Hitit Dünyasında Hayvanlar

Güneş Tanrısı hızlı kartalı gönderdi: [Git] Telipinu’yu ara. Kartal gitti. [su kaynaklarını(?)] aradı. Nehirleri [aradı]. Ama onu bulamadı. Soit Güneş Tanrısına bir rapor getirdi. : “Ben onu bulamadım.”

Hannahanna arıyı gönderdi: “sen git ve [oğlum]Telipinu’yu bul. [onu] bulduğunda, ellerini ve ayaklarını sok ve ayağa kalkmasını sağla. Sonra balmumu al ve ona sür. Sonra onu arındır ve yeniden kutsal yap. Sonraonu geri buraya bana getir.”

Fırtına Tanrısı Hannahanna’ya : “şimdi yüce tanrılar ve daha az yüce tanrılar onu arıyorlardı, ama bulamadılar. Yani bu arı onu bulabilecek mi? Onun kanatları küçük. Çok küçük. Daha da fazlası, o tek başına(?)” dedi.

Hannahanna Fırtına tanrısına: “vazgeç. O onu bulmaya gidecek.” dedi.

Anadolu’nun yüksek arazileri, Tunç Çağının sonunda (yaklaşık MÖ 1600-1200) hayvan çeşitliliği bakımından günümüze göre daha zengindi. Aslanlar, leoparlar, ayılar, kurtlar, yaban domuzları, dağkeçileri, ceylan ve özellikle geyik, Geç Tunç Krallığı Hitit İmparatorluğu’nun merkezi olan Orta Anadolu’da hala gezinmekteydi. Kartal ve doğanların da içinde bulunduğu çok çeşitli kuş türleri de bu bölgede yaşamaktaydı.

Yabani hayvanların bolluğuna karşın, 2. binyıl sonunda avlanma artık ana besin bulma yöntemi değildi. Bölgedeki köylerde ve kent merkezlerinde yaşayanlar besin kaynağı olarak sığır, koyun ve keçi yetiştiriyordu. Hayvancılık ve tarım Hitit ekonomisinin bel kemiğini oluşturuyordu. Çiftlik hayvanlarının yanı sıra, köpek ve domuzlar da ev ekonomisinin bir parçasıydı. Bir kaynakta Tanrıça Kamrusepa’nın, bir kişinin evini ve ocağını, arazisini ve ona bağımlı olanları, sığırlarını ve koyunlarını ve hatta yavru domuz ve köpeklerini arındırdığından bahsedilmektedir. Ağırlıklı olarak askeri işlerde kullanılan atlar, zenginlerin mülkiyetindeydi. Evcilleştirilmiş kedi ve tavuklar ise Anadolu’da henüz bilinmiyordu.

Hitit yasalarında, hayvancılık üzerine, özellikle hayvanların çalınması ve sakatlanması durumunda ciddi para cezalarını içeren maddeler yer alıyordu. Hititlere ait bu yasalar ve diğer belgeler hayvan dünyasını iki değişik grupta toplamıştı: Suppala yani insan kontrolünde yaşamış evcilleştirilmiş hayvanlar ve Huitargimras “arazi hayvanı” yani insanların yaşadığı yerlerden uzakta, insan kontrolünde olmadan yaşayan yabani hayvanlar. Bu temel ayrım sadece hayvanların nasıl kullanıldığına göre değil –biri besin kaynağı olarak, diğeri değil- insanlar tarafından nasıl görüldüklerine göre de oluşmaktaydı. Bir şenliğe ait metinde belirtildiği gibi ve Hititlerin dini ideolojilerinde sahip oldukları özel rollere göre yabani hayvanlar “tanrıların hayvanları” (siunashuitar) idi.

Karkamış kentinin ortostatlarında yer alan Gılgamış Destanı tasvirlerinden iki başlı sfenks kabartması. Sfenksin kuyruğu da kuş başı biçimindedir. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Hayvanlar ve Krallar

Bu döneme ait bilgimizin tamamı, Hitit saraylarının kalıntılarından (ikonografik ve arkeolojik) ve yazılı kaynaklarından gelmektedir. Bu nedenle Anadolu’daki Geç Tunç Çağı yaşamını anlamak ve cevaplar bulmak için Hititlerin dünyaya görüşlerini anlamak ve onların bakış açısıyla bakmak gerekir. Hitit tarihinin başından beri kullanılan krallık simgeleri olan aslan ve kartalın Hitit ideolojisinde önemli bir yeri vardır. MÖ 17. yüzyılda özellikle I. Hattuşili kendini büyük bir aslan olarak tanımlamıştır. Kendi emri altındaki bir krala yazdığı bir mektupta onu “aslanın (Hattuşili’nin) tarafını tut ve tilkinin (düşmanın) tarafını tutma” diye uyardığı görülür. Hattuşili’nin yönetimde olduğu süre boyunca pek çok benzer aslan tasviri görülür. Hitit tarihinin büyük bir kısmı boyunca büyük başkent Hattuşa’nın girişinde bulunan Aslanlı Kapı, ziyaretçileri etkilemek ve buranın krallık şehri olduğunu belirtmek için yapılmıştır.

Hitit saraylarında kartal önemli bir semboldür. Hitit ritüelleri ve mitolojisinde, tanrılara ve krala bağlı ikincil bir haberci tanrı olarak geçer. Yazılıkaya tapınağında bulunan çift başlı kartal kabartması, Hattuşa’daki resmi bir kültün parçası olarak öne çıkan ve başkentteki birçok mühür baskısında görülen bir krallık amblemidir. Bir sembol olarak kartal, Geç Tunç Çağı boyunca kaybolmayacak ve Bizans İmparatorluğu ve sonrasında yeniden ortaya çıkacak kadar etkileyici ve önemli bir sembol olmuştur.

Krallar günlük hayatlarında çevrelerini hayvanlarla kuşatmıştı. Hattuşa’daki krallık yerleşkesi, eski uygarlıkların su kuşlarına (luliyaš MUŠEN) duyulan ilgi nedeniyle insan yapımı göllerle donatılmıştı. Bu göller büyük olasılıkla avludaki keyif bahçesinin en önemli noktasını oluşturuyordu. Devlet görevlileri kendi yetkileri içindeki alanda bulunan kuş habitatını korumakla yükümlüydü. Hitit yasalarına (§119) göre su kuşlarını çalanlara çok sert cezalar verilirdi.

Kuşlar ve diğer hayvanlar, avcı ya da av olmaları fark etmeksizin, aktif olarak tutsak edilmek için avlanırlardı. Kral ve diğer görevliler arasındaki mektuplaşmalar, krallığa ait hayvan stoklarında kullanılmak üzere belirli hayvanların avlanmasına yönelik seferler düzenlendiğini gösterir. Tutsak alınan hayvanlar, diğer krallarla yapılan hediye değiş tokuşunda egzotik objeler olarak da kullanılmışlardır.

Hitit krallık ideolojisinde, Mezopotamya’da olduğu kadar öne çıkmasa da, krallık avı yine de kutlanırdı. Bilinen en erken tarihli Hititçe belge olan ve Hitit öncesi döneme ait Anitta metinlerinde, bu avların kralın yönetimde kalması için bir çeşit propaganda olarak kullanıldığı görülür. Kral Anitta, avdan dönerken şehre aslanlar, yaban domuzu, ayılar, leoparlar, geyik ve ceylan getirmekle övünürdü. Av, törensel kutlamaların ve festivallerin altmetni olarak kendi kutsal doğasını korumuştu. Antik KI.LAM festivalinin öne çıkan bir öğesi olan “tanrıların hayvanları” aslan, leopar, yaban domuzu, ayı, geyik, kurt, ceylan ve yaban keçisi, tanrıların etki alanını ve aynı zamanda avlanan hayvanları sembolize etmekteydi.

Kraliyet ideolojisinin bir parçası olarak, Hitit kralları hayvanlar dünyası üzerindeki sembolik üstünlüğünü her zaman kutlamıştır. Kastamonu’da bulunan ve IV. Tuthaliya'nın (MÖ 1237–1209) zamanında Taprammi tarafından adanmış bir tunç kap, avcının bir geyik sürüsünü hedef aldığı (üst sıra) ve boğalarla savaştığı (alt sıra) bir av sahnesini göstermektedir. İkonografi ve yazılı kaynaklar, hayvanlar üzerindeki üstünlüğü iki hayvan üzerinden gösterir, boğa ve erkek geyik. KI.LAM festivalinde bu hayvanlar tanrıların hayvanlarından ayrı bir yere konur ve festival boyunca ayrı bir hürmet görürdü. Bu festivalle ilişkili olanlar dışındaki kaynaklar boğanın, boğa dansı ile birlikte törensel oyunların bir parçası olduğunu göstermektedir. Hüseyindede’de bulunan bir vazonun (MÖ 1500) üzerindeki Hitit kabartmaları buna örnektir. Aynı yerde bulunan başka bir vazonun üzerinde bir adak sahnesi vardır. Fırtına Tanrısına sunulan boğalarla birlikte akrobatik gösteriler yazılı kaynaklarda yer alan bir kanıttır. Her şekilde durum törenseldir ve kurban da bu olayın temel öğesidir.

Diğer yandan, erkek geyik kültü avın merkezinde yer almış ve Geyik tanrısı Kuruntiya’ya tapınmanın odak noktasını oluşturmuştur. Özellikle 14. yüzyıl kralı IV. Tuthaliya, kendi krallığı boyunca erkek geyik tanrısını oldukça yüceltmiş ve propagandasını yapmıştır. Ona ait Yalburt yazıtında “Fırtına tanrısı sever(?), ve ben bütün ülkeleri ele geçirdim. Erkek geyik tanrısı sever(?), ve ben Kahramanım, Arazi Efendisiyim(?), Avcıyım(?), Büyük Kralım.” demektedir. Diğer bir deyişle, (kutsal hayvanı boğa olan) Fırtına Tanrısı tarafından kutsanmak politik güç, Geyik Tanrısı (Kuruntiya) tarafından kutsanmak da kralın egemenliğindeki topraklarda yaşayan vahşi hayvanlar üzerinde üstünlük anlamına gelmiştir. Metaforik olarak, bu durum kralın hem kendi topraklarında hem de onların ötesindeki yerlerde politik güce sahip olduğunu simgelemektedir.

Avcılıktan hayvancılığa geçiş KI.LAM festivalinde, kralın töreni başlatmak için kullandığı törensel demir mızrağın, üzerinde Fırtına Tanrısı kabartması bulunan demir bir balta ile değiştirilmesiyle gerçekleşmiştir. Av aleti olan mızrak, adak kurban etmenin simgesi olan balta ve mızraktan baltaya geçiş, kralın hayvanlar dünyası üzerindeki üstünlüğünün simgesidir. Bu noktada yabani hayvanlar erkek geyikle, evcilleştirilmiş hayvanlar ise boğa ile temsil edilmiştir.

Hattuşa’da bulunan ve kraliyete ait olmayan bir mezarlık olan Osmankayası’nda, bazen hayvanlarla birlikte (öküzler, domuzlar, koyun ve keçiler, ya da katırlar ve benzerleri – ya tüm hayvan gövdesi ya da sadece kafası ile) hem yakılmış hem de gömülmüş kalıntılar içermektedir. Bu gelenek, sekizinci gününde öküz ve koyun gibi birçok hayvanın kurban edildiği ve öküz ya da at gibi bazı hayvanların kafalarının ölüye eşlik etmesi için ölüyle birlikte gömüldüğü kraliyete ait ölü gömme ritüellerinde de sürdürülmüştür. Ölüye okunan bir duada bu hayvanların kullanım amacı açıklanmıştır:

            “Bu otlak (parçası), O Güneş Tanrısı, hakkınca onun yaptı! Kimse onu bundan mahrum etmesin, kimse itiraz etmesin, öküzler ve koyunlar, atlar (ve) katırlar bu otlak üzerinde onun için otlasın.” Otlağı(n bir kısmını) atların kafalarının (ve) öküzlerin başlarının yakıldığı ve bunun üzerine geri döndükleri yere, buraya getirirler.”

Kraliyet ailesinden olanlar da olmayanlar da benzer şekillerde kendi çiftlik hayvanlarından ölümde de faydalanmaya devam etmişlerdir.

Ritüel sırasında hayvan (keçi?) maskesi giyen bir müzisyen. (Özgüç 1965: 84 pl. XXIV:71)

Hayvanlar ve Tanrılar

Hayvanlar tapılacak 'objeler' olmasa da, bazıları belirli tanrılarla birlikte tanımlandıkları için o tanrı adına kutsal sayılmışlardır. Hitit merkezlerinden biri olan Alaca Höyük’te bulunan ve kral ve kraliçenin, üzerinde Fırtına Tanrısını simgeleyen bir boğanın durduğu kaidenin önünde tapınmalarını gösteren kapı kabartmaları buna en güzel örneklerden biridir. Boğa, Fırtına Tanrısının gücünü simgelemekte ve aynı zamanda onun dini ikonografisini oluşturmaktadır.

Benzer şekilde, geyik, Geyik Tanrısını temsil etmekte ve onun avcı tanrı olarak doğasını açıklamaktadır. Bu tanrı genellikle bir kuş tutarken ve bazen de elinde bir yabani tavşanla gösterilmiştir. Bu hayvan kombinasyonu, vahşi doğayı simgeleyen bir metafor olarak kullanılmıştır.

Arı, ana tanrıça Hannahanna’nın özel hayvanıdır. Bir yabani keçi ya da koyun ile bir yırtıcı kuş da, mühürler ve yerel kült resim örnekleri sunan yazılı kaynaklardan da anlaşıldığı üzere bu sözde doğa tanrıçasının hayvanlarıdır.

Tanrılarla olan iletişim, gerek adak kurban ederek ve tanrılar tarafından kutsanışı devam ettiren ziyafetler organize ederek ya da insanların tanrıların memnuniyetsizliklerinin nedenlerini anlamalarına yardımcı olan kehanetler aracılığıyla yine hayvanlar üzerinden yapılmaktaydı. Tanrılarla ilişkileri iyi tutmak, adakların devam etmesine bağlıydı. Tanrılara edilen dualarda, kral Arnuwanda onlara şöyle hatırlatır:

"Siz tanrılar için sadece Hatti gerçek ve temiz yerdir ve sadece Hatti topraklarında size sürekli temiz, büyük ve iyi kurbanlar verilir. Sadece Hatti topraklarında siz tanrılara saygı duyulur. Sadece kutsal kişiliklerinizle siz tanrılar bilirsiniz ki bizim tapınaklarına baktığımız gibi kimse bakmamıştır… kimse sizin için her gün, her ay, her yıl mevsimsel festivaller ve ritüeller yapmamıştır."

Koyun en çok kurban edilen hayvandı, keçi ise daha az tercih edilirdi. Önemli durumlarda daha değerli olan sığır kurban edilirdi. Tanrılarla birlikte ziyafet çekmek, ritüel adakların doruk noktasıydı.

Hititlerde tüm fal teknikleri hayvanlara dayalıydı. Anadolu’daki kehanet ve falcılık aktivitelerindeki bir yenilik de, kuşların şarkılarının ve uçuşlarının gözlemlenmesi olmuştur. Batı Anadolu’daki falcılar, bu kutsal mesajları okuma yetenekleriyle ünlüydü. Genellikle orduyla birlikte çalışan falcılar, düşmana ne zaman saldırılması gerektiği ile ilgili öğütler verirdi. İç organ falında koyunların iç organlarına bakılarak gelecek okunur, ender olarak yapılan “yatak” falında ise hayvan kesilmek için götürülürken davranışları gözlemlenirdi. Yılan falında çeşitli sürüngenlerin hareketleri izlenirdi. Hititlere ait fal teknikleri arasında en az anlaşılabileni olan HURRI kuş falı, büyük olasılıkla kuşların iç organlarına bakarak yapılırdı.

İnsanların ve tanrıların dünyaları arasında kurulan köprüde, hayvanlar hem doğaüstünün tanımlanmasına yardımcı olmuş, hem de insanların kutsal olanla kurdukları bağı kolayca ifade etmelerine yardımcı olmuşlardır.

Edebiyatta, Mitlerde ve Ritüellerde Hayvanlar

Çeşitli tanrıların kültleri için yapılan ritüellere ek olarak, şehir ve günlük hayatın problemlerini göstermeyi amaçlayan bir takım ayinler de yapılmıştır. Bu tür ritüellerde genellikle hayvanlar ve onların bazı parçaları kullanılmıştır. Canlı hayvanlar da hasta insanların yerine vekil olarak kullanılmıştır. Bu ritüellerde hayvanlar, tanrının kızgınlığını insanın üzerinden alıp başka yöne yönlendirmek için kullanılırdı. Bilge kadın Mastigga’ya yapılan bir ritüel için iki koyun -bir beyaz bir siyah- şart koşulmuştu. “İşte burada senin için bir vekil, bir vekil de insanların için. O dili ve laneti (onun) ağzında kalsın.” Daha sonra ritüeli yapanlar koyunun ağzına tükürür ve kirliliği ona geçirip kurtulduklarına inanırlardı. Bu vekil hayvanlar daha sonra öldürülür ve içlerindeki kirlilikle birlikte yok edilirlerdi.

En ünlü ritüellerden birisi olan günah keçisi ritüelinde seçilmiş hayvanlar yer alırdı. Bu ritüellerin birçok çeşidi olmasına rağmen hepsinin ana noktaları aynıydı. Vekil ritüellerinde olduğu gibi, kirliliğin vekil hayvana geçirilmesi şarttı. Vekil hayvan genellikle süslenirdi. Fakat günah keçisi ritüellerinde hayvan öldürülmez, kirliliği düşman topraklarına yayması için gönderilirdi. Bir örnekte, bir koç ve koyun, taç şeklini alan renkli yün ipliklerle süslenmişti. Yün iplikler kralın ağzından çıkartılmıştı, onun üzerindeki kötü şansı ve acı çeken askerlerini temsil etmekteydi. Kirliliği tamamen üzerine almış olan hayvanlar düşman bölgesine gönderilerek, getirdikleri vebayı kaynağına geri götürmekteydi.

Ordu için yapılan ritüellerden bir tanesi hayvanların ikiye kesilmesini –genellikle yavru bir köpek, ve bazı örneklerde domuz ya da keçi- gerektirirdi. İki ayrı parça, kapının iki ayrı tarafına konur, ritüele katılanlar kendilerini kuşatan zarardan kurtulmak için bu iki parçanın arasındaki kapıdan geçerlerdi.

Aslan, leopar, kurt ve yılan gibi tehlikeli hayvanlar kötülüğe karşı koruyucu efsunların içinde yer alırlardı. Onların koruma gücünün tehditkâr ve şeytani doğalarında saklı olduğuna inanılırdı. Bu nedenle, yeni doğmuş bir çocuğu korumak için okunan ritüel duası şuydu: “Bu çocuk için kötü olanı kim hazırlayacaksa, bu çocuk cenneti görsün. Genişleyen(?) dünyayı görsün… Aslanın sıçramasını da (görsün). Gezinen kurdu görsün. Yılanın ayaklarını görsün. –kim bu çocuğa nazar değdirirse, kim ona kötülük hazırlarsa!".

Ritüellerde bazen insanlar bile hayvan olurlardı. Bu tür bir ritüelde birkaç genç erkek çocuğu keçi derisi giyerler ve kurt gibi ulurlardı. Başka bir örnekte, dansçılar “leopar gibi” çömelirlerdi. Hitit kaynaklarında bahsi geçen kült görevlileri arasında hayvanlar dünyasını temsil eden çok az sayıda kişi profesyonel bir unvana sahipti. Aslan-adam, leopar-adam, ayı-adam, kurt-adam ve köpek-adam belirli sıklıkta görülmekte ve dini görevlerde de yer almakta olmalarına rağmen ritüllerdeki ana görevleri, temsil ettikleri hayvan davranışlarını içeren gösteriler sergilemekti. Gösterilerden birinde, “kadın okçu ayı-adama ok atar. Onu kaçırır ama ikinci bir ok daha atar ve bu sefer onu vurur. 'awaiya, awaiya!' diye bağırır.” Tanrıça Teteshapi için yapılan festivalde leopar-adam dağlara kadar kovalanır. Bu gösteri yalancı bir av ile mi yoksa savunmasız bir köyden orayı yıkan güçlerin törensel bir şekilde çıkarılmasıyla mı alakalıydı? Bu hayvan maskeli ve hayvan derisi giymiş kostümlü kişiler koruma amaçlı mıydı? Bu tür bir “hayvan-adam” örneği Hattuşa’da bulunan bir seramik parçasının üzerinde yer alan hayvan (keçi) maskesi takan ve tambur çalan bir müzisyendir.

Mitolojik edebiyat, hayvanlar ve hayvan figürleri açısından oldukça zengindir. Kartal ve arı, Telipinu mitinin ana hayvanlarıydı. Arı Hannahanna tarafından kayıp Telipinu'yu bulması için, kartal ise daha önce Güneş Tanrısı tarafından gönderilmiş, ancak başarısız olmuştu.

Güneş Tanrısı hızlı kartalı gönderdi: [Git] Telipinu’yu ara. Kartal gitti. [su kaynaklarını(?)] aradı. Nehirleri [aradı]. Ama onu bulamadı. Soit Güneş Tanrısına bir rapor getirdi. : “Ben onu bulamadım.”

Hannahanna arıyı gönderdi: “sen git ve [oğlum]Telipinu’yu bul. [onu] bulduğunda, ellerini ve ayaklarını sok ve ayağa kalkmasını sağla. Sonra balmumu al ve ona sür. Sonra onu arındır ve yeniden kutsal yap. Sonraonu geri buraya bana getir.”

Fırtına Tanrısı Hannahanna’ya : “şimdi yüce tanrılar ve daha az yüce tanrılar onu arıyorlardı, ama bulamadılar. Yani bu arı onu bulabilecek mi? Onun kanatları küçük. Çok küçük. Daha da fazlası, o tek başına(?)” dedi.

Hannahanna Fırtına tanrısına: “vazgeç. O onu bulmaya gidecek.” dedi.

 

Tanrıların büyüsüyle donanmış olan arı, Telipinu’yu bulmakla kalmamış, onu Pantheon’daki yerine geri getirmişti.

Hattuşa’nın ve bir Hitit şehri olan Alaca Höyük’ün anıtsal kapılarının her iki yanında da bulunan sfenksler gibi fantastik hayvanlar, mitlerin başlıca öğesiydi. Kaosun simgesi olan ejderha Illuyanka, fırtına tanrısı ve oğlu tarafından yenilgiye uğratıldığı iki ayrı mitte yer alır. Yılanların genellikle yeraltı bağlantıları olmuş ve kanunsuzluğu ve dışarda kalmışı simgeleyen kurtlar gibi negatif bir varlık olarak kabul edilmişlerdir. Bize tanıdık gelen diğer hayvanlar düzenbaz tilki, doğurgan domuz ve inatçı eşektir.

Aşağıda yer alan Hitit dünyasından örnekte de gördüğümüz gibi, hikâyelerde genellikle hayvanlar yer alır:

(1) Bir dağ, bir geyiği yayıldığı alandan çıkardı ve geyik başka bir dağa gitti. Geyik şişmanladı ve bir yüzleşme aramaya başladı. Dağa lanet okumaya başladı: “Otladığım dağ ateşlerle yansa! Fırtına tanrısı şimşekleriyle çarpsa ve onu yaksa!” Dağ bunları duyunca kalbinden hastalandı ve cevap olarak geyiğe lanetler yağdırdı: “Beslediğim geyik karşılık olarak şimdi bana lanetler okuyor. Avcılar onu avlasın! Avcı kuşlar onu tutsak alsın! Avcılar etlerini alsın ve avcı kuşlar da derisini!”

O bir geyik değil bir insan… (masal devam ediyor)

(2) Bir geyik var. Nehirlerin arkasındaki otlaklarda otluyor. Gözlerini sürekli nehrin diğer yakasındaki otlaklara dikiyor ama o taraftaki otlara asla ulaşamıyor. Onlara bakmadan duramıyor.

O bir geyik değil bir insan... (masal devam ediyor)

(4) Bir köpek fırından bir somun ekmek kaçırdı. Fırının içinden çekip çıkardı ve yağa batırdı, oturdu, yemeye hazırlandı.

O bir köpek değil bir insan …(masal davam ediyor)

(5) bir kemirgen(?) fırından bir somun ekmek kaçırdı. Fırının içinden çekip çıkardı ve yağa batırdı, oturdu, yemeye hazırlandı.

O bir kemirgen değil bir insan …(masal davam ediyor)

Bu hikâyelerin her biri insan tarafından işlenmiş suçları anlatan durumlarla bağlantılı gitmektedir. Ahlak noktalarını oluşturmak için uydurulmuş masallardır.

Hitit edebiyatı, dini ve sanatı, herkes tarafından anlaşılan imgelere başvurarak Geç Tunç Çağı Anadolu’sunu yansıtır. Hititlerin hayal gücünde hayvanların ne kadar önemli bir yeri olduğunu derinlemesine olmasa da kısmen göstermektedir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER