Antik Yakındoğu'da Kölelik

MEDENİYETİN ŞAFAĞINDA KÖLELİK

Basit toplumlarda kölelik kavramı yoktur ancak tarım ve yerleşik düzenin ortaya çıkmasıyla birlikte birçok toplumda fazladan iş gücü gereksinimi doğmuştur. İş gücü elde etmenin bir yolu da insanları kaçırıp, zorla çalıştırmaktır. Siyasi yapılar büyüyüp karmaşıklaştıkça, dışarıdan insan getirip çalıştırmak çok daha çekici bir durum haline gelmiştir.

Kuzey Irak’ta, Musul yakınlarında, bugün Khorsabad adıyla bilinen kasaba yakınlarında yer alan ve II. Sargon tarafından inşa ettirilen Dur-Sharrukin Sarayı’nda yer alan taş kabartma üzerinde, teknelerden sedir ağacından yapılmış kalasları indiren kölele

Kabile toplumlarının tümünde kölelik görülür. Bu tür toplumlarda merkezi bir yönetici elit sınıf bulunmamakla birlikte geniş bölgelere yayılmış ve birbiri ile iç içe geçen akraba grupları yer alır. Yakın Doğu’daki ilk devletler işte bu toplumlar çevresinde oluşmuştur ve bu toplumlarda köleliğin varlığı uzun zamandır bilinmektedir.

Peki bu topluluklar köleleri nereden buldu? Çekirdek alanlarının dışına çıktıklarında, kendilerinden daha az gelişmiş ve daha düzensiz, dolayısıyla köleleştirilebilir olarak gördükleri çok sayıda insanın yaşadığını fark eden topluluklar, bu insanları hiçbir ceza almadan kaçırıp, uzun mesafeler boyunca taşıyarak, kendi topraklarına getiriyorlardı. Uzun mesafeden getirilmeleri nedeniyle kaçmaları neredeyse imkansız olan bu insanlar, başlarında bir gözetmen bulunduğu sürece neredeyse her işe koşulabiliyordu.

Tarihçiler, köleliğin en önemli kaynağını savaş esirlerinin oluşturduğunu aktarır. Homeros’un şiirlerinden tanık olduğumuz antik Yunan geleneği, savaşta yenilgiye uğramış taraflarda erkeklerin genellikle öldürüldüğünü, kadınların ise köleleştirildiğini gösterir. Evrensel bir model olmamakla birlikte bu örnek, tarihteki ilk kölelerin, savaşlarda yurtlarından zorla koparılan ve kendilerine tecavüz eden efendileri ile gitmek zorunda bırakılan kadınlar olduğunu gösteriyor olabilir. Bu kadınların birçoğunun daha yolculuk sırasında ya da köleliklerinin ilk yıllarında öldüğü, hayatta kalanların ise sahipleri tarafından hamile bırakılarak, hayatlarının geri kalanını katıldıkları yeni topluluklarda kendilerini çocuklarına adayarak geçirdikleri düşünülür. Çocuk sahibi olmaları, büyük olasılıkla esir kadınların kaçmasına engel oluyordu.

Irak’ta bulunan, Sumerler Dönemine ait Kiş antik kentinde yer alan sarayda ele geçen ahşap ve kakma mermerden yapılmış eser üzerinde bir köleyi itmekte olan hükümdar betimleniyor. Sumer Medeniyeti, Erken Hanedanlık Dönemi I-II, MÖ 3. binyıl. Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi, Bağdad.

Mezopotamya’da köleliğe ilişkin sahip olduğumuz en erken bulgu, MÖ 2.500’den öncesine tarihlenir ve Güney Irak’tan gelmektedir. Çivi yazısı bu tarihten en az bin yıl önce ortaya çıkmıştır. Bilinen en eski çivi yazılı metinler, ekonomik işlemler ve malların listelerini içeren kayıtlardır. Bu kayıtların bazılarında hür olmayan kişilerin varlığından söz edilir. Güney Irak’ta şehir devletlerinin gelişmeye başladığı döneme ait metinlerde, bir yerden getirilerek, gümüş para karşılığında satılan insanlardan söz edilir. Metinlerde, ucuz fiyatlı olan bazı insanların “körler” şeklinde anıldığı ancak bu ifadenin kaybettikleri savaşların sonrasında gerçekten kör olan insanları mı yoksa işe yaramadığı düşünülen bireyleri mi yansıttığı belirsizdir. ‘Körler’ olarak nitelendirilen bu insanların fiyatı 15 gümüş şekel olarak belirtilirken, diğer tüm esirler 20 şekel olarak fiyatlandırılmaktadır. Bir şekel, 0.5 gram gümüşün altıda birine eşittir. Bu fiyatlara göre yaşamın ucuz olduğu söylenebilir mi? Belki... Ancak Güney Irak’ta gümüş bulunmaması ve bugünkü Türkiye ve İran sınırlarında kalan bölgelerden getirilmesi nedeniyle oldukça değerli bir maden olduğunu da hesaba katmak gerekir. Antik Mezopotamya toplumlarında köleler her türden vasıfsız işe koşulabiliyor ancak hiçbir zaman araziye tek başlarına gönderilmiyorlardı. Irak, arazi özellikleri bakımından kaçmaya olanak sağlayan bir bölgeydi. 15 şekel tek başına yüksek bir rakam olmayabilir ancak birden çok kölesi olan bir kişi için bu insanların çoğunun tepelere veya çöle kaçabileceği hesaba katıldığında, kaybedilecek rakam büyük bir miktara dönüşebilir.

Çivi yazılı belgelere göre evlerde çalışan kadın köleler yün işliyor ve dokuma işleriyle ilgileniyorlardı. Bu dönemde yün, Irak’ın önemli ihraç mallarından biri haline geldiğinden, özellikle koyun büyük önem taşıyordu. Değerli taş veya ahşap gibi Mezopotamya topraklarında çok nadir bulunan veya hiç bulunmayan mallar ithal edilmek istendiğinde, koyun önemli bir ihraç ürünü olarak öne çıkıyordu.

İmparatorluk ve Kölelik

Şehir devletleri büyüyüp, aralarında daha büyük ittifaklar kurulmaya başladığında, bazı yöneticilerin aklına hakimiyet fikri geldi. Günümüzde Bağdat’ın bulunduğu bölgenin kuzeyinde yer alan Akkad bölgesinin kralı Sargon, tüm ovaya hakim olmak için verdiği mücadele sonucunda tarihte bölgesel yönetim kuran ilk kişi olmuştur. Ele geçen arkeolojik bulgular Sargon’un topraklarını Suriye’nin Habur Bölgesi’ne kadar genişlettiğini, yazılı kaynaklar ise Akdeniz ve Türkiye topraklarına kadar ulaştığını göstermektedir.

Sargon’un çabaları sonucunda Akkad sülalesi en az 100 yıl boyunca hüküm sürmüştür. Bu süre boyunca yaşanan savaşlar ile birlikte imparatorluk daha da zenginleşmiş ve esir sayısında büyük artış meydana gelmiştir. Bu dönemde taş kabartmalar üzerinde esirlerin ilk kez tasvir edilmeye başladığını da görüyoruz. Propaganda amaçlı yapıldığı düşünülen, üzerinde zincire vurulmuş esirlerin tasvir edildiği kabartmalar, esirlere imparatorluğa bağlı kalmanın direnmekten daha akıllıca olduğu mesajını vermektedir. Kil tabletler üzerinde günümüze ulaşan ekonomi ile ilgili metinlerde yer alan “kafalar” tabirinin ise esir düşen insanlar anlamına geldiği anlaşılmaktadır.

Kabartmalarda tasvir edilen esirler büyük olasılıkla imparatorluğun hakimiyetindeki bölgenin uç kısımlarından, özellikle İran’ın dağlık kısımları ile Suriye ve Türkiye’nin bulunduğu bölgelerden gelmektedir. El becerisi olan kölelerin daha değerli olduğu düşünülür. Bir mühür kırabilen veya bir yarayı iyileştirebilen bir kölenin fiyatı, diğerlerinden daha yüksek olmalıdır. Ancak büyük olasılıkla kölelerin çoğunluğu, okuma yazma bilmeyen, yenilgiye uğramış askerler ile onların eşleri ve çocuklarından oluşuyordu. Elit sınıf mensupları artık yapmak istemedikleri veya işçilere ucuz bir şekilde yaptıramayacaklarını düşündükleri işlerde bu insanları kullanıyorlardı.

Çivi yazılı belgelerde köleliğe ilişkin referanslar daha yaygın bir hale geldikçe, köleliğin tanımı ve yayılımı hakkında daha fazla bilgi edinmeye başlarız. Kölelik dendiğinde akla ilk olarak başka bir yerden getirilerek satılan insanlar gelir ancak bu köleliğin tek tanımı değildir. Köle ailelerde doğan ve dolayısıyla doğuştan itibaren köle olan insanlar da vardır. Peki bu insanlar birbirinden nasıl ayırt ediliyordu? Esir düşenler ile köle olarak doğanlara farklı uygulamalar mı yapılıyordu?

Birinci nesil köleleri tanımlayan başlıca özellik yabancı olmalarıydı. Bu ilk köleler Mezopotamya dillerini ya hiç bilmiyor, ya da pek iyi konuşamıyorlardı. Ancak bu özellik muhtemelen çocuklarında devam etmemiştir. Yine de, kölelerin konuştuğu ayrı lehçelerin veya modern araştırmacılar tarafından kolaylıkla tespit edilemeyecek farklı kültürel özelliklerinin var olduğu düşünülmektedir.

Kölelik üzerine araştırma yapan bazı öğrenciler, kölelerin bir başkasının malı ve mülkü olmasından ziyade, kölelere yapılan aşağılanmanın önemine dikkat çektiler. Yabancı uyruklu olmayan hür vatandaşlara kıyasla köleler toplum içerisinde her zaman aşağılanmıştır. Tarihte köleleri aşağılayan, onları küçük düşüren çok çeşitli uygulamalar olduğu görülür. Örneğin çivi yazılı belgelerde köleliğe ilişkin konulardan biri de kölelerin saç şekilleridir. Elimizde bu konuyla ilgili bir görsel bulunmasa da, metinlerde kanunlara uymayan berberlere verilen cezalarla ilgili maddeler yer almaktadır.

Akbabalar Steli’nin ön yüzünde kazanılan zaferin ardından düzenlenen dini bir tören betimlenmektedir. Bir elinde topuz biçimli bir tören asası, diğer elinde ise anzu adı verilen aslan başlı kartal figürü tutmakta olan Sumer tanrısı Ningirsu, anzunun alt kısmında bir ağ içerisinde betimlenen çıplak düşman askerlerinin kafalarını ezmektedir. Sumer Medeniyeti, MÖ yaklaşık 2500, Erken Hanedanlık Dönemi III, Musée du Louvre, Paris.

Ayırt etmesi zor olan bir diğer yön ise ırkçılıktır. Başlangıçta, esir alınan kişilerin çoğu yabancı kökenlidir. Bununla birlikte, Mezopotamya’nın büyük bölümünde ortaya çıkan mezarlarda gömülü bireylerde fiziksel görünüş bakımından fazla çeşitlilik görülmez. Ancak ırk konusu, bilimsel ve objektif olmaktan ziyade, çoğunlukla yerel bağlamda tanımlanmış bir kategoridir. Bir toplulukta kimin ne olacağına yerel güçler karar verir. Bu haksız ve keyfi bir uygulama olarak görülebilir ancak etnik kimlik tanımlamaları ırk ayrımcılığına neden olabilir.

Mezopotamya’daki Amoritler bu konuda çelişkili bir örnek teşkil etmektedir. İsimleri ‘Batılı’ anlamına gelen Amoritler, büyük olasılıkla Suriye veya Arap Çölü’nden gelmişlerdir. İlk olarak Akkad İmparatorluğu’nun geç dönemlerinde gördüğümüz Amoritlerin büyük çoğunluğu daha sonraki dönemlerde paralı askerler olarak karşımıza çıkarlar. Kaba ve zorba savaşçılar olarak bilinen Amoritlerin, Mezopotamya’ya köle olarak gelmiş olduklarına dair bir bulguya rastlanmamıştır. Yine yabancı kökenli bir etnik grup olan Subarilerin, kuzeyden, bugün Türkiye’nin doğusundaki topraklardan geldikleri düşünülmektedir. Kendi dillerini konuşan bu etnik grup büyük olasılıkla köleleştirilebilir kategoride görülüyordu. Bu bölgede MÖ 1. binyıla kadar şehir devleti kurulmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum burada yaşayan insanların uzun bir süre boyunca köle olarak kullanıldıklarını gösterir.

Tanımlamalar

Bir köle daha önceden alınmış ve satılmış, veya alınıp satılabilen ancak bu henüz başına gelmemiş bir kişi olabilir. Köleleri disiplin altında tutmak ve onların kaçacak veya yaşamlarını değiştirecek gücü ve aklı kendilerinde bulmalarını engellemek isteyen toplumlar, bunu onların onurunu kırarak yaparlar. Bu durum kölelerin bireysel kabiliyetleri ile ilgili değildir. Ayrıca her zaman istenen etkiyi yaratmaz. Birçok dönemde kölelikten kurtulup kaçmayı başaranlar olduğu görülür.

Günümüze ulaşan çivi yazılı belgelerde kölelerin yanı sıra, hür olmayan işçiler olarak tanımlanan bir kategori daha yer alır. Bu kişilerin toplum içerisindeki konumu tam olarak anlaşılmamakla birlikte, belgelerden gerekli durumlarda çok sayıda kişinin zorla çalıştırıldığı anlaşılmaktadır. Devlete bağlı işlerde belirli bir süre çalışmaları anlamına gelen bu sistemde işçiler eğer evlerinden uzakta çalışıyorlarsa, onlara kalacak yer ve yemek sağlanıyordu. Ancak kaçmaları kesinlikle yasaktı. Irak’ın sulama bölgesinde kanal inşa etmek ve kanalları temizlemek için işgücü gerekiyordu. Bu alanda zorunlu işçi olarak çalıştırılan kişiler çiftçilerdi. Dolayısıyla kendileri de bu işten fayda sağlıyorlardı. Zorunlu işçilik sistemi baskıcı gibi görünse de, devlet tarafından bakıldığında son derece iyi bir sistemdi.

Peki zorunlu işçiler olarak tanımlanan bu kişiler de köleler gibi toplum tarafından aşağılanıyor muydu? Bu konuda kesin bir şey söyleyemeyiz ancak bu kategorideki işçilerin, kendi çiftliklerine dönme gibi bir beklentisi bile olmayan kölelerden daha iyi durumda olduklarını söyleyebiliriz. Eski Babil Döneminde, yani MÖ 2004-1595 arasını kapsayan süreçte ortaya çıkmış ünlü Hammurabi Kanunlarında kölelerin statüleri ve yaşamlarına dair daha fazla detay görürüz. Hammurabi Kanunlarından anlaşıldığı gibi köleler toplum düzeyinin en altındaydı ancak nihai bir özgürlüğe ulaşma ihtimalleri vardı. Eğer efendilerine borçlarını ödeyebilecek kadar gümüş veya mal mülk elde edebilirlerse, efendileri onları azat edebilirdi.

Kadın kölelerin durumu daha ilginçtir. Efendilerinden bir çocuk dünyaya getiren kadın köleler, efendileri çocuğun babası olduklarını açıkça beyan etmeseler bile hür kalabiliyorlardı. Antik Yakın Doğu’nun köle soy sistemi hakkında elde ettiğimiz bu ilk bilgi, daha yüksek statüde bir ebeveyne sahip kölelerin de yüksek statüye sahip olduğunu göstermektedir. Hür bir baba, hem bebeğin hür olarak doğması, hem de annenin hür kalması anlamına geliyordu. Daha geç dönemlerde de olduğu gibi, hükümdarların birçoğunun, köle bir anne ile hükümdar bir babanın çocuğu olarak doğmuş olmaları muhtemeldir.

Antik Yakın Doğu kölelik sistemlerinde azat edilme ihtimalinin olması, yalnızca annenin statüsü ile hür olunabilen Roma kölelik sistemine kıyasla, bu sistemlerin daha az baskıcı olduğunu düşünmeye neden olabilir. Ancak günlük yaşam koşullarına baktığımızda hemen hemen tüm kölelik sistemlerinin benzer olduğunu görürüz; yetecek kadar yiyecek, hareket özgürlüğü, dayak veya işkenceye uğrama ihtimali. Bu koşullar göz önünde bulundurulduğunda Antik Yakın Doğu’daki kölelerin, daha geç dönemlerdeki kölelere göre daha şanslı olduğunu söyleyemeyiz.

MÖ 2. binyılda, her varlıklı Mezopotamya hanesinde bir ya da iki köle olduğu düşünülür. Daha fazla kölenin bulunduğu haneler ise oldukça nadirdir. Hür çiftçiler ve alt statüden işçiler ise sayıca kölelerden daha fazladır. Bu durum, köle sahibi olmanın varlıklı aileler için daha çok bir lüks anlamına geldiğini gösterir. Köle toplumları, kölelerin nüfusun üçte biri veya daha fazlasını oluşturduğu toplumlardır ve bu tür toplumlar genellikle, MÖ 5. yüzyıl Atina’sı örneğinde olduğu gibi, galibiyetle sonuçlanmış büyük ölçekli savaşlar veya olağandışı bir zenginleşme aracılığı ile ortaya çıkar.

Tüm bunların yanında, Eski Babil dönemine ait belgelerde köleliğin, yalnızca köleler için değil, köle sahipleri için de bir sosyal sorun teşkil ettiğini açıkça belirtilmektedir. Genç yazmanlar tarafından kopyalanmış özlü sözlerde köle sahipleri, köle kadınlarla birlikte olmamaları, onların kendilerine zevk verebilecekleri ancak aynı zamanda başlarına bela açacakları yönünde uyarılmaktadır. Hamile kalan köle kadınların, hem kendilerinin hem de bebeklerinin özgürlüğünü talep edebilecekleri ve doğuştan hür eşlere statü ve ayrıcalık yönünden rakip olabilecekleri, ve bu durumun en zengin kocanın bile başını ağrıtabileceği anlatılmaktadır.

Yine bu tür sözlerde bir köleden fazla bir şey beklememek gerektiği yönünde dikkat çekici nasihatler yer alır ve kölelerin yaşadıkları kente hür doğmuş köle sahipleri kadar değer vermeyeceği anlatılır. Bu tür sözlerde köle sahipleri, kölelerin kaçmaya çalışacakları ve sahiplerini işgücünden yoksun bırakacakları, dolayısıyla köleleri yakalamak için ek masraf ortaya çıkacağı yönünde uyarılmaktadır. Ayrıca, kölelerin herhangi bir işi yerine getirmektense, daha çok şikayet etmeyi tercih edecekleri anlatılır. Antik çağlarda kölelerin ırkı ile ilişkili bir tembellik vurgusu yapılmasa da, bunun çağlar boyu süregelmiş bir basmakalıp düşünce olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, kölelerin yaptıkları işte etkili olmak gibi bir endişelerinin olmaması hiç de mantıksız değildir. Ne de olsa yaptıkları iş onlar için bir fayda sağlamaz. Bu tür özlü sözlerde ayrıca kendi başına köle yakalamak isteyenlere de uyarılar yapılmaktadır. Bugün İran sınırları içinde bulunan, doğu dağları bölgesine gidip köle toplamayı planlayan kişilere nasihatler veren bu sözlerde, mutlaka büyük gruplar halinde gidilmesi gerektiği, yoksa kendilerinin köle düşebileceği yönünde uyarılar yer alır. Bu sözlerden köleliğin hem bir lüks, hem de bir sorun olduğunu anlıyoruz.

Kanunlar Karşısında Köleler

İncelenen birçok örnek Antik Yakın Doğu’da kölelerin, daha geç dönemlerdeki sistemlere kıyasla, kanunen ehil olarak görüldüklerini gösterir. Hammurabi Kanunlarında kölelerin, sahipleri olmaksızın herhangi bir sözleşme yapamayacağı yazmaktadır. Neredeyse bir çocuk veya ehil olmayan yetişkinler olarak görüldükleri anlaşılsa da, kölelerin mahkemeye çıkabiliyor ve daha önceden hür olduklarına ilişkin bir davaları olması durumunda, kendi davalarında savunma yapabiliyor olmaları kanunen ehil olduklarını gösterir.          

MÖ 2. binyıl başlarına tarihli belgelerden, iş mahkumiyetlerine itiraz eden kölelerin açtığı davaların bulunduğu anlaşılır. Örneklerden birinde bir kölenin “Ben köle değilim” şeklinde kendini savunduğu görülür. Bir diğer örnekte ise önemli bir devlet yetkilisini öldüren bir adamın hür doğmuş karısı ve çocuklarının köleleştirildiği görülmektedir. Ölüm cezasına çarptırılan bu adamın köleleştirilmiş karısı ve kızları bir süre sonra kaçmış ve arkadaşlarının yanında yaşarken yakalanmışlardır. Mahkeme hür doğmuş bu kadınların köleliğe geri dönmesi gerektiği yönünde karar vermiştir. Kölelerle ilgili diğer birçok mahkeme örneğinde de, kölelerin taleplerinin reddedildiği görülür. Dolayısıyla, davaların her durumda efendilerin lehine sonuçlandığını söyleyebiliriz ancak burada mahkemenin kölelere tanıklık yapma veya dava açma şansını veriyor olması dikkat çekmektedir. Mahkemede kölelerin ifadeleri dinleniyor ve hatta bazen yazılı olarak kaydı alınıyordu. Tabii bu uygulama büyük olasılıkla, daha sonra kölelerin gerçekten de köle olduklarını kanıtlamak isteyen efendilerin lehine bir uygulamaydı.

Assur Medeniyetine ait MÖ 8. yüzyıl tarihli taş kabartmada, yapı malzemeleri taşımakta olan köleler betimleniyor. British Museum, Londra.

Hammurabi Kanunlarında farklı statüden kişilere verilmiş zararlara ilişkin değerlendirmeler yer alır. Hür doğmuş birinin, bir başka hüre zarar vermesi durumunda, alacağı fiziksel cezadan para vererek kaçamıyor oluşu dikkate değer bir örnek olarak karşımıza çıkar. Kimi örneklerde ise suçun karşılığı olarak oldukça yüksek bir miktar gümüş ödendiği görülür. İkinci sınıf hür vatandaşlara verilmiş zararların ise, üst tabakadan hür doğmuş kişilere kıyasla daha az bir miktar olmak üzere, para karşılığı ödenebileceği görülmektedir. Kölelere verilmiş zararların ise en az değere sahip olanlar olduğu anlaşılmaktadır. Suç işleyen veya zarar veren kölelerin son derece sert biçimde cezalandırıldığı görülürken, kölenin efendisinin gözündeki değeri de göz önünde tutulmaktadır.

Borç Köleliği

MÖ 2. binyıl sonlarına gelindiğinde, hem kölelik hem de zorunlu işçiliğin küçük ölçekli olarak devam ettiğini görürüz. Bu döneme ait bulgularda köleliğe kıyasla zorunlu işçilik hakkında daha fazla bilgi elde edilmiştir. Bu dengesizliğin nedeni büyük olasılıkla işçi ile köle arasındaki ekonomik değer farkıydı. Hem yönetim hem de toplum, zorunlu işçilerin bir kaç kölenin bir araya gelerek yapacağı işe kıyasla daha iyi bir iş çıkardığının bilincindeydi. Bununla birlikte bu dönemde, büyük olasılıkla geçmişi çok daha eskilere dayanan bir başka kölelik türü daha vardı: borç karşılığı kölelik.

Yağmur mevsimi süresince ailelerini doyuramayan köylüler gelecek hasatları karşılığında borç alıyorlardı. Eğer borçlarını ödeyemezlerse, alacaklılarının takdirine göre ya kendileri ya da aile üyeleri köleleştiriliyordu. Hammurabi Kanunlarında, alınan borcun karşılığının köle olarak çalışarak üç yılda tamamlanabileceği varsayımı üzerinden, borç köleliğinin üç yıl ile sınırlandırılması gerektiğini söylemektedir. Ancak diğer tüm yasalar gibi, bu yasanın da gerçek anlamda uygulanıp uygulanmadığını bilemiyoruz.

Demografik açıdan bir düşüş dönemi diyebileceğimiz MÖ 2. binyılın ikinci yarısında, hem daha az insan, hem de daha az sulama yapılan tarım alanı olduğu bilinmektedir. Bu durum, hem daha az işçi çalıştırılmasına, hem de bazı kölelerin serbest işgücü piyasasına geçerek, kendi çiftliklerini kurmasına sebep olmuştur. Bu dönemde yabancı köle alımının da yavaşladığı ancak hiçbir zaman tamamen durmadığı görülmektedir.

Hititler

Hititlerde köleler, Hitit kralları tarafından savaş ganimeti olarak alınan kişilerden oluşmakta ve genellikle tarım işçisi olarak kullanılmaktaydı. Hitit Döneminde köleler arasında evlilik ve boşanma serbestti. Köle sahipleri, herhangi bir suç işlemeleri durumda köleleri sakat bırakabiliyor, infaz edebiliyor, hatta tüm ailelerini katledebiliyorlardı. Ancak köle sahiplerinin pek azı bu tür cezaları uyguluyordu çünkü kaybedecekleri iş gücünün kolaylıkla doldurulamayacağını biliyorlardı. Tarım alanında çalıştırılan kölelerin yanı sıra çeşitli yeteneklere sahip köleler de mevcuttu. Bu kölelerin fiyatı, normal kölelerden daha pahalıydı. İlginç biçimde Hititlerde köle fiyatları, Erken Babil Dönemi Mezopotamya’sındaki fiyatlarla aynıydı: 20 şekel gümüş. Eğer köleler ederlerinin iki katı kadar para toplayabilirlerse, özgürlüklerini satın alabilirlerdi.

Mısır

Antik Mısır’da kölelik, zenginler ve hükümdarlar için her zaman ikincil bir lükstü. Ancak Yeni Krallık Döneminde, yani MÖ 2. binyılın ikinci yarısında savaşta galip gelen krallar Suriye ve Sahra altı Afrika’dan büyük miktarlarda savaş ganimeti getirdiler. Bu ganimetler arasında savaş esirleri de vardı. Antik Mısır’da köle anlamına gelen kelime aynı zamanda işçi anlamına da geliyordu ve belgelerde hem kölelerin hem de işçilerin alınıp satıldığından söz ediliyordu.

Antik Mısır’da kölelerin özgürlüğe kavuşma ihtimalleri olup olmadığı bilinmemekle birlikte, Mısır’da Roma hakimiyeti döneminde yapılan bir nüfus sayımında kentlerde yüzde on oranında, kırsalda ise daha düşük bir yüzdeye sahip köle sayısı olduğu anlaşılmıştır. Bu yüzdeler, Roma hakimiyetindeki diğer bölgelere kıyasla çok düşük olmakla birlikte, yine de Mısır’a olan köle ticaretinin devam ettiğini göstermektedir. Ancak bu köleler tarım bakımından zengin Mısır’da tarım işçisi olarak değil, lüks ihtiyaçlara yönelik hizmetçiler olarak çalıştırılmaktaydı.

Irak’ın Ninova kenti yakınlarında bulunan Balawat kentinde yer alan antik Assur kenti Imgur-Enlil, Yeni Assur kralı II. Aşurnasirpal tarafından kurulmuştur. Kentte bulunan ünlü Balawat Kapıları üzerinde, kabartmalı tunç levhalardan oluşan kapı süslemeleri yer almaktadır. II. Aşurnasirpal’ın başarılarının betimlendiği bu sahnede savaş esirlerigörülmektedir. British Museum, Londra.

Assur

MÖ 1. binyılda Kuzey Irak’ta kurulan Assur İmparatorluğu, bu dönemde bildiğimiz dünyanın tümünü, yani Orta Doğu’nun orta kısmını egemenliği altına almıştır. Merkeze uzak bölgeleri fetheden ve bu bölgeleri imparatorluk yönetimine dahil eden militarist sistem, uzak vilayetleri ihtiyaç durumunda imparatora yiyecek ve asker sağlamakla yükümlü kılmıştır. Bu sistemde kölelere büyük bir rol düşmediği bilinmekle birlikte köle ticaretinin devam ettiği görülür. Bunun yanı sıra, bu döneme ait tasvir ve yazıtlarda ilk kez hadımların varlığından haberdar oluruz. Sakal gibi ikincil cinsiyet özellikleri geliştirmemeleri için genellikle çocuk yaştayken hadım edilen bu insanlar kusursuz köle adaylarıdır çünkü üreyip aile sahibi olamazlar. Dolayısıyla hadımların imparatora tamamen sadık olacakları düşünülür. Yazmandan generale çeşitli önemli mevkilerde görülen hadımların nereli oldukları veya vatandaş mı yoksa yabancı kökenli mi oldukları bilinmemektedir. Büyük olasılıkla, Assur dilini ve geleneklerini iyi öğrenebilmeleri için çocukken hadım edilmişlerdir. Assur Dönemine ait bazı taş kabartmalarda askeri seferlerde savaş ganimetlerinin kaydını tutan hadımlar tasvir edilmektedir. Kabartmalardan birinde bir çivi yazılı tablet üzerinde çalışan bir hadım, bir diğerinde ise parşömen üzerine, büyük olasılıkla Aramice yazı yazmakta olan bir hadım tasvir edilmiştir.

Assur hakimiyetindeki bölgelerde görülen bir diğer olgu ise tehcir politikasıdır. Fethedilmiş bölgelerdeki fikir liderleri yaşadıkları bölgeden alınarak kendilerine yabancı yerlerde yerleşmek zorunda bırakılıyor, sıklıkla da Kuzey Irak’ın merkez bölgelerine yerleştiriliyorlardı. Tehcir edilen gruplar arasında Yahudiler de bulunuyordu. Yahudiler bu durumu kölelik olarak görüyordu ancak tehcir edilenlerin hür statüdeki köylü ve çiftçiler ile aynı muameleyi gördüğü, bununla birlikte yurtlarına dönmelerinin kesinlikle yasak olduğu bilinmektedir. Assur İmparatorluğu döneminde ortaya çıkan bu uygulama, takip eden Yeni Babil İmparatorluğu döneminde de devam etmiştir.

İsrail

İsrail’de ele geçen MÖ 1. binyıl tarihli metinlerde köleliğe ilişkin maddeler yer almaktadır. Bunların çoğunluğunu borç nedeniyle köle düşen Yahudi köleler oluşturmaktadır. Tanah’da (Tevrat ve Zebur’u da kapsayan, Musevilik dininin kutsal kitabı) borç nedeniyle köle düşenlere nazik davranılması gerektiği ve bu kişilerin 7 yıllık bir çalışma süresinden sonra serbest bırakılması gerektiği yönünde bir uyarı yer almaktadır. Daha geç tarihli olan Tesniye’de (Tevrat’ın beşinci kitabı) ise kölelerin 7 yıl boyunca bırakılmaması, 7 yılı tamamlayanlara ise yeni yaşamlarına başlarken bir miktar para verilmesi gerektiği şeklindeki açıklamalarla kölelere duyulan merhametin altı çizilmiştir. Yine aynı şekilde, kadın kölelere de serbest kalacakları zaman bağışlar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Hammurabi Kanunları örneğinde olduğu gibi, bu yazılı kuralların da gerçekten uygulanıp uygulanmadığını bilmek mümkün değildir. Tanah’da demografik olarak pek öneme sahip olmadığı düşünülen Yahudi olmayan kölelere pek değinilmese de bu kişiler büyük olasılıkla kölelerin büyük bir kısmını oluşturuyordu. Yasal metinlerde, efendilerin Yahudi olmayan kölelere sebt günü izin vermesi ve insanca davranmaları gerektiği belirtilmiştir.

Antik Mısır başkenti Memphis’te bulunan Saqqara Nekropol’ünde yer alan ve 18. Hanedanlık’ın son firavunu Horemheb’e ait olan mezarda bulunan kabartmalarda, haraç olarak alınan bir grup siyahi Nubi kölenin, başlarında bulunan Mısırlı silahlı muhafızlar tarafından sayıldığı görülüyor. Bolonya Arkeoloji Müzesi, İtalya.

Zengin Köleler

MÖ 610 civarında Assur İmparatorluğu’nun çöktüğü döneme tarihlenen metinlerde, daha geç dönemlerde benzer örneklerini göreceğimiz çok ilginç bir başka durumla karşılaşırız: zengin köleler. Bu dönemde bazı köleler, toplum tarafından hala aşağılanıyor ve onur kırıcı işlerde çalışıyor olmalarına karşın, sahipleri adına çiftlik yönetimini üstlenerek ve fakirlerden borç alıp vererek zengin olmuşlardır. Bazı durumlarda bu kişilerin, günlük ihtiyaçları doğrultusunda başka köleler satın aldığı da görülmektedir. Bir örnekte zengin bir kölenin tüm ailesi ve evi ile birlikte çok yüksek bir fiyata satıldığı görülmektedir.

Kölelik ve Özgürlük

Kölelik medeniyetin doğuşunda ortaya çıkmış ve tüm Antik Yakın Doğu tarihi boyunca devam etmiştir. Erken dönemlerde toplumda önemli bir role sahip olan kölelik, 2 bin yıldan fazla bir süreyi kapsayan yazılı tarih boyunca önemini yitirerek süregelmiştir. Kölelerin hiçbir dönemde kolay bir yaşam sürdüğü söylenemez ancak azat edilme ihtimaline sahip olanlar şüphesiz diğerlerine kıyasla çok daha şanslıdır. Kölelerin çoğu tüm yaşamları boyunca kötü yemek ve erken ölüm ile karşı karşıya kalmışlardır. Toplumsal açıdan bakıldığında, kölelerin varlığı ve azat edilme ihtimalleri, hür doğmuş kişilere özgürlüğün değerini göstermektedir. Doğuştan veya sonradan hür olmak, çoğunlukla köle olmamak anlamına geliyordu. Birçok akademisyen, özgürlüğün çeşitli yönlerini ve değerini tanımlamak için araştırmalar yapsa da, günlük yaşamlarında gerek siyasi gerek bireysel olarak istediği gibi hareket etme şansı olmayan, birçok yönden bireyselliğinden mahrum bırakılan ve istediği yere gitme özgürlüğü bulunmayan kişiler için özgürlüğün tanımı son derece açık ve nettir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

Türk Topraklarında 3400 Yıllık Piramit Bulundu

Bu yılın başlarında bilim insanları Kazakistan'da 4 bin yıllık sofistike bir bozkır piramidinin keşfedildiğini bildirmişti. Arkeologlar şimdi de Karaganda bölgesinin Shet ilçesine bağlı Taldy köyünün 13 km doğusunda, Taldy-Nura Nehri'nin yanındaki bir tepede başka bir piramit buldular.

SON İÇERİKLER