Geç Tunç Çağında Küreselleşme

Bugün "Küreselleşme" diye adlandırılan bu sistemin en önemli işlevi, zamanın önemli hammaddelerinin sağlanmasına yönelik, geniş alışveriş ve ilişkiler yelpazesinin işlemesine olanak tanımaktı. Böylece, bölgedeki güçlü devletlerin politik denetimi altında olan, iyi oturmuş bir alışveriş ağı yaratılmıştı. Yönetici kadro ticaretten aslan payını almakta ve dolayısıyla sistemin garantörlüğünü üstlenmekteydi. Bu da bölgedeki "süper güç"lerin oluşmasına olanak tanıdı.

Uluburun gemisinin kargo bölümünün rekonstrüksiyonu. Öküzgönü biçimli külçeler, büyük küpler, amforalar ve taş çapaların yerleşimi görülmektedir. illüstrasyon: Sam lim INA 1992.

Geç Tunç Çağında Küreselleşme

Günümüz yaşamını belirleyen küreselleşme, ilk olarak Geç Tunç Çağında Doğu Akdeniz Bölgesi’nde gerçekleşir. MÖ 2. binlerden itibaren söz konusu bölgede temeli ticari ilişkilere dayanan kültürel bir ortaklık oluşur. Yerel soylular, bu kültürel ortaklıkta başı çeker ve ilişkilerin Akdeniz’de giderek başka alanları da kapsamasını sağlar. Hitit, Mısır, Assur ve Miken gibi bölge güçleri hem diplomatik ilişkileri geliştirir hem de bölgedeki hammaddelerden asgari ölçüde yararlanmak için kara ve denizde yaygın bir ticaret ağı oluştururlar. Zamanla ticaret denize kayar ve bu ortaklık "maritim bir yaşam anlayışına" dönüşür.

Uluburun Gemisi

Sünger avcısı Mehmet Çakır, 1982 yılında Anadolu’nun güneybatı sahilindeki sarp bir burnun önünde 50 metre derinde yüzerken maden oldukları belli, bisküvi biçimli garip nesnelerle karşılaşır. Böylece günümüzden yaklaşık 3 bin 300 yıl önce Uluburun’da batan bir Geç Tunç Çağı ticaret gemisi keşfedilmiş olur. Gemiye 10 ton bakır ve bir ton kalay yüklenmiştir. Bunun dışında cam, fayans, çam reçinesi, fildişi, gümüş ve altından yapılma lüks ürünler, Baltık Denizi kehribarından yapılma boncuklar, deve kuşu yumurtaları, Afrika abanozu, içi çanak çömlek ve birçok başka malzemeden oluşan önemli hammaddelerin hemen tümü gemide bulunmaktadır.

Gemi son yolculuğunda Doğu’dan, olasılıkla Ugarit veya başka bir Doğu Akdeniz Limanı’ndan yola çıkmıştı ve batı istikametinde seyretmekteydi. Teknenin yolculuğu belki de Ege Bölgesi’nde bulunan bir Miken Sarayı’nda son bulacaktı. Uluburun kayalıklarında tüm yüküyle birlikte sulara gömülen gemi hedefine ulaşmayı, yazık ki, başaramamıştı. Ancak söz konusu kötü talih arkeoloji açısından olağanüstü bir şans anlamına gelmektedir. Keza Uluburun Kazısı’ndan önce başka hiç bir tarihöncesi batıktan bu denli çeşitte buluntu ele geçmemiş ve batıktan çıkarılan olay yaratacak ölçüdeki zengin buluntular, Geç Tunç Çağı ticareti ve ekonomisinin araştırılmasına yepyeni bir boyut getirmiştir. Geminin yükü hammadde ticaretinin çok eski dönemlerden beri politik, sosyal ve kültürel açıdan belirleyici rol oynadığını belgelemekte, hammaddeye ulaşabilme güvencesinin insanlığı her dönemde yakından ilgilendirdiğini gözler önüne sermektedir. Nitekim hammaddeler ve özellikle madenler tarih öncesi dönemlerden bu yana, toplumların yaşamlarını sürdürmeleri ve gelişmeleri açısından önemli bir rol oynamışlardır.

Doğu Akdeniz’de Güçler Dengesi

Uluburun Gemisi’nin Doğu Akdeniz’de yelken açtığı yıllarda (MÖ 14. yüzyıl), Büyük Hitit İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmıştı. Batıda Ege Denizi’ne inmişler, güneyde Kuzey Suriye’yi topraklarına katmışlardı. Hâkimiyet sınırları Doğu Akdeniz’de Mısır Bölgesi’ne kadar uzanmaktaydı. Dönemin Mısır ve Babil hükümdarları Hititleri bölgenin üçüncü büyük gücü olarak görmekte ve Hititlerle olan diplomatik ilişkilere önem vermekteydiler. Hititler ise bölgedeki krallıklarla antlaşmalar yaparak hâkimiyetlerini pekiştirmekteydiler. Güneydoğu’da Mitanni’nin Hititlere bağlanmasıyla tekrar canlanan Assurlar, oluşan siyasi boşluğu doldurmaya ve güçler dengesinde varlık oluşturmaya başlamışlardı.

Coğrafi konumu itibariyle bugünkü Lübnan ve İsrail topraklarını içine alan Levant Bölgesi Tunç çağlarının başından beri bölge ticaretinde önemli rol oynamaktaydı. Güneyde Mısır, doğuda Mezopotamya ve kuzeyde Anadolu ve deniz yoluyla tüm Doğu Akdeniz bölgesiyle ticaret yapan kentler zenginleşmiş ve bölgede nüfuz sahibi olmuşlardı. Geç Tunç Çağı sonlarına doğru aralarında Ugarit gibi önemli ticaret merkezlerinin de bulunduğu Kuzey Levant Bölgesi Hititlerin hâkimiyetindeydi. Bölge krallıkları, Hattuşa’ya bağlılıklarını vergi ödeyerek göstermekteydiler. Güney Levant’te ise Mısır’ın hâkimiyeti vardı. Bu iki büyük bölge gücünün komşuluğu bölgedeki barışı belirlemekteydi. Ulusal çıkarlar MÖ 1274’te, Kadeş açıklarında büyük bir savaşa neden olacaktı.

Thutmosis döneminde Mısır sarayına bakır külçe ve birtakım hediye taşıyan Giritliler (Karetsou & Andreadaki-Vlazaki 2000, 91 Nr. 64).

Mısır içinde bulunduğu Yeni Krallık Döneminde uluslararası ilişkilerini doruk noktasına ulaştırmış ve zamanın en önemli "Koloni Devleti" olmuştu. Sınırları güneyde Sudan’dan kuzeyde Suriye’ye kadar ulaşıyor ve Hititlere komşu oluyordu. MÖ 14. yüzyılda Mısır politik, ekonomik ve sanat alanında en görkemli dönemini yaşamaktaydı. Ordusunda Suriyeli paralı askerler bulunmakta, saraylarını Mikenli sanatkârlar süslemekteydi. Firavun komşu krallardan zengin armağanlar talebinde bulunmakta ve nüfus alanını geliştirmekteydi. Kızıldeniz boyunca veya Nil üzerinden güneye, Afrika'nın derinliklerine keşif gezileri düzenliyorlar ve zengin ganimetlerle dönüyorlardı. Fildişi, Abanoz, Devekuşu yumurtası ve maymun türünden canlı hayvan Doğu Akdeniz Bölgesindeki saraylara lüks malzeme olarak gönderilmekteydi.

Ege Bölgesi’nde ise saray merkezlerinden oluşan bir politik ve sosyal ağ oluşmuştu. Birbirleriyle sıkı ilişkide olan ve özellikle deniz ticaretiyle zenginleşen Miken sarayları bu günkü Güney Yunanistan, Girit, Ege Adaları ve Batı Anadolu kıyılarını da içeren Güney Ege’yi kontrol etmekteydi. Hitit ve Mısır’ın yanı sıra Miken de Doğu Akdeniz’de dengeleri sağlayan üçüncü bir güç olmuştu. Zengin bakır yatakları Kıbrıs Adası’nın kısa bir zamanda yükselmesine ve Geç Tunç Çağının en önemli bakır üreten ülkesi konumuna gelmesine yol açmıştı; böylece o dönemin dünyasında Kıbrıs bakırı moda olmuştu.

MÖ 2. binlerden itibaren Doğu Akdeniz Bölgesi’ne kayan ticari ilişkiler, Geç Tunç Çağında (MÖ 1600-1200) doruk noktaya erişir. Bu dönemde Mezopotamya’da Babil ve Assur sarayları, Anadolu’da Hattuşa, Kuzey Suriye’de Ugarit, Orta Suriye’de Katna, Mısır’da ise Amarna ekonomik ve politik açıdan yakın ilişkideydi. Örneğin Hitit Kralı III. Hattuşili’nin kızının Mısır Firavunu II. Ramses’le evlendirilmesi gibi sıkı bağlar veya komşu krallara sunulan armağanlar uluslararası barışı pekiştirmekteydi. Hititler, ticari ve kültürel alışverişlerde Kilikya kıyılarındaki liman kenti Ura üzerinden hareket etmekteydiler, aynı zamanda Karkamış ve Ugarit, Hititlerin kontrolündeydi. Iç işlerinde özerk olan bu krallıklar, Hattuşa’ya vergi ödemekteydi. Hitit hükümdarı Ugarit’ten vergi olarak altın, gümüş, erguvan renkte boyanmış yün ve keten giysi talep etmekteydi.

Şahin kolye ucu, altın. Uluburun Batığı, Geç Tunç Çağı, yaklaşık MÖ 1300, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi

Sonuç olarak, Geç Tunç Çağı güçler dengesine bakıldığında Akdeniz uygarlıklarının dâhil olduğu, sıkı dokunmuş kültürel bir birlik ortaya çıkar. Bu birlik süregelen bir alışverişin, farklı yönetim ve sosyal yapıdaki kültür gruplarının ya da kültürlerin aralarında gerçekleşen çok yönlü ilişkilerin, değişik ekonomik olanakların ve dinsel- ideolojik düzenlerin bir sonucudur. Bu dönemde Doğu Akdeniz Bölgesi’nin önde gelen kültürlerinin yanı sıra, Orta Akdeniz Bölgesi kültür grupları arasında da düzenli bir alışveriş / ilişki sistemi oluşmuştur. Bu iletişim sonucu soylu (üst) kesimin yanı sıra, toplum içinde pek çok alana da yayılmış olan, kozmopolit yapıda bir "Akdeniz Birliği" doğar. Bunu bazı batılı bilim insanları "yaşam birliği" olarak nitelendirmektedir. Bugün "Küreselleşme" diye adlandırılan bu sistemin en önemli işlevi, zamanın önemli hammaddelerinin sağlanmasına yönelik, geniş alışveriş ve ilişkiler yelpazesinin işlemesine olanak tanımaktı. Böylece, bölgedeki güçlü devletlerin politik denetimi altında olan, iyi oturmuş bir alışveriş ağı yaratılmıştı. Yönetici kadro ticaretten aslan payını almakta ve dolayısıyla sistemin garantörlüğünü üstlenmekteydi. Bu da bölgedeki "süper güç"lerin oluşmasına olanak tanıdı. Ancak sistem, günümüzde de olduğu gibi nazik yapısı ve tehlikeye açık olması nedeniyle kendi içinde her an delinme eğilimini de barındırmış ve nihayet Geç Tunç Çağı sonunda, yani MÖ 12. yüzyılda çökmüştür.

Doğu Akdeniz’de Ticaret

Geç Tunç Çağında ticaret hem karadan hem de denizden yapılmaktaydı. Doğu Akdeniz, o dönem dünya gündeminin odak noktasında yer alıyor ve buradaki en güçlü devletler ticaretin küreselleşmesine doğrudan katılıyorlardı. Söz konusu güçlü devletlerin en önde gelenleri Anadolu’da Hititler ve Güney’de Mısır’dı. Miken Krallıkları, ticaretten zenginleşen Levant Bölgesi Kent Devletleri, Assurlar, Mitanniler ve bakır zengini Kıbrıs küresel ticaretin kurallarını belirleyen diğer güç birimlerini oluşturmaktaydı. Aşağı Mezopotamya’da Babil daha önce olduğu gibi Doğu Akdeniz Bölgesi ve doğu kültürleri arasında köprü oluşturmaktaydı.

“Hayvanların Efendisi”nin betimlendiği yüzük. Kırmızı yeşim taşı Miken, Oda Mezar 58 Geç Helladik II, MÖ 15. yüzyıl, Ulusal Arkeoloji Müzesi, Atina, Yunanistan

Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan tarihöncesi devletlerin bazı merkezlerinde yapılan kazılardan elde edilen veriler, yazılı kaynaklar ve özellikle aralarında Uluburun’un da bulunduğu bir dizin batık Tunç Çağında bu bölgede yaşanan yoğun ticareti açıkça belgelemektedir. Özellikle yerel soyluların bazı gereksinimleri MÖ 2. binin başlarından itibaren giderek artmış, yelkenli gemilerin kullanılmaya başlamasıyla ticaret denize kaymış ve böylece deniz ticareti Geç Tunç Çağında doruk noktalarından ilkine ulaşmıştır (MÖ 1600-1200). Aynı zamanda söz konusu bölgede ticari ilişkilerle desteklenen kültürel bir ortaklık da kendini göstermektedir. Yerel soylular bu kültürel ortaklıkta başı çekmiş ve ortaklığın Akdeniz’de giderek başka alanları da kapsamasını sağlamışlardır. Kültürel ortaklık Ön Asya’da kısmen MÖ 3. binlerde başlamış olan gelişmelere dayanmakta ve ağırlığı MÖ erken 2. binde Doğu Akdeniz’e kaymaktadır.

MÖ 3. binlerde Mezopotamya ve Mısır’da artan gereksinimleri sağlamak için uzak mesafelerle ilişkileri gerektiren sosyal kitleler oluşunca, göreceli küçük bir bölgede yüksek bir değer ifade eden hammadde ve lüks mallar önem kazanmaya başlamıştır. Dinsel ve büyüsel inançlarla ilgili olarak da kullanılan prestij malzemesi lapis lazuli bu kapsamda örnek olarak gösterilebilir. O dönemde ve halen en yakın lapis lazuli kaynağı Afganistan’da Bedehşen’de bulunur. Lapis lazuli kara yolu üzerinden önce İran’a gelir, orada temizlenerek ya kara yoluyla ya da ya da deniz yoluyla Basra Körfezi’nden dönemin önemli devletlerinin bulunduğu Mezopotamya’ya ulaştırılırdı. Ekonomik ya da politik merkezlerin egemenliğinde bulunan bir dizi yolu kateden söz konusu rota Fırat’ı izleyerek Kuzey Suriye’ye varırdı. Kuzey Suriye’de yaklaşık MÖ 2400’lerde Ebla önemli bir ara durak konumundaydı. Ebla’nın bu konumunu çivi yazılı metin arşivinde ele geçen sayısız ticari yazışma ve işlenmemiş lapis lazuli buluntu topluluğu kanıtlamaktadır. Ebla ile Mısır arasındaki ilişkilerin varlığına ise burada ele geçen Mısır kökenli bazı prestij buluntuları işaret eder.

  Achet.Aton kabartması, MÖ 14. yüzyıl Mısır sarayında görevli bir Suriyeli asker bira içiyor (Berlin Mısır Müzesi)

Yine bölgenin önemli bir başka merkezi Ur’da ele geçen yazılı kaynaklar kent tüccarlarının Basra Körfezi’nde (Umman) bakır ticareti yaptıklarını belgelemektedir. Ea-nasir adlı tüccarın yürüttüğü ticari yazışmalardan Ur’a büyük miktarda bakır ithal ettiği anlaşılmaktadır. Söz konusu karşılıklı alışverişte Basra Körfezi’ne tekstil ve Sümer tarım ürünleri yollanmaktaydı. Değiş tokuşu yapılan malın değeri gümüşle ölçülmekteydi. Gümüş hem bir alışveriş, hem de önemli bir hammadde olarak yararlanılan bir kullanım aracıydı. Bu metal, örneğin tahıldan daha dayanaklı olup, mevsimlik değer dalgalanmalarına da uğramazdı. Ayrıca gümüş oldukça az yer kaplamakta, ancak kapladığı yere oranla da büyük bir değer ifade etmekteydi. Gereken tek şey hammadde açısından fakir olan Mezopotamya merkezlerine gümüşü ithal etmekti; bu da Ea-nasir’ın yaptığı ticari işler arasında yer alıyordu ve Gümüş Anadolu’dan sağlanmaktaydı. MÖ erken 2. binlere tarihlenen Orta Tunç Çağında Ön Asya ticaretinin ağırlığı Yukarı Fırat'ı izleyerek Doğu Akdeniz Bölgesi’ne doğru kaymıştı. Anadolu ve Suriye uluslararası ticarette giderek daha büyük bir rol oynamaya başlamışlardı. Assurlu tüccarlar eşek kervanları ile Kaneş Kenti’ne ulaşmakta ve burada mallarını pazarlamaktadırlar. Kültepe’de bulunan eski Assur çivi yazılı arşiv MÖ 20. ve 18. yüzyıllar arasında yürütülen ticaret konusunda iyi bir fikir vermektedir.

Yukarı Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu’dan Kaneş’e aktarılan ticari mallar arasında özellikle kalay ve tekstil ürünleri önemli bir yere sahipti. Siparişi veren Kaneşli tacirler satıcılara piyasa durumu ve müşteri isteklerini tam olarak yansıtan talimatlarda bulunurlardı. Asurlu tüccarlar hem Kaneş’te hem de yol boyunca yerli soylulara vergi öderlerdi.

Hitit Devleti’nin kurulması ile Anadolu’da Assur ticareti önemini yitirmiş ve Levant’e kaymıştır. Mari’de başlıyan ticaret güzergâhı Tadmer/Palmyra üzerinden Katna’ya oradan da Akdeniz kıyılarına varıyordu.

Orta Tunç Çağı sonlarına doğru Doğu ve Orta Akdeniz Bölgesi’nde yerel beyliklerin hükümdarlık merkezleri olan bir dizi kentin yükselme devri başlamıştır. Saray merkezli bir ekonominin hüküm sürdüğü bu kentlerde ithal mallara özel bir gereksinim duyulmaktaydı. Söz konusu kentler bu gereksinimleri sağlayacak mali kaynaklara da sahipti. Kaneş Hattuşa’nın gölgesinde önemini yitirirken Doğu Akdeniz Kıyıları’nda yer alan Ugarit, Kıbrıs’ın bakır üretiminden kazanç sağlayan kentleri, Girit ve Ege saray ekonomi merkezleri yükseliyordu. Bu bağlamda Doğu ve Batı gerek ekonomik gerekse kültürel açıdan yoğun bir alışveriş içine girmişti.

Doğu Akdeniz’deki yaşanan ekonomik ve kültürel alışveriş Geç Tunç Çağında kesintisiz devam etmiştir. Bu dönemde Mezopotamya’da Babil ve Assur sarayları, Anadolu’da Hattuşa, Levant Bölgesi’nde Ugarit ve Katna, Mısır Delta başkenti Avaris (Tell el Dab’a) ekonomik ve politik açıdan yakın ilişkiler içindeydi. Geç Tunç Çağı’nın en parlak dönemlerinde Uluburun gemisi gibi yüzlerce gemi Doğu Akdeniz Bölgesinde saraylara malzeme taşımaktaydı.

Uluburun Batığı’nın bulunduğu tarihe dek Geç Tunç Çağı ticareti Ugarit, Amarna ve Hattuşa gibi önemli merkezlerde ele geçen yazılı kaynaklarla Mısır mezar resimlerinden bilinmekteydi. Bu kaynakları az miktarda arkeolojik buluntu da desteklemekteydi. Veya bölgede yaygın olarak karşılaşılan Miken keramiği ticari ilişkilere dolaylı olarak işaret etmekteydi. Uluburun buluntuları dönemin hammadde ticareti konusunda ilk kez gerçeğe yakın bir izlenim edinme olanağını sağlamıştır; buluntular yardımıyla dönem ticaretinin nasıl işlediği konusu göz önünde canlanabilecek duruma gelmiştir.

Miken, Aslanlı Kapı, Peloponnessos MÖ 14-13 yüzyıllarda küreselleşmenin de etkisi ile birbirine benzer kent giriş kapıları yapılıyordu. Mikenai’daki bu Aslanlı kent giriş kapısı Hititlerin başkenti Hattuşaş’dakiler ile benzerlik taşıyordu

Geç Tunç Çağında ticaret ağı çok yoğun örülmüştü. Bölgenin büyük güçleri Mısır, Hititler, Mikenler ve Levant Bölgesi’ndeki birçok kent devletleri ve Kıbrıs, Doğu Akdeniz ticaretini kontrol etmekteydiler. Dönemin tüm hammaddeleri Ugarit gibi önemli ticaret merkezlerinde toplanmakta ve buradan gemilerle tüm Doğu Akdeniz Bölgesi’ne gönderilmekteydi. Dönemin önemli limanlarından Ugarit ticarete kendi ürettiği tahıl, zeytin, şarap, kıyıdaki dağlık kesimden gelen ahşap (şimşir ağacı) ve tekstil mallarıyla katılmaktaydı. Tekstil ürünleri, özellikle Akdeniz’deki fırfır deniz sümüklü böceğinin kabuğundan elde edilen erguvan renkli boya ile boyanmışsa çok beğenilirdi ve erguvan rengi ile boyanan kumaşlar kuşkusuz lüks mal kapsamına girmekteydi. Ham bakır, kulpları sayesinde kolay taşınabilen öküz gönü külçeler halinde nakledilirdi. Bakır Kıbrıs’tan gelmekteydi. Lapis lazuli ve muhtemelen Kalay kervanlarla Orta Asya’dan, daha sonra ipek yolu olarak tarihe geçecek yol güzergâhlarını takip ederek, Ugarit’e ulaşmaktaydı. Böylece hem bölgedeki hammaddeler hem de uzak coğrafyalardan gelen lüks malzeme Ugarit ve benzeri limanlardan diğer kültür bölgelerine yayılıyordu. Söz konusu bölgelerarası ticaret yukarda belirtilen güçlü devletlerin garantörlüğünde yapılmaktaydı. Bakır, kalay ve cam gibi anorganik hammaddeler külçeler halinde; reçine, yağ, şarap, tahıl ve baharat gibi organik malzeme ise küp ve amforalarda taşınmaktaydı.

Firavun III. Amenophis döneminde (MÖ 1388-1350) Thebai Kenti’nin önemli bir memuru olan Kenamun’un mezarını eskiden ilginç bir resim süslemekteydi. Günümüzde tahrip olmuş olan bu resimde Suriye gemilerinin bir Mısır limanına demir atması, seren yelkenlerini toplaması ve yüklerini merdivenlerden indirmeleri betimlenmiştir. Suriyeli gemi sahipleri veya tüccarlar kendilerini izleyen hamalların eşliğinde liman yazıhanelerine gitmektedir. Yazıhanelerde mallar teslim alınmakta, kaydedilmekte, tartılmakta ve bedelleri ödenmektedir.

Kıbrıs Geç Tunç Çağında en önemli bakır üreten ülke konumundaydı. Külçeler halinde ham bakır, Ege Bölgesinden Mısır’a kadar Doğu Akdeniz’e komşu olan tüm ülkelere ihraç edilmekteydi. Kurşun izotop analizleri Uluburun yükünün önemli bir bölümü olan bakırın da Kıbrıs kökenli olduğunu ortaya koymuştur. Diğer yandan stratejik önemi büyük olan kalayın nereden geldiği konusu henüz yeterince aydınlatılamamıştır. Kalayın Orta Asya’dan (Afganistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kazakistan) ya da Toroslar'dan gelmiş olabileceği üzerinde durulmaktadır. Assur yazılı kaynaklarından Uluburun Gemisi batmazdan yüzyıllar önce Assurlu tüccarların Doğu’dan (olasılıkla Orta Asya’dan) kalay getirttiği öğrenilmektedir. Böylece kalay Mezopotamya, Anadolu ve diğer Doğu Akdeniz ülkelerine ulaşmaktaydı. Diğer yandan Büyük Hitit Kralı 14. yüzyıldan itibaren tekrar canlanan Asurluların uluslararası ticaretine engel olmaktaydı. Assur’un birkaç kez Akdeniz’e ulaşma girişimi ise başarılı olamamıştı.

Hattuşa Kral Kapısı, Fotoğraf Aykan Özener

Bakır ve kalayın daha sert olan bir alaşıma, yani tunca dönüştürülebileceğinin keşfi insanlık tarihinin akışına kesin bir yön vermiştir. Yaklaşık MÖ 3000’lerden itibaren maden ustaları söz konusu yeni malzemeyi kullanmaya başlamıştır. Tunçtan yapılma araç ve silahlar taş, ağaç, kemik ve bakırdan yapılan aletlerin yerini alır olmuştur. Gemi yapım ustaları tunçtan üretilen yeni aletlerle daha büyük ahşap tekneler inşa edebilmişler ve böylece daha kapsamlı yüklerin uzak bölgelere taşınmasının önünü açmışlardır. Söz konusu teknik ilerlemeler yardımıyla ticaretin Doğu Akdeniz’in tümüne yayılması sağlanmıştır.

Ticareti Anlamak

Geçmiş dönemlerdeki ticareti anlamak için çok yönlü yöntemler uygulanmalıdır; günümüzde bu kapsamdaki disiplinler arası çalışmalar yoğunlaşmaktadır. Maddi kalıntılarla saptanamayan bazı konular ancak yazılı kaynaklarla arkeolojik buluntular karşılaştırıldığında açıklık kazanmaktadır. Akdeniz Bölgesi’nde (Mısır dışında) ele geçmeyen tekstil malzemesi iklimsel etmenlere bağlanabilir. Deri ve ahşap türü malzeme de çoğunlukla günümüze ulaşmamıştır. Bazı kazılarda nadir olarak fildişi buluntular ve parçalar ele geçmektedir. Böylece Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Suriye, Kıbrıs, Levant Bölgesi ve Ege’de bulunan saraylarda fildişi bezemeli mobilya kullanıldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu bölgelerde örneğin savaş arabalarından yararlanıldığı da genel olarak resimsel betimlerden, arabalara koşulan atların ticaretinin yapıldığı ise dolaylı yollardan öğrenilmektedir: Örneğin Knossos’ta ele geçen bir mühür baskısında gemi içinde bir at betimlenmiştir. Değerli yiyecek maddeleri ve özel tatların (delikat) ticareti konularına ise daha ender rastlanır: Ğenamun öyküsünde bir konuğun birlikte getirdiği armağanlar arasında lezzetli Nil balıklarından da bahseder; bu balıkların kılçıklarına Kıbrıs Hala Sultan Tekke kazılarında rastlanması, yazılı verilerin arkeolojide kanıtlanmasına ilginç bir örnek oluşturur. Yine bazı metinlerde adı geçen kereste, yağ, koku ve kozmetik ürünler nesnel olarak yok olup gitmiş ve günümüze ulaşmamıştır. Yağ ve parfümlerden yararlanıldığını yazılı verilerin yanı sıra dolaylı olarak Akdeniz’de yaygın biçimde kullanılmış olan Miken üzengi kulplu testileri ve başka keramik buluntular kanıtlamaktadır.

Kil, taş ve metal malzemeler ise daha iyi koruna gelmiştir. Değerli metallerin günümüze ulaşmış olması, özellikle değişik bölgelerde uygulanan ölü gömme gelenekleriyle yakından ilişkilidir. Bu kapsamda zengin Ur ve Alacahöyük mezar buluntuları, MÖ 3. binlerdeki metal alışverişini ve işlemeciliğini gözler önüne sermektedir. Geç Tunç Çağında ise ham metal, özellikle de bakır ticareti arkeolojik açıdan iyi belgelenebilmektedir.

Bu kapsamda Uluburun Gemisi kural dışı bir konuma sahiptir: Değerli hammaddeler, bakır ve kalay külçeler, cam külçeler, Afrika kökenli abanoz, fil ve su aygırı dişleri, yiyecek ve içecek malzeme dolu keramik kaplarla birlikte aynı gemide bulunmaktadır. Baharatlar, bitkisel yağlar ve reçine türünde organik malzeme arkeolojik kazılarda neredeyse ele geçebileceği düşünülmeyen veya oldukça nadir olarak rastlanan arkeolojik belgeler arasında sayılır. Bu nedenle Uluburun Batığı ilk defa arkeolojide Mısır ve Ön Asya yazılı kaynaklarında anlatılan malzemeye ulaşmamızı sağlamaktadır; batığın kültür bilimindeki önemi de burada yatar.

Mısır, Rekhmire Mezarından ayrıntı

Geç Tunç Çağının başlamasıyla Akdeniz kültürel ilişkileri de giderek yetkinleşerek Batı’ya dek yayılır. Bunda yelkenli gemilerin inşası ve bunlarla açık denizlere açılabilmenin rolü önemlidir. Kıbrıs, Suriye, Filistin ve Mısır’a yapılan Minos keramiği ithalatı Ege Bölgesi’yle olan ilişkilerin sürekliliğini yansıtmaktadır. MÖ 16. ve erken 15. yüzyılda Minos keramiğinin dağılımı ve daha sonra Miken mallarının yayıldığı geniş bölge Doğu Akdeniz’de Anadolu kıyılarını izleyerek Kıbrıs ve Levant Bölgesi’ne varan, hatta doğrudan Mısır’a ulaşan deniz yolu güzergâhlarının bulunduğunu ve bu güzergâhlardan giderek düzenli bir biçimde yararlanıldığını belgeler.

Mikenler MÖ 16. yüzyıldan itibaren Orta Akdeniz’de etkindir. MÖ 14. ve 13. yüzyılda Aşağı İtalya’ya, Sicilya’ya, Lipari Adaları’na ve Sardunya’ya, yaygın biçimde keramik ithal edilir. Keramik ithali Orta ve Yukarı İtalya’ya daha az yapılmıştır. Akdeniz’de Miken ilişki ağının ulaştığı en batı nokta ise Endülüs’te bulunur.

Ege Dünyası'nın kültürel ve ticari ilişkileri deniz yoluyla Karadeniz’in batısına dek uzanır. Bulgaristan ve Romanya’nın içlerine kıtalar arası yol güzergâhlarından ulaşıldığı düşünülmektedir. Balkanlarda ele geçen öküz gönü biçimli bakır külçeler veya Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya’da rastlanan MÖ 16. yüzyıldan 14. yüzyıla dek kullanılan Miken kılıçları bu ilişkilere örnek oluşturur. Uluburun gemisinde bulunan Balkan kökenli taş asa da bu kapsamda örnek olarak gösterilebilir. Kuzeyden Miken Bölgesi’ne ulaşan ve sevilerek kullanılan en değerli malzeme kehribardır: Kehribardan yapılmış olan boncuklar ve kolye dizilerini ayırmada kullanılan ara parçaları Mikenai’daki kuyu mezarlarda ve daha sonraları Peloponnes-Kakovatos’daki kubbeli mezarlarda gün ışığına çıkarılmıştır. Ayrıca Uluburun Gemisi’nde bulunan kehribar boncuklar da tipolojik olarak Miken boncuklarına benzemektedir. Yapılan analizlerden Uluburun boncuklarının Baltık Denizi’nden geldiği anlaşılmıştır.

Geç Tunç Çağında Akdeniz’de yoğun bir ilişki ağının kurulmasında, asıl çekici gücü, yukarıda bahsedildiği gibi, bazı hammadde ve ürünlerin Ön Asya ve Akdeniz Bölgesi’nde orantısız biçimde dağılması oluşturur. Bu dönemin ekonomisinde vazgeçilmez bir önem arz eden metaller başı çeker. Alet, araç gereç ve silah yapımında gerekli olan bakır ve kalay yeğlenen metaller arasındadır. Ayrıca para ekonomisi öncesi bir dönemde değer saptama aracı olan ve takı ya da diğer prestij eşya yapımında kullanılan altın ile gümüş de aranan metaller arasında sayılır. Üst sınıfın lüks gereksinim araçlarının üretiminde yararlanılan fildişi, abanoz ya da cam türünden hammaddeler yine bu kapsamda düşünülebilir.

Mısır mezar resimlerinde betimleri görülen ve hamalların omuzlarında ya da gemilerin ambarlarında bağlanarak nakli yapılan öküz gönü bakır külçeler, Uluburun’da MÖ 1330’larda batan geminin en kapsamlı ve değerli yükünü oluşturur. Öküz gönü külçeler arkeolojik açıdan tüm Akdeniz Bölgesi’nde rahatça izi sürülebilen bir külçe tipini temsil eder. Bakır külçeler tüm olarak ya da parçalar halinde Kıbrıs’ta, Anadolu’da, Ege’de, Kara Yunanistan’da, Girit’te ve Batı Karadeniz Bölgesi’nde bulunmuştur. Külçeler ve parçaları Batı’da Sardunya Adası’na, kuzeyde Balkanlara ve hatta Güney Almanya’ya kadar yayılmıştır. Mısır Thebai’de Rekhmire (III. Thutmosis Dönemi) ve Huy’un (Tutankamun Dönemi) mezar resimlerinde rastlanan betimler külçelerden Yeni Krallık Döneminde vergi ya da armağan olarak yararlanıldığını belgeler.

Uluburun batığında ele geçen bir kısım bakır, kalay ve cam külçeler

Sonuç olarak, insanlar daha yerleşik düzene geçmeden önce bile renkli mineral, obsidiyen ve çakmak taşı gibi bazı malzemeleri uzak bölgelere taşımışlardır. İlk kültürler oluştuğunda özellikle hammaddelerin kazanç gözeterek değiş tokuş edilmiş olması olasıdır; bu durum artı üretimi de beraberinde getirmekte ve ekonomiye dayanan toplumların meydana gelmesinde temel oluşturmaktadır.

Ülkeler arasında gelişen ticaretin ve buna bağlı olarak denizaşırı yolculukların nedenini doğal varlıkların, kaynakların ve bazı ürünlerin ülkeler arasında orantısız biçimde dağılması oluşturur. Örneğin Mısır’da altın, tahıl, fildişi ve benzeri lüks tüketim malları bulunuyordu; ancak bu ülkede kereste, şarap ve zeytinyağı gibi bazı malzemeler mevcut değildi. Dolayısıyla kereste Levant Bölgesi’nden ithal edilirdi. Bakır Kıbrıs’tan getirilirdi. Ege ve Anadolu’dan gümüş, kurşun, şarap ve zeytinyağı alınırdı. Mısır’da bulunan altın ve lüks tüketim malları her yerde arandığından, değiş tokuş sistemi denizaşırı ticaretin itici gücünü oluştururdu. Alışveriş, bir yandan hükümdarların ittifak kurmak ya da bağımlılık gerektiren ilişkilerin güçlenmesini sağlamak amacıyla armağanlar yollaması biçiminde gerçekleşirdi. Öte yandan alım satım yapılan ülkelerdeki fiyat farklarının tüccarlar için kazanç kaynağı oluştuğu bir ticaret düzeninde mallar değiş tokuş edilirdi.

Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki ticari ilişkileri anlamak için, belki de bölgenin maden yataklarına bakmak yeterli olacaktır. Balkanlar, Anadolu, Kafkaslar ve Zagros Dağları maden yatakları açısından zengindir. İlk yüksek kültürlerin oluştuğu Mezopotamya ise bunlardan yoksundur. Dolayısıyla, kültürler kendinde olmayan hammaddeyi almak ve buna karşın değiş tokuşa sunacağı malzemeyi daha fazla üretmek zorunluluğu duymuşlardır.

 

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER