldü ve ondan sonraki aşamada orijinal taşlar bina yapım aşamasında geri konuldu. Bütün bina sanki restorasyondan geçiyormuş gibi bir bakış açısıyla çalışıldı. Binanın kendisini de çalışırken mimari açıdan da oldukça fazla bilgi edindik. Binanın arka tarafındaki alan Ankara’nın eski su deposu. Şu anda kullanılmıyor. Eski fotoğraflarda gördüğümüz şey bu arka cephe duvarının belirli bir seviyeye kadar toprak altında olduğu idi. Bu nedenle yeniden yapım aşamasında buna da referans vermek amacıyla eskiden toprak altında olan kısmı beton yaptık ve toprak üstünde görünen kısmı yine kendi taşlarıyla ördük. Dolayısıyla arka cephede arazinin orijinal halini de göstermiş olduk ve bir nevi kentsel mekanı korumuş olduk. Binanın ön cephesinde ise durum biraz daha farklı. Orijinal halinde oldukça hasar almış olan ön cephede binanın tam karşısındaki eski yapıların duvarlarında yapı malzemesi olarak kullanılmış daha eski döneme ait malzemelere (spolia) referans vermeye çalıştık. Ama bunu normalde olanın tam tersini yaparak yani yeninin içine eskiyi katarak değil binaya ait orijinal taşlarla yeniden örülen cephenin içine gelişi güzel bir şekilde modern yapı malzemeleri –yani beton- katarak yapmaya çalıştık. O nedenle ön cephede bulunan bütün pencere aralıklarında beton kullandık. Geriye kalan bütün malzeme ise binanın yıkıntı halinden alınmış orijinal taşlardan oluşuyor. Pencerelere içerden baktığınızda ise hepsinin belirli bir açıda yapıldığını görüyorsunuz. Bütün pencereler konumları nedeniyle değişik açılarda ama hep binanın tam karşısında bulunan eski saat kulesini ve kale duvarlarını görecek şekilde tasarlandı. Buradaki amacımız binanın iç ve dış mekan bütünlüğünü ve etrafındaki diğer yapılarla olan ilişkisini vurgulamaktı. Müzenin kapısı ise Roma dünyasındaki grafitinin ve bilgilerin duvarlara yazılarak insanlara ulaşmış olmasına bir referans olarak kabartma yazılarla süslenerek yapıldı. Dolayısıyla müzenin her bir öğesi hem içinde bulunan eserlere hem de içinde bulunduğu alanın dokusuna referans vererek planlandı.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER