İstanbul'un Tarihöncesi

Kentin geçmişini yok saymamız, bilgi dağarcığı olan arkeolojik dolguları belgelemeden yok etmemiz, bir kitaplığı yakmak kadar geri dönüşü olmayan bir durumdur. Bu kentin geçmişini öğrenmenin kurtarma kazılarının rastgeleliğine değil, bilinçli, planlı ve sistematik olarak yapılacak çalışmalara yönelmesi gerekir. Önemli olan bunun gerekliliğinin kabul edilmesidir.

Yenikapı’da bulunan MÖ 6500 tarihli Neolitik Dönem mezarları

İstanbul bir dünya kentidir. Bu tanım kentin Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerindeki görkeminden değil, coğrafi konumundan kaynaklıdır. İstanbul, Yakındoğu - Anadolu uygarlıklarını Balkanlar ve Avrupa’ya bağlayan doğal karayolu köprüsü ile Karadeniz Havzası’ndan Ege ve Akdeniz’e geçişi sağlayan deniz yolunun kesişme noktasındadır. Dolayısıyla bu kentin geçmişi yalnızca İstanbul’un geçmişini anlamamız açısından değil, tarihöncesinin en eski dönemlerinden itibaren uzak coğrafyalardaki kültürel oluşumların anlaşılması açısından da önem taşımaktadır. Kıtalararası göçler, bilgi ve mal aktarımları zorunlu olarak burayı kullanmış ve bu bölgede arkeolojik olarak okunabilir izlerini bırakmıştır. Kültür tarihi açısından taşıdığı bu öneme karşın maalesef İstanbul bölgesi arkeolojik açıdan dünyanın en az araştırılmış yerlerinden biri durumundadır. Uygarlık tarihi açısından bu denli kritik bir öneme sahip olan İstanbul ve yakın çevresiyle ilgili bilgilerimiz son derece sınırlı ve kesintilidir. Bu geçmişin, Afrika’dan çıkan ilk insanların bu bölgeye ulaşımından itibaren 1,5 milyon yıl gibi geniş bir zaman dilimini kapsadığı, buna karşılık kentin belleğine yerleşmiş olan geçmişin Megaralıların koloni kurmasıyla başlayan 2700 yıl gibi dar bir zaman çerçevesiyle sınırlı olduğu gerçeğinin doğru algılanması gerekir. 1,5 milyon yıllık dönemi ortaya çıkarmak için yapılmış olan yalnızca iki bilimsel kazı çalışması vardır: 1952-54 Kurt Bittel ile Halet Çambel’in Fikirtepe, 1988-1990 Güven Arsebük ile Clark Howell’ın Yarımburgaz kazıları. Bu iki bilimsel çalışmanın dışındaki bilgilerimiz 1980 yıllarında gerçekleştirdiğimiz sınırlı yüzey araştırması, 1964-65 yılında Şevket Aziz Kansu ile Kılıç Kökten’in Yarımburgaz’daki sondaj çalışması, 1986 Yarımburgaz kazısı, çeşitli yıllarda Pendik, Tuzla ve Yenikapı kurtarma kazıları ile İstanbul Arkeoloji Müzelerine çeşitli yerlerden gelen tekil buluntulardan ibarettir. Daha açık bir deyişle geçmişiyle övündüğümüz bu kentin uygarlık tarihi açısından taşıdığı önemi belgeleyerek sergilemek için hiçbir şey yapılmamıştır. Tüm bu bilgi boşluğuna karşın yukarıda değindiğimiz sınırlı çalışmalardan elde edilen sonuçlar, İstanbul’un uzak geçmişinin görkem ve öneminin ipuçlarını vermektedir.

Pendik’te ve Yenikapı’da bulunan Neolitik Döneme ait mezarlar İstanbul Arkeoloji Müzeleri

İstanbul bölgesiyle ilgili olarak insanlık tarihi açısından öne çıkan en kritik soru, ilk insanların yayılımıyla ilgilidir. Bu yalnızca, Afrika’dan çıktığı bilinen ilk insanların Avrupa’ya ne zaman ve nasıl geçtiği sorusuyla sınırlı değildir. İstanbul bölgesindeki bilgi eksikliği sonraki insan gruplarının, Neanderthal, Homo sapiens’in yayılım ve hareketliliğinin anlaşılmasını da engellemektedir. 1,5 milyon yıllık bu geniş zaman dilimine genel olarak baktığımızda elimizdeki sınırlı bilgiler ilginç bir şekilde iki dönem üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunların biri yaklaşık 600.000 yıl öncelerine tarihlenen, jeolojik açıdan Orta Pleistosen, arkeolojik olarak İlk Paleolitik olarak tanımlanan süreç, diğeri MÖ 6400-5600 tarihleri arasını temsil eden Neolitik dönemdir. İnsanlık tarihinin bu iki zaman diliminin dışında kalan ve çok geniş zaman aralıklarını kapsayan dönemleriyle ilgili verilerimiz yok denecek kadar azdır.

İstanbul’un tarihöncesi dönemlerini yalnızca buradan gelip geçen ya da yerleşen kültürler açısından ele almak, stratejik konumu olan bu bölgenin taşıdığı önemi yansıtmak için yetersiz kalacaktır. Yukarıda kısaca değinildiği gibi İstanbul Boğazı, günümüzdeki durumuyla büyük su havzaları arasındaki deniz yolunun kilit noktasıdır. Dar, uzun ve derinliği göreli olarak az olan bu deniz yolunun iklim salınımlarına son derece hassas olduğu da bilinmektedir. Soğuk dönemlerde dünya deniz seviyelerinin düşmesi, Karadeniz Havzası’nın su bilançosunun değişmesi ve bunun da ötesinde bölgedeki tektonik olaylara bağlı olarak Paleolitik Dönem içinde en az üç kez boğazdan su geçişinin durduğu, Marmara ve Karadeniz’in günümüze göre çok daha sığ göllere dönüştüğü bilinmektedir. Çevre koşullarındaki değişikliklere bağlı olarak Karadeniz Gölü’nün kuzeydeki Maynch Boğazı üzerinden Hazar Denizi’ne ve bazen de Uzboy Boğazı ile Aral’a bağlandığı da bilinmektedir. Dolayısıyla İstanbul Boğazı’nın açık ya da kapalı oluşu yalnızca bizim bölgemiz ve Karadeniz Havzası için değil, Avrasya bozkırlarından İç Asya’ya kadar olan çok geniş bir coğrafyadaki doğal çevre koşullarının anlaşılması açısından da önem taşımaktadır. Bilinen en ilginç içdenizler zincirini oluşturan bu sistem, son yıllarda doğa bilimcilerin ilgi odağı durumuna gelmiş, süreç çeşitli açılardan ayrıntılı olarak tanımlanmış, ancak bu sistemin kilit noktası durumda olan İstanbul’daki araştırmaların yetersizliği, ortam verileri ile kültürel sürecin eşleştirilmesini güçleştirmiştir. Bu bağlamda son yıllarda yapılan Yenikapı kazıları ilk kez doğa bilimleri ile kültür tarihinin hiç değilse son 8500 yıllık dilimini aynı yerde birlikte görme olanağını sağlayarak dikkati çekmiştir.

Yarımburgaz Mağarası ağzının karşıdan görünümü © Aykan Özener

Paleolitik Dönemde İstanbul

İstanbul’un hemen batısında Küçükçekmece Gölü’nün kuzeybatısındaki Yarımburgaz Mağarası, İstanbul bölgesinin tarihöncesi kültürlerini yansıtan en önemli bilgi arşivi niteliğindedir. Mağarada saptanan en eski kültür dönemi, yaklaşık 600.000 yıllarına tarihlenmektedir. Alt Paleolitik’in (Yontmataş Devri) başlarından itibaren mağara insanlar tarafından yoğun olarak kullanılmıştır. Kalınlığı yer yer 1,5 metreyi bulan Alt Paleolitik Çağa ait buluntular tabakalanmış olarak koruna gelmiş ve bu katmanlar, Orta Pleistosen hayvanları ve daha da önemlisi doğal çevre ortamındaki salınımların izlerinin de bölgenin “bilgi arşivi” olarak birlikte değerlendirilmesi olanağını vermiştir. Yarımburgaz’ın bu evresi kısmen “Olduvan” olarak bilinen çaytaşı aletleri, kısmen de “Tayac” buluntu topluluklarını yansıtmaktadır. Orta Pleistosen’in bitiminden sonra yaklaşık 300.000 yıllarında mağaranın insanlar tarafından Neolitik Çağın başlarında yeniden iskan edilinceye kadar terk edildiği anlaşılmaktadır. Bölgenin insan ya da hayvanlar tarafından kullanılmaya en elverişli mağarası olan Yarımburgaz’ın neden bu kadar uzun bir süre boyunca boş kaldığını mevcut bilgilerimizle açıklamak oldukça güçtür. Bu süreç içinde mağaranın doğal gelişimini sürdürdüğü, Alt Paleolitik Çağ ile Neolitik Çağ arasına giren ve farklı çevre koşullarını temsil eden traverten, denizsel kum, sulak ortamı yansıtan dolgulardan anlaşılabilmektedir. İstanbul bölgesinin bu süreç içinde boş olmadığı, Alt Paleolitik Çağın sonlarına, yaklaşık olarak 100.000 yıl öncelerine ait olan, Dudullu, Göksu ve Pendik çevresinden elde edilen buluntulardan anlaşılmaktadır. Bunlar Acheul yapım geleneğini yansıtan, genel olarak “elbaltası” olarak bilinen iki yüzeyli aletlerdir. İstanbul çevresinde Orta Paleolitik Çağa ait çok sayıda buluntu yeri bilinmektedir. Bunların arasında özellikle Karadeniz kıyı şeridi boyunca uzanan taraçalarda başta Ağaçlı ve Domuzdere olmak üzere, Dudullu Ümraniye, Büyükçekmeye ve Çatalca Havzaları en önemli buluntu yerleridir. Orta Paleolitik Çağa ait olan yonga aletler daha çok Levallois yapım geleneğini ve daha az belirgin olarak Mousterian (Musteryen) yapım geleneklerini yansıtmaktadır. İstanbul bölgesindeki insan varlığının Üst Paleolitik Çağın başlarında da devam ettiğini gene Ağaçlı kumluklarında saptanan Aurignac (Orinyasyen) gelenekli dilgi aletlerden anlaşılmaktadır. Yapılan yüzey araştırmalarında Üst Paleolitik’in son yarısına, günümüzden 26.000 ila 12.000 yılları arası döneme ait tarihlenebilir hiçbir buluntuya rastlanmamıştır. Bu durumun araştırma eksikliğinden mi, yoksa bölgede hakim olan soğuk ve kuru iklim koşulları nedeniyle insanlar tarafından tercih edilmediğinden mi kaynaklandığını söylemek mevcut bilgilerimiz içinde mümkün değildir.

Yarımburgaz Mağarası’nda arkeolojik çalışmalar Yarımburgaz kazı arşivi

Mezolitik - Epipaleolitik Dönemde İstanbul

Yapılan yüzey araştırmalarında, Yontmataş Devrinin sona erdiği, günümüz iklim koşullarının oluşmaya başladığı Holosen olarak tanımlanan dönemin başlarında İstanbul bölgesinin yoğun olarak iskan edildiğini gösteren çok sayıda buluntu yeri ve çok zengin buluntu toplulukları ortaya çıkmıştır. Ağaçlı kumluğunda bu döneme ait 70 kadar buluntu yeri saptanmış ve bu nedenle bu dönemi temsil eden kültür evresi “Ağaçlı kültürü” olarak adlandırılmıştır. Ağaçlı kültürü, “mikrolit” olarak adlandırılan küçük çakmaktaşı aletler, çakmaktaşından minik kazıyıcılar ve özgün çekirdekleriyle belirlenmektedir. Bu kültür Ağaçlı’nın yanı sıra Gümüşdere, Domuzdere, Kilyos çevresi, Domalı, Doğançalı, Alaçalı, Şile, Haramidere gibi çok sayıda buluntu yerinden bilinmekte ise de, bunların hiçbirinde arkeolojik kazı yapılmadığından maalesef bu ilginç kültürün ayrıntılarını ve kesin tarihini söylemek mümkün değildir. Tanımlanan buluntu topluluğu bu kültürün Karadeniz çevresinde “Epi Gravette” (Epi Gravetyen) olarak bilinen avcı-balıkçı-toplayıcı gruplara ait olduğunu düşündürmekte ise de, son yıllarda Küçükçekmece civarında bulunmuş olan bazı taş aletler, bu kültürün Anadolu’dan gelmiş olabileceği olasılığını da düşündürmektedir. Ağaçlı buluntu topluluğunun taş aletleri ile Fikirtepe kültürünün taş alet geleneği arasındaki benzerlik, bu kültürün varlığını Neolitik dönemin başlarına kadar sürdürdüğünü, İç Anadolu’dan gelen çiftçilerle kaynaşarak yeni bir kültürel oluşuma dönüştüğünü de göstermektedir. Dolayısıyla Ağaçlı kültürünün varlığını MÖ 7. binyılın ortalarına kadar sürdürdüğünü kesin olarak söyleyebilmekteyiz.

Pendik’te bulnan MÖ 6.yüzyıl sonuna ait kadın heykelciği İstanbul Arkaoloji Müzeleri

Neolitik Dönemde İstanbul

İstanbul bölgesinin tarihöncesi dönemleriyle ilgili bilgilerimiz çok sınırlı olmasına karşın, Neolitik dönemi göreli olarak daha iyi araştırılmıştır. Bu bağlamda Neolitik dönem araştırmalarının ağırlık kazanmasında, Anadolu’da gelişen Neolitik yaşam biçiminin Avrupa’ya nasıl, ne zaman ve hangi yolla aktarıldığının belirlenmesi açısından İstanbul’un taşıdığı önem kadar, rastlantılar da etkili olmuştur. Mevcut bilgilerimiz ilk tarımcı toplulukların İstanbul bölgesine yaklaşık olarak M.Ö. 6500-6400 yıllarında, İç Anadolu’dan Sakarya Vadisi’ni takip ederek ulaştığını göstermektedir. Bölgenin Neolitik dönemi “Fikirtepe kültürü” olarak adlandırılmaktadır. Fikirtepe kültürü olarak tanımlanan buluntu topluluğuna genel olarak baktığımızda, bu kültürün belirleyici özelliği olan çanak çömleğin biçim, bezeme ve yapım tekniği açısından MÖ 5600 yıllarına kadar zaman içinde değiştiği görülmektedir. Yakın zamanlara kadar Fikirtepe yerleşiminin en alt katmanlarından tanımlanan ve Arkaik Fikirtepe olarak adlandırılan en eski evre, bölgenin ilk Neolitik kültürü olarak kabul edilmekteydi. Ancak Yarımburgaz Mağarası’nda çok ince bir katman olarak görülen 5. kültür katının, 2013 yılı Pendik Kaynarca kazılarından gelen bazı bulgular ve Bursa Yenişehir yakınlarındaki Barcın Höyüğü’nün en eski evresinde ortaya çıkan buluntu topluluğuyla benzerlik göstermesi, giderek Fikirtepe’den daha eski bir Neolitik evrenin bölgede var olduğunu da düşündürmektedir; ancak bu evre 2013 Pendik Kaynarca kazı sonuçları tam olarak yayımlandıktan sonra kesinlik kazanacaktır. Fikirtepe’nin Arkaik evresinde görülen çanak çömleğin belirgin özellikleri, donuk koyu yüzlü, küresel ya da torba biçimli, yatay tutamaklı çömleklerdir. Bu basit kap biçimlerinin yanı sıra, “kült masası” olarak adlandırılan küçük ayaklı, bazen sığ çizi bezemeli kutu biçimli dörtgen kaplar da Fikirtepe buluntu topluluğunun belirgin özellikleri arasındadır.

MÖ 6.bin yılın sonuna ait Fikirtepe’de bulnan dörtgen biçimli ayaklı kült masası ve pişmiş toprak kaplar İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Fikirtepe çanak çömleğinin benzerleri Doğu Marmara kıyılarının yanı sıra, Güney Marmara’da Aktopraklık, Ilıpınar, Menteşe, Barcın, Demircihöyük gibi kazı yerlerinden bilinmektedir. Göller Bölgesi’nde Arkaik Fikirtepe’nin öncülü olabilecek Höyücek gibi kazı yerleri, bu kültürün Marmara Bölgesi’ne Sakarya Vadisi üzerinden ulaştığını göstermektedir. Doğu Marmara kıyılarındaki Fikirtepe, Pendik Kaynarca, İçerenköy ve Tuzla’dan tanıdığımız Fikirtepe türü çanak çömleğin yanı sıra, buluntu topluluğunun diğer öğeleri olan mermi biçimli çekirdekleriyle belirlenen yontmataş alet teknolojisi, kemik kaşık ve düzleklerle kemik aletler de yukarıda değindiğimiz Güney Marmara buluntularıyla tam olarak benzeşmektedir. Buna karşılık iç bölgelerde gördüğümüz dörtgen planlı kerpiç yapıların yerine, Doğu Marmara kıyılarında yuvarlak planlı dal-örgü mimari almıştır; bu büyük bir olasılıkla İstanbul çevresine Anadolu’dan gelen çiftçilerin yerel topluluklarla kaynaştığının göstergesidir. Fikirtepe kültüründe ölüler, İç Anadolu geleneğinde olduğu gibi büzülmüş “hocker” durumunda kulübe tabanlarının altında ya da yakınlarında, dörtgen biçimli kült kapları, kemik kaşık ve basit boncuklar gibi ölü armağanlarıyla gömülmüştür. Bu bağlamda ahşap gibi organik maddelerin korunarak günümüze kadar gelebilmiş olduğu Yenikapı kazıları, ölülerin ahşap iki levha arasına yerleştirildiğini göstermiştir. Yenikapı’da alışılagelmiş Fikirtepe türü gömütlerin yanı sıra, yalnızca diğer Fikirtepe yerleşimlerinden değil, Anadolu’nun başka yerlerinden de bilmediğimiz kremasyon (yakma) uygulamasının örneklerine de rastlanmıştır. Kremasyon ile diğer ölü gömme geleneğinin aynı yerleşim yerinde birlikte bulunmasını da, Anadolu kökenli topluluklar ile yerel kökenli toplulukların kaynaşarak birlikte yaşadıklarının göstergesi olarak yorumlayabiliriz.

Arkaik Fikirtepe çanak çömleğinin basit kap biçimleri zaman içinde gelişerek ‘S’ kıvrımlı daha gelişkin kaplara dönüşmüş, çizi bezeme yaygınlaşmıştır. Klasik Fikirtepe olarak tanımlanan bu evrede, farklı bir koldan Ege ve Balkanlar’a doğru yayılmış olan Neolitik kültürün belingin özelliği olan kırmızı açkılı mallar ile tüp tutamaklı kaplara da rastlanır. Fikirtepe kültürünün en son evresi, Yarımburgaz 4 kültürü olarak adlandırılan, kazımayla yapılmış zengin geometrik bezemesi olan kaplarla belirlenir. Yarımburgaz, Yenikapı, Ilıpınar ve Demircihöyük’ten tanınan bu evrede Fikirtepe ve Pendik Kaynarca yerleşimlerinin terk edildiği görülmektedir.

Yenikapı’da bulunan MÖ 6500 tarihli Neolitik Dönem üzeri ahşap kaplı gömü İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Fikirtepe kültürü buluntu topluluğu ve çanak çömleğiyle Anadolu geleneğini yansıtmaktayken, Ege üzerinden Balkanlar’a yayılan Neolitik geleneğin belirleyici bazı özelliklerini taşımamaktadır. Daha batıdaki Neolitik kültürlerde yaygın olarak görülen kil figürinler, pintaderra adı verilen mühürler, yassı baltalar Fikirtepe kültüründe yok denecek kadar az örnekle tanınmaktadır. Fikirtepe buluntu yerlerinde ortaya çıkan az sayıdaki figürin de, Anadolu’nun diğer Neolitik kültürlerinden tümüyle farklı özellikler taşımaktadır. Yenikapı’da ortaya çıkan ahşap figürin, bu kültürde kil heykelciklerin yerini ahşaptan yapılmış örneklerin almış olabileceğini düşündürmektedir. Bu özellikleriyle Fikirtepe kültürü, Trakya ve Bulgaristan’dan Karanovo, Sesklo ve Starçevo olarak bilinen kültürden tümüyle farklı bir buluntu düzenini yansıtmaktadır; buna karşılık Orta Tuna Havzası ilk Neolitik kültürleriyle olan benzerliği, bu kültürün kuzeye doğru yayılımının Karadeniz kıyı şeridini izleyerek Tuna Nehri’ne ulaştığını göstermektedir.

Kalkolitik Dönemde İstanbul

İstanbul bölgesinin Kalkolitik dönemiyle ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Yarımburgaz Mağarası’nın 3. ve 2. katmanlarında bulunan ve nokta baskı, düz ya da kıvrık çizgi bezemeli, iyi açkılanmış nitelikli kaplarla belirlenen bu kültürün izlerine Yarımburgaz’ın dışında yalnızca Yenikapı’da rastlanmıştır. Yaklaşık olarak MÖ 5400-5200 yıllarına ait olan bu evrenin hemen ardından gerek Yenikapı ve gerekse Yarımburgaz Mağarası’nda Kuzey Marmara kıyılarının özgün kültürü olan Toptepe türü malzemeye rastlanmıştır. Toptepe kültürünün yaklaşık olarak MÖ 4800-4700 yıllarına kadar devam ettiği Tekirdağ Toptepe ile Kırklareli Aşağı Pınar kazılarından bilinmektedir. Yenikapı’da yapılan çalışmalar da yerleşimin yaklaşık olarak MÖ 4700 yıllarında Marmara Denizi’nin seviyesinin yükselmesiyle suların altında kalarak terk edildiğini göstermektedir. Toptepe kültürünün sona ermesiyle MÖ 3. binyılda İlk Tunç Çağı başlarına kadarki 1600 yıllık dönemle ilgili olarak İstanbul ve çevresiyle ilgili bilgimiz, Sultanahmet Atmeydanı sondajında bulunan birkaç kap ile Pendik Kaynarca’nın yüzeyinden bulunmuş olan bir mahmuzlu kulpla sınırlıdır. Bu döneme ait bilgi eksikliğini yalnızca Marmara Denizi’nin yükselerek kıyı ovalarını kaplamasıyla açıklamak mümkün değildir; Ilıpınar, Aktopraklık, Toptepe ve Aşağı Pınar yerleşimlerinin de bu tarihlerde terk edilmiş olması, çok geniş bir bölge içinde kültürel sürecin bilmediğimiz bir nedenle kesintiye uğradığını göstermektedir. Bu kadar geniş bir bölgede arkeolojik verilerin 1500 yıl gibi uzun bir süreç için olan suskunluğunun nedenleri çok tartışmalı bir konudur. Bu konuda sosyal çalkantı, başka bir bölgeden gelen bir göç dalgası ya da doğal çevre ortamının bozulması gibi seçeneklerin üzerinde durulmuşsa da, büyük bir olasılıkla birbiriyle bağlantılı olarak bunların tümünün etkili olmuş olduğunu düşünebiliriz. İlginç olan Anadolu’da Obeid kültürünün etkisiyle kentleşmeye doğru giden bir süreç ile Kuzey Balkanlar’da maden kullanımında devrim niteliğinde bir gelişme gösteren Gumennitsa Cucuteni kültürlerinin arasında kalan Marmara Bölgesi’nin bu iki farklı kültürel oluşum bölgesinin arasındaki konumuyla bir sınır oluşturduğudur.

Tunç Çağında İstanbul

MÖ 3. binyıl Anadolu’da kent devriminin, MÖ 2. binyıl ise devlet ve imparatorlukların ortaya çıktığı bir süreçtir. Marmara Bölgesi’nde bu süreci Truva yerleşimi temsil etmektedir. Trakya ve Balkanlar’da ise kültürel sürecin Tunç Çağı boyunca Anadolu’dan çok farklı özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. İlk Tunç Çağı’nda MÖ 3. binyıl yerleşimleri, başta Kanlıgeçit olmak üzere, Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinden tanınmaktadır. Ancak giderek kuzey steplerinden inen göçebe toplulukların MÖ 2. binyıl içinde Balkanlar’a gelerek göçebe bir yaşam biçimini getirdiği, yerleşmelerin terk edilmesinden anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle Anadolu’da Hitit, Ege’de Miken uygarlıkları gelişirken, Marmara Denizi’nin kuzeyinde arkeolojik iz olarak yalnızca kurgan türü mezar tepelerini bırakan göçebe topluluklar bulunmaktadır. İstanbul bölgesinde Tunç Çağı’yla ilgili bilgilerimiz yalnızca İlk Tunç Çağı’na tarihlenen tekil birkaç buluntu ile Selimpaşa yakınlarındaki höyüğün yüzeyinden toplanan malzemeyle sınırlıdır. En tanımlı bulgular Moda Koyu’ndan çıkmış olan birkaç kap ve Ağaçlı kumluğunda bulunmuş olan ve step geleneğini yansıtan çakmaktaşı okuçlarıdır. Bu bağlamda Selimpaşa Höyüğü İstanbul’un Tunç Çağı kültürlerinin izlerini taşıyan yerleşim yeri olarak bildiğimiz tek yerdir. Ne var ki, deniz kıyısında tatil siteleriyle çevrilmiş bu höyüğün de giderek yontularak ortadan kalkma sürecine girdiği görülmektedir. Yerinde korunmasının olanaksız olduğu anlaşılan Selimpaşa Höyüğü’nde ivedi olarak kurtarma kazısının yapılması, İstanbul’un Tunç Çağı kültürlerinin anlaşılması açısından son şanstır. Yukarıda değindiğimiz gibi MÖ 2. binyıl Orta ve Son Tunç Çağına ait hiçbir verimiz yoktur. Tarihöncesi dönemin en son aşaması olan MÖ 1. binyıla geçiş dönemine ait birkaç çanak çömlek parçası, İstanbul Arkeoloji Müzeleri ek bina temel sondajı ile yol yapımı için ortadan kaldırılan Silivri Sülüklü Mevkii’ndeki bezemeli üç kap parçasıyla sınırlıdır.

Yarımburgaz Mağarası ağzı  © Aykan Özener

Sonuç

Bu yazıyla İstanbul bölgesinin 1,5 milyon yıla yayılan tarihöncesi kültürleriyle ilgili bildiklerimizi özetlemeye çalıştık. Elimizde olan bilgiye baktığımızda ortaya çıkan durum, kentin kültür coğrafyaları arasındaki stratejik konumunun belirleyiciliği kadar, kültür başkenti olarak övünerek yapılan tanımlamaya yakışmamaktadır. Kültür varlıklarından yoksun olarak düşündüğümüz Londra, Paris gibi Avrupa kentlerinin kent müzelerine gidildiğinde bu kentlerin Yontmataş Devri başlarından itibaren nasıl geliştiği tüm ayrıntılarıyla sergilenmektedir. Sorun yaşadığımız kentin geçmişinin öğrenilmesi için sistemli bir araştırma yapmak yerine bilginin kırıntılar halinde kurtarma kazılarından gelen verilere bağlanması olmuştur. Yarımburgaz Mağarası, İstanbul bölgesinin 600.000 yıllık sürecini doğal çevre, iklim ve kültürel süreciyle yansıtan bir bilgi arşividir. Verdiği bilgi kadar, görsel çekiciliğiyle de önplana çıkan Yarımburgaz Mağarası’nın kente, kent belleğine kazandırılması ve kalan dolguların korunması için 1986 yılından bu yana çeşitli girişimler, projeler yapılmış ancak maalesef bunların hiçbiri gerçekleşemediği gibi mağaradaki tahribat giderek hızlanmış ve çevresi yapılanmaya açılmıştır. Bugünkü durumuyla Yarımburgaz Mağarası kelimenin tam anlamıyla kapsamlı bir “tahribat müzesi” olmuştur. Fikirtepe kültürüne adını veren Fikirtepe, tümüyle yapılanmış, İçerenköy, Tuzla, Göksu ve Ümraniye yerleşimleri, yerleri bile saptanamayacak şekilde plansız yapılaşmanın kurbanı olmuştur. 70’in üzerinde buluntu yeri veren Ağaçlı kumluğu kurtarma kazısı bile yapılamadan kömür ve kum ocakları tarafından yok edilmiş durumdadır. İstanbul’un geçmişiyle ilgili elimizde yalnızca, Pendik Kaynarca’da demiryolunun kenarında bulunan tek bir parsel ile yontularak acınacak bir hale gelmiş olan Selimpaşa Höyüğü kalmıştır. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi İstanbul’un geçmişi yalnızca bu kent için değil, Balkanlar’dan Anadolu’ya Karadeniz Havzası’ndan Ege’ye kadar uzanan çok geniş bir coğrafyanın geçmişinin anlaşılması açısından da önem taşımaktadır. Önemli kültür varlıklarına sahip olmanın, bunların içerdiği bilginin bilim dünyasına ve insanlığa kazandırılması, gelecek kuşaklara aktarılması sorumluluğunu da içerdiğinin unutulmaması gerekir. Kentin geçmişini yok saymamız, bilgi dağarcığı olan arkeolojik dolguları belgelemeden yok etmemiz, bir kitaplığı yakmak kadar geri dönüşü olmayan bir durumdur. Bu kentin geçmişini öğrenmenin kurtarma kazılarının rastgeleliğine değil, bilinçli, planlı ve sistematik olarak yapılacak çalışmalara yönelmesi gerekir. Önemli olan bunun gerekliliğinin kabul edilmesidir.

Özdoğan, M. 1992

"Tarihöncesi Dönemde İstanbul", Ö. Kırkpınar (yay.) Semavi Eyice Armağanı: 39-54. KKOK Yayınları, İstanbul.

Özdoğan, M. 1996

“Tarihöncesi Çağlarda İstanbul", M. Beykan (yay.) İstanbul, World City: 88-101. HABİTAT II, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul.

Özdoğan, M. 2007

“Marmara Bölgesi Neolitik Çağ Kültürleri”, M. Özdoğan ve N. Başgelen (yay.) Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı. Türkiye’de Neolitik Dönem: Yeni Kazılar, Yeni Bulgular: 401-426 (metin), 405-430 (levhalar). Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Özdoğan, M., N. Başgelen ve P. Kuniholm (yay.) 2013

The Neolithic in Turkey. New Excavations and New Research. Northwestern Turkey and Istanbul. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul

EN ÇOK OKUNANLAR

Macaristan’da Zırhı, Silahları ve Atı İle Gömülmüş Avar Savaşçısı Bulundu

Déri Müzesi'nden arkeologlar, Macaristan'ın kuzeydoğusunda, Ebes yakınlarındaki bir Erken Avar mezarında eksiksiz bir lamel zırh seti ortaya çıkardılar. Bu eser 7. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir ve şimdiye kadar büyük ölçüde sağlam ve orijinal konumunda keşfedilen ikinci Panoniyen Avar lamel zırhıdır. İlki 2017 yılında Ebes'in sadece 16 kilometre güneyindeki Derecske'de bulunmuştu.

SON İÇERİKLER