Balıkesir'den Bir Duayen Geçti: Tomris Bakır

Prof. Dr. Tomris Bakır’ı, 1984 yılında başladığım Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’ndeki lisans eğitimim sırasında tanıdım. Ciddi, bilgili ve öğrencileriyle diyalog kuran bir hocaydı ve zaman zaman derste öğrencilerin dağılan dikkatlerini toplamak amacıyla arkeoloji eğitimi ve tecrübelerinden anekdotlar aktarmayı severdi. Bu anlatılardan lisans eğitimini Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nde aldığını, Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın derslerine girdiğini, hatta ilk katıldığı kazının öğrenciyken gittiği Pitane (Çandarlı) olduğunu öğrendik. Anlatmayı en çok sevdiği anıların başında da öğrenciyken Danimarka hükümetinin burslusu olarak gittiği Kopenhag gelirdi. 

Bu arada doktora bursu alarak Almanya’da geçirmiş olduğu 6 yıllık doktora eğitimini de unutmamak gerekir. Özellikle “doktora babam” olarak nitelendirdiği Prof. Dr. Roland Hampe ile olan diyalogları ve ondan öğrendiklerinin önemini vurgulamayı da çok severdi. Tabi şimdi daha iyi anlıyorum, bu anlatılanların yalnızca güzel anılardan ibaret olmayıp, biz öğrencilerin ders çıkarmasına yönelik olduklarını. Doktora bitiminde yurda döndükten sonra Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne Arkeoloji Bölümü’nü kurmak üzere görevlendirildiğini, bu kuruluşun ne kadar sancılı ve gayret gerektiren bir süreç olduğuna da gururla değinirdi hocamız. Bu anlatılanların ne kadar gayret gerektirdiğini ve gururlanmakta ne kadar haklı olduğunu, biz de bürokrasi ile uğraşmaya başlayınca daha iyi anladık tabi ki. 1979 yılında Ege Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü’nde doçent olarak göreve başladığı döneme ilişkin anıları daha bir can kulağı ile dinlerdik, ne de olsa okuduğumuz bölümün tarihi idi. Anlatılan yerler bildik, kişilerin hemen hepsi de tanıdıktı.

Hocamızın Erzurum’dayken gerçekleştirdiği Kaleköy kazısına ilişkin anıları anlatırken, kazı çalışmalarının arkeoloji bilimi açısından ne kadar önemli olduğu ve özveri gerektirdiğini defalarca tekrarladığını hatırlıyorum. Kazıya ilişkin konular açıldığında gözlerinin parıldamasından kazı çalışmalarına duyduğu özlem okunabiliyordu. Bu özlemini gidermek amacıyla, gerek çok önemli bir merkez olması ve gerekse de çok değer verdiği hocası Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın yıllardır yürüttüğü Smyrna/Bayraklı kazısına 1986 yılında katılmış, ancak 1987 yılında çeşitli nedenlerle kazıdan ayrılmıştı. Bu durum arkeoloji öğrencisi olarak bizleri de çok yakından ilgilendiriyordu. Biz öğrenciler için kazılara katılmak bugün olduğundan çok daha fazla ayrıcalıklı bir durumdu, çünkü kazı sayısı çok sınırlıydı. 1988 yılında Tomris hocamızın bir kazı aldığı haberi yayıldı: Daskyleion. Aslında çok da duymuş olduğumuz bir antik yerleşim değildi. Biraz araştırınca Balıkesir’in Bandırma ilçesi sınırları içerisinde, Kuş Gölü’nün güneydoğu köşesindeki Ergili köyünde yer aldığını öğrendik. Daskyleion kazısı için oluşturulan kazı ekibi içerisinde, yeni mezun olmuş bir arkeolog olarak ben de yer almaktaydım. 1954-1958 yılları arasında Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal tarafından kazılmasının ardından Daskyleion’da kazı çalışmaları 1988 yılında yeniden başlayacaktı. Her ne kadar dışarıdan bakıldığında çok zevkli bir iş gibi görünse de, hele ki o yılların şartları düşünüldüğünde, bir kazının başlaması hiç de kolay değildi. Tomris hoca kazı sezonu öncesi birkaç kez Ergili Köyü’ne gitmiş, Bandırma Kaymakamı, Belediye Başkanı ve köy muhtarı ile görüşmeler yapmış ve köyün Manyas çıkışında bir köy evini kiralamıştı. Köy evi iki odadan ve önü açık bir küçük damdan oluşuyordu. Ergili Köyü’nün olanakları ve kazı bütçesi de ancak buna el veriyordu. Küçük bir ekip ile gidilmişti kazıya. Tomris hoca evin küçük odasında, büyük odasında kız arkadaşlar, biz de bahçeye kurduğumuz çadırda kalıyorduk. Önü açık damı da mutfağa çevirmiştik. Eve ait ince uzun bahçenin bir ucunda ev ve çadırlar yer alırken, fosseptik kuyusunun üzerine kurulmuş olan derme çatma tuvalet, bahçenin diğer ucundaydı. Gündüzleri neyse de geceleri, egemenliklerini ilan eden lağım fareleri nedeniyle tuvalet ihtiyacı özellikle kız arkadaşlar için kabusa dönüşüyordu. Genellikle çadırın demirine vurularak “uyuyor musunuz” seslenişiyle refakat talep edilirdi. Bir yönden de şanslıydık, su ihtiyacımızı karşılayan bahçemizde bir çeşme vardı. Bu olmasaydı yolun karşı tarafında yer alan köy çeşmesinden su taşımak zorunda kalacaktık. Bu arada banyo sorununu da şu şekilde hallettik. Evin arka kısmına hasır çevirmek suretiyle bir duş oluşturduk. Bu duşa çeşmeye bağlanan bir hortum ile su getirdik, çeşmenin yanına bağladığımız küçük zilin ipini de duşa uzattık. Duşa girecek olan hortumu çeşmeye takıyor ve duşa gidiyordu. Zili çaldığı zaman oradakilerden birisi su kapalıysa açıyor, açıksa da kapatıyordu.

Sabahları saat 5.30’da Tomris hocanın açtığı radyo ile uyanıyor, yapılan kahvaltının ardından Hisartepe’de kazıya başlıyorduk. İlk sene yalnızca üç işçi tutabilmiştik. Arazide hepimiz işçi gibi çalışıyorduk, Tomris Hoca da bürokratik işler için Bandırma’ya gitmediği zamanlarda araziye gelir, açmaları dolaşır, açma başkanından izin alarak cebinden çıkardığı çakısıyla çok ince bir şekilde kazı yapar ve çoğu zaman bu ince çalışmanın ardından bir tespitte bulunurdu. Daskyleion’da arazi çalışmalarının yürütüldüğü Hisartepe, küçük bir karaağacın dışında tamamen keldi ve molalar da dahil olmak üzere tamamen güneş altındaydık. Saat 14.00’de araziden dönüldükten sonra, nöbetçi olan arkadaşın hazırlamış olduğu öğle yemeğini yerdik. İlk yıllarda, yemek yapmayı pek sevmeyen Tomris hocanın bile bizlere biber dolması yaptığını anımsıyorum. Çalışmalar o gün çıkarılan seramiklerin temizlenmesi, dokümantasyonu ve değerlendirmesi şeklinde gece yatıncaya kadar devam ederdi. Haftanın altı günü devam eden bu yoğun çalışma temposunun ardından pazar günleri de çevrede yüzey araştırmasına çıkılırdı. Bu yüzey araştırmasında arkeolojik tespitlerin yanı sıra, sınırlı bütçemize katkı sağlayacak, semizotu benzeri yiyecekler de toplanırdı.

Kazının ilk senesinin zorluk, heyecan ve beklentilerini Tomris hocamızın kaleme aldığı günlüğün satır aralarında da bulmak mümkündür;

Kazının 3. yılında, Milli Eğitim Bakanlığı ile yapılan yazışmalar sonrasında, kazı ekibine çok küçük gelen köy evinden köyün ilkokuluna taşındık. Tomris hocanın bürokratik yazışma ve görüşmeleri sonuç vermiş, Daskyleion kazısı artık bir kazı evine kavuşmuştu. Okul, eğitimin yapıldığı bir öğretmen odası ile tek sınıftan oluşan yeni binanın yanı sıra, aynı bahçe içerisindeki kullanım dışı bir bina ve küçük bir müştemilattan ibaretti. Kullanım dışı binada da büyükçe üç sınıfın yanı sıra, iki küçük oda bulunmaktaydı. Her ne kadar mekân olarak kullanılan alanlar genişlemiş olsa da şartlar yine de zorlu idi. Şu anım belki bu zorluğu anlatma açısından açıklayıcı olur. Yeni bina kış aylarında eğitime hizmet ettiği için bütün malzemelerimizi sezon sonunda eski binaya depoluyorduk. Bir sezon geldiğimizde bütün yatakların, yastıkların, battaniyelerin arasına farelerin yuva yaptığını ve hepsine onların idrar kokularının sindiğini gördük. Bütün ekip günlerce bunları, hatta yastıkların içerisindeki pamukları bile, elde yıkayarak sezona başlamıştık. Pire ve tahtakurularından hiç söz etmiyorum.

1990 yılı önemli bir yıldı bizim için, hocamızın çabalarıyla sonradan Kösemtuğ ismini verdiğimiz, tümülüs üzerinde jeofizik çalışmalar yapılmış, mezara ilişkin anomali belirlenmiş ve kazı çalışmasına başlamıştık. Sabah Hisartepe üzerinde işçilerle birlikte normal kazı çalışması devam ederken, öğlen yemeği yendikten sonra da işçisiz bir şekilde tümülüs kazısı, kazı ekibi üyeleri tarafından hava kararıncaya kadar sürdürülüyordu. Ayrıca tümülüs üzerine bir çadır kurulmuş, iki saatte bir değişim ile gece nöbeti tutuluyordu. İki saatte bir nöbet değişiminin nedeni de Kösemtuğ Tümülüsü’nün biraz ilerisinde yer alan Kocatepe Tümülüsü’nde yapılan kaçak kazı baskınında jandarmayla silahlı çatışma yaşanmasıydı. Hepimiz çok heyecanlıydık, çünkü o dönemde oldukça gündemde olan “Karun Hazineleri” adı verilen önemli buluntuların, Anadolu-Pers dönemine ait tümülüslerden ele geçtiği hepimizin malumuydu. Mezar odasının üstüne ulaştığımızda karşılaştığımız tahribat hepimizi hayal kırıklığına uğratmış olsa da kazıyı devam ettirdik ve mezar odasına açılan kapının kazılması sırasında önemli bir buluntu ile karşılaştık. Devşirme olarak kullanılmış bir stel üzerindeki Frigce yazıt, Tomris hocayı çok heyecanlandırmış ve ekibi ödüllendirmek için ne istediğimizi sorma gafletinde bulundurmuştu. Sigarayı bırakmasını istedik. Hocamız bu isteğimizi ancak 13 gün yerine getirebildi ve ne yazık ki sigaraya yeniden başladı. Sağlığına pek dikkat etmezdi.

Arkeolojik kazı çalışmaları çok yönlü ve meşakkatli çalışmalardır. Kazı ve bilimsel çalışmaların yanı sıra bu çalışmaların sürelerini uzatacak ve destek olacak ilişkilerin de kurulması gerekir. Bu yönde de Tomris hocamız çok çaba sarf etmiştir. Özellikle Bandırma Belediyesi ve Bandırma Rotary Kulübü ile ilişkiye geçerek, her platformda Daskyleion’un önemi ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi vermek suretiyle farkındalık yaratmayı başarmıştır. Bandırma’ya bir arkeoloji müzesinin kurulma önerisini getirmiş, bu yönde kurulan bir dernek vasıtasıyla Bandırma Müzesi hayata geçirilmiştir. Ayrıca arkeolojik alanların korunması için yöre insanının bilgilendirilmesi gerektiği düşüncesini de bize Tomris Hoca aşılamıştır. Kazı sezonu sonuna doğru bir akşam köy kahvesinde köy sakinlerini, hatta çocukları toplayarak, o sezon yapılan çalışmalar ve buluntular hakkında slaytlar eşliğinde bilgi vermeyi geleneğe dönüştürmüştür. Bu toplantılarda arkeolojik eserlerin maddi değer ile ölçülemeyeceğini, seramik parçalarının bile ne çok bilgi barındırdığını özellikle vurgulayarak yöre insanında kültürel bilinci oluşturma gayreti içerisinde girmişti. Bu çabalar da kısa zamanda meyvelerini vermiş, bir süre sonra tarlasında topladığı seramikleri, stel parçalarını, sikkeleri yalnızca çocuklar değil yetişkinler de kazı evine teslim etmeye başlamışlardı. Sezon sonundaki toplantılarda eser getirenlere teşekkür belgesi vererek onurlandırmaları için Tomris hocanın, Bandırma Kaymakamı ve Belediye Başkanı’nı da bu toplantılara davet etmesi, eser getirenlerin sayısında büyük artışa neden olmuştu.

Daskyleion’daki bu özverili çalışmaların ardında, aslında bilimsel bir boşluğun doldurulması sorumluluğu yatmaktaydı. Anadolu’nun yaklaşık 200 yıl Pers hâkimiyetinde kalmasına karşın bu dönemin neredeyse hiç araştırılmamış olması onu cezbetmiş, bu yöndeki bilimsel boşluğu doldurulmayı hedeflemişti. Tomris hoca, kendi çalışmalarının yanı sıra, benim de içerisinde olduğum birçok arkeoloğa önerdiği lisansüstü tezlerle Anadolu’daki Pers varlığının araştırılmasını sağlamış ve 1997 yılında Bandırma’da gerçekleştirilen Akhaimenid Sempozyumu ile hem konuyu hem de Daskyleion’u uluslararası düzeye taşımıştı. 1997 yılını çok net hatırlıyorum. O yılın kış ve bahar ayları Pers konusunda uluslararası düzeyde önemli bilim insanlarının katılımını sağlamak için yoğun yazışma ve organizasyon çalışmaları ile geçmiş, kazıya gelinmişti. Bir yandan kazı çalışması aynı yoğun tempoda devam etmekte, bir yandan da sempozyuma kadar yetiştirilmesi planlanan kazı evinin arkasına yeni bir mutfak ve depo inşa edilmekteydi. Bunların üzerine bir de önemli bilim insanlarının katılacağı uluslararası bir sempozyum. Oldukça heyecanlı ve endişeli bir yapıya sahip olan Tomris Hoca için, aslında her birinin önemli bir endişe kaynağı olduğu düşünüldüğünde durumun vahametini siz düşünün. Gerek hocamızın ve gerekse de kazı ekibinin özverili çabaları sonucunda sempozyum çok başarılı bir şekilde sonuçlanıp, tüm katılımcılardan övgüler alındığında hocamızın mutluluğu görülmeye değerdi. Hocamızın en mutlu ve huzurlu olduğu anlardan birisi de özellikle akşam saatlerine kadar çizim için arazide kaldığımız günlerde, Daskyleion satraplarının da yaptığını hayal ettiği, Hisartepe’den Kuş Gölü üzerinde batmakta olan güneşi ve yuvalarına dönen balıkçıl kuşlarını izlemekti.

Hiç tatil yapmadan 20 yıl boyunca her yazını bu zor şartlarda Daskyleion’da geçirmek, adanmışlığın en önemli göstergesiydi aslında. Bu adanmışlık içerisinde oğlu Kerem ile birlikte Daskyleion’u ve Daskyleion okulunu da büyüttü. Bu okulda yetişen birçok bilim insanı, Tomris hocadan almış oldukları arkeoloji meşalesini Türkiye’nin dört bir köşesinde taşımaya devam ediyor.

Saygı ile anıyoruz.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER