İnsanlığın İlk Göçleri
PALEOLİTİK ÇAĞ İNSANINDA MOBİLİTE
Göç, kabaca canlıların yaşadığı bölgeden ayrılarak başka bir bölgeye gitmesi olarak tanımlanabilir ve bu tanım genellikle bireylerin mevsimlik yer değiştirmelerini kapsamaz. Diğer bir tanımla göç, bir türün nüfus artışı ile birlikte genişleme veya dağılımıyla yeni bölgelere yönelmesidir. Bu yeni coğrafik alanlar doğum fazlası bireyleri besler, onların gelişmesi ve genişlemesine yol açar.
- Yazar : Erksin Savaş Güleç
- Tarih : 2020-05-21 00:21:37

Göçe, herhangi bir negatif çevresel etmenle (kuraklık vb.) bulundukları yerde yaşamlarını sürdüremeyecek hale gelen bir insan ya da fauna topluluğunun o yeri terk ederek yeni yaşam alanlarına yerleşmesi de neden olabilir. İnsanlık tarihinde de yeryüzü birçok göç hareketine tanık olmuştur.
Son otuz yılda Afrika’da yapılan fosil araştırmalarını konu alan çalışmalar Darwin’in - insanlığın beşiğinin Afrika olduğu - öngörüsünü doğrulamaktadır. Nitekim fosil kayıtlar en eski aletleri yapan ilk insanların tümünün Afrika’da yaşadığını göstermektedir. Burada akıllara “belki de bu dönemde dünyanın başka yerlerinde de insanlar yaşamaktaydı, ancak tespit edilemedikleri için varlıklarından haberdar değiliz” sorusu gelebilir. Bu yaklaşımın gerçekle örtüşmediği insan çizgisinin gelişim sürecine ilişkin araştırmalarla kanıtlanmıştır. İnsan ailesinin (hominidler) serüveni 7 milyon yıl öncesine dayanır. Günümüzde bilinen en eski hominid olarak tanımlanan Sahelanthropus chadensisin öncülük ettiği bu sürece ilişkin binlerce fosille birlikte, paleoekolojik, jeolojik, genetik ve moleküler araştırmalar bu çizginin Afrika’da geliştiğini ve bu gelişimin bu kıtada kesintisiz sürdüğüne işaret etmektedir. Sahelanthropus chadensis ile başlayan, Orrorin tugensis ve Ardipithecus ramidus türlerini içeren öncül hominidlerle, Australopithecus cinsini (4.2-1 milyon) takip eden ve bu cinsin bazı türleri ile bir süre birlikte yaşayan ilk insanlar Homo genusu altında toplanmaktadırlar (Homo habilis ve Homo rudolfensis). 2.8 milyon yıl öncesine dayanan bu insanlar, ilk örnekleri Olduvai Boğazı’nda (Gorge) bulunduğu için Oldowan endüstrisi olarak tanımlanan çakıl taşından yapılmış aletleri üretmişlerdir.
2011 yılı insanoğlunun alet yapımı tarihinde önemli bir sürprize tanık olmuştur. Bilinen en eski aletleri içeren ve en eskileri 2.6 milyon yıl öncesine tarihlenen Oldowan kültüründen de önce alet yapımının varlığı keşfedilmiştir. Kenya Lomekwi 3’ten çıkarılan taş aletler, 3.3 milyon yıl öncesine tarihlendirilmekteler. “İnsan” tanımının bel kemiğini oluşturan alet yapım ve kullanımının başlangıcı, bu buluntularla Homo genusuna atfedilen hiçbir fosilin henüz bulunmadığı bir zaman dilimine yerleşmektedir ve bu durum yükselen bir paradigma kaymasının bir parçasını oluşturmaktadır; alet yapımı ve kullanımı mutlaka Homo genusu ile sınırlı değildir ve Homo genusunun erken üyelerine ait olan gerek iskeletlerdeki gerekse davranışlardaki farklılıklar daha önceleri düşünülenden daha geniş bir spektrum sergilemektedirler.
İnsanoğlunun doğa ile baş edebileceği bir konuma geldiğine ve Afrika’nın insan formatındaki bir organizma için uygun iklim ve çevresel koşullarını terk ederek kuzeye göç ettiğine işaret eden en eski bulgular Gürcistan’dan gelmektedir. Dmanisi’de bir arkeolojik kazı sırasında ele geçen ve 1.8 milyon yıl öncesine tarihlendirilen fosiller Paleolitik Dönem insanlarının Afrika’dan Avrasya’ya göçünün tahmin edilenden çok daha eskilere gittiğini göstermiştir. Yurdumuz Afrika’dan kuzeye doğru ilerleyen göç dalgalarının tam üzerinde olması nedeniyle de Gürcistan fosillerinden çok daha eski insanlara kucak açmış olmalıdır. Ancak ülkemizde prehistorik dönemlerde yaşamış olan insanlara yönelik araştırmalar son derece az olduğu için henüz bilinmemektedirler. Günümüzde bilim çevrelerinde herkes tarafından kabul gören görüşe göre Homo genusu üyeleri Homo erectusun yaygın olduğu bu dönemden başlayarak modern insana kadar geçen süreçte dünyanın hemen hemen her bölgesine ulaşarak yaşamını sürdürmüştür.
Kendisinden önce yaşamış olan Homo habilis ve Homo rudolfensisin cesaret edemediği göçü gerçekleştiren bu Homo erectus nasıl bir canlıydı? Diğerlerinden ne farkı vardı? Homo erectus kendisinden önce yaşamış olan hominidlerin hepsinden daha iri vücut ve beyin yapısına sahiptir. Vücut anatomisi dik yürümeye adapte olmuş olan modern insanın vücut planına geçiş olarak tanımlanabilir. Beyin kapasitesi 640 santimetreküp ile 1200 santimetreküp arasında değişir ve ortalaması yaklaşık 900 santimetreküptür. Kendine özgü kafatası yapısı hiçbir türde olmayan kalın kafa kemiklerini içerir; kafatası önden bakıldığında orta hatta, önden arkaya doğru uzanan kabartısıyla bir sandalın alt kısmını andırır (Sagittal keel). Bu yapıya paralel olarak son derecede çıkıntılı kaş kemerleri ve kafatasının arkasında alt kısmında yatay uzanan art kafa kemiği kemeri mevcuttur (Torus occipitalis). Modern insanla kıyaslandığında yukarıda sayılan özelliklere ilaveten, üstten basılmış hissini veren kafa damı, art kafa kemiğinin kendine özgü yumru şeklindeki çıkıntısı ve daha küçük beyin kapasitesi, kafatasının yanlarda ölçülen en geniş noktasının çok daha altlarda yer alması, üst çenede köpek dişi çukurunun bulunmayışı ilk akla gelen özelliklerdir. Kafatasındaki kalınlaşma ve kasların tutunması ile ilgili olmayan çok gelişmiş kemerler, büyüyen beyni korumak için gelişen özellikler olarak tanımlanmaktadır. Toplayıcılıktan avcılığa geçişin çok daha kaliteli yiyeceklere ulaşımı mümkün kılması, Homo erectustaki beyin büyümesine temel hazırlamış olmalıdır. Et, sakatat ve ilaveten kemik iliğinin de tüketildiği yüksek kalitede hayvansal protein içeren bu diyet şekli vücudun gelişmesini ve büyümesini sağlamış, dik duruş pozisyonundaki doğrusal vücut şekli gündüz sıcakta daha uzun süreli aktiviteye izin vermiştir. Bu iri ve sağlam yapı günlük ve yıllık yaşam alanlarının genişleterek daha kısa zamanda daha geniş alanlarda hareket olanağını sağlamıştır. Avlanan hayvanlar göç ettikçe muhtemelen avcıları olan Homo erectuslar da onları takip ettiler. Bilinçli alet yapım ve kullanımı onlara kolaylık sağlıyordu. Bu insanların tükettikleri hayvanları yakaladıkları mı yoksa yırtıcılardan arta kalan leşleri mi yedikleri konusunda tartışmalar devam etmektedir. Muhtemelen her ikisini de yapıyorlardı. Hayvansal protein tüketimi beynin büyümesini destekleyen önemli bir etkendir.
Afrika’dan bulunan en eski Homo erectus fosili Kenya’dan (Koobi Fora) gelmektedir ve 1.8-1.9 milyon yıl öncesine tarihlendirilmektedir. Homo erectus tanımı genellikle Asya’dan bulunan bireyler için kullanılırken, türün Afrika’dan bulunan örnekleri Homo ergaster olarak adlandırılmaktadır. Ancak biz burada daha kolay anlaşılacağını düşünerek tüm fosilleri Homo erectus olarak tanımlamaktayız. Bu insanların başlangıçta olmasa bile ateşi kontrollü olarak kullandıkları düşünülmektedir. Güney Afrika Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Swartkrans’ta 1.5-1.0 milyon yıl öncesine tarihlenen yanmış kemik fosilleri bulunmaktadır. Ateşin kontrollü ya da tesadüfen kullanımının ayırt edilmesi zor olmakla birlikte, Swartkrans buluntuları kontrollü ateş kullanımının burada mümkün olduğuna işaret etmektedirler. Pişirilerek yenen gıdaların çiğnenmesi ve sindirim kolaylığı kafatasındaki çiğneme kaslarının giderek azalmasına ve bunun da beynin büyüyebilmesi için bir avantaja dönüşmesine neden olmuştur.
Hominidae familyasından Geç Miyosen Dönemde, yaklaşık 7 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen Sahelanthropus tchadensise ait kafatası
Afrika’dan kuzeye göç eden insanların, özellikle Avrupa’ya gidenlerin coğrafi konumu nedeniyle ülkemizden geçmesi kaçınılmazdır. Böyle bir potansiyele sahip Anadolu, buluntular açısından ne yazık ki bu potansiyeli henüz fosil bulgulara yansıtamamaktadır. Günümüzde ülkemizde varlığı bilinen ve en iyi tarihlendirilmiş olan buluntu yeri Konya’nın kuzeybatısında yer alan Dursunlu’dur. Dursunlu, Ankara Üniversitesi ve California Üniversitesi (Berkeley) öğretim üyelerinin Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü desteğiyle 1994 yılında gerçekleştirdiği Prof. Dr. Erksin Savaş Güleç’in başkanlığında yapılan bir yüzey araştırmasında Prof. Tim White’ın katılımı sayesinde önemi anlaşılan terkedilmiş bir kömür madenidir. 900.000 yıl öncesine tarihlendirilen Dursunlu’da dönemin faunasına ait buluntular ve kuvars aletler bulundu. Bu aletler kuvarsın yapısı gereği şekil verilmesi sırasında prizmatik olarak kırılan ve dolayısıyla alet olarak tanımlanması ve nasıl işlendiğinin anlaşılması zor olan aletlerdir. Daha önce kimsenin dikkatini çekmemiş olan bu taş aletler Afrika’da yaptıkları arazi çalışmalarından aşina olan bilim adamları tarafından teşhis edilmiştir. Bu buluntular Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesine teslim edilmiştir.
İnsanoğlunun ilk göç deneyimini gerçekleştiren Homo erectus, bu uzun seyahat sırasında çok çeşitli ekosistem, iklim ve ekolojik ortamdan geçmiş ve her ortama uyum sağlayarak hayatta kalmayı başarmıştır. Afrika’nın tropikal ve subtropikal ortamından çıkan bir türün daha soğuk ve mevsimsel değişiklikler gösteren bir iklime sahip olan kuzey yarımküresinde yaşamını sürdürmesi, geliştirdiği olağanüstü uyum ve davranış esnekliğini gösterir. Bu aşamada akla hemen hominidlerin neden milyonlarca yıl daha öncesinde Afrika’dan çıkmadığı, ancak Homo erectus yaşam sahnesinde görülür görülmez hızla dünya üzerinde yayılmaya başladığı sorusu gelebilir. Homo erectusun morfolojik ve ekolojik avantajları bu yayılımı kolaylaştırmaktadır; türün ortaya çıkmasından hemen önce dünya ikliminde önemli değişmeler oldu. Kurak ve soğuk iklim Afrika’da yaklaşık 2 milyon yıl önce ormanların azalmasına ve geniş otlakların oluşmasına yol açtı. Otlakların geniş alanlara yayılımı antilop gibi ot yiyicilerin ve buna paralel olarak da onlarla beslenen insanların sayıca artmasını beraberinde getirdi. Homo erectuslar Aşölyen (Acheullean) kültürü olarak tanımlanan ve iki yüzü de işlenmiş aletler olan el baltalarını kullanarak bu gıda depolarından yararlandılar. Afrika ile kuzeyin bağlantısını sağlayan Sina Yarımadası’nın da bu dönemde geçit vermesi önemli bir etken olmuştur.
Pliosen’in sonlarına doğru (yaklaşık 2 milyon yıl öncesi) Afrika’da yaşayan çeşitli hayvan topluluklarının kuzeye yöneldiklerini ve Batı Asya ile Orta Asya’ya göç ettiklerini biliyoruz. Homo erectuslar da onları mı takip etmekteydi? Bu insanlar avcılık öncesinde bol miktarda bitkisel protein kaynaklarını tüketmekle birlikte, henüz sistemli bir şekilde avcılık yapamıyorlardı. Göç hareketinin tek seferde olmadığı ve birçok grubun beslenme amacıyla rastgele yaptığı yer değiştirme davranışının kümülatif sonucu olarak insanların kuzey yarımküreye ulaşabildikleri düşünülmektedir. Muhtemelen bu yönelim sadece kuzeye olmamış, insanlar zaman zaman ortamın çekiciliğine göre ve besin kaynaklarının bolluğuna göre bu tür alanlara yönelerek geriye de dönmüşlerdir. Göç sırasında yılda 1 kilometrelik bir mesafe alındığı hesaplanmaktadır. Bu da bize kuzeye göçün kesintisiz olduğu taktirde en az 10-15 bin yıllık bir süreçte tamamlanabileceğini göstermektedir. Ancak bu tür bir yayılım bilinçli, planlı ve belli bir hedefe yönelik olmadığından yüzbinlerce yıl almış olmalıdır.
Hominidea ailesi üyelerine ait soyağacı
Bir çok araştırmacı insanların avlandıkları, yani et yiyiciliğe (karnivor) geçtikleri zamanda vücutlarında uyumsal bir değişim olduğunu kabul etmektedirler: ince bağırsak uzamış, ancak etin sindirim işlevi sırasında daha az bir süre kaldığı kalın bağırsak kısalmıştır. Homo erectusların diyetinin bol miktarda ete dayanmış olabileceğine ilişkin bir kanıt da Alan Walker ve arkadaşlarından gelmiştir. Bu araştırmacılar buldukları bir Homo erectus fosilinin bol miktarda sakatat tüketiminin yol açtığı aşırı A vitamini birikimi nedeniyle öldüğünü düşünmektedirler.
İnsanların Afrika’dan kuzeye göçünden kısa bir süre sonra tüm dünyaya dağıldıklarını gözlemleyebiliriz. Tüm Asya’da, Doğu Asya adalarında -Java- ve muhtemelen de Avrupa’da yerleşmeye başlamışlardır. Avrupa’da Homo erectus cinsine konulabilecek fosile rastlanmamıştır. Ancak Avrupa’da Acheullean el baltaları bulunmakla birlikte bunları yapan insanların fosillerine rastlanmamıştır. Acheullean adı bu teknolojinin ilk tanımlandığı Fransa’daki St. Acheul buluntu yerinden gelmektedir.
Avrupa’da Homo erectus fosili bulunmasa da, Pleistosen Dönemin ortalarına doğru Homo erectustan çok daha gelişmiş özellikler gösteren ve Homo sapiens’e (modern insan) çok yakın anatomik yapı sergileyen arkaik Homo sapiens (bazen de gelişmiş Homo erectus olarak tanımlanır) fosillerine bol miktarda rastlanmaktadır. Eski Dünya kıtalarının (Afrika, Asya ve Avrupa) tümünde bulunan arkaik Homo sapiens bireylerinin anatomik yapısı, Homo erectus ve modern Homo sapiens türlerine ait özelliklerin mozaiği gibidir. Homo erectusun robust (sağlam) yapısını devam ettiren ancak beyin kapasitesi açısından çok daha büyük rakamlara ulaşan bu insanlar her iki türe de bazı özellikleriyle yakın oldukları için sınıflandırılmalarında sorunlar yaşanmaktadır.
İspanya’da Atapuerca’da bulunan ve 1.2 milyon yıl öncesinde yaşamış olan bu insanlar, bilim adamlarınca doğrudan modern insanın kökenine konulmuş ve Homo antecessor (öncü insan) olarak tanımlanmışlardır. Buluntuların erişkin olmayan bireylere ait olması (3-18 yaş) ve büyüme süreci sonunda ne tür değişim gösterebileceği konusundaki şüpheler, bu buluntuların bilim dünyasında yeni bir tür olarak geniş kabulünü engellemektedir.
Almanya’da Heidelberg yakınlarında bulunan, alt çenenin (Mauer alt çenesi) arkaik Homo sapienslerin bulunan ilk örneği olması nedeniyle bu grup Homo heidelbergensis olarak da tanımlanmaktadır. Bu insanların leş yiyicilikten uzak, son derece bilinçli avcılar olduğunu ve kasaplık için kullanılan alet yapımına paralel olarak tamamen avlanmaya yönelik aletler de yapmaya başladığı biliyoruz. Arkaik Homo sapiens’ler belli bir göç dalgası kapsamında olmasa da tüm dünyaya yayılmışlardır.
Orta Pleistosende yaşamış olan örneklerinin fosilleri Yunanistan (Petralona 150.000-300.000), Almanya (Steinheim 250.000-300.000), Fransa (Arago 300.000-600.000), İngiltere (Swanscombe 200.000-250.000), Macaristan (Bilzingsleben ve Véretesszöllös) buluntu yerlerinden ele geçirilirken, İspanya’da Atapuerca’da çok özel bir buluntu alanı keşfedilmiştir. 500.000-600.000 yıl öncesine tarihlenen en eski arkaik Homo sapienslerin çıkarıldığı Sima de los Huesos Mağarası’ndan en az 28 bireye ait fosil kemik ele geçmiştir. Bu mağara bilinen en zengin buluntu yeri olma özelliğini taşımaktadır. “Kemik çukuru” olarak da adlandırılan bu alanda yaşamış olan insanların kürdan kullandıklarını gösteren izler vardır. Atapuerca’nın Orta Pleistosen fosil insanları Neanderthallere benzeyen birçok özellikleri nedeniyle Neanderthal ataları olarak da kabul edilmektedir.
Arkaik Homo sapiens’lere Avrupa dışında Afrika’da 600.000-200.000 (Bodo-Ethiopia ve Kabwe-Zambia) ve Asya’da 200.000 ila 100.000 (Dali, Maba, Jinniushan, Narmada) bol miktarda rastlamaktayız. Bilinen en eski arkaik Homo sapiens olarak kabul edilen Bodo fosilinin yüz kısmında bulunan kesik izlerinin bir gömü ritüeli olabileceği düşünülmektedir. Beyin kapasitesi 1,300 santimetreküp olarak hesaplanan ve 600 bin yıl önce yaşamış Bodo Adamı’ndaki bu izlerin kanibalizme (yamyamlık) işaret edebileceği de olasılık dahilindedir.
Arkaik Homo sapienslerin dünyadaki yayılımından hemen sonra, 150.000-30.000 yılları arasında, tüm Akdeniz çevresi ve doğuda Rusya’ya kadar uzanan bir alanda Neanderthallere rastlamaktayız (Homo genusunun bir türü olarak kabul edildiğinde Homo neanderthalensis veya Homo Sapiensin bir alt türü olarak Homo sapiens neanderthalensis). Çok popüler olmaları nedeniyle fosil insanlar denildiğinde ilk akla gelen bu grup, ironik olarak hala gizini korumaktadır. Yayılımlarını, davranış kalıplarını, morfolojik yapılarını çok iyi bilmemize rağmen ayrı bir tür mü, yoksa modern insanın bir kolu mu olduğu konusu hala tartışılmaktadır. Neanderthal adamın tüm güçlü görünümüne karşın vücudunda bir çok hasar izlerine rastlamaktayız. Kırık ve çıkıklar, eklem hastalıkları ve diş problemleri çok yaygın olarak görülen sağlık sıkıntılarındandır. 30.000-150.000 yıl öncesine tarihlenen yüzlerce Neanderthal fosili bulunmuştur. Neanderthallerin yaygın olduğu bu zaman sürecinde iklim buzul ve buzul arası dönemlerden dolayı çok değişkendir. Öne çıkıntılı (prognatik) yüzü, fıçı şeklindeki göğüs kafesi, çene çıkıntısının olmayışı, modern insan sınırlarını aşan beyin kapasitesi, ancak basal kısımda birbirinden görece uzak beyin lobları, Bergmann ve Allen kurallarına uyan geniş ve iri gövde ile nispeten kısa kol ve bacakları ile soğuğa dayanıklı ve kendine özgü bir gruptur. Ön dişlerindeki ileri düzeydeki aşınma ve kesik izleri bu dişlerin objeleri kavramak için mengene gibi kullandıklarına işaret etmektedir. Ocak kalıntıları ateşi rutin olarak kullandıklarının izleridir. Neanderthallerin hayvan postlarını da kullanmış oldukları düşünülür ancak bunların dikildiğine ilişkin hiçbir delil yoktur.
Arkaik Homo sapienslerin göç ve mobilitelerine ilişkin ipuçları olmamasına karşın, Neanderthaller bu konuda önemli ölçüde iz bırakmışlardır. Vücutları soğuğa uyum gösteren bu insanların oturdukları alanlar da soğuğa karşı koymalarına yardımcı olacak türde şekillenmektedir. Örneğin, Ukrayna’da bir alanda mamut kemikleri yığını ile bol miktarda alet, kemik ve kül kalıntıları bulunmuştur. Bu alan muhtemelen rüzgardan korunmak için hayvan postlarından yapılmış olmalıdır. Soğuk veya sıcakla baş etmenin bir diğer yolu da ondan kaçınmaktır. Neanderthallere ait Orta Paleolitik buluntu yerlerinde yapılan araştırmalar, mevsimsel olarak yer değiştirdiklerini ve bu alanlarda kısa süreli oturduklarını göstermektedir. Kamp yaptıkları, avlandıkları ve yiyecek hazırladıkları yerlerde kısa süreli kaldıkları anlaşılmaktadır. Alet yaptıkları ham madde kaynaklarının genellikle 5 kilometre uzaklıkta olduğu ve bunları en fazla 80 kilometreden getirdiklerine bakılırsa, çok uzun mesafeler kat etmedikleri anlaşılır. Bu durum mevsimsel soğuktan tamamen kaçmadıklarının, ancak azalan yiyecek kaynaklarından dolayı yer değiştirmek zorunda kaldıklarının göstergesidir. Uzun vadede ise buzul ve buzul arası dönemlerde daha uzak alanlara göç etmekteydiler. Rusya’da kuzey kısımlara sadece buzul arasında yerleşirken, dünya buzullarla kaplı iken güneye göç etmekteydiler. Neanderthallerin Orta Doğu’da buzul dönemlerinde oturduklarına bir diğer kanıt da İsrail’den, Mount Carmel’den gelmektedir. Klasik Neanderthallerin yerleştikleri Tabun (110.000), Kebera (60.000) ve Amud (35.000-40.000 yıl önce) buluntu yerleriyle aynı alanda bulunan Skhul ve Qafzeh (90.000-110.000 yıl önce) de daha modern görünümlü insanların yaşadıkları anlaşılmaktadır. Her iki toplum da Neanderthallere özgü olan Orta Paleolitik (Musteriyen) kültürüne sahiptir. Bölgede Klasik Neanderthallerin uzun süre, ancak Skhul ve Qafzeh insanlarının daha kısıtlı periyodlarda oturdukları anlaşılmaktadır. Muhtemelen Neanderthaller buzul, diğerleri ise buzul arası dönemlerde bölgeye yerleşmekteydiler.
Bu arada Endonezya’nın Flores Adası’nda izole olarak yaşamış ve genel hatlarıyla primitif bir Homo erectusa benzeyen cüce insanların 18.000 yıl öncesine kadar uzayan varlığı karşımıza çıkmaktadır. Patolojik olup olmadıkları ve adaya ne zaman ve nasıl geldiklerine ilişkin uzun tartışmalar yapılmış ve bazı bilim adamlarınca Homo floresiensis adında yeni bir türe konulmuşlardır. Kafatası Homo erectusa benzerken vücut iskeleti yapısı daha ilkel özellikler sergilemektedir. Bulunan fosil 380-420 santimetreküp beyin kapasitesine sahip, 1 metre boyundaki bir dişiye aittir ve çağdaşı olan hiçbir hominid ile benzerlik göstermemektedir. Fırtına vs. gibi bir doğa olayı nedeniyle adaya ulaşmış olabilecekleri ve adada yaşayan canlılarda gelişen limitli yiyecek kaynağı etkisi ile küçük boyutta kaldığı, uzun yıllar avcısının bulunmayışıyla da varlığını sürdürebildiği düşünülmektedir. Ancak kesin bir kanı için yeni ve ilave fosillere gereksinim vardır.
Bu tablo bize ilk olarak Afrika’da ortaya çıkan modern insanın varoluş sürecinin bir döneminde yeryüzünü en azından Homo neanderthalensis ve Homo floresiensis ile paylaştığını göstermektedir. Son yıllarda Sibirya’da aDNA (eski DNA)’ları ile tanımlanan yeni bulgular (Denisova ve Altay Dağlarında bulunan diğer fosiller), bu tür insan çeşitliliğine yeni katkılar sağlamaktadır. Leipzig’teki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü, Evrimsel Genetik Bölümünde Svante Pääbo başkanlığında Neanderthallerin genetik yapısı üzerinde yapılan araştırmalar enteresan sonuçlar vermektedir. Bunlardan Altay Dağları’nda yer alan Okladnikov’dan bulunan kemik parçaları (30.000-38.000 yıl önce) üzerindeki mitokondriyal DNA (plazma DNA’sı) araştırmaları bu fosilin Neanderthal adama ait olduğunu gösterdi. Bu durum Neanderthallerin doğu sınırını Özbekistan (Teshik Tash)’dan alarak 2000 kilometre daha doğuya götürmektedir. Ancak bu sonuca Washington Üniversitesinden Eric Trinkaus “diğer hominid türlerinin de Neanderthallerle aynı mitokondriyal DNA sekansı taşıyabileceği” düşüncesiyle itiraz etmektedir. İkinci enteresan sonuç ise Yine Sibirya’da Denisova’da bulunan parmak kemiği ve azı dişi üzerindeki hem mitokondriyal hem de çekirdek DNA’sı araştırmalarından gelmekte ve bu parçaların ne Homo sapiense ne de Neanderthallere ait olmadığını, Denisova’da yaşamış olan bireylerin yeni ve bilinmeyen bir tür içinde yer aldığına işaret etmektedir. Pääbo beklenenin aksine modern insan genomunda Neanderthal izi yerine, Neanderthal genomunda modern insan izine rastlandığını belirtmektedir.
Neanderthal adam Avrupa ve Akdeniz çevresinde yaşamını sürdürürken Afrika’da ilk gerçek modern insanların varlık gösterdiğini ve yaygınlaştığını görüyoruz. 200.000 yıl önce Etiyopya’da Omo (195.000) ve Herto (160.000), Tanzanya’da Ngaloba ve Güney Afrika’da Florisbad buluntuları gerçek modern insana geçişte kök buluntulardır. Hemen arkalarından 120.000-50.000 yılları arasına tarihlendirilen ve türümüz Homo sapiens sapiense rahatlıkla koyduğumuz Etiyopya’daki Aduma ve Güney Afrika’daki Klasies River Mouth ve Border Cave buluntuları gelir.
Modern insanın anatomik özellikleri onu hem arkaik Homo sapienslerden hem de Neanderthallerden ayırır: genel yapısıyla narin bir kafatası ve vücut iskeleti, az gelişmiş kaş kemerleri, yuvarlaklaşmış kafadamı, kafatasının en geniş yerinin yukarıda yer alması, karşıdan bakılınca kafatasının yan çizgilerinin birbirine paralel olarak yükselmesi, belirgin bir mastoid çıkıntı, düzleşmiş bir profil ve köpek dişi çukurunun varlığı, küçük diş ve çeneler ve orta hatta belirgin bir çene çıkıntısının varlığı (menton). Beyin kapasitesi ortalaması (1.350 santimetreküp) açısından Neanderthal ve bazı arkaik Homo sapienslerle aynı sınırlar içinde yer almakla birlikte, davranışları bu iki türden çok farklılıklar gösterir. Hızlı değişim özelliği ve sembolizmin günlük yaşamına girmesi gelişim çizgisinde dev adımlar atmasına neden olmuştur.
Modern İnsanın Yeryüzüne Dağılımı
Afrika’dan ilk çıkan insanların oluşturduğu ilk göç dalgasıyla anatomik modern insanların gerçekleştirdiği ikinci göç dalgası arasındaki (150.000-100.000) zaman sürecinde kuzeyde yaşamış insanların dağılım ve sınıflandırılması hakkında bir fikir birliğine varılmamıştır.
Modern insanın kökeni konusu da önemli tartışma konularından birisidir ve bu konuda temel iki görüş mevcuttur: birinci görüş Afrika kökenli modern insanın Afrika’dan kuzeye göç ederek kuzeyde yaşayan ve Homo erectustan gelen insanların yerini almasıyla oluşan ‘Yerini alma’ modelidir ve bu model ‘Afrika’dan 2. Çıkış’ olarak adlandırılmaktadır. İkinci yaklaşım ise: Çok Bölgeli Evrim Modeli’dir. Bu modele göre ise modern insanın başlangıcı tek bir insan topluluğuna ya da bölgeye indirgenemez. Kuzey yarımküredeki popülasyonların tekrarlanan yer değiştirmeleri ve birbirleriyle karışmaları sonucu oluşan gen akışları yaygınlaşmış ve bunun sonucunda Eski Dünya kara parçaları üzerinde genetik temas sergileyen toplumlardaki modern insanın genotip özelliklerini taşıyan allel (belirli bir özelliği belirleyen bir genin alternatif formlarından her biri) geçişlerinden modern insan toplulukları oluşmuştur. Bu modele göre Afrika’dan kuzeye doğru ilk modern insanlar tarafından oluşturulan belirgin bir göç dalgası yoktur.
Afrika’dan 2. Çıkış modelinde ilk modern insanlar Doğu Afrika’dan yola çıkarak Kızıldeniz’in güneyindeki Bab el Mendep Boğazı’nı geçip, kuzeybatıya ve kuzeydoğuya yöneldiler. Afrika dışında bulunmuş en eski modern fosil insan buluntuları yukarıda da belirtildiği gibi İsrail’de 110.000-90.000 yıl öncesine tarihlenen Skuhl ve Qafzeh fosilleridir. Afrika’dan kuzeye gerçekleşen modern insan göçünün yolu üzerinde bulunan bu fosillerin, bu göç dalgasından yaklaşık 60-40 bin yıl sonrasına tarihlendirilmesi bazı bilim adamlarının Orta Doğu’nun merkez olduğunu ve Asya, Avrupa ve Avustralya’ya buradan dağıldığı şeklindeki önermelerine neden olmaktadır.
Modern insanlara ilişkin kesin emin olduğumuz bir husus ise soyut düşünme, bilinç ve sembolizmin ortaya çıkması ve gelişimidir. Süslenme ve sanatsal etkinlikler davranışının günlük yaşama girmesi bu özelliğin belirtileri olmalıdır. Şu anda bildiğimiz en eski süs objeleri Fas’tan Grotte des Pigeon buluntu alanından gelmektedir. Burada yaşamış olan ilk modern insanlar, 82 bin yıl önce deniz kabuklarını delerek boncuk olarak kullanmışlardır. Güney Afrika’daki Blombos Mağarası sakinleri denizel kabuklulardan boncuklar ve devekuşu yumurtası kabuklarından süs objeleri oluşturmuşlardır. Bu davranış biçimi de yine Afrika kökenli olmalıdır. Çünkü kuzey yarımkürede hiç bir buluntu yeri böylesine erken bir tarihte süs eşyası vermemektedir. Lübnan’da Ksar Akil buluntuları 45.000, Türkiye’de Hatay-Üçağızlı buluntuları 43.000, İtalya’da Riparo Mochi 36.000 ve İspanya Vale Boi ise 27.000 yıl öncesinde süs eşyaları kullanım izleri içermektedir. Bu buluntular da soyut düşünce yapısına sahip ilk modern insanların Afrika’da ortaya çıkıp, kuzeye göç ettiklerinin bir işareti olmalıdır.
Modern İnsanın göç yolu
Yukarıda adına değinilen ve Hatay il sınırları içinde yer alan Üçağızlı Mağarası, sembolik düşünce ve bilincin evrimi konusunda çok ilginç bir yerdedir. 27.000-43.000 yılları arasına tarihlendirilen Üçağızlı Mağarası’ndan süs eşyası olarak kullanılmış binlerce delik deniz kabukları ele geçirmekteyiz. Bu objelerin günlük hayatta önemli bir yeri olmalıdır. Çünkü bireyin temel gereksinimlerine (beslenme, korunma vb.) bir katkıda bulunmadığı halde bu objelere zaman ve emek vermenin karşılığının önemli bir getirisi olmalıdır. Üçağızlı Mağarası buluntularına miktar ve oran olarak hiçbir Paleolitik alan ulaşamamaktadır. Deniz kabuklarında açılan deliklerin çeşitli aletler kullanılarak (kemik ve taş aletler) ve farklı tekniklerle yapılması ayrıca ilginçtir.
Avrasya dışına da taşan modern insanlar daha önceki insanların ulaşamadıkları bölgelere de göç etmişler ve Amerika ile Avustralya kıtalarına da yerleşmişlerdir. Amerika’nın ilk sakinleri: Mitokondri ve Y-Kromozom DNA çalışmalarının tümü Amerikan yerlilerinin 15.000-25.000 yıl önce Asya kökenli bir toplumdan geldiğine işaret etmekte ve 16.000-11.000 yıl önce Amerika’ya Bering Boğazı’ndan göç ettikleri bildirilmektedir. O dönemde buzlarla kaplı olan Bering Boğazı muhtemelen 15.000 yıl önce geçişe izin verecek koşullara sahipti. Avustralya’da ise modern insanın varlığına ilişkin en eski belirtiler kıtanın güney doğusunda yer alan Mungo Gölü çevresinden bulunan ve 50.000 yıl öncesine tarihlenen taş aletlerdir. Buna karşın elimizde 40.000 yıl öncesinde yaşamış olan modern insan fosilleri bulunmaktadır. Bunlar, bir kadına ait olan yakılmış iskelet ile vücudu kırmızı aşı boyası ile bezenmiş yaşlı bir erkeğe ait gömülerdir ve bu tür ölü gömme ritüellerinin bilinen en eski örnekleridir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız insanoğlunun dünyaya yayılış süreci 13.000 yıl öncesinde tamamlanmış ve dominant yapısı ile tüm diğer canlılara tehdit olmaya başlamıştır.
EN ÇOK OKUNANLAR
Altınlarla Donatılmış Trakyalı Savaşçı Mezarı Bulundu
Arkeologlardan oluşan bir ekip, Bulgaristan'ın Topolovgrad kenti yakınlarındaki Kapitan Petko Voyvoda köyünde çok heyecan verici bir keşifte bulunarak, Trakyalı bir savaşçının mezarını ve altından oluşan pek çok eseri ortaya çıkardı.
- Trakyalı
- Trak
- Savaşçı
- Süvari
- Mezar
- Altın
- Yüzük
- Hançer
- Zırh
- Hazine
- At
- Bulgaristan
- Thracian
- Thracian
- Warrior
- Cavalry
- Tomb
- Gold
- Ring
- Dagger
- Armour
- Treasure
- Horse
- Bulgaria
- Arkeoloji
- Tarih
- Sanat
- Sanat Tarihi
- Antik
- Kültür
- Medeniyet
- Archaeology
- Archaeological
- History
- Art
- Art History
- Heritage
- Culture
- Civilization
- Haber
- Gündem
- Güncel
- Aktüel
- Arkeolojik Haber
- Archa
Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu
Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.
SON İÇERİKLER
Gemi Batığından 1100 Yıllık Kapağı Açılmamış Amphora Çıkartıldı
- Amfora
- Sualtı Arkeolojisi
- Batık
- Gemi
- Seramik
- Ticaret
- Akdeniz
- Antalya
- Kaş
- Türkiye
- Anadolu
- Amphora
- Underwater Archaeology
- Shipwreck
- Ship
- Ceramic
- Trade
- Mediterranean
- Turkey
- Anatolia
- Arkeoloji
- Tarih
- Sanat
- Sanat Tarihi
- Antik
- Kültür
- Medeniyet
- Archaeology
- Archaeological
- History
- Art
- Art History
- Heritage
- Culture
- Civilization
- Haber
- Gündem
- Güncel
- Aktüel
- Arkeolojik Haber
"Gladyatörler Kenti" Stratonikeia'da 2 Bin Yıllık Lahit Bulundu
- Lahit
- Mezar
- Mermer
- Girland
- Boğa
- Koç
- Eros
- Stratonikeia
- Gladyatör Kenti
- Muğla
- Yatağan
- Türkiye
- Anadolu
- Sarcophagus
- Tomb
- Marble
- Girland
- Bull
- Ram
- Eros
- City of Gladiators
- Turkey
- Anatolia
- Arkeoloji
- Tarih
- Sanat
- Sanat Tarihi
- Antik
- Kültür
- Medeniyet
- Archaeology
- Archaeological
- History
- Art
- Art History
- Heritage
- Culture
- Civilization
- Haber
- Gündem
- Güncel
- Aktüel
- Arkeolojik