Kediler ve Arkeoloji

BİR ZAMANLAR TANRIYDILAR

Günümüz kedisinin en yakın yabani akrabası olan Felis silvestris libyca, sarımsı kahverengi, sarı–gri tüylü ve çizgilidir. Bugünkü Mısır kedilerinden biraz daha büyüktür. Ancak günümüz Mısır kedileri arasında hâlâ Antik Mısır kedisini andıran kediler görülebilir. İlk köken tarihi ne olursa olsun, MÖ 2. binyıl Mısır’ında kedi evcil bir hayvandır ve Felis sylvestris libyca’dan türemişti.

Atina’daki Kerameikos Mezarlığı’nda bulunan mermer alçak kabartmada tasmalarından tuttukları bir kedi ile bir köpeği dövüştüren iki kişi ile onların arkasında duran iki figür görülmektedir. MÖ 6. yüzyıl Atina Arkeoloji Müzesi © DEA / G. Nimatallah

Kedinin yeryüzünde ilk ortaya çıktığı tarihi kesin olarak söylemek mümkün olmasa da, bu tarih binlerce yıl öncesine götürülebilir. Kedinin anayurdunun Kuzey Afrika olduğu ise, artık kabul edilen bir görüştür. Kedi kemikleri ve kafatası parçaları tarihöncesi devirlerden beri arkeolojik kazılarda ele geçmektedir. Konya yakınındaki Hacılar’da, İsrail’deki Jericho’da, Indus Vadisi’ndeki Harappa’da ve Kıbrıs’ta Khirokitia’da tarihöncesi döneme ait kedi kemikleri ve dişleri bulunmuştur. Tunç çağlarına girdiğimizde ise buluntu miktarı artmaktadır. Troia kazılarında, Erken Tunç Çağına tarihlenen kedi kalıntıları ele geçmiştir. Ancak, ilginçtir ki, evcil kedinin anayurdu olarak kabul edilen Mısır’da tarihöncesi dönemden, hatta Eski Krallık Döneminden (MÖ 2686-2118) günümüze kalan kedi kalıntısı yoktur. Evcil kedilerin eski Mısır sanatında resmedilmesi ise yaklaşık olarak MÖ 2000 yılından itibarendir. Böylece, evcil kedinin tarihini günümüzden 4 binyıl öncesine götürebiliriz.

Kedinin Anayurdu: Kuzey Afrika

Kediler (genus Felis), zoolojik olarak Felidae ailesine mensuptur. Felis sylvestris türü kediler dört cins ya da ırka ayrılır:

Felis sylvestris libyca: Kısa tüylü, Kuzey Afrika yabani kedisi,

Felis sylvestris ornata: Batı Asya yabani kedisi,

Felis sylvestris sylvestris. Uzun tüylü Avrupa yabani kedisi,

Felis sylvestris catus: Evcil kedi. MÖ 2000’den itibaren bilinmektedir.

Felis sylvestris libyca (Libya yabani kedisi) tüm evcil kedilerin atasıdır. Baş ve gövdesinin toplam uzunluğu 75 santimetre, kuyruğu ise 30 santimetre kadardır. Bacakları diğer evcil kedilere göre daha uzundur. Günümüz libyca kedileri, Antikçağdakilere göre –kırma olduklarından- biraz daha ufaktır. Rengi genetik ve çevreye uyumla ilişkili olarak değişebilmektedir.

Genetik ve anatomik incelemeler, libyca’nın tüm evcil kedilerin atası olduğunu göstermiştir. Hatta İran ve Siyam kedilerinin çoğunun bile -ornata ile kırma olarak- atasıdır. Bizim evcil kediden anladığımız, Felis sylvestris catus’tur.

Kedi Neden Önemli?

Genelde Eskiçağ toplumlarında kedinin neden önemli ve kutsal sayıldığını anlamamız için, önce, kediyi böylesine önemli yapan özellikleri bilmemiz gerekir. Kediler, salgın hastalıkları taşıyan ve tahıl ambarlarına zarar veren fare ve sıçan gibi kemirgenler ile yılanlar ve böcekler için önemli bir silahtır. Doğuştan var olan avlanma hünerleri, yavruları uğruna kendi canlarını feda etmeleri, insana göre altı kat fazla olan etkili gece görüşleri, uzun mesafelere yolculuk ettikten sonra başladıkları noktaya geri dönebilmeleri, nem ve hava basıncındaki değişiklikleri hissedebilmeleri, sarsıntıdan önce sergiledikleri davranışla depremi önceden sezmeleri önemli özellikleridir.

Mısırlılar, kedilerin karanlıkta parlayan gözlerinin güneş tanrıları Atum-Ra’yı simgelediğine inanırlardı. Atum-Ra, güneşin batmasından sonra yeraltı dünyasının karanlığında parıldamaya devam ederdi.

Biyologlar, kediler ile sahipleri arasındaki ilişkinin, yavru kediler ile anneleri arasındaki ilişkiyi andırdığını gözlemlemişlerdir. Kedi ile sahibi arasındaki fiziksel oran, yavru kedi ile annesi arasındaki oran gibidir. Kediler sahiplerini besin ve beslenme kaynağı olarak görürler. Kedilerin, sahiplerinin üzerinde otururken ön patileriyle “masaj yapma” hareketi, yavru kedilerin annelerinden süt talepleri olduğunda yaptıkları hareketin aynısıdır. Kediler ayrıca genetik olarak, insanlara primatlar dışındaki diğer hayvan ailelerinden daha yakındır. Kedilerin özellikle yaşlı insanlara terapi özellikleri vardır. Hayvan besleyenlerde kan basıncı düşüktür ve rahatlık hissi vardır. Küçük kız çocukları veya genç kadınlar, kedileri kucaklarında veya kolları arasında tuttuklarında, gelecekteki bebeklerini tutuyormuş hissine kapılabilirler; yaşlı kadınlar da geçmişteki çocuklarını anımsarlar. Bütün bu faktörler kedileri kadınlara yakınlaştırmıştır.

Erkek kediler, kendi egemenlik alanlarındaki dişi kedilerin yavrularını, eğer onların babaları olmadığından eminseler, öldürebilir ama yemezler. Bu durum daha ziyade yeni bir erkek kedinin, önceki hâkim erkek kedi ile egemenlik mücadelesinde başarılı olduğunda vakidir. Bu davranışın biyolojik nedeni orada yeni kedi ailesi yaratmaktır. Gerçekten de anne kedi yavrularını kaybettiğinde, doğurma içgüdüsü nedeniyle tekrar kızışacak ve erkek kediye yaklaşacaktır. Kuşkusuz, anne kediler yavrularının yanında olabildikleri süre içinde, onları yeni dominant erkek kediye karşı koruyabilirler. Ancak avlanma ya da yiyecek bulmak için onları yalnız bıraktıklarında, yavrularını yara bere içinde bulabilirler. Doğal seleksiyon acımasız gerçekleşir; doğanın, insanoğlunun her zaman anlayamayacağı kendi kuralları ve nedenleri vardır.

Tunçtan yapılma dişleri ve oynar çenesiyle ahşap oyuncak kedi. Thebes, Mısır, MÖ 1550-1070, Yeni Krallık Dönemi, British Museum, Londra

ANTİK MISIR’DA KEDİ

Mısır kedisine ilişkin bilgileri, o dönemde yapılmış kedi resimlerinden ya da kedi heykelciklerinden elde ettiğimiz gibi, özellikle Herodotos (Historia), Diodorus Siculus (Bibliotheken) ve Claudius Aelianus (De Natura Animalium) gibi eskiçağ yazarlarından da elde etmekteyiz.

Antik Mısır’da kedi tasvirlerinin, Orta Krallıktan itibaren görülmesine karşın, evcil kedi tasvirleri Yeni Krallık (MÖ 1570-1070) ve Geç Dönem (MÖ 1070-332) sanatında sık görülür. Bir kedinin dinsel bir bağlamda görülmesine en erken örnek, bir dizi fildişi büyü bıçağında bulunur. Bu bıçaklar MÖ 2000 – 1500 arasına tarihlenir. Bu bıçaklar, hayvanlar ve mitolojik yaratıklarla süslenmiştir. Koruyucu işlevleri vardır, yani, onu taşıyan insanı günlük tehlikelere karşı korur. Kedinin insanlarla birlikte ilk görülmesi, Orta Mısır’daki Beni Hasan’dadır. Burada bulunan III. Baket’in mezar duvarında resmedilmiş kedinin evcil mi, yoksa ehlileştirilmiş mi olduğu açık değildir. Kedinin popülaritesinin doruk noktasına ulaşması ise Ptolemaioslar Döneminde (MÖ 332 – 30) olmuştur.

Günümüz kedisinin en yakın yabani akrabası olan Felis silvestris libyca (Afrika yabani kedisi), sarımsı kahverengi, sarı–gri tüylü ve çizgilidir. Bugünkü Mısır kedilerinden biraz daha büyüktür. Ancak günümüz Mısır kedileri arasında hâlâ Antik Mısır kedisini andıran kediler görülebilir. İlk köken tarihi ne olursa olsun, MÖ 2. binyıl Mısır’ında kedi evcil bir hayvandı ve Felis sylvestris libyca’dan türemişti. Eski Mısırlılar evcil kediye “miu/miyu” diyorlardı ki bu sözcüğün “miyav” ile benzerliği dikkat çekicidir.

Kedilerin resmedildiği çok güzel Mısır duvar resimleri ve bronz heykelcikler vardır. Kedinin sandalye altında resmedilmesi daha çok, oturan ve hizmetçileri ile çocuklarından hediyeler alan karı-kocanın tasvir edildiği sahnelerde vardır. Kedi, daha ziyade kadının sandalyesi altında oturur, erkeğin sandalyesi altında ise köpek vardır.

Diğer eski toplumlar gibi Antik Mısırlılar için de önemli bir dinsel inanış animizmdi. Bu inanışa göre tanrısal ruh, doğanın tümünü kapsıyordu. Doğa kutsaldı ve doğanın farklı yanları farklı tanrılarda toplanmıştı. Onlara göre her canlı, hem tanrı, hem insan, hem de hayvanı ihtiva ediyordu. Bu nedenle Antik Mısırlılar, doğrudan kedinin kendisine değil, onda var olan tanrısal güce tapıyorlardı. Örneğin eğer bir kedinin kutsal işaretleri varsa, onda, Tanrıça Bastet’in vücut bulduğuna inanılırdı.

Nitekim geç dönemde (MÖ 1070 – 332) çoğu evcil veya yabani hayvanın, tanrının görüntüsü olduğuna inanılıyordu. Özellikle MÖ 5. yüzyıldan MS 5. Yüzyıla, yani ülkenin pagan döneminin sonuna kadar olan dönemde bu gerçekten böyleydi. Bu dönemde, kediler ve diğer hayvanlar, özellikle balıkçıl kuşu (ibis) kutsal sayılırdı. Gerçekten bu dönemde hayvan kültlerinin popülaritesi artmıştı. Antik Mısır’da kutsal hayvanlar üç tipteydi: Birincisi ve ön önemlisi tapınak hayvanlarıydı. Bunlar, hayvan formunda tanrılardı. Örneğin tanrıça Bastet kedide vücut bulmuştu. Yukarıda da vurguladığımız gibi tapınak kedisi ve diğer tapınak hayvanlarının kendilerine tapınılmıyordu. Tapınılan, onların içindeki tanrılardı; kedinin içindeki tanrıydı, yoksa kedinin kendisi değildi. Aynı şekilde paganistler de idollere tapmıyordu; taptıkları onların içinde bulunduğuna inandıkları tanrılardı. Tanrılar kendilerini başka suretlerde insanlara gösteriyordu. İkinci tip kutsal hayvanlar aynı türün üyelerini kapsıyordu. Bir kült merkezinde tutuluyorlar, özel olarak bakılıp besleniyorlardı. Fakat bu hayvanlar tanrıların görüntüsü değildi. Üçüncü tip, insanlar arasında veya kırsalda yaşayan hayvanlardı. Bunlara da aynı ihtimam gösterilirdi.

Ptolemaioslar (MÖ 323 – 30) ve Roma İmparatorluk (MÖ 30 – MS 330) dönemlerinde kedi tasvirli “koruyucu”, “nazar” ve “şans getirme” muskaları yoğun olarak kullanılırdı. Ayrıca bir kedinin rüyada görülmesi hayra yorumlanır ve verimli bir hasadın olacağına işaret ederdi. Buna ilişkin MÖ 1980’lere kadar giden bazı yazılı örnekler vardır.

 

KUTU

Herodotos Mısır Kedilerini Anlatıyor

Şüphesiz, (Mısır’da) evcil hayvan pek çoktur. Ama eğer kediler bazı kazalara kurban gitmeselerdi, bu daha da çok olacaktı. Dişi kedi yavruladığı zaman erkek kediye sürtünmez; erkek kedilerse dişilere yanaşmak isterler, ama boşuna. O zaman erkek kediler dişilere bir oyun oynarlar; yavruları ya hile ile ya da zorla kaparlar, öldürürler; ama yemezler. Yavrusuz kalan dişi yeniden yavrulamak ister, bunun için de erkeğe yanaşır; zira bu cins hayvanlarda analık içgüdüsü vardır. Ayrıca, yangın çıktığı zaman kediler bir çeşit kutsal çılgınlığa tutulurlar: Mısırlılar onları korumak için, kedileri ortaya alıp bir zincir yaparlar; hatta yangını söndürmeyi bile unuturlar, kediler aralarından kaçar, alevlerin içine atılırlar. Mısırlılar bunu büyük kayıp sayarlar. Eğer bir evin kedisi doğal bir ölümle ölürse, o evde oturanların hepsi kaşlarını kazıtırlar; eğer ölen köpekse, kafa da beraber bütün gövde kazınır. Kedi öldüğü zaman Bubastis’e götürülür ve mumyalandıktan sonra özel bir mezarlığa gömülür (II.66-67).

Kedi formundaki Mısır güneş tanrısı Ra’nın yılan Apophis’i öldürme sahnesi. Inherkhau’nun mezarı, Ölüler Kitabı’ndan canlandırmalar, Deir el Medina, Luksor, Mısır, 20. Hanedan Dönemi © Werner Forman

Güneş Tanrısı ve Kedi

Mısır’da erkek kedi güneş tanrısı ile özdeşleştirilirdi. MÖ 1500 civarından itibaren Mısır’ın en güçlü ilahı olan güneş tanrısı Ra’nın kendisini kedi formunda gösterdiğine inanılırdı. Her gece Ra, Atum-Ra’da vücut bularak, yeraltı dünyasına seyahat eder ve orada bir kedi formunda en büyük düşmanı şeytan–yılan Apophis ile karşılaşır ve büyük bıçağıyla yılanı keserdi. Böylece ertesi sabah güneş tanrısı olarak dönüşünü emniyete almış olurdu. Bu sahnenin resmedilmiş olduğu sayısız Mısır papirüsü vardır.

Antik Mısır’da kedinin güneşe bağlanması, muhtemelen kedinin gözleriyle ilişkilidir. MS 4. veya 5. yüzyılda yaşamış olan Horapollo, erkek kedinin gözbebeklerinin, güneşin gün içindeki hareketi sırasında değiştiğini söyler. Biz bundan şunu anlayabiliriz: Sabahın az ışıklı erken saatlerinde kedinin gözbebekleri hemen hemen yuvarlak ve tam doludur. Güneş yükselirken, gözbebekleri daralarak ince bir çizgiye dönüşür, güneş batarken tekrar genişler. Horapollo, aynı zamanda, Heliopolis’in Güneş Tanrısı Atum-Ra’nın, kedi formunda betimlendiğini de söylemektedir (ailouromorphos). Güneş tanrısı Atum-Ra’nın batarak yeraltına seyahat etmesi, kedinin karanlıkta bile parlayan yansıtıcı gözlerinde bulunabilir. Mısırlılar, kedilerin karanlıkta parlayan gözlerinin güneş tanrıları Atum-Ra’yı simgelediğine inanırlardı. Atum-Ra, güneşin batmasından sonra yeraltı dünyasının karanlığında parıldamaya devam ederdi.

Ay Tanrıçası ve Kedi

En uzun süreli ilişki, kedi ile ay arasındadır. Kedinin gece alışkanlıkları tıpkı güneş tanrısı örneğinde olduğu gibi – gözbebeklerinin çizgi biçiminden yuvarlak biçime dönüşmesi- onun ay ile olan kutsal bağını işaret ediyordu. Gerçekte, ay tanrıçasının kedide vücut bulduğuna inanılmaktaydı. Buna ilişkin en erken örnekler Tanrıça Hathor ve onun sistrumudur. Sistrum bronzdan bir müzik aletidir; kıvrık bir çerçevesi vardır. Çerçevenin sapa birleştiği yerde bir veya birkaç kedi figürü, sapta ise Hathor tasviri bulunur. Sistrum sallandığında oldukça tiz bir ses çıkarır. Bu ses, kedi ile sembolize edilen bereket ve yenilenme ile ilişkilidir; çünkü kedinin böyle bir üretici gücü vardır. Isis de Bastet ile ilişkili olarak görülür. Kedi, Hellenistik ve Roma İmparatorluk Döneminde Isis aracılığıyla Batı Avrupa’ya tanıtılmıştır. Edfu’daki Horus Tapınağı'nda bulunan yazıtta şu ifade vardır: “Isis, Bastet’in ruhudur.” Bu demektir ki Isis de kedide vücut bulmaktadır.

Bastet ve Kedi

  1. Sülale zamanında (MÖ 945-715) dişi kedi bir diğer tanrıça Bastet ile ilişkilendirildi. Bu tanrıçayı Yunanlar Artemis ile özdeşleştiriyordu.

Bastet, MÖ 1. binyılda Mısır pantheonunun en gözde tanrıçası oldu. 22. sülalenin başkenti Per-Bastet’te (Tanrıça Bastet’in evi) idi. Gerek şehir olarak Per-Bastet, gerekse tanrıça Bastet, Yunanlarca Bubastis olarak biliniyordu. Kedi, artık, Bastet’in görüntüsü olarak kabul ediliyordu. Aslan başlı Tanrıça Şekmet ile birlikte düşünülüyordu. Şekmet, Mısır halkını ve devleti korurken, Bastet ev halkını, özellikle kadınları ve çocukları korurdu. Onun en önemli rolü anneliği, doğurganlığı ve bereketiydi. Bastet, Ptolemaioslar ve Roma İmparatorluk Döneminde popülerliğini sürdürdü. Çoğu Bastet’e adanan binlerce bronz kedi ve Bastet heykelciği günümüze ulaşmıştır.

Kedi Mumyaları

Ülkedeki kazılarda yüzlerce kedi mumyası bulunmuştur. Mısırlılar kedileriyle birlikte gömülerek, onların öteki dünyada kendilerine eşlik edeceklerine inanıyorlardı. Ölen kedi kutsal bir mekâna götürülür ve orada insanınkine benzer şekilde mumyalanırdı. Bazı kediler özenle dekore edilmiş tabutlara gömülürken, diğerleri ahşap kedi formunda tabutlara gömülmüştür. Bazılarının çok güzel bronz maskları vardır; hatta bronzdan kedi formunda tabutlar da vardır. Fakat çoğu sarıp sarmalanarak mumyalanmış halde öylece bırakılır, üzerleri özellikleri belirtecek şekilde boyanır ve süslenirdi.

Kedi Kurbanı

Kedi kurbanının da yoğun olduğuna ilişkin kanıtlar vardır. Bu şaşılacak bir durum değildir; çünkü çoğu evcil veya yabani hayvan pagan döneminde ve hatta eski Musevi döneminde kurban edilirdi. Pagan inancındaki hayvan kurbanı, daha sonraki toplumlara da geçmiştir. Koyunlar, keçiler, sığırlar, kuşlar ve diğer hayvanlar armağan olarak tanrılara sunulurdu. Kurban edilen kediler genellikle iki ile dört aylık arasındaydılar. Tanrıça Bastet’in ruhunun onarımı için ona sunulurdu. Böylece o da yeryüzündeki işlevlerini sürdürebilirdi. Kurban eden de bir anlamda takdis edilmiş oluyordu. Aslında “kurban” sözcüğü, “kutsallaştırma” anlamındadır. Kurban edilen hayvanın ölmediğine, fakat tanrıçanın gücünü artırmaya yönelik ithaf edilmiş ruhsal gücün bir parçası olduğuna inanılırdı. Diğer hayvanlar gibi kediler de kutsanmasına rağmen, onların tanrıçaya kurban edilmesinin hayvanı onurlandıracağına inanılıyordu. Kedi kurbanı, Avrupa’da Ortaçağ ve modern çağın başlarına kadar sürdürülmüş diğer bir pagan uygulamadır.

Mumyalardan elde edilen kanıtların yanı sıra, Antikçağ yazılı kaynakları da Geç Dönem Mısırlılarının kedi kurban ettiklerini gösterir. Herodotos, Bubastis’teki Bastet festivali sırasında sayısız hayvanın kurban edildiğinden söz eder. Bunların çoğu kedi olmalıdır. Bu kedilere ait kalıntılar, boyunları kırık olarak, kurban mahalline yakın yerlerde bulunmuştur. Kurban işi ciddiye alınıyor ve hayvanın tanrıçaya armağan olarak sunularak, onurlandırıldığına inanılıyordu.

ANTİK YUNAN DÜNYASINDA KEDİ

Ege dünyasında, Geç Tunç Çağına (MÖ 1700-1200) ait duvar resimlerinde ve diğer sanat eserlerinde bazı kedi tasvirlerine rastlanır. Örneğin Thera (Santorini) Adası'ndaki Akrotiri’de bulunan bir duvar resminde yabani bir kedi ağaçların arasında ördekleri tutmaya çalışmaktadır. Ancak buradaki hayvanın kedi mi yoksa kedigillerden başka bir hayvan mı olduğu açık değildir. Keza bir kedinin ördek yakalarken tasvir edilmesi Girit mühürlerinde de karşımıza çıkar. Yine Girit’teki Mallia Sarayı'nda bulunmuş bir sürahi ve iki maşrapa, kedi rölyefleri ile süslenmiştir. Ayia Triada ve Knossos duvar resimlerinde çalılar arasında kuş avlamaya çalışan kedi tasvirleri vardır. Doğu Girit’te Palaikastro’da pişmiş topraktan bir kedi başı bulunmuştur.

Girit’ten Yunanistan’a geçtiğimizde, yine Geç Tunç Çağına (MÖ 1700-1200) ait bazı kedi tasvirlerini görürüz. En çarpıcı örneklerden biri Mykenai’daki mezarlarda ele geçmiştir. Tunçtan bir hançer üzerinde ördek avlayan kediler resmedilmiştir.

Kedinin Yunanistan’dan ya da Ege’den Akdeniz’in başka bölgelerine gitmesinde Tunç Çağından sonra gerçekleşen Ege göçlerinin ve MÖ 750-550 yıllarında gerçekleşen “Büyük Kolonizasyon” hareketinin rolü önemlidir. Bu kitlesel nüfus hareketlerinde kediler de insanlarla birlikte gemilerle uzak yerlere seyahat etmişlerdi. Güney İtalya’daki koloni kentlerinden Rhegion ve Taras’ın MÖ 5. yüzyıl ortalarına tarihlenen sikkelerinde kedi tasvirleri yer alır. Her iki kentin sikkelerinde, kent kurucusu, önündeki bir kedi ile oynamaktadır.

MÖ 8. yüzyıla tarihlenen Samos (Sisam) Adası’nda bulunmuş bir dizi tunçtan kedi figürü vardır. Bu kedilerin yabani mi evcil mi olduklarını –görünüşlerine bakarak- söylemek zor olsa da, bir adada bulunmuş olduklarından evcil olmaları daha olasıdır.

Lakonia’da bulunmuş olan ve MÖ yaklaşık 550’ye tarihlenen ünlü Arkesilas vazosunda, Kyrene Kralı Arkesilas iskemlesinin altında bir kedi ile resmedilmiştir.

Klasik Dönemden başlayarak Hellenistik Dönem boyunca kediye ilişkin malzeme biraz daha fazla karşımıza çıkar. Önce şunu belirtelim ki Antik Yunancada kedi sözcüğü (gerek ev kedisi, gerekse yabani kedi için) aiolos (hareket etme) ve ouros (kuyruk) kelimelerinin birleşmesiyle oluşan ailouros idi. Buna “hareketli kuyruk” ya da “kuyruk sallayan” gibi bir anlam yükleyebiliriz. Daha sonraları ailourosun yanı sıra kattos da kullanılmıştır.

Aisopos’un masalları Klasik ve Hellenistik Çağda kedi dünyası için oldukça ilginç bilgiler verir. Her ne kadar Aisopos MÖ 6. yüzyılda yaşamış olsa da ona atfedilen çoğu masal çok daha sonraları yazılmıştı. Ayrıca münferit bir masalın kesin tarihini saptamak da kolay değildir. Yine de Klasik ve Hellenistik dönemlerde yazılmış kedi masalları mevcuttur ve hatta bunlardan biri Aisopos’un kendisi tarafından yazılmış olabilir.

Eskiçağ yazarlarında da kedilere ilişkin bilgiler bulabiliriz. Aristoteles, kedilerin 6 yıl yaşadıklarını söyler. Kuşkusuz Eskiçağda kedilerin ömrü günümüzdekinden daha kısaydı. Aelianus, kedilerin kötü kokulu şeylerden iğrendiklerini, bu yüzden dışkılarını boşaltmadan önce toprakta bir çukur açtıklarını ve sonra da toprakla üstünü örttüklerini anlatır. Plinius, birçok gece avcısı hayvanda olduğu gibi kedilerin de gözlerinin geceleyin parladığından ve bunun da avlarını korkuttuğundan bahseder.

Aegina veya Salamis adalarından birinde bulunan genç bir erkeğe ait Pentelik mermerinden yapılmış mezar steli. Sol elinde bir kuş tutan genç, sağ eliyle asılı duran kafese uzanmaktadır. Stelin sol alt köşesinde, üzerinde bir kedi duran sütuna yaslanmış bir genç köle yas tutmaktadır. MÖ 430-420 Heraklion Arkeoloji Müzesi © World History Archive

Kedinin, Klasik ve Hellenistik Dönem Antik Yunan dinindeki yerine ilişkin doğrudan kanıt pek yoktur. Ancak, Yunan dünyasında Artemis ile Roma dünyasında da Diana ile ilişkisi vardır. Nitekim Antik Yunanlar Mısır Tanrıçası Bastet’i kendi tanrıçaları Artemis ile eş tutuyorlardı. Artemis ile kedinin ortak yanları da vardı. Artemis’in hünerlerinden biri de kedinin vücuduna girebilmesiydi (metamorfoz). Bazı Yunan yazarlar kedinin, Athena Glaukopis (Parlayan Gözlü Athena/Kedi Athena) için kutsallığını vurgular. Bu arada kedilerin MÖ 5. yüzyıl Atina’sındaki mezar taşlarında da resmedilmiş olduğunu söylemeliyiz.

ROMA’DA KEDİ

Kuşkusuz, kedilerin İtalya’da görülmesi, Romalıların Mısır’ı ele geçirdikleri MÖ 30 yılından itibaren olmamıştır. Kedi, çok daha önceleri, MÖ 8. yüzyılda başlayan Büyük Kolonizasyon hareketi döneminde, Eski Yunanlarla birlikte Güney İtalya’ya getirilmişti. Yukarıda da gördüğümüz gibi, İtalya’da kediye ilişkin en eski kanıtlar, Güney İtalya’daki Rhegion ve Taras kentinin sikkelerinde vardı. Sikkeler dışında kedi tasvirlerine Chiusi’de bulunmuş MÖ 6. yüzyıla tarihlenen bir Etrüsk ayakla kâsede rastlamaktayız. Kâsenin ağız kenarı boyunca dizilmiş dört kedi başı vardır. Keza MÖ 5-4. yüzyıla ait Apulia ve Campania vazolarında da kediler resmedilmiştir.

Antik Yunan edebiyatındakilerle karşılaştırıldığında, Cumhuriyet Dönemi Roma Latin yazınında kediye ilişkin pasajlar azdır; köpeklerden daha fazla söz edilir. Romalılar köpekleri için şiirler dahi yazmışlardır. Hatta köpekler için dikilmiş çok sayıda mezar taşı bilinmesine rağmen, kediler için dikilmiş mezar taşları yoktur. Latincede gerek evcil kedi gerekse yabani kedi önceleri felis, sonraları cattus olarak geçmektedir.

İmparatorluk Dönemine geldiğimizde Roma’da kedilere ilişkin tasvirlere daha sık rastlarız. En çarpıcı örneklerden biri Pompeii’de bulunan ve MS 1. yüzyıla tarihlenen mozaiktir. Burada bir kedi çalılıklar arasında kuş avlamaktadır.

İmparatorluğun Latince konuşulan bölgelerinde karşımıza çıkan ilginç bir durum da, kişi adlarında karşımıza çıkar. Cognomen ya da lâkap olarak “küçük kedi” veya “yavru kedi” anlamına gelen Felicula veya Felicla adını da taşıyan kadınlar; keza “kedi” anlamına gelen Cattus ve Catta ile “küçük kedi” anlamına gelen Cattulus veya Cattula adını taşıyan erkek ve kadınlar vardır. Bu arada kökeni Mısır’a dayanan Isis ve Bubastis (Bastet) kültünün Roma İmparatorluğu'nun topraklarında rağbet gördüğünü vurgulamamız da yerinde olacaktır.

Erken Hıristiyanlık Döneminde Romalılar kedilere karşı iyi davranıyorlardı. Kilise, yaklaşık 300 yıl boyunca İsa’nın öğretilerine sadık kaldı. Pagan komşularıyla barış içinde yaşayan Hıristiyanlar, hayvan kurbanına karşıydılar ve çoğu kez de pagan tanrılara kurban edilmiş hayvanların etlerini yemiyorlardı. Koyun ve sığır gibi bazı hayvanların kutlamalar gibi bazı önemli olaylar vesilesiyle öldürülüp etleri yense de, kediler yalnızca kurban ediliyor ama etleri yenmiyordu. Kedi eti, yalnızca kıtlık veya açlık döneminde yenilebilirdi. Denebilir ki Roma İmparatorluğu’nun ilk üç yüz yılında pagan inancında olanlar ile Hıristiyanlar ve kediler, barış içinde bir arada yaşadılar. Bizans Döneminde de kediye kötü davranıldığına – ya da sonraki dönemlerde olacağı gibi – veya katliamına ilişkin bir kanıt yoktur.

 

KUTU

Şarap Fıçısındaki Fare

Bir zamanlar farenin biri, mayalanma aşamasındaki bir şarap fıçısının içine düşmüş. Oradan geçmekte olan bir kedi, farenin sesini duyup niye ciyakladığını sormuş. “Çünkü burada sıkışıp kaldım, çıkamıyorum” diye cevap germiş fare. Kedi, “Seni fıçıdan çıkarırsam bana ne verirsin?” diye sormuş. Fare, “Ne istersen veririm” diye cevap vermiş. Kedi, “Peki seni kurtarırsam, bir gün çağırdığımda bana gelir misin?” demiş. Fare, yemin ederek geleceğine söz vermiş. Bunun üzerine kedi, fareyi çekerek fıçıdan kurtarmış ve deliğine gitmesine izin vermiş. Bir gün kedinin karnı acıkmış ve farenin deliğine giderek onu çağırmış; fakat fare delikten çıkmayı kabul etmemiş. Kedi, “Hani çağırdığım zaman gelmeye yemin etmiştin, unuttun mu? “ demiş. Fare cevap vermiş: “Haklısın, kedi kardeş, ama yemin ettiğimde ne dediğimi bilmiyordum, sarhoştum!”Aisopos

ORTAÇAĞDA KEDİ

Kedinin değerine ilişkin bir kayıt 10. yüzyıl civarında yazılmış olan Gal Kralı Hywell Dda’nın ünlü kanunlarında yer alır. Burada kedinin değeri için şunlar yazılıdır: “Bir kedinin fiyatı dört penidir. Özellikleri; görmesi, işitmesi, fare öldürmesi, pençelerinin eksiksiz olması, yavrularına iyi davranması ve onları yememesidir. Bu özelliklerinden herhangi biri kusurlu olduğunda, alınan ücretin üçte biri iade edilmelidir.” Bu kayıt bize kedinin Ortaçağdaki önemini gösterir. Ancak, Hıristiyan kilisesinin de kışkırtmasıyla, yaklaşık olarak 1000-1700 yılları arasında kedilerin ve sahiplerinin başına gelenler, önceki yüzyıllara göre kediler hakkındaki fikirlerin çok değiştiğinin kanıtıdır. Bu zaman diliminde milyonlarca kedi ve onların sahibi olan yüzlerce kadın zalimce davranışlara maruz kalmış ve öldürülmüşlerdir. Özellikle 14 -17. yüzyıllar arası kedi ve sahiplerinin katliama kurban gittikleri yıllardır. İngiltere’deki ilk büyücü davası 1566’da, I. Elizabeth döneminde görülmüştür. Evlerinde kedi besleyen Agnes Waterhouse ile kızı Joan büyücülükle suçlanıp idam edilmişlerdir. Avrupa’daki katliamların başlıca nedeni, kedilerin ruhunda eski pagan tanrılarının kalıntılarının bulunduğu ve şeytanla işbirliği içinde olduklarının düşünülmesidir. Kedi besleyen yüzlerce insan da büyücülükle suçlanmış ve bu yüzden öldürülmüştür. 12. yüzyılda kilise, siyah kedinin şeytani gücü simgelediğine inanıyordu. Şeytanın ve diğer şeytani ruhların kedide, özellikle siyah kedide barındığı düşünülüyordu. Yani şeytan, siyah pelerinini kediden almıştı. Ürünün bereketini artıracağına ve şans getireceğine inanıldığı için 19. yüzyılda dahi kedilerin kurban edildiklerini görüyoruz. Kedi kurbanında en zalim yöntem, Kelt yöntemiydi. Buna göre, kediler büyükçe bir sepete konuyor ve yüksekçe bir yerden yanmakta olan ateşin üzerinde sallandırılıyordu. Böylece kediler yavaş yavaş yanarak can veriyorlardı. Kedilerin katledilmesinin şans getirdiğine ve katledilme anındaki çığlıklarının da şeytanı kaçırdığına inanılıyordu.

Kediler, meyve ağaçlarının dibinde kurban edilip gömülüyordu ki bu da bereketin ve verimliliğin sağlanması içindi. Ortaçağda İspanya, Fransa ve İngiltere’de kediler, şans getirmesi için, örülen duvarların arasına ya da döşeme altına konurdu. Bazen duvar arasına yerleştirilen kedinin yanına bir de ölü fare bırakılırdı ki bu da kedinin ruhunun fareleri uzaklaştıracağına inanılmasından kaynaklanmaktaydı. Şeytanın kovulması ve şans getirmesi için hayvanların yapıların döşemesi altına gömülmesi eski bir Kelt âdetiydi. Ortaçağ Hıristiyan dünyasında kediye karşı takınılan bu olumsuz tavır, İslam dünyasında hiç görülmedi; kedi, İslamiyette, temizliğin, iyiliğin, uğurun bir simgesi olarak şefkat gördü. Günümüz Hıristiyan dünyasının tavrı da, Ortaçağ Hıristiyan dünyasından çok farklıdır; kedi, köpekle birlikte insanın en yakın dostu olarak görülmekte ve evlerde beslenmektedir. Yüzyıllardır bir yandan tanrı mertebesine çıkarılan, bir yandan kurban edilen, bir yandan lanetlenerek katledilen, bir yandan da sevilerek beslenen kedinin başına gelenler herhalde hiçbir hayvanın başına gelmemiştir.                     

** Yukarıdaki yazı esas olarak D. Engels’in Classical Cats (Londra, 1999) adlı yayınından derlenmiştir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Köpeğini Gezdiren Çocuk Roma Dönemine Ait Altın Bilezik Buldu

11 yaşındaki bir çocuk, İngiltere'nin Batı Sussex bölgesindeki Pagham yakınlarındaki bir tarlada nadir bulunan altın bir Roma bileziği keşfetti. Romalı askerlere kahramanlıklarından dolayı verilen armilla tipi süslü bir bilezik olan ve MS.1. yüzyıla tarihlenen bilezik, 300 yıldan daha eski bir altın obje olarak, bir adli tıp soruşturmasında resmi olarak hazine ilan edildi.

SON İÇERİKLER