USTALARA SAYGI

PROF. DR. GÜVEN ARSEBÜK

1936 İstanbul doğumluyum. Arkeoloji ile olan ilgim lise çağlarında başlar. Robert Koleji’nde okuduğum zamanlarda -ki bu yıllarda lise dört yıl sürüyordu- son iki senemizde, 3. ve 4. sınıflarda İngiliz Edebiyatı’na Profesör Hillary Sumner Boyd adlı bir hocamız gelirdi. Hocamız bize o dönemlerde Yunan Edebiyatı, tragedyası, Homeros gibi yazınlar okutarak dolaylı olarak arkeolojiye olan ilgimizi canlandırdı. Boyd hocamızın etkisinde kalarak Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne 1958 yılında kaydoldum. Dört yıl sonra, 1962 yılında, Prehistorya Bölümü’nden mezun oldum ve askere gittim.

Aktüel Arkeoloji Dergisi’nde iki sayı önce “Ustalara Saygı” başlığı ile yeni bir bölüm yayınlanmaya başlandı. Bu yazı dizisi ile amaç, Türkiye’deki gelişimi birkaç kuşak bile olmayan ‘Arkeoloji’nin ilk kurucularını tanımak ve bir bilimin tarihini belgelemekti. Gerçekten Türkiye’de bilimsel arkeolojinin başlangıcı, Atatürk’ün yurt dışına gönderdiği öğrenciler yurda geri döndüklerinde, bir bilimin hem kurulmasını sağlayacak hem de yetiştirdikleri birçok bilim insanları ile “hocaların hocaları” olarak anılaçaklardı. Bu hocaları tanımakla Türkiye’de arkeolojinin tarihine, biyografik belgelerle tarihsel perspektif konulabilecekti. Bunun için hocaların hocası olarak tanınan çoğu emekli olmuş ama hala gönlü arkeolojide yatan hocalarımızdan biri olan Nimet ÖZGÜÇ ile yaptığımız değerli sohbetin ikincisini Türkiye Bilimler Akademisi ve Eski Çağ Bilimleri Enstitüsü üyesi Prof. Dr. Güven ARSEBÜK ile yaptık. Neredeyse arkeolojiye yarım asır ömür harcayan Güven Arsebük, erken emekli olmasına rağmen, kendisini en mutlu eden şeyin emekli olduktan sonra daha fazla bilimsel yayın yapmasında görüyor. Bilimi ve bilim insanlığını, merak edileni anlamak ve bulmak için kullanılan bir yöntem olarak gören Arsebük, arkeolojiye özellikle antropolojiye “insanın nasıl insan olduğunu” merak ederek başladığını ifade ediyor. Bilimin sınırı ve yaşı olmadığını emekli olduktan sonra daha fazla üreterek gösteren gerçek bilim insanı olarak, kitaplığındaki 4000 kitabı yeni nesil öğrencilerinin ve araştırmacıların yararlanması için TUBA’ya bağışlamış. Yaklaşık son 15 yıldır yayınlarını Türkçe yapmaya büyük özen gösteren Arsebük, Türkiye’deki arkeolojiye yönelik yayın sayısının azlığını ise hocaların yabancı dilde yazmalarına bağlıyor. Ama şunu da vurgulamadan geçmiyor; “en azından bir ya da iki yabancı dil bilmek zorunluluktur”. Sohbeti daha çok Güven Arsebük’ün yaşamı ve arkeoloji tarihi üzerine tutsak da, bir bilim insanı olarak son zamanlarda yaşanan tüm rantlaşma (sadece arkeolojik alanlar değil orman ve toprak üzerine de geniş açılımlar getirerek anlatımlarını sürdürdü) ve gerilemeye karşı tepkisini ve üzüntüsünü anlattı. İnsan evrimini çalışan ve öğrencilerine insan türünün gelişimini anlatan bir bilim insanı için en büyük sıkıntı, yaşadığı dönemde bunların anlatılmasından dolayı tepkilerin doğabileceği hissi…

Aktüel Arkeoloji: Güven Arsebük’ün yaşamı hakkında çok fazla bir bilgi yok, biraz kendinizden bahseder misiniz?

G. Arsebük: 1936 İstanbul doğumluyum. Arkeoloji ile olan ilgim lise çağlarında başlar. Robert Koleji’nde okuduğum zamanlarda -ki bu yıllarda lise dört yıl sürüyordu- son iki senemizde, 3. ve 4. sınıflarda İngiliz Edebiyatı’na Profesör Hillary Sumner Boyd adlı bir hocamız gelirdi. Hocamız bize o dönemlerde Yunan Edebiyatı, tragedyası, Homeros gibi yazınlar okutarak dolaylı olarak arkeolojiye olan ilgimizi canlandırdı. Boyd hocamızın etkisinde kalarak Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne 1958 yılında kaydoldum. Dört yıl sonra, 1962 yılında, Prehistorya Bölümü’nden mezun oldum ve askere gittim. Askerlik dönüşümden sonra Almanya’da Tübingen Üniversitesi’nde Profesör W. Gieseler’ın yanında Fizik Antropolojisi üzerine eğitim aldım. Türkiye’ye geri döndüm ve tekrar Amerika’ya Chicago Üniversitesi’ne gittim. Chicago Üniversitesi’nde Türkiye üzerine çok değerli çalışmaları ile bilinen Profesör R. J. Braidwood’un yanında prehistorya üzerine dersler aldım. F. C. Howell’ın yanında ise insan evrimi/paleoantropoloji okudum. Bu eğitimleri tamamladıktan sonra Türkiye’ye geri döndüm ve İstanbul Üniversitesi’nde asistan oldum. Daha sonra çok sevdiğim, saydığım dostum ve arkadaşım Ufuk Esin ile kazı çalışmalarına başkan yardımcısı olarak katıldım. Bunlardan bazıları Tepecik ve Tülintepe idi. Doçent olduktan sonra eski hocam F. C. Howell ile birlikte İstanbul ve Chicago Üniversiteleri ortak işbirliği ile Yarımburgaz Kazılarını yönettim. Profesör olduktan sonra ise 2000 yılında emekliliğimi istedim. Arkeoloji ile ilgili çalışmalarımı ise evimde sürdürmeye devam ediyorum.

Aktüel Arkeoloji: Yanılmıyorsam o dönemdeki hocalarınızdan biri de Prof. Dr. Halet Çambel’di. Antropoloji çalışmayı neden tercih ettiniz?

G. Arsebük: İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne kaydolduğumun ilk yılında, 1958’de Prof Dr. Halet Çambel ile tanıştım. Halet Çambel, Prehistorya hocası idi ve beni o kadar etkilemişti ki, Klasik Arkeoloji okumayı bırakarak, Prehistorya okumaya karar verdim. Bizim zamanımızda üniversitede sertifika sistemi vardı. Ana bilim dalı olarak Prehistorya’yı, yardımcı sertifika olarak ise Klasik Arkeoloji, Antropoloji ve İlkçağ Tarihi’ni seçerek okudum. Halet Çambel’den Prehistorya adına çok şey öğrendim. Fakat benim en fazla ilgi duyduğum konu, insanın nasıl insan olduğuydu, yani niye insan olduğuydu. Dünyada yaşayan milyonlarca canlı var, bunların içinde bir tanesi düşünüyor, bir tanesi alet yapıyor ve diğer bütün canlılardan farklı olarak kendine ait bir özellik ortaya koyuyor. ‘İnsan nasıl insan oldu’ konusu ile böylece ilgilenmeye başladım ve çalışmalarımı bunun üzerine yönlendirdim. Bu konu üzerine Amerikalıların çok güzel bir lafı vardı; derlerdi ki, “Alet önemli, tamam ama aletin arkasındaki Kızılderili (insan) kim? Bunu kim yaptı, niye yaptı”. Bu nedenle antropoloji ve insanın bedensel ve zihinsel gelişimleri ile insanın en eski kültürleri, Paleolitik Çağlar ile ilgilendim. Söylemek gerekirse benim için önemli olan elimize geçen arkeolojik bulguların arkasında yatan insan ve insanın kimliği idi.

Aktüel Arkeoloji: Sizin Antropoloji’ye başladığınız dönemlerde bu konu ile ilgili çalışanlar var mıydı? Çünkü Antropoloji prehistoryadan biraz daha farklı, teorik bir yan içeriyor.

G. Arsebük: Benim dönemimde İstanbul Üniversitesi’nde Antropoloji ve İnsan Evrimi üzerine çalışan pek kimse yoktu. Halet Hanım Prehistorya çalışıyordu ve Prehistorya daha maddeseldi. Antropolojinin ise insanın insanlık gelişimi ile ilgili olduğu söylenebilir.

Aktüel Arkeoloji: Sizin öğrencilik yıllarınızda hocalarınızla ilişkileriniz nasıldı?

G. Arsebük: Bizim dönemimizde hocalar ile öğrenciler arasındaki ilişki sevgi ve en önemlisi saygıya dayalı bir ilişkiydi. Hocalarımız bizi her anlamda yetiştirdi ve aynı zamanda geliştirdi de. Bazı hocalarımıza abi ve abla diyebiliyorduk ve bu ilişkiler çok dengeliydi.

Aktüel Arkeoloji: Türkiye’de Antropoloji, genel olarak ise Arkeoloji hangi noktada ve bunu uluslararası boyutta nerede görüyorsunuz

G. Arsebük: Ben herşeye rağmen Türkiye’deki arkeolojiyi olumlu görüyorum. Çünkü Türkiye’de pek çok bilim alanında dış ülkeler ile aramızda farklar var. Fakat Arkeolojide dış ülke arkeolojileri ile baş başa hatta onlardan daha ileri olduğumuzu söyleyebilirim. Çünkü laboratuar Türkiye’de, laboratuardan kastım ise kazı alanlarının, antik kentlerin, höyüklerin ve mağaraların Türkiye’de olması. Yani siz bu laboratuarı alıp kendi evinizde incelediğiniz zaman dış ülkelere karşı bir avantaj sağlıyorsunuz. Arkeoloji bu nedenle Türkiye’de özel bir yeri olan bir bilim dalıdır.

Aktüel Arkeoloji: Gerçekten de arkeolojik materyal olarak baktığınız zaman Türkiye dünyanın en önemli alanlarından biri, fakat Türkiye’de hem arkeolojik alanları hem de Arkeolojiyi koruyabilen bir yapı neden tam anlamı ile gelişemedi?

Güven Arsebük: Evet, bunun bir noktaya kadar doğru olduğu söylenebilir. Fakat bunun istisnaları da var. Bu istisna benim için en iyi bildiğim kurum olan İstanbul Üniversitesi’dir. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümlerinin tüm farklı dallarındaki arkeologlar bir bütünü oluştururlar. Bunun en güzel örneğini ise yine Klasik Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu’nun başlattığı mini sempozyumdur. Her yıl İstanbul Üniversitesi adına çalışmalar yürütmüş olan bilim adamlarının çalışmalarını anlattığı bu sempozyum oldukça önemli bir birliktelik sağlamaktadır. Arkeolojik alanların tahribatının sürdürülmesi ve bunların engellenmesi noktasında çok büyük sorunlar olduğu söylenebilir. İstanbul Üniversitesi’nden Oğuz Tanındı’nın başında olduğu TAY (Türkiye Arkeolojik Yerleşimi) projesi, Türkiye’yi karış karış gezerek bu tahribatı önemli ölçüde belgeliyor. Bu şekilde eskiden ne tahrip ediliyor ne yok oluyor bilemezken şimdi geri dönüp baktığımızda tahribatın feci boyutunu görebiliyoruz. Arkeologlar bu konuda yeteri kadar sesini çıkarmıyor, diğer taraftan sadece arkeologlar değil kimse sesini çıkarmıyor.

Yarımburgaz Mağarası, İstanbul, kazı çalışması

Aktüel Arkeoloji: Ses çıkarma noktasında önce hareket etmesi gerekenler meslek olarak arkeolog olanlar değil mi aslında?

G.Arsebük: Yakın bir zamanda Osmaniye (Adana) bir antik kentin (Kabsabala) yanına Çimento Fabrikası kurulmasını önlemek için 92 yaşındaki Prof. Dr. Halet Çambel çalışıyor. Fakat fabrikanın kurulmasını engelleme işi tek başına Halet Hanım’ın yapabileceği bir iş değil. Bu aynı zamanda orada yaşayan halkın, idari personelin ve siyasetçilerin de işi. Hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Sesi çıkan tek kişi 92 yaşındaki Halet Hanım. Bu durum Türkiye’deki kültür politikamızın olmadığını gösteriyor. Aynı şekilde Allianoi için Ahmet Yaraş’ın tüm mücadelelerine rağmen göz göre göre antik kent gidiyor.

Aktüel Arkeoloji: Türkiye’de arkeolojiye, Cumhuriyet’in erken dönemi bakışı ile 1950 sonrasının bakışı arasında bir fark varmış gibi görünüyor. Özellikle 1929’da Atatürk’ün isteği ile Şevket Aziz Kansu tarafından Türk Antropoloji Enstitüsü kuruluyor. Fakat daha sonrasında bu ve benzer kurumlar ortadan kalkıyor. Bu bir politika değişimi midir?

G.Arsebük: Türk Arkeoloji Enstitüsü’nün Ş. Aziz Kansu tarafından kurulmasında Atatürk’ün politikalarının çok büyük etkisi vardı. Atatürk’ün o günlerde koyduğu tüm değerler bugün içinde tüm önemini ve güncelliğini koruyan büyük değerler olmasına karşın yeterince değerlendirilmemektedir. Maalesef ki, Atatürk’ü hala iyi değerlendirmeden, onun o zamanlarda koyduğu tüm değerler bugün peyder pey yok edilmeye çalışılmaktadır. (Güven Bey çalışma odasında bize dokuz tane farklı Atatürk posterlerini gösteriyor) Düşünce olarak politika olarak Atatürk zamanında kurulan ve yapılan her türlü değerin gerisine düşürülmeye çalışılıyoruz denebilir.

Aktüel Arkeoloji: 1950 öncesi ve sonrası arkeoloji çalışmalarında nasıl değişiklikler yaşandı.

G. Arsebük: 1950 ve belki de biraz öncesinde II. Dünya Savaşı’ndan dolayı arkeolojik çalışmalar oldukça sınırlıydı. Anadolu’daki yerli ve yabancı çalışmaları büyük oranda azalmıştı. Fakat yakın zamanda Türk arkeologların sayıca artması ve yabancı arkeologların Anadolu’yu tercih etmeleri nedeniyle kazı çalışmaları sayıca çoğaldı ve çalışmaların kalitesi çok yükseldi. Bu gelişme, son yıllardaki teknolojinin önemli oranda gelişmesi ile paralel olarak yaşandı ve çeşitli alanlarda daha fazla bilgi sahibi olunmasını sağladı. Bu gelişmeler, Türk Arkeolojisi’nin çıtasının yükselmesine sağladı.

Aktüel Arkeoloji: Teknolojinin ve bilimin bu şekilde gelişmesi en fazla arkeolojiye etki etmiş gibi görünüyor, çünkü arkeoloji tek başına bir bilim olmaktan çıkmış gibi.

G.Arsebük: Tek başına arkeoloji hiçbir şey ifade etmez. Arkeolojinin bir takım bilimler ile - etnoloji, zooloji, jeoloji gibi- birlikteliği arkeolojiye destek olur. Bu şekilde arkeoloji artık ortak ve grup çalışmasıdır. Bu da arkeolojinin düne kıyasla daha iyi olmasını sağlamıştır ve emin olun ki gelecekte bugünden daha iyi olacaktır.

Aktüel Arkeoloji: Türkiye’de arkeolojiyi interdisiplin seviyesine taşıyan en önemli bilim adamlarından biri Ufuk Hanım olarak bilinmekte sanırım.

G. Arsebük: Ufuk Esin, Türkiye’de bu anlamda ilk büyük adımları atmış kişidir ve teknik bilimlerin arkeolojiye girmesini sağlamıştır. Ufuk Esin, kendi kazılarında hiçbir zaman bir kişilik oyun oynamamış daima ekip çalışması ile kazılarını yönetmiştir. Özellikle 1960’ların sonlarında Orta Doğu Teknik Üniversitesi finansörlüğünde gerçekleştirilen Keban Projesi ile başlayarak arkeolojiyi bir interdisiplin olarak yürüten kişi olmuştur.

Aktüel Arkeoloji: Arkeolojinin toplumsal anlamda gelişmesi için neler yapılabilir.

G. Arsebük: Bunun için arkeolojiyi halka indirmek lazım. Arkeolojik konulardaki yayınların halka yönelik yapılmasında büyük fayda var. Örneğin birkaç hafta önce Cumhuriyet’te Bilim ve Teknoloji ekinde çıkan Amerika Kıtası’nın ilk defa kimler tarafından iskan edildiğine dair yazım yayınlandıktan sonra doktor, mimar, mühendis ve birçok farklı kesimden kişilerden birçok e-posta aldım. Demek ki arkeolojiyi de halka indirebilirsek, kaçakçılık, definecilik ve yanlış fikirler kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu aynı zamanda korumanın da bir yöntemidir, çünkü halka kültürel ve arkeolojik zenginliğin kendi malı olduğunu anlatırsak, halk tahrip etme yerine onu koruyacaktır.

Aktüel Arkeoloji: Yaklaşık olarak 1960’lardan beri insan evrimi üzerine çalışmalar yapıyorsunuz, evrime ve insan türünün gelişimine ilişkin bilimsel olarak eksiklikler var mı?

G.Arsebük: Her bilimde olduğu gibi insan evriminde de eksiklikler var. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bugün dünkünden daha fazla biliyoruz, yarın da bugünden daha fazla bileceğiz. Hala insan evrimi konusunda bazı kuşkuların bazı aydınlanmamış sorunların olması doğal, bu zaten bilimin bir parçası. Bugün hangi bilime bakılsa, bilimin devam eden bir süreç olduğu görülebilir. Güven Arsebük olarak 50 yıldır insan evrimine ilişkin kafamda olan sorunların büyük bir kısmı aydınlandı ve bunlara yanıt bulabildim. Evrime ilişkin bazı sorunların olduğu doğrudur ama bunlar ayıca eskiye oranla nitelik ve nicelik bakımından azalmışlardır.

Aktüel Arkeoloji: Evrim aşamasının temelinde insanın bedensel olarak yetersizliği mi vardır?

G. Arsebük: İnsanın bedensel açıdan yeteneksiz bir canlı olduğuna ve bu yeteneksizliğini de zekası ile düşüncesi ile oluşturduğu aletler sayesinde mümkün olduğu oranda azalttığı söylenebilir.

Aktüel Arkeoloji: Denizli’de bulunan Home-Erectus fosili Anadolu’da hala bilmediğimiz bir tarihin olduğunu mu gösteriyor?

G. Arsebük: Anadolu’da / Türkiye’de topraklarında Home-Erectus’un yaşamış olduğu çok eskiden beri biliniyor. Çünkü Home Erectus insanının elinden çıkmış aletler Anadolu’da mevcut. Bunlardan sadece biri İstanbul’daki Yarımburgaz Mağarası’dır. Yarımburgaz Mağarası’nda bulduğumuz tüm aletlerin Home Erectus insanının elinden çıkan aletler olduğu belli, fakat Denizli’deki kafatası bulgusuna kadar fiilen Home Erectus’un bedensel kalıntısı bulunamamıştı. Anadolu’da Home Erectus insanının olması normaldir, çünkü ilk defa Afrika’da ortaya çıkan Home Erectus, İran ve Azerbaycan üzerinden Gürcistan’a gidiyor, öte taraftan da Anadolu üzerinde Avrupa’ya geçtiğini gösteren bulgular var.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER