Hasankeyf'in Geleceği HALFETİ

Sular altında kalmaya başlayan Hasankeyf tanıklığımdan notlar düşmüştüm ilk yazımda size. Şimdi birkaç yıl sonra aynı akıbeti yaşayacağını düşündüğüm Hasankeyf’in geleceğine örnek olacağına inandığım Halfeti tanıklığımda sıra... “Tüm geçmişini sular altında bırakıp, hatırlamak istediğinde görebilecekleri bir anı bulamayanların yurdu” denen Halfeti!

Fırat Nehri üzerinde sayısız eski ve yeni yerleşimin sonunu hazırlayan barajlar meselesi, 1965 yılında başlıyor. İlk tamamlanan baraj 1975 yılında Keban oluyor. Sonrasında hızla Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajları yapılıyor. Fırat’ın bugün neredeyse çok az bir kısmı doğal akışında akıyor. Geriye kalan kısımlar ise baraj gölü halinde.

Birecik önünde Fırat

Bu barajların yapımı sırasında yüzlerce köy ve antik yerleşim sular altında kaldı. Bu yerleşimler sular altında kalmadan kurtarma kazısı yapılmış olsa bile, insanlık tarihinin o fiziki olarak gösterilemeyen  ruhunu bir daha hiç yakalayamayacağız. Samsat Höyük gibi Türkiye’nin en büyük höyüklerinden biri bile daha Bizans katmanı kazılırken sular altında kalır. Gritille, Tilbeş Höyük, Kurban Höyük, Zeugma gibi onlarca arkeolojik yerleşim resmen sular altında bugün. Birecik Barajı’nın 2000 yılında hizmete girmesiyle birlikte Şanlıurfa’ya bağlı Halfeti ilçesi ve çevresindeki birçok köy sular altında kalmaya başladı. Halfeti’nin normalde yarısı sular altında, yarısı su üstünde kalınca sıradan bir şekilde unutulup gideceği düşünülürken, öyle olmadı. Barajlar sayesinde müthiş verimli tarım arazilerine sahip ve tarım sayesinde zengin olacak halk, bugün sadece nehir üzerinde devam eden tekne turizmine bel bağlamış durumda.

Halfeti

Geçtiğimiz sonbahar Gaziantep seyahatim sırasında bölge hakkında oldukça doyurucu gözlem yapma şansını yakaladım. Yerelden bir dostumla birlikte bölgede birkaç gün geçirdim. Öncesinde birkaç kez gördüğüm Halfeti’yi bir kez daha görme şansını yakaladım. Eski Halfeti’ye gitmek için TOKİ Cumhuriyetine dönmüş olan kişiliksiz, gayri estetik Yeni Halfeti’nin içinden geçtik. Sokaklarında üzerinde Ankara Büyükşehir Belediyesi yazan çöp konteynırları kaynayan Yeni Halfeti gerçekten artık her yerde görmeye alıştığımız yapaylıkta yeni bir proje kenti olmuştu. Peki çöp tenekelerinin üzerinde neden Ankara Büyükşehir Belediyesi yazıyordu? Çünkü İ. Melih Gökçek Halfetiliydi.

Yeni Halfeti’den çıkınca, Eski Halfeti’ye inmeden az önce, sol tarafta eski usul sabanıyla fıstık tarlalarını süren bir amcayla karşılaştık. Bir iki sohbet sonrasında doğma büyüme buralı olduğunu, başka da hiçbir yere gitmediğini söyledi. Sigara istedi, gelirken yanına almayı unutmuş. Sonrasında bir hatıra fotoğrafı çekilip ayrıldık. Kanyona muntazam bir asfalt yolla iniliyordu. Yolun başında bir seyir terasından eski Halfeti tüm güzelliğiyle bizi karşılıyordu. Turistler arkalarına bu manzarayı alıp selfiler çekiyorlardı. Son dönemde tüm belediyelerde çok sevilen ama özünde çok kitsch bulduğum tabela burada da karşıma çıktı. Üzerinde I love Halfeti yazan pleksiglas tabela bana birçok şeyi sorgulatıyor.

Halfeti'de tekne turu trafiği

Nehir kıyısına indiğimizde arabamızı park ettik. Hemen ilerideki tekne turları kuyruğuna biz de girdik. Teknelerin doldukça kalktığını öğrenince çok bekleyeceğimizi düşündük. Ama yanıldığımızı çok kısa sürede anladık. Tekne o kadar çabuk dolup hareket etti ki inanamadık. Kaptanımız limandan ayrılır ayrılmaz ilk anonsunu yaptı. Gemisine hoş geldiğimizi, bir saatlik bir tur sırasında birlikte olacağımızı, kendisinin çocukluğunun geçtiği yerleri bize anlatmaktan gurur duyacağını söyledi. Ardından yöresel bir müzik çalmaya başladı. Az önce sessiz ve yol boyunca karşısına neler çıkacağını düşünen yolcular da bir gevşeme hali, neşelenme, müziğe ayak uydurma başladı. Nehir kıyısı boyunca birçok doğal güzellik çıktı karşımıza. Eskiden sular altında kalmadan önce Halfeti’de yaşayanların bağ, bahçesi olan yerler sonbaharın ritmine uydurmuştu kendini. Sararmış, kızarmış yapraklarla dolu bahçelerden geçtik. Kaptan bir an müziğin sesini kesip karizmatik-tiyatral bir ses tonuyla “sol tarafta gördüğünüz ağaçlık alan, dedemin bahçesiydi. Çocukluğumuzda arkadaşlarla meyve yer, top oynardık buralarda. Ailelerimiz bahçe işleriyle uğraşırdı.” dedi. Ardından hiç istifini bozmadan yine müziği açtı. O sırada bizden daha önce yola çıkıp, şimdi dönüş yolunda olan tekneler gelip geçiyordu yanımızdan. Bazılarında son ses açılmış müzik eşliğinde çığlık çığlığa göbek atan yolcular, bazılarında Karadeniz kemençe müziği eşliğinde horon çekenler vardı. Bir anda içinde bulunduğumuz bu anlamsız durum canımı çok sıktı. Hiç konuşmadım uzun süre...

Rumkale'de restore edilen kapalı çarşı

Birazdan Rumkale yakınlarına geldik. Kaptanımız aynı ses tonuyla Rumkale tarihi hakkında bilgiler vermeye başladı. Rumkale’ye geldiğimizde o kadar çok tekne gördük ki şaşkına döndük. Kanyon davul, zurna, dümbelek, kemençe sesleriyle çınlıyordu her yer. Rumkale restore ediliyordu. Geceleri aydınlatılıyordu. Uzaktan masalımsı bir atmosfer yaratıyordu bu aydınlatma. Rumkale’ye tam karşıdan bakan bir kamp alanında bir iki gün sonra bir gece geçirecektik. Rımkale eşrafı da geçimini yoğun bir şekilde turizmle, tekne turlarıyla sağlıyor. Geleceğe yönelik olarak Rumkale’nin restorasyonunun bitmesi ve turizme açılması en büyük beklentileri... Bu arada Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, bölgeyi turizme kazandırmak adına çok yoğun gayret sarf ediyor. Hemen Rumkale’nin sağ tarafında kalan geniş araziyi halka açık bir piknik alanı haline sokmaya çalışıyor. Bölge, son yıllarda örneğini birçok kentimizde gördüğümüz,  bağlamından koparılmış, tek tip halk bahçesi formatında yapılaşmalara bırakıyor. Oraya gelen insanların bu kadim toprakların geçmişi hakkında en ufak bilgisi yok. Büyük bir Disneyland’da gezen, kuru bir yerli turist kalabalığıydı karşımızdaki. Her yerde hediyelik eşya standları, çay bahçeleri ve tekneler...

Sular altında kalan yapılar

Az sonra gelen anonsla suyun üstünde kalmış minaresiyle ünlenmiş Savaşan Köyü’ne geleceğimiz söylendi. Kısa sürede limana yanaştık. Burada biraz soluklanabileceğimiz, ihtiyaçlarımızı giderebileceğimiz söylendi. Oturup çay içtik. Ben köyün toprak üstünde kalan evlerinde dolaşıp fotoğraf çektim hızlıca, çaycı ile sohbet ettim. Gelen gidenden gayet memnun. Kaptan dönüşe geçeceğimizi söyledi ve aynı yolu tekrarladık. Yol boyunca teknedeki insanlar daha bir kaynaştı. Müzik eşliğinde tempo tutmalar, alkışla müziğe eşlik etmeler bizim teknede de başladı. Fırat üzerine okumalarım, sahip olduğum tarihsel bilgiler içimi çok sıktı. Her şeyden habersiz bu neşeli kalabalığa yapmacık gülücükler attım.

Halfeti'de tekne turu...

Yeniden Halfeti’deydik. Biraz eski sokaklarını gezmek istedik. Bir iki sokak yukarı çıkıp eski Halfeti evlerinin yoğun olduğu bir mahalleye geldik. Taş evleri hayranlıkla gezip, geçmişte buradaki yaşam dolu sesleri hayal etmeye koyulduk. Az sonra yaşlı bir kadınla karşılaştık. Bize merhaba diyerek her gün mutlaka baba evine uğradığını, evlerini vermek istemeyen babasını mafyanın öldürdüğünü, oğlunun da hayırsızın biri olduğunu, doğma büyüme buralı olduğunu anlattı. Birden Halfeti girişinde rastladığımız adam geldi aklıma. Garip bir bağlantı kurdum. Halfeti’nin eski insanlarını,  onlar üzerinden hayal etmeye başladım artık. Yaşlı kadından izin isteyip bir fotoğrafını çektim anı olarak. Az ilerde evinin düz damında halısını yıkayan bir kadın gördüm. Hızlıca ona doğru yaklaştım. Evin olduğu yer gizli bir cenneti andıran küçük vadinin ucundaydı hemen. Sağa doğru kıvrılan sokaktan baktığımda eski Halfeti’nin en güzel sokağının burası olduğunu düşündüm nedense. Harika bahçeler vardı ileride. Kadının evinin hemen altı nehirin göle döndüğü bir alan. Büyük bir asma köprüyle geçiliyordu karşıya. Ben geçmedim. Kadınla konuşmaya başladık birden. Burayı çok sevdiğini ama sadece yazları geldiğini anlattı ben daha sormadan. Sanırım benim meraklı olduğumu anladı. “Yazları kimse gelmese ben gelirim” dedi. “Salçamı, eriştemi yaparım. İşim bitince oturur çayımı içerim doğanın sesinde.” Lehçesi şehirli bir kadına ait olan bu ses bende merak uyandırdı ama bir şey soramadım.” Sadece bir fotoğrafınızı çekebilir miyim” dedim. “Olmaz, gören olursa ters olur şimdi” cevabını aldım. Teşekkür edip, yanından ayrıldım hızlı adımlarla.

Gece ışıklandırılan Rumkale

Dönüş yolu boyunca bu kadim topraklardaki hoyratlığını düşündüm devletin, insanımızın. Hasankeyf geldi birden aklıma. “Aynısı orada olacak birkaç yıla” diye geçirdim aklımdan. Kendimce cevaplar aradım bizlerden önce yaşayanların tarihine, geçmişine neden bu kadar duyarsız olduğumuza dair. Bir türlü bulamadım.

Rumkale'de restore edilen yerler.

Dönüşte Fırat’ın baraj duvarlarından kurtulup, gerçek debisine kavuştuğu Birecik kıyısına uğradık. Bir süre sonra Fırat sınırdan çıkıp Suriye topraklarına geçecek. Özgür bir nehir nasıl bir şeydir az çok anlıyoruz burada. Halfeti’yi, Rumkale’yi, Zeugma antik kentini şimdi gerçekten hayal edebiliyorum ve hayranlığım, hayıflanmam bir kat daha artıyor.

Yukarıdan Halfeti'ye bakış.

Hasankeyf’te yaşanacakları artık daha iyi hayal edebiliyorum. Halfeti’de olduğu gibi her şeyin birkaç yıl içerisinde unutulup, içi boşaltılmış bir turizm merkezine döneceğini düşünmek hiç de zor değil artık.

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER