USTALARA SAYGI

".... Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."                                                                                                                                                MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Osman Hamdi Bey, Remzi Oğuz Arık, Ord. Prof. Dr. Arif Müfit Mansel, Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Ord. Prof. Dr. Sedat Alp, Prof. Dr. Tahsin Özgüç, Prof. Dr. Jale İnan, Ümit Serdaroğlu ve adını sayamadığımız daha nice ustalar arkeolojiye gönül verdiler. Hayatını arkeolojiye adamış, bizim en büyük önderlerimiz, yol göstericilerimiz olan, kaybettiğimiz ustalarımızı saygıyla anıp; hala eğilip elini öpebileceğimiz, önünde saygıyla eğilebileceğimiz hocalarımızı hatırlatmak amacıyla bu sayfaları onlara ayırdık. Her şeyden önce “Ustalara Saygı” diyoruz.

PROF. DR. NİMET ÖZGÜÇ İLE SÖYLEŞİ

Öyle bir zaman düşünün ki, tüm dünya savaş içinde. Kıtlık, sefillik, kaybeden ve kaybedilenlerle dolu bir zaman… İşte bu yıllarda dünyaya gelmiş büyük bir arkeolog, Prof. Dr. Nimet Özgüç.

1916 Adapazarı doğumlu olan Nimet Özgüç’ün ailesi, Balkan Savaşları sırasında, Rumeli’den Türkiye’ye göç edenler arasında. Ancak O, Türkiye’de doğmuş ve Türkiye’de büyümüş, Osmanlı İmparatorluğu’nun son, Cumhuriyet’imizin ilk çocuklarından biri.

Temel tahsili Arkeoloji…1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün özenle kurduğu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin ilk öğrencilerinden. “Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girişimin güzel bir hikayesi var” diyor Nimet Özgüç ve şöyle anlatıyor;

- Atatürk’ün manevi kızı Afet Hanım, benim liseden tarih hocamdı. Mezun olduğum zaman “Hocam, ben Avrupa’ya gitmeye çabalıyorum ya da İstanbul Üniversitesi’ne gideceğim. Ne yapayım?” diye sordum. “Sen otur oturduğun yerde” dedi bana Afet Hanım, “Atatürk çok önemli bir fakülte kuruyor. Çok özenle üstünde duruyor, sen oraya gir

Ulusal bilincin gelişmesi ve özgür düşünceli bireylerin yetişmesi, Atatürk’ün temel isteğiydi. 1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu kurduktan sonra, Türk dilinin, Türk tarihinin ve Türk kültürünün derinliğine araştırılmasının gerekliliğini ön planda tutarak, “Türk çocuğu kendi tarihini kendi yazsın” düşüncesiyle çalışmalara başlamış, 1935 yılında TBMM tarafından, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşu onaylanmıştır.

NİMET ÖZGÜÇ: İlk öğrencileriyiz biz üniversitenin. Hocalarımız o dönem Hitlerden dolayı Ankara’ya kaçmış, ya da güzel Atatürk’ümüzün davet ettiği bilim adamlarından oluşuyordu. En çok feyiz aldığım ise Asurolog Benno Landsberger, Hititolog Hans Gustav Güterbock ve arkeolog Hans-Henning von der Osten’dir. Aslında tahsilime önce Eskiçağ Bölümü’nde başladım. Prof. Şevket Aziz Kansu, İstanbul’dan gelip ders verirdi bize. Dağınık bir durum vardı bölümde. Von der Osten gelince arkeolojiye geçtik. Arkeoloji, Eskiçağ’ın yardımcı dersi olduğundan geçişimiz kolay oldu. Von der Osten, Alişar hafriyatını sürdürmüş ve ilk Orta Anadolu stratigrafisini bizi sağlayan kişidir. Benim de biraz pirim sayılır, çünkü 4 çift mühür kitabı vardır. 1938’de Von der Osten ayrıldı ve onun yerine Remzi Oğuz Arık geçti. Sonra 1940’da mezun olduk ve hemen doktora konumuzu aldık. O dönem mastır yoktu. Doktoramı Hans Gustav Güterbock’la yaptım. Güterbock, Hitit mühürleri üzerine çok kıymetli yayınları olan bir bilgindi. 1943’te doktoramı bitirdim. Doktoramı bitirdiğimde de Remzi Oğuz Arık üniversiteden ayrıldı ve onun yerine Tahsin’le birlikte ben geçtim. Senelerce Eskiçağ Tarihçiliği yaptım.

1945 yılında Prof Dr. Tahsin Özgüç’le hayatını birleştiren Nimet Özgüç, 1948 yılında doçentliğe, 1957′de profesörlüğe yükseldi. 1984 yılına kadar Ankara Üniversitesi’nde görev yaparak, değerli arkeologlar ve bilim adamları yetiştirdi. Bu görevinden ayrıldıktan sonra da bilimsel çalışmalarını sürdürmeye devam etti.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Sayın Hocam, arkeolojiye yıllarını vermiş bir arkeolog olarak arkeolojiyi bize nasıl tanımlarsınız? Bu sürekli tartışılan bir konudur. Üniversiteden önce aklımızda hep kalıp bir tanımlama vardı “arkeoloji bir kazı bilimidir”. Üniversitede aslında arkeolojiyi bir ‘kazı bilimi’ olarak tanımlayamayacağımızı öğrendik ve ‘eskinin bilimidir’ açıklamalarıyla karşılaştık. Sizce arkeoloji nedir?

NİMET ÖZGÜÇ: Arkeoloji bir kazı bilimi değildir, eskinin bilimidir. Kazı ise arkeolojinin bir kısmıdır, arkeolojiye malzeme sağlayan bir alandır. Arkeoloji tam anlamıyla elle tutulur gözle görülür tarihtir. Ben senelerce Eskiçağ tarihçiliği yaptım, çünkü kazılardan tarih çıkıyor. Bana göre en büyük arkeologlar da masa başında çalışan arkeologlardır. En güzel arkeolojik yayınları da onlar hazırlamıştır. Hafriyatta bulduğunu yazmayana da ben hafir demem.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Anadolu’daki tarihi kalıntıları ilk keşfedenlerin 16. yüzyılın Avrupalı gezginleri olduğu söylenir. Daha sonra da ilk kazılar yine Avrupalı arkeologlar tarafından yapılmış. Bu arkeolojiyi bizim Avrupa’dan öğrendiğimiz anlamına mı geliyor?

NİMET ÖZGÜÇ: İlk gelenler İngilizler. İngilizler, Filistin’den başladılar esas araştırmalarına. İlk başta yağmacılıktı tabi yaptıkları. Elgin koleksiyonlarının Atina’dan kaçırılması, Athena Parthenon’un kabartmalarının kaçırılması, Zeus Sunağı… Avrupa’nın mütemadiyen bir talan devridir o dönem, maalesef. Avrupalılar pek kasılıyorlar müzelerine ama çok şeyi de tahrip ettiler. Nemrut’u karmakarışık ettiler. O zaman çok bol malzeme vardı orada. Düşünsenize şimdi Asur kabartmaları bakımından dünyanın en zenginiydik biz. Bizim Osmanlı İmparatorluğu’muzun “taşı alsınlar n’olucak” dediği zamandı bu zamanlar. Yurtdışına eser kaçırılmasını yasaklayan ve tarihi eserleri korumak amacıyla Asar-ı Atîka Nizamnamesi'ni yazan ve bununla çok büyük bir hizmet yapan Osman Hamdi Bey farkındaydı her şeyin. Müze binasını yaptıktan sonra kazılara yoğunlaştı. O dönemde öyle bir talan vardı ki, bir kısmını bile alabilmek marifetti tarihi eserlerin. Yunan mabetlerinin ise çoğunu tahrip eden zaten Bizanslılardı.

 AKTÜEL ARKEOLOJİ: Hocam değişen bir şey olmadı sanırım. Hala tahripler devam ediyor. Bu sefer Avrupalılar bile değil, kendimiz kendi tarihimizi yok etme çabasındayız.

NİMET ÖZGÜÇ: Antika çok değerli olduğu müddetçe de bu devam edecek. Herkesten eski eser, arkeoloji sevgisi bekleyemiyoruz maalesef. “Kaç para eder” sorusu hep vardı, hep de olacak. Bizim bir arkadaşımızın çok güzel bir cevabı var bir antikacıya. İnandık vazosu bulunduğunda, antikacının biri çıkmış gelmiş. Sevinmiş, “Kaç para eder” demiş hemen, “Sizin çocuğunuz kaç para ediyor” demiş o da.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Siz de böyle anlar yaşadınız mı?

NİMET ÖZGÜÇ: Hiç unutamadığım bir tane var. Babam bir gün bir yerde “Benim kızım arkeolog” demiş. Bir adam da “Aman demiş mutlaka görmek istiyorum kızınızı.” Babam dedi “Kızım bir adam var, arkeolog olduğunu söyledim mutlaka seni görmek istiyor.” “Ne istiyormuş” dedim “benden. Baba” dedim “biz antikacıları sevmeyiz. Herhalde dedim deposunda önemli bir eser var onu gösterecek.” Adam geldi, o zaman Bahçelievler’de oturuyorduk. “Nerede?” diye soru bana heyecanla. “Ne nerede?” dedim “Antikalarınız” dedi. Ben şaşırdım! “Beyefendi ben antikacı değilim, arkeoloğum” dedim. “Biliyorsunuz ki biz antikacıların polisiyiz. Sizin depoyu bana bir gösterseniz nasıl olur.” Nasıl kaçtı adam. Ben küçük bir eserin antikacı eline düşmesinden korkmuyorum aslında, ama kazıyorlar ve kazarken de mahvediyorlar. Mezarları kazıyorlar; duvarları, freskoları, mozaikleri, tarihi tahrip ediyorlar. Derdim, üzüldüğüm o.  

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Öğrencilik yıllarınızda katıldığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

NİMET ÖZGÜÇ: Bizim derslerimizden sonra hayatımızın en önemli kısmı kazılarımızdı. 1940 yılında Türk Tarih Kurumu’nun yürüttüğü Samsun kazılarına (Dündartepe, Tekeköy ve Kaledoruğu) katıldık ilk olarak. 1940–1941 yıllarında orada çalışmalar yaptık. 1946 yılında Ekrem Akurgalla birlikte Maşat’a gittik. Daha sonra Akurgal kazıyı bıraktı ve Tahsin Özgüç çalışmalara başladı. 1947’de Elbistan’a (Karacahöyük) gittik. İlk hafriyatımız odur aslında. Orada bir dikilitaş vardı, bu Hitit hiyerogliflerinin en önde gelen anıtlarından biri. Asıl büyük işimiz Kültepe’ydi. 1948 yılında başladı Kültepe kazıları. Ama Kültepe hafriyatı sırasında sürekli çeşitli yerlerden acil durumlar bildiriliyordu. Bunlardan bir tanesi Tokat Erbaa’da Horoztepe’dir. Horoztepe’de, 1956 yılında çalışmalar başladı, orada Tahsin’le Mahmut Akok birlikte çalıştı. Erken Tunç Çağı yerleşimi, mezarlığıyla karşılaşıldı. 1959 yılında Erzincan Altıntepe’ye Tahsin’le gittiğimde ben de hafriyatta kaldım. Altıntepe önemli bir Urartu kentidir, değerli buluntular vermiştir. Sonra 1973’te Tokat Zile yakınlarındaki Maşathöyük’te çalışmalara başladık.

Atatürk Ahlatlıbel kazısında. Nuri Conker, Hikmet Bayar, Tahsin Uzer, Nevzat Tan Doğan ve Reşit Galip ile birlikte. (1933). Fotoğraf Türk Tarih Kurumu (TTK-D:238-N:22 A:2 F:42)

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Başkanlığınızda yürütülen kazı çalışmalarından bahseder misiniz?

NİMET ÖZGÜÇ: 1941 yılından bu yana Dündartepe-Kavak-Tekeköy, Elbistan-Karahöyük, Kültepe, Frakdin, Maşat gibi Türk Tarih Kurumu adına yürütülmüş olan kazılarda kurul üyesi olarak çalıştım. Kültepe’de çalışırken Acemhöyük’ten de şikâyetler geliyordu. Çok tahribat yapılıyormuş, çok “antikalar” çıkıyormuş orada. Tahsin’e dedim ki “Ben bu Acemhöyük’ü kurtarmak istiyorum”. Profesörlerimizin çoğu orayı ziyaret etmişti. Acemhöyük bilinen tanınan bir yerdi, bizden evvel de. 1962’de Ankara Üniversitesi ve Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adına Acemhöyük’e gittim, böylece kaçakçıların uğrak yeri olan Acemhöyük’te çalışmalara başladım. Sonra da Aliye Hanım’a devrettim. Çok güzel çalışmalar yapıyor orada o da. Daha sonra Niğde'nin Tepebağları Höyüğü’nde 1972-1975 yılları arasında kısa süreli kazıları idare ettim. 1978 yılından sonra da, Ortadoğu Teknik Üniversitesi adına Kommagene Krallığı’nın başşehri Samsat’daki kurtarma kazılarını yürüttüm.

Samsat’ta çalışmalara başlamamın da bir hikâyesi vardır. Bir gün Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden, eski öğrencilerimizden Sevim Buluç geldi, Ekber Derya’yla birlikte. Güneydoğu projesi için. Dedim ki “benim derdim başımdan büyük, böyle bir yer nasıl kazılır.” Korktum… Sonra programa baktım, programda Samsat var. Dedim “Samsat’ı verirseniz olur”. Samsat, Theresa Goell’ün kazıya başladığı yer. Theresa Goell’ü tanıyorsunuz Nemrut hafriyatını yaptı. Sonra ben orayı aldım. Theresa Goell bırakmış, Orta Doğu’da programına başlamıştı. Hem de hastaydı da o sıralarda. On sene de orada çalıştım. Senin hocalarının hepsi geldi oraya. En çok da Ahmet Tırpan tabi. Ahmet Tırpan, mimariyi güzel bir şekilde tanıttı bize ve yayınladı. Orhan Bingöl de freskler hakkında bize değerli bilgiler verdi. Levent Zoroğlu saray kazılarına dair bir makale yazdı. Coşkun Özgünel de oradaydı. Misafir olarak geldi ve orada çok hoş zaman geçirdik Coşkun’la. Hiç unutmam… Verimli bir hafriyat yapıldı Samsat’ta. Heyetimiz çok iyiydi. Prof. Dr. Metin Ahunbay, çok güzel çizimler yaptı, bize çok şey öğretti. İzmir Ege Üniversitesi’nden Gönül Öney de oradaydı, ortaçağ seramikleri üzerine bir öğrencisinin doktorasını yaptırdı.

M.Ö. 69’da kurulan Kommagene Krallığı’nın başkenti Samsat, binyıllar boyunca burada hüküm süren Sümer, Hurri, Hitit, Mitanni, Med, Asur, Pers, Roma, Arap, Selçuklu ve Osmanlıların izlerini taşımaktaydı. Sayın Nimet Özgüç, heyecanla Samsat’taki kazı yapılan alanların, sur planlarının, muhteşem mozaikleri olan sarayın, değerli buluntuların, freskoların fotoğraflarını gösterirken derin bir iç çekti… “1989 yılında sualtında kaldı Samsat, kurtaramadık… 70 metre suyun derinliklerine bıraktık.” 1989 yılında Atatürk Barajı’nın suları altında kalmıştı, başkent Samsat.

Şuan 91 yaşında Nimet Özgüç, ve bitip tükenmeyen bir hevesle, örnek bir azimle Samsat’ı ve orada yapılan çalışmaları anlatan kitabını hazırlamaya devam ediyor.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: O dönemde kazı çalışmaları nasıl yapılıyordu. Mutlaka ki teknikler, mali durumlar farklıydı bugünkünden.

NİMET ÖZGÜÇ: Bizim kazılarımızda çok kuvvetli arkamız vardı, Atatürk! Atatürk emretti bize hafriyat yapmayı. Biz onu memnun etmeye çalıştık hep. Atatürk’ün manevi kızı Afet Hanım, Atatürk’ün istediklerini bize naklediyordu. Atatürk biliyordu Avrupa’nın bizim değerlerimizi hiçe saydığını. Türk Tarihi Kurumu’nu da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini de kurma nedenleri buna dayanır zaten. “Türk çocuğu Anadolu’yu kendi araştırsın, kendi tarihini kendi yazsın” diyordu. Atatürk’ün hafriyata ne kadar çok önem verdiğini anlatmak için ufak bir hikâye anlatayım. Alacahöyük kazıları başladığında Afet Hanım Atatürk’e gitmiş demiş ki; “Paşam, vagon istiyorlar kazılardan.” “Git hemen” demiş “Nafia Vekaleti’nden iste.” Nafia Vekaleti bugünkü Bayındırlık Bakanlığı. “Kaç tane isteyeceksin demiş” sonra “Üç tane isteyim” demiş Afet Hanım. “Kızım” demiş Atatürk, “sen oyun mu oynuyorsun? En az on tane iste.” O vagonlar Alacahöyük’e gitti, fazla bile geldi Kültepe kazıları kullandı onları. Bir kısmı hala Kültepede’dir, bir kısmını da biz kullandık Acemhöyük’te. Orada iki vagon var, onlara mutlaka birgün “Atatürk’ün vagonları” diye yazdıracağım. Atatürk böyle düşünüyordu işte, çok önem veriyordu araştırmalara. Ahlatlıbel’de kazı çalışmaları yapıldığında hep gidip bakıyordu nasıl gidiyor çalışmalar diye. Türk Tarih Kurumu da bizden hiçbir fedakarlığı esirgemedi. Kültepe hafriyatı, Side hafriyatı vesairenin temel parası, hep Atatürk’ün şahsi parasıydı. Atatürk’ün bankadaki parasından gelen nemalarla yapıldı bu kazılar. Arif Müfit Bey’in hafriyatları, Karatepeler ve bizim zamanımızdaki bütün hafriyatlar Atatürk’ün parasıyla yapılmıştır. Ondan sonra Genel Müdürlük, yani Kültür Bakanlığı, işin önemini kabul etti, inisiyatifi devraldı ve çok da güzel yardımlarda bulunuyor. Türk Tarih Kurumu da hala yardım ediyor ama artık çok büyük miktarlarda yardımlar yapamıyor.

Atatürk Antalya’da Belkıs Harabeleri önünde. (09.03.1930) Fotoğraf Türk Tarih Kurumu Arşivi (41-TTK-OFS D:239 No:3-1)

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Günümüz Türkiye’sinde arkeoloji sizce hangi noktada?

NİMET ÖZGÜÇ: Ben büyük ilerlemeler kaydedildiğini düşünüyorum. Bizim zamanımızda arkeolog yoktu. Şimdi çok fazla doktor var. Eskiden doktorlar hastayı kurtarmaya çalışırdı ama hasta durmadan mikroplanırdı. Türk Tarih Kurumu’nda yönetmelik hazırlanırken Afet Hanım demiş ki “Türk Tarih Kurumu hafriyat yapar maddesini de koyalım”. Yusuf Ak sormuş “Kime yaptıracağız kazıları?” Arkeolog bile yoktu o zamanlar. Biz ilk nesliyiz Türkiye’deki arkeolojinin. 1940’tan sonra, zamanında eğitim için yurtdışına gönderilen arkadaşlarımızla birleşip işbaşı yaptık biz. Bizden önce Arif Müfit Mansel’in faaliyetleri vardı tabii ki. Ondan evvel de Osman Hamdi Bey çok çalışmıştı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin ne güzel kurmuş değil mi? Kütüphanesiyle, heykeltıraşıyla… Ama onların yaptığı şimdiki gibi üniversite ölçüsünde, müzelerin gelişmiş teknikleriyle, Kültür Bakanlığı’nın denetiminde yapılan araştırmalar değildi. Bizim arkadaşlarımız çok güzel işler başardılar ve çok da güzel arkeologlar yetiştirdiler. Şimdi arkeologlar kaçak kazılara koşuyorlar. Kurtarma kazıları yapıp yeni bilgiler katıyorlar bize.  

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Olumsuz hiçbir şey yok mu diyorsunuz hocam?

NİMET ÖZGÜÇ: Aslında karşı olduğum tek bir konu var. Müzelere yeni girmiş genç arkeologların, üniversiteden yeni mezun olmuş gençlerin müzelerin kurtarma kazılarına gitmelerini doğru bulmuyorum. Çünkü kurtarma kazısı demek, geri dönüşü yok demektir. Bu kazılar daha çok bilim ister, eseri iyi tanıyan iyi alimler ister. Ben bugün bile hafriyata gitsem, korkuyla yaklaşırım. Ne çıkacak bilmezsin ki, tarih bu. Mesela Orta Anadolu’da senelerce çalıştım ben, oradan sonra Güneydoğu Anadolu’ya Samsat’a gittim. Bambaşka bir bölge, çok sıkıntı çektim. Oradaki bazı çanak çömlek parçaları, bizim Hititlerinkine o kadar çok benziyordu ki. Bir gün dur dedim Tahsin’e bir şaka yapayım. Elime aldım bir parça “Bak” dedim “Bu ne? Hitit buldum.” Ama Tahsin seramiği çok iyi tanırdı. “Hitit seramiği değil o” dedi “Uruk seramiği”. İlk baktığında yanılmak mümkün, ama dikkat ettiğinde anlıyorsun farkını. Farklı medeniyetleri tanımak ve evvela her medeniyeti öğrenmek, sonra hafriyata gitmek lazımdır. Ben Acemhöyük’e başladığımda beş senelik profesördüm. Kültepe’den gittim oraya, malzemeyi tanıyordum, ama gene de ne kadar korkarak gittim biliyor musun? Malzemeyi tanımak yetmiyordu ki. Mimarisi farklı, tabaka tespiti var. Kerpici ayırt etmek lazım topraktan.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Bir kazıda öncelikli olarak korunması gereken yerler nereler?

NİMET ÖZGÜÇ: Öncelikle büyük harabe yerlerini korumak lazım, çünkü bir kültürün en görkemli malzemesi başkentlerde karşımıza çıkıyor. Mesela en güzel tiyatro Bergama’da, Ephesos’ta, değil mi? Önceliğin başkentlere verilmesi, onların iyi korunması gerekir. Saraylar, tapınaklar, kaleler önemlidir ve bunlar başkentlerdedir. Sonra mezarları da korumak lazım, zenginlik orada. Çoğu zamanla tahrip ediliyor. Bu çok üzücü. Bizim Türkiye’mizin güzel denizleri var, ama tüm cazibemiz de tarihimizde, arkeolojide. En iyisi değil, daha iyisini istiyoruz biz.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Hititlerin Anadolu arkeoloji açısından önemi ne derecede?

NİMET ÖZGÜÇ: Bu toprakların üç büyük imparatorluğu var. Birisi Hitit, birisi Bizans, birisi de Osmanlı. İlk imparatorluğu, dünya devletini kuranlar Hititlerdir. Mısırla boy ölçüşüyordu. En çok da Ramses zamanında. Ramsesle, Hitit kralı Hattuşiliş savaşından sonra dünyanın ilk barış anlaşması yapılıyor. Hem kültür tarihi bakımından, hem de siyasi tarih bakımından Hititler çok önemli. Hititleri çok şükür Boğazköy’de çok iyi tanıma şansımız oldu. Ordaki çalışmalardan çok memnun olunacak sonuçlar sağlandı. Hitit tarihini biz Friglerden de, onlardan evvelki Sehalardan da iyi biliyoruz. Çünkü Hititler yazılı kaynaklara çok düşkündür. Bu Hitit arşivleri, kral arşivleridir. Bunlar Hitit tarihini ortaya çıkarır. Tabletlerin büyük kısmı dini metinlerden oluşuyor ama bu dini metinler de Hititlerin manevi yaşamını bize anlatır. Hititlerin bayramlarını, inançları, yaşam biçimlerini öğreniriz. Boğazköydeki otuza yakın mabet de bize cevap verdi. Hititlerin Anadolu için önemi çok büyük.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Hititler çok önemli ancak Avrupa’da neden tanınmıyor?

NİMET ÖZGÜÇ: Çünkü onların sabit fikirleri var. Avrupa medeniyetinin temelinin Yunan’a dayandığını düşünüyorlar, buna inanıyorlar. Fakat şimdi yavaş yavaş açılmaya başladılar. Gördüler ki Yunan medeniyetinin çok sağlam bir temeli var ve bu temel Mezopotamya’ya dayanıyor. Fakat Mezopotamya ile Yunan’ı anlaştıran, kaynaştıran da Anadolu’dur, Hititler’dir. Ben bu konuya biraz açıklık getirmesi açısından İlluyanka efsanesi hakkında bir yayın yaptım. Hititlerle Yunanlılar arasında çok fazla benzerlik var; karışık yaratıklar, inançlar, Zeus’un maceraları. Zaten Zeus’un doğulu bir tanrı olduğunu biliyoruz. Tabiî ki Yunan güzel bir medeniyet, yaptıkları hiçbir zaman görmezlikten gelinemez, ama dünya tarihinde büyütüldüğü kadar değil. Mesela Sümerler yazıyı keşfetmekle dünyanın en büyük keşfini yaptılar. Tekerleğin keşfi mekanikteki en büyük keşif, Hititler İmparatorluk kurdular, yazıyı her alanda kullanarak dünya tarihinde güzel bir yer açtılar kendilerine. Asur ticaret yaptı, büyük koloniler kurdu. Asur medeniyetinden Akhamenidler aldı. Her medeniyetin katkısı var tarihimize.  

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Hocam dikkatimi çeken bir şey var. Sizin zamanınızda yayınlanan eserlerin hepsi yabancı dilde yapılmış. Bunun nedeni nedir? Bir kural mıydı bu?

NİMET ÖZGÜÇ: Öyle olması gerekiyordu. Alacahöyük kazılarından başlamış bir gelenektir bu. Ama bizim arzumuz değil tabi. Hamdi Bey’in ilk yayını Almanca, Türkçesi hiç yok. Avrupalı Türkçeyi bilmiyordu, biz de mecburen iki dilde yazıyorduk bir kitabı. Avrupa da tanısın istiyorduk tarihimizi, okusun, kendi tarihleriyle mukayese etsinler. Yavaş yavaş Türkçe yayın arttı, bu çok sevindirici ama yine de yeterli değil. Mesela benim kütüphanemin yüzde sekseni yabancı dil.

Gavurkale kazılarında, Atatürk H.H. Von der Osten tarafından karşılanırken. (1 Haziran 1930). Fotoğraf Türk Tarih Kurumu Arşivi (TTK-D:238-N:21 A:2 F:41)

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Hem büyüğümüz hem de arkeolojinin öncülerinden biri olarak bize önerileriniz var mı?

NİMET ÖZGÜÇ: Hiçbir zaman çok bilmeyin derim size. Hep daha çok araştırın, daha çok öğrenin. Soru sormaktan korkmayın, her şeyi sorun. Emin olmadıkça da eminmiş gibi konuşmayın. Çok bildiğini sanana ‘bilgiç’ derler, siz ‘bilgiç’ değil ‘bilgin’ olmak için çaba harcayın. Bizim eskiden komik bir düşüncemiz vardı. Sanırdık ki anlatırsak bilgilerimizi çalacaklar. Şimdi bakıyorum bilim adamları hep ekip çalışması yapıyor. Meslektaşlarım haftada bir buluşup araştırmaları hakkında konuşuyorlar, yorumlar yapıp birbirlerinin eksiğini kapatıyorlar. Arkeolojiyi güven ortamında daha iyi çıkarıyorlar ortaya. Uzmanlara her zaman sormak lazım. Ben 91 yaşındayım hala soruyorum.

AKTÜEL ARKEOLOJİ: Bir konuda uzmanlaşmak mı daha önemli, yoksa her konuda bilginiz olsun mu dersiniz?

NİMET ÖZGÜÇ: Benim uzmanlık alanım Hitit arkeolojisi. Hititoloji tahsilim de var. Hititoloji üzerinde daha derin bilgim olduğundan, mühürler benim esas ihtisas saham oldu. Önemli yapıtlarım hep mühürler üzerine. Ama bu demek değildir ki diğer evrelerle meşgul olmam. Arkeolog kazı yapıyorsa, buluyorsa onların hepsini değerlendirmelidir. Benim alanım Geç Hitit tabakaları ama ben iyi bir Ortaçağ’cıyım şimdi, Hellenistik’i de Roma’yı da çok iyi öğrendim.

 

 

İlluyanka hikayemi anlatayım.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER