Hitit Dünyasında Kentler ve Kent Yaşamı

Hitit Uygarlığı hiç şüphesiz bir kent medeniyetiydi. Hititlerin Geç Tunç Çağı dünyasında, kentler toplumun temel direğini oluştururdu. Yerleşimler genellikle bir topluluğun kendi sosyal ve politik yapılarının bir yansıması olarak görülürdü. Bir Hitit kentini neyin oluşturduğu ve nasıl diğer kent yerleşimlerinden farklılık gösterdiği sorular arasındadır.

Hitit kentlerinin tarihi ve doğal ortamı

Gordon Childe’ın bahsettiği “kent devrimi”, Hititler henüz tarih sahnesine çıkmadan çok uzun zaman önce gerçekleşmişti. Karmaşık toplumların gelişimi de Anadolu’da uzun zaman önce başlamıştı. Ancak, Geç Tunç Çağında – geleneksel olarak MÖ  yaklaşık 1650 ve 1180 arasına tarihlenir – Hititler, MÖ 2. binyılda, Antik Yakın Doğu’nun en büyük güçlerinden biri haline gelecek olan kendine has bir devlet oluşumu kurmuşlardır.

Hitit kentleşmesinin kökleri, coğrafyaya ve tabiatın tarihine dayanır. Hitit ana yurdunun çekirdek bölgesi İç Anadolu ve de Orta Karadeniz Bölgesi’nde, Hititlerin Maraššantiya olarak adlandırdığı Kızılırmak ana hattı boyunca bulunmaktadır. “Hatti ülkesi” çeşitli tabiatı ve uzun ömürlü tarihiyle, Hitit medeniyetinin oluşmasına büyük katkıda bulunmuştur. Bu nedenle, Hitit medeniyetinin gelişim süreci, “Anadolu’dan Hitit’e” başlığı ile karakterize edilebilir. Bu önemli gerçek, Hititlerin kendilerini “Hatti ülkesinin halkı” olarak adlandırmaları ile açıkça gösterilmektedir (“Hitit” kelimesi daha modern kaynaklı bir kelimedir). Karmaşık toplumların ve kentsel yerleşmelerin yükselişi ile özellikle Tunç Çağındaki tarihi gelişmeler, Hitit kentlerinin temelini oluşturmaktadır. Her ne kadar Hititlerin siyasi tarihi çeşitli iniş çıkışlarla nitelendirilmiş olsa da, Hitit dünyasında mimari bulguların dışavurumu daha çok genel, sosyal ve politik yapılarla şekillenmiştir.

Hattuşa'nın ayağa kaldırılan 70 metrelik taş temelli kerpiç suru
Hattuşa'nın ayağa kaldırılan 70 metrelik taş temelli kerpiç suru

Hitit kentleri hakkındaki bilgilerin temelleri

Hititlerin yazılı mirasında yaklaşık iki bine yakın yer ismi bulunur. Bunların hepsi “kent” olarak çevrilen “URU” kelimesi ile belirtilmiştir ve bu sebeple kolayca tespit edilebilirler. Ancak, Hititli yazarlar bu sıfatı, büyüklüğüne ve önemine bakmaksızın her çeşit yerleşim için kullanmışlardır. Yalnızca ek bilgilerle bir yerleşimin esas öneminin değerlendirmesini yapmak mümkündür. Yine de asıl soru, bu yerleşimlerin hangilerinin bir kent olarak sınıflandırılabileceğidir.

Modern araştırmalar, dini ve ruhanî kurumları, güç ve yönetim sistemlerini, tarıma dayalı olmayan bir ekonominin varlığını “kent hayatının üç temel direği” olarak kabul eder. Bu kent tanımının ölçütlerini yazılı kaynaklara uygulamak zordur, çünkü Hitit yazılı kaynakları dini içeriklere odaklanmış olup, ekonomik, siyasi ve de sosyal konularla alakalı çok az bilgi vermektedir.

Şimdi arkeoloji devreye girerse, benzer bir resim ortaya çıkabilir. Hatti ülkesindeki yüzlerce sit alanının büyük bir kısmı Geç Tunç Çağı yerleşimlerinin izlerini taşır ve birçoğu hala keşfedilmeyi beklemektedir. Arkeolojik sit alanlarının birçoğu yüzey araştırmaları sırasında ortaya çıkartılmıştır. Bu çoğu durumda, bir alanın Geç Tunç Çağında kullanılmış olduğunu kesin bir şekilde ifade etmemizi sağlarken, yerleşmelerin nitelikleri üzerine yapılabilecek diğer tüm açıklamalar belirsiz ve kurgusal kalmaktadır. Yalnızca birkaç alan, gelişmiş yüzey araştırması yöntemleri ile araştırılıp analiz edilmiştir ve özellikleri hakkında daha detaylı açıklamalar yapmak mümkündür. Buna karşılık kazı çalışmaları ile araştırılan alanların sayısı nispeten azdır. Küçük sondajlar ve kurtarma kazıları burada duruma egemendir. Ancak sadece büyük ölçekli arkeolojik kazılar ve modern yüzey araştırmaları yöntemleriyle yoğun bir şekilde araştırıldığı zaman bir alanın belirleyici kentsel yapı ve öğeleri kaydedilebilir. Anadolu’daki herhangi bir Geç Tunç Çağı kazısının ana hedefi, kentin eski adını tespit edebilmek ve yazılı kaynaklarla bir bağlantı kurabilmektir. Bu ancak kazılar sırasında kil tabletler ve diğer yazılı belgeler bulunursa mümkün olur. Sadece bir avuç sit alanının bu gereklilikleri karşıladığını ve Hitit dünyasında kent ve kent yaşamını araştırmak için elimizde olduğunu hayal edebilmek kolaydır.

 Her şeyden önce, Hititlerin günümüz Çorum ili, Boğazkale yakınlarındaki başkentleri olan Ḫattuša’nın etkileyici kalıntılarından bahsetmemiz gerekir. Bu alandaki kazılar ve araştırmalar yüz yıldan fazla bir süredir devam etmekte ve bir Hitit kentinin nihai örneğini ortaya koymaktadır. Yaklaşık 180 hektarlık büyük kentsel alan, karmaşık bir kent sur sistemi ile çevrilidir ve coğrafi yapısı dağ sıraları, kayalık uçurumlar, platolar ve havzalarla keskin bir şekilde bölünmüştür. Hiç şüphesiz, Boğazköy-Ḫattuša tüm Antik Yakın Doğu’nun en önemli kentlerinden biriydi ve günümüzde bir Dünya Mirası Anıtı olarak dünyanın en önemli arkeolojik alanları arasında yer almaktadır. Ancak, bu kent için yapılan gözlemlerin diğer kentlere uygulanması kolay değildir, çünkü Ḫattuša bir Hitit kentinin istisnai ve özel bir temsilcisidir.

Başkent Ḫattuša yakınlarında, Hitit isimlerinin az çok bilindiği, yoğun araştırmaların sürdürüldüğü arkeolojik sit alanları vardır. Bunlara Çorum ili modern Ortaköy yakınlarında bulunan Šapinuwa da dâhildir. Bu yerleşme büyük ihtimalle bir kralî mekân ve askerî karargâh olarak hizmet vermiş olmalıdır. Bir diğer örnek ise Sivas ili sınırlarındaki Šarišša’dır. Modern ismi Kuşaklı olan Šarišša bir vilayet merkezidir ve yeni kurulmakta olan bir kent örneğini oluşturur. Sivas ili sınırlarındaki bir diğer yerleşim olan Šamuḫa, Kayalıpınar köyü yakınlarındaki Kızılırmak Nehri üzerinde yer alır. Hititler zamanında Šamuḫa, bir idari merkeze ev sahipliği yapmış, önemli bir kült kentidir. Tokat ilindeki Maraş Höyük’te bulunan Tapikka, valinin ikamet ettiği bir sınır şehridir. Nerik, Samsun iline bağlı, yine aynı adı taşıyan köyde bulunan Oymaağaç Höyük’te bulunmaktadır. Bu küçük yerleşme, Hitit krallarının taç giydikleri kent olarak hizmet vermiş ve Hitit İmparatorluğu’nun kuzey sınırlarında bulunan önemli bir kült merkezi olmuştur. Daha yoğun araştırılan birkaç arkeolojik alan için – Alişar ve Alaca Höyük gibi – tarihsel olarak kaydedilmiş bir isimle ilişkilendirilmeleri tartışılmaktadır. Son olarak, Kırıkkale ilindeki Büklükale veya Yozgat’taki Uşaklı Höyük gibi yeni araştırma projeleri, Hitit kent yaşamı anlayışımızı kesinlikle genişletecektir. Büyük ölçekli jeofizik araştırmalar sayesinde, kentsel yapılar daha büyük ölçekte değerlendirilebilir.

Arslanlı kapı

Arslanlı Kapı

Kanıtlara göre Hitit kentsel yapıları

Söz konusu alanların arkeolojik kanıtları yukarıda bahsi geçen Hitit yerleşimlerinde bulunabilecek farklı yapılar ya da kentsel unsurlar aracılığıyla anlaşılabilir. Genellikle birincil işlevlerine göre sınıflandırılırlar.

Surlar, en önemli unsurlardan biridir, çünkü sınırları yerleşimin fiziksel profilini şekillendirir. Kent duvarlarının ve kapılarının askerî fonksiyonlarının yanı sıra büyük sembolik öneme sahip olması evrensel bir olgudur. Gücü ve iktidarı göstermekle birlikte, mekân ve sınırlar gibi ideolojik kavramların da bir parçasıdırlar. Bu durum “kule vazoları”olarak adlandırılan, genellikle kabın ağız kenarına tutturulmuş üç-boyutlu sur tasviri bulunan devasa çömlek kaplarda görülür. Surların sembolik anlamı yazılı kaynaklarda da açıkça görülmektedir. Birçok Hitit yapısında olduğu gibi, surlar taş temellerle inşa edilir, yükselen duvarları ise özel bir Hitit kerpiç yapısından oluşmaktadır. Daha yüksek taş duvarlar Hitit mimarisinde bir istisnadır. Duvarlar, düzenli aralıklarla çıkıntı yapan dikdörtgen kuleler ve belirlenmiş bölgelerde seçilen kapılardan oluşmaktaydı. Tipik bir Hitit kapısı, aralarında bölmeli bir kapı geçidi bulunan iki büyük kuleden oluşur. Surların izlediği yol genellikle coğrafi özelliklere ustaca uyumlu olarak yapılmıştır. Ancak koşulların uygun olmadığı alanlarda, yekpare sur duvarları yapılır ve kuleleri ile birlikte duvarlar bunların üzerine inşa edilirdi. Hitit surlarının bir diğer özelliği ise, sadece birkaç yerleşimde görülmüş ve hala tam olarak amaçları anlaşılamamış olan arka kapılardır. Bunlar sahte tonoz tekniği kullanılarak yükseltilmiş surların altındaki duvarlardan geçen, büyük taşlardan inşa edilmiş geçitlerdir. Surların yanı sıra, saraylar ve tapınaklar Hitit kentleri ile ilgili görüşümüzü en belirgin şekilde tanımlar. Bir Hitit sarayı örneği, başkent Ḫattuša’da bulunan sözde kralî hisardır. Yaklaşık 32.000 metrekarelik devasa yapı, Büyükkale’de kayalık uçurumun üzerine yapılmış ve kendi surları ile donatılmıştır. Bu bina yapısının ana özelliği, ağ geçitleri ile birbirine bağlanan bir dizi avlusunun olmasıdır. Avlunun etrafında, birçok farklı oda ve sütun sıralı yapılar gruplanmıştı. Yapıdaki bu karmaşık düzenlemeler sarayın aynı zamanda bir güç ve idari merkez gibi çoklu fonksiyonlarını yansıtmaktadır. Çiviyazılı metinlerde, saraylar “É.GAL” yani “iyi ev” olarak tanımlanmıştır. Genellikle, arkeolojik olarak belgelenen ve yazılı kaynaklarda kaydı olan yapıların arasındaki bağlantı, “kentsel Hitit” çalışmalarındaki en önemli ve en zorlu sorunlardan biridir. Çünkü Hitit kayıtlarındaki terimlerin bir binayı mı, bir odalar grubunu mu yoksa bir kurumu mu ima ettiği genellikle belirsizdir. Šapinuwaşehrinde, kazıların da ortaya koyduğu gibi, büyük ihtimalle kendi surları ile çevrili olan bir saray yapısı bulunmaktaydı. Kazı çalışmaları aracılığıyla Alaca Höyük, Maşat Höyük ve Hitit kenti Šamuḫa, Kayalıpınar’da daha küçük boyutlardaki saray benzeri yapılar ortaya çıkmıştır. Bu konuda önemli bir gözlem, İnandıktepeli bir Hitit soylusunun kır konutlarının açıkça aynı mimari düzen anlayışı ile yapılmış olmasıdır.

Sarayların yanı sıra, dini kurumların temsilcileri olan tapınaklar, Hitit şehrinin bir başka temel direğiydi. Ancak, arkeolojik bakış açısıyla bazen saraylar ve tapınakları birbirinden kesin olarak ayırt edebilmek oldukça zordur. Bunun nedeni, tapınakların “Tanrıların sarayı” olarak, saraylara benzer işlevsel ve de yapısal özellikler barındırmalarıdır. Yine de sarayların karakteristik özellikleri – bir avlu etrafında gruplanmış işlevsel yapı birimleri – tapınaklarda daha yoğun ve kutsallaşmış bir şekilde yeniden üretilmiştir. Šarišša ve Nerik kentlerinde birkaç önemli tapınak binası ortaya çıkarılsa bile, bu konuda da hâkimiyet yine başkent Ḫattuša’dadır. Bu güne kadar buradan 30 tapınak ortaya çıkarılmıştır.

Hattuşa Büyük Tapınak depoları

Hattuşa Büyük Tapınak depoları 

“Kentsel yaşamın temel direkleri” olarak, saraylar ve tapınaklar genellikle coğrafi olarak elverişli konumlara yapılmışlar ve çoğu durumda bu, yapay havzalar inşa ederek arazinin tekrardan şekillendirilmesini kapsamakta. Özellikle yazılı kaynaklarda açıkça görülüyor ki, saraylar ve tapınaklar sadece hükümdarlık, güç ve dini merkezler değil, aynı zamanda “toplumsal yaşamın bir diğer yapı taşı” olan ekonomik aktivitelerin merkezidirler. Başkent Ḫattuša’da aşağı kentte büyük tapınak olarak bilinen yapı, kendisini çevreleyen depolarıyla bunu çok iyi bir şekilde yansıtmaktadır. Depolama alanları başka sit alanlarından da arkeolojik olarak bilinmektedirler. Šapinuwa’da B yapısında, çamurdan yapılan platformlara inşa edilmiş birçok sıra büyük pithoi ve testiler bulunmuştur.  Tapikka’da ki sarayda, Šarišša’da C tapınağında ya da İnandıktepe’deki kırsal yapılarda olduğu gibi, depolama alanları genellikle bir yapının parçasıdırlar. Ancak bu alandaki en etkileyici yapılar, yakın yıllarda Ḫattuša, Alaca Höyük ve Kaman-Kale Höyük’teki kazılarla ortaya çıkan, büyük tahıl depolama tesisleri ve devasa yapay gölet yapılarıdır. Bunlar yazılı kaynaklarla onaylanmışlardır ve resmi kent ekonomisinin bir göstergesidirler.

Arkeolojik kayıtlarda bunların nasıl tespit edileceği belirsiz olsa da, Hitit kaynakları başka idari yapılardan da bahseder. Bazı kentlerde, yazılı kaynaklarda “Ḫattušakentinin evi” bahsi geçer ve Büyük Kralın sarayına bağımlılık olarak yorumlanır. Ancak bu kurumların özel bir bina yapısı ile mi yoksa depo olarak mı temsil edildiğini bilmiyoruz. Dahası, “mühür-evi” adı verilen ve imparatorluğun her yerine dağılmış yapıların da aynı kuruma dâhil olup olmadığı açık değildir. Bu sorun arkeolojik kayıtlarda da vardır, açıkça dini özellikleri olan ancak tam işlevleri hakkında çok az kanıtın bulunduğu birkaç yapı ortaya çıkartılmıştır. Šariššakentinde bulunan atlar için inşa edilen ahır yapısında olduğu gibi sadece bazen ele geçen bulgular esas işlev hakkında bilgi verir. Yani kazısı yapılan birçok yapının işlevi belirsizliğini korumaktadır.

Resmi karakterli yapıların aksine, normal halkın oturduğu evler – ki kesinlikle bir Hitit kentinde yaşayanların en büyük kısmını oluşturmakta – arkeolojik kayıtlarda son derece yetersiz bir şekilde temsil edilmektedirler. Bugüne kadar, sadece Ḫattuša’nın aşağı kentinde, yoğun yapılaşması ve dar sokakları ile idari yapılaşmalardan farklılık gösteren bir büyük bir yerleşim alanı görülmektedir. Šarišša, Alişar ve Alaca Höyük’te daha küçük yerleşimler görülmüştür. Arkeologların daha önceki araştırmalarda, dini olmayan yaşam alanlarına daha az ilgi gösterdiği açıkça ortadadır. Bu aynı zamanda kentsel yerleşimlerde bulunan unsurlardan olan sokaklar, su tedariği ve atık su giderimi sistemleri için de geçerlidir.

Kent yaşamı

Hititlerin dünyasında kent yaşamı, özellikle üst kurumlar ve yönetim hakkında bize bilgi veren başlıca kaynaklar yazılı metinlerdir. Bu şekilde, yazılı kaynaklar, unvanlarının yanı sıra birkaç üst düzey yetkilinin bazı görevlerini de ortaya çıkarmıştır. Bu önemli devlet memurlarından biri ḪAZANNU, eksik bir şekilde belediye başkanı olarak tercüme edilen bir unvandır. Kentlerin birkaçı yerel hanedanlar tarafından yönetilip idare ediliyor gibi görünür. Bu kişiler “XY şehrinin efendisi” olarak belirlenmiş hatta bazı durumlarda “kral” unvanını kullanmışlardır. Bu örneklerin yanı sıra, dini hususların ağırlıklı olduğu yazılı kaynaklarda, kentteki günlük yaşamla ilgili bilgiler az olsa da, birkaç memur hakkında bilgi edinilebilmiştir. Yakın zamanda Ḫattuša’da kazısı yapılan, Kral korumalarının komutanı GAL MEŠEDI’nin evi bu durum için önemli bir örnektir.

GAL MESEDI (kral muhafızlar) komutanın evinin havadan görünümü
GAL MESEDI (kral muhafızlar) komutanın evinin havadan görünümü.

Kent yaşamı ile bağlantılı olarak, yerleşimlerin büyüklüğü ve nüfus karmaşası ortaya çıkar. Kent surları hakkında sadece birkaç yerleşimin gerçek boyutları belirlenerek bilgi sahibi olunmuştur. Bu bağlamda, yaklaşık 180 hektarlık bir alanla başkent Ḫattuša öne çıkar ve bir kez daha bu kentin bir istisna olduğunu gösterir. 18 hektarlık alanlarıyla Šarišša ve Alişar Höyük yerleşimleri başkentten on kat daha küçüktür, ancak normal bir Hitit kentinin ortalama büyüklüğünü göstermeye yakındırlar. Bununla birlikte, birkaç sit alanında yapılan yakın zamandaki araştırmalar, kent duvarlarının yakın çevresinin de Hitit kentlerindeki kent anlayışı için ne kadar önemli olduğunu, böylelikle kent surlarının şehrin gerçek sınırlar olarak kabul edilemeyeceğini göstermiştir. Boyutları ile ilgili soruların yanı sıra Hitit kentlerindeki nüfusu tahmin etmek ile ilgili sorunlar da vardır. Ancak kurgular ve belirsiz çıkarımların dışında bu güne kadar bu soruyu cevaplamak için hiçbir girişimde bulunulmamıştır.

Bir Hitit kentini ne oluşturmuştur?

Hitit kentleri, insan tarihinin diğer yerleşimleri ile birçok ortak özellik paylaşmışlardır. Bu, kentler için konum seçmekle başlar. En önemli etkenler hiç şüphesiz coğrafi erişim ve stratejik unsurlardır. Dini kaygıların ne derece rol oynadığı hala tartışılmaktadır. Bu durum belki, “hava tanrısının baharı”nın anıtsal yeraltı yapısının yerleşim planını etkilediği Nerik için geçerli olabilir. Hitit kentleri ve yapılarındaki astronomik ögelerin rolü de şu anda tartışılıyor. Geç Tunç Çağ’da olanlar, daha küçük alanların sayıca azalması ile ilişkilendirilen, birkaç büyük yerleşmede yoğunlaşma olmasıdır. Bu, Hitit döneminde yerleşim sisteminin, açık merkez Ḫattuša ile yatay ve dikey çeşitli alt bölümlerden oluşan hiyerarşik bir şekilde düzenlenmiş olduğunu önerir. Eşsiz bir Hitit unsuru, ancak saraylar, tapınaklar, surlar gibi kent yapılarının seviyesinde bakıldığında ortaya çıkmakta. Bu güne kadar kazılan farklı kentlerde bulunan yapılar mimari formdaki güçlü standartlaşmayı gösterir. Bunun, merkezi olarak örgütlenmiş sosyo-politik yapıları yansıtması oldukça muhtemeldir. Dahası, bu konuda şu an elimizde olan bilgiler fazla parçalanmış halde olmasına rağmen, kentlerin yerleşimi, Hitit toplumunun belirli koşullarını yansıtıyor olabilir. Ancak her şeyden önemli olarak, resmi yapılar bir Hitit şehri hakkındaki görümüzü oluşturur ve araştırmanın şu an ki halinde daha çok devleti ve kurumlarını kavrayabiliyoruz. Hitit dünyası kent yaşamının birçok yönü hakkında çok az şey bilinmektedir. Bu durum özellikle arkeolojisi neredeyse kapalı bir kitap gibi olan normal nüfus için geçerlidir. “Kent yaşamının üç temel direği” dışında bir Hitit kentini tam olarak neyin oluşturduğu sorusuna ancak kısmen cevap verilebilir. Hitit imparatorluğunun sona ermesinden sonra, MÖ 12. yüzyılın başında, Hatti ülkesinin merkez bölgesindeki kent yerleşmeleri, kentlerin yerleşik sosyal tarih olarak anlaşılabileceğinin açık bir kanıtını yansıtırcasına yüzyıllar boyunca ortadan kayboldular. Kuşkusuz bu durum Anadolu’nun uzun süreli tarihinde çarpıcı bir karışıklıktır. Sadece Kızılırmak’ın güneyinde kent hayatı devam etmiştir.

** Prof. Dirk Paul Mielke 

Westfälische Wilhelms-Universität Münster
Historisches Seminar

 

Aktüel Arkeoloji Dergisi 78. Sayı

www.arkeolojidukkani.com

 

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

SON İÇERİKLER