1930’larda Hatay Arkeolojisi ve Fotoğrafçılığı

Woolley Aççana Höyük’te Hamoudi’nin oğlu Yahia’yı kazı fotoğrafçısı olarak yetiştirmişti. Mısır’da birçok yerleşimde kazı yapan George A. Reisner, yine aynı şekilde kazısında çalışan işçilere ‘Batılılara özgü işleri’ öğretmişti. Max Mallowan’ın Suriye ve Irak’ta yürüttüğü kazılarda ise fotoğrafları eşi Agatha Christie çekmekteydi.

Her ikisi de Princeton Üniversitesinden o dönem yeni mezun olan fotoğrafçı Robert Schirmer ve mimar Charles K. Agle, asistanlarının yardımı ile Agle’ın tasarladığı fotoğraf köprüsünü kullanarak Atrium Evi’nin yemek odasına ait mozaikleri fotoğraflarken

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı sonrasında İskenderun Sancağı’na bağlı Hatay topraklarında yürütülen kapsamlı arkeolojik araştırmalar, aynı zamanda 20. yüzyılın ilk yarısının arkeoloji fotoğrafçılığına dair iki farklı bakış açısı sunmaktadır. 1930-1941 yılları arasında Princeton Üniversitesi tarafından yürütülen, Hatay’ın klasik dönemlerine yoğunlaşan Antakya kent merkezi ve çevresi kazıları bölgeye ün kazandıran dünyaca ünlü Roma ve Bizans Dönemi mozaiklerinin açığa çıkarılmasını sağlamıştır. Aynı dönemde Amik Ovası’nda yürütülen yüzey araştırmaları ve kazılar ile birlikte Yakın Doğu arkeolojisi için referans sayılan Robert Braidwood’un Amik Kronolojisi; 1937-1939 ve 1947-49 yılları arasında Orta ve Geç Tunç Çağı Mukiş Krallığı’nın başkenti olan Aççana Höyük, Antik Alalah’ta İngiliz arkeolog ve ajan Sör Leonard Woolley tarafından gerçekleştirilen kazılar ile birlikte ise erken dönem Anadolu, Yakın Doğu ve Doğu Akdeniz kültürleri arasındaki ilişkileri ortaya çıkaran sonuçlar elde edilmiştir.

Geçtiğimiz yıl Koç Üniversitesi, Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi sanat galerisinde küratörlüğünü üstlendiğimiz Asideki Antakya Mozaikler Şehrinde İlk Araştırmalar (Küratör: Murat Akar) ve Unutulmuş Krallık, Antik Alalahta Arkeoloji ve Fotoğraf (Küratörler: Murat Akar ve Helene Maloigne) sergi projeleri ile birlikte Hatay kazılarına ait iki fotoğraf arşivi üzerinde çalışmış, farklı dönemler ve farklı amaçlara sahip iki kazının arkeoloji fotoğrafçılığına olan bakış açısını kapsamlı olarak inceleme fırsatı yakalayabilmiştik.

1930’ların fotoğraf teknolojisi, cam levha negatifler kullanan büyük formatlı körüklü makinelerden oluşmaktaydı. Işığa olan duyarlılıkları ve lens deformasyonu olmayan bu fotoğraf makinelerinden elde edilen görüntüler, doğru kullanımda arkeoloji ve arşiv fotoğrafçılığı adına muazzam sonuçlar vermekteydi. Ancak fotoğraf makinesinin yüksek maliyetli kullanımı, bir fotoğraf karesi elde edebilmek için harcanması gereken zaman dilimi ve karanlık oda gibi lojistik detaylar göz önüne alındığında kuşkusuzdur ki erken dönem kazılarının seçici kayıtlama yöntemine gitmiş olması kaçınılmaz bir durumdur. Ancak bu seçici yaklaşımın hangi kıstaslara göre belirlendiğinin irdelenmesi, dönemin arkeoloji uygulamalarını, bağımlı olduğu politikaları ve arkeoloji fotoğrafçılığının rolünün şekillenmesi üzerinde yarattığı etkiyi göstermektedir.

Dakar isimli bir köylü zeytin ağacının altında, Harbiye’deki ‘Büfe Mozaiği Evi’nin yakınında, 10x8 m boyutlarındaki bu dev mozağin yanında otururken. Çiçek desenleri ile bezeli mozaik zeminin ortasında, boynunun etrafı Pers kraliyet ailesinin sembolü olan kırmızı kurdelelerle süslenmiş yürüyen bir aslan bulunur. MS 5. yüzyılın ilk yarısına ait bu orta panel, günümüzde Hatay Arkeoloji Müzesinde sergileniyor. 13 Mayıs 1937, Princeton Üniversitesi Sanat ve Arkeoloji Bölümü

Princeton Üniversitesi Fotoğraf Arşivi

Princeton Üniversitesi Antakya Kazıları arşivinde ilk dikkati çeken özellik dokümantasyonda fotoğrafa verilen önemdir. 5 bin 500 adet cam levha negatiften oluşan bir arşive sahip olan Antakya kazıları, dönemi içerisinde kapsadığı alan, finansal bütçesi, kullanılan iş gücü ve harcanan zaman göz önüne alındığında bölgede gerçekleştirilmiş en kapsamlı arkeolojik dokümantasyona sahip proje olarak tanımlanabilir. Özellikle kazılarda ortaya çıkarılan mozaik tabanların yerinde fotoğraflanması üzerine harcanan çaba ise dikkat çekicidir. Bünyesinde profesyonel fotoğrafçılar (Robert Schirmer, Fadıl Nasır Saba) barındıran Princeton ekibi, her mozaik tabanının açığa çıkarılmasından sonra ekip üyesi mimar Charles K. Agle’ın tasarladığı bir ahşap iskele sistemi üzerinden mozaik tabanların 90 derece kuşbakışı görüntülerini fotoğraflamıştır. Arkeolojik dokümantasyon açısından kusursuz bir kayıt alma yöntemi olarak nitelendirebileceğimiz bu fotoğraf kareleri hala önemlerini korumakta ve hali hazırda yeni restorasyon projelerinde dahi kullanılmaktadır. Princeton arşivlerinde dikkati çeken bir diğer özellik ise arkeolojik kalıntıların açığa çıkarıldığı alanların çevre peyzajını tanımlayan kareler içermesidir. Özellikle Harbiye tarafında bulunan bir çok Roma Dönemi kalıntıları, yerel halkın ihbarları sonucu tespit edilmiştir. Tarla veya bahçelerinde kazı yaparken buldukları kalıntıları Princeton ekiplerine haber veren bölge sakinlerinin yönlendirmesi sonucu birçok arkeolojik kalıntı açığa çıkarılmıştır. Örneğin, Dakar adlı köylünün zeytin ağacı bahçesinde açığa çıkarılan aslanlı mozaiğin arka fonda gözüktüğü kare, Princeton kazılarının hikayesini anlatır niteliktedir. Arkeolojik kalıntıların yanı sıra kazı ve mozaik kaldırma-restorasyon tekniklerini de içeren fotoğraf dizileri dönemin arkeoloji metodolojisini tanımlar niteliktedir. Princeton kazıları dönemin yasaları doğrultusunda açığa çıkarılan eserlerin Suriye hükümeti ile kazıyı destekleyen kuruluşlar arasında paylaşılmasını sağlayan bir antlaşmaya göre gerçekleştirilmekteydi. Bilimsel kaygılar ve arkeolojik sorunlara aranan cevapların yanı sıra projeye sağlanan maddi desteğin en önemli nedeni ise projeyi destekleyen ülkelerin müzelerini yeni eserler ile zenginleştirme çabasıdır. Bu kaygı ile desteklenen arkeolojik çalışmalar kapsamında kazı notlarında bahsi geçen “her gün bir mozaik taban açıp kaldırılıyordu cümlesi projenin işleyiş sürecini açıklar niteliktedir. 1935 yılında 126 günde toplam 126 mozaik açığa çıkarılmıştı. Ancak bu hızlı çalışmanın aynı zamanda sistematik olarak sürdürülen bir fotografik dokümantasyon sürecini de ortaya çıkardığını vurgulamak gerekir. Bu, arkeoloji fotoğrafçılığı adına önemli bir adım olarak nitelendirilmelidir.

1938’in Ağustos ayında, Samandağ-Çevlik’te (Seleukeia Pieria) Roma şehir duvarının içinde kalan dut bahçesinde su kanalı açmakta olan bahçe sahibi, bir mozaik taban döşemesinin bir kısmını buldu. Bu geniş kavisli mozaik döşeme, egzotik bitkilerden oluşan bir manzarada geçit yapan, aralarında filler, zebralar, zürafalar ve flamingolar bulunan birçok egzotik hayvanı tasvir eder. 20 Ekim 1938, Princeton Üniversitesi Sanat ve Arkeoloji Bölümü.

Aççana Höyük, Antik Alalah

1937’de kent merkezinden 20 kilometre uzaklıktaki Amik Ovası’nda yer alan Aççana Höyük, Antik Alalah’ta ise arkeoloji fotoğrafçılığına çok daha farklı bir yaklaşım söz konusudur. Aynı zamanda bir İngiliz ajanı olan Sör Leonard Woolley, British Müzesi tarafından erken dönem Doğu-Batı kültürleri arası ilişkileri ortaya çıkarabilecek bir yerleşimde arkeolojik araştırmalar yapmak üzere görevlendirilir. Karkamış ve Ur gibi iki önemli merkezi kazan Woolley, hali hazırda bölge coğrafyasına hakim eğitimli bir işçi grubuna da sahipti. Leonard Woolley, ustabaşısı Hamoudi ibn Sheikh İbrahim ile 1912-1919 yılları arasında (1914-1918 yıllarında I. Dünya Savaşı nedeniyle verilen ara ile birlikte) Karkamış’ta kazı yaparken tanışmıştı. Ur kazıları sırasında (1922-1934) yine onunla çalışmış, aynı zamanda da Hamoudi’nin oğulları Yahia ve Alawi’yi de işe almıştı. Woolley’nin yayınlarında ve diğer belgelerde kazıya finansal destek bulmakta güçlük çektiğini yazar. İşte bu dönem içerisinde Hamoudi’nin oğlu Yahia, Aççana Höyük’te fotoğrafçı olarak çalışmaya başlamış, II. Dünya Savaşı sonrasında ise Hamoudi’nin emekli olmasıyla birlikte babasının yerine geçerek kazının ustabaşısı olmuştu.

Fotoğraf çekmek ve basmak için gereken eğitim göz önünde bulundurulduğunda kazılardaki fotoğrafçının yurtdışından gelen bir üyesi olduğu düşünülebilir. Eğitimli ekip üyesinin az olduğu Yakın Doğu ve Mısır kazılarında ise durumun farklı olduğunu söylemek gerekir. Örneğin, Woolley Aççana Höyük’te Hamoudi’nin oğlu Yahia’yı kazı fotoğrafçısı olarak yetiştirmişti. Mısır’da birçok yerleşimde kazı yapan George A. Reisner, yine aynı şekilde kazısında çalışan işçilere ‘Batılılara özgü işleri’ öğretmişti. Max Mallowan’ın Suriye ve Irak’ta yürüttüğü kazılarda ise fotoğrafları eşi Agatha Christie çekmekteydi. Dolayısıyla Yakın Doğu arkeologlarının, 20. yüzyılın büyük bir kısmı boyunca fotoğrafçılığı gerekli ancak başkalarına devredilebilecek meşakkatli bir iş olarak algıladıkları gözlemlenmektedir.

Princeton Kazı ekibinin üyeleri Antakya’nın ileri gelenleri ile birlikte. Soldan sağa ilk sıra: Muhammed Yusuf, Hayder Vezen, Raşid Bereket, Nasip Arsuzi, Richard Stillwell, Halil Zaravend, Necmeddin Vecihi Paşa, Mahmud Tuhani, Charles Rufus Morey, Zeki Arsuzi, Fadıl Gabusi ve Süleyman Hindi. Soldan sağa ikinci sıra: Mustafa Yusuf, Jean Lassus, Edib İshak, Apostolos Athanassiou, W. H. Noble, Berberi Mahmud İsa, Joseph Numani, William A. Campbell, İbrahim Ağa Tuhani, Süleyman Vezen, Samaan Tota, Ali Ağa Tuhani. 5 Temmuz 1936, Princeton Üniversitesi Sanat ve Arkeoloji Bölümü

Yahia ibn Hamoudi’nin arkeoloji fotoğrafçılığındaki deneyimine dair elimizde hiçbir kayıt yoktur ve görevi dışında başka hangi konuların ilgisini çektiğini Aççana Höyük’ün günümüze gelişigüzel bir biçimde kalmış fotoğraflarından anlamak güçtür. Hamoudi’nin Ib Tabakası Tapınağı’nda çıkarılan aslanlardan birinin yanında çekilmiş fotoğrafı, bir baba ve deneyimli bir ustabaşının sevgili oğlu tarafından çekilmiş bir portresi ya da oryantalist bakış açısıyla çökmekte olan Şark kültürünü vurgulayan bir portre olarak farklı şekillerde yorumlanabilir. Arkeolojik bir bakış açısıyla buluntuları ve yapıları ‘nesnel olarak’ belgeleme amacıyla çekilmiş VII. Tabaka Şehir Kapısı’nın ağaçlar arasından görünümü pek başarılı olmasa bile, Yahia’nın yerleşimin civarına ve farklı bakış açılarına ilgisi olduğunu göstermektedir.    

 

Princeton ve Alalah arşivleri karşılaştırıldığında Alalah fotoğraflarının teknik açıdan hatalar barındırdığını söylemek gerekir. Burada bir höyük kazısının getirdiği zorundalıkları da hesap etmek gerekir. Woolley, Aççana Höyük’te yaklaşık 400 kişilik bir işgücüne sahipti ve kazılar çok hızlı ilerliyordu. Belki de günün her saati yeni bir gelişme oluyor, açığa çıkarılan kalıntılar özellikle 1947-49 sezonlarında hızla açılıp kaldırılıyordu. Bu süreçte doğru ışığı beklemek bir lüks olarak görülmüş olabilir.

Her iki arşivde de bizleri en çok etkileyen kareler Batılılar ve Doğulular olarak grup ayrımlarını belirgin bir şekilde tanımlayan ekip fotoğrafları olmuştur. Princeton ekibinin Antakya’nın ileri gelenleriyle birlikte yeni kaldırılmış bir mozaik tabanı önünde verdikleri poz her ne kadar bir hatıra fotoğrafı olarak değerlendirilebilse dahi, aynı zamanda Batılılar ve Doğulular ayrımını vurgulayan görsel bir anlatımdır. Woolley arşivlerinde yer alan, işçilerin ödeme gününde çekilmiş fotoğraf karesinde ise durum biraz daha farklıdır. Bir kazı evine ve idari işlerin sürdürülebileceği bir mekana sahip olunmasına rağmen Woolley, işçi ödemelerini kazılarda açığa çıkarılan IV. Tabaka Sarayı’nın önünde yapmayı tercih etmiştir. Bu fotoğrafın kurgusu hangi amaca hizmet etmiştir? İngiltere’de kazı için finansal destek arayışlarında kullanılabilecek son derece oryantal ve egzotik bir görüntü elde çabası mı, yoksa kazı başkanının yarattığı ve içinde yaşadığı küçük imparatorluğun fotoğrafı mı?

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER