MÖ 8. - 1. Yüzyıllar Arasında Yunan Göçleri

YUNAN KOLONİZASYONU

İnsanlık tarihinin her döneminde göçler meydana gelmiştir. Bunlar dış göç, kolonileşme, sınır dışı edilme, sığınmacılık gibi çeşitli kategorilere ayrılır.

Ukrayna’nın Dnepropetrovsk bölgesinde bulunan ve İskit kültürünü yansıtan altın kaplama bıçak veya kılıç kını. Kiev Arkeoloji Enstitüsü, Ukrayna Ulusal Arkeoloji Müzesi.

Antikçağda da farklı türlerde göçler olmuştur ancak bunlar arasından biri diğerlerinden ayrılmaktadır. Modern akademisyenlerce Yunan kolonizasyonu olarak adlandırılan bu göç dalgası MÖ 8. yüzyıl ile MÖ 5. yüzyıl başları arasında gerçekleşmiştir.

Arkaik Dönemde Yunanların genişleme hareketlerini aktarırken kolonizasyon terimini kullanmak bir nebze yanıltıcı gibi görünse de, bu terimi hem uygunluk bakımından hem de daha iyi (veya daha genel olarak kabul edilmiş veya kabul edilebilir) bir alternatif olmaması nedeniyle kullanmaya devam ediyoruz. Kolonizasyon teriminin kullanımı son yıllarda akademik dünyada şiddetli bir tartışma konusu yaratsa da, bu daha çok Anglo-Saksonların gündeme getirdiği bir durumdur. Farklı coğrafyalardan ve farklı geleneklerden gelen akademisyenler ise terminolojideki bu ufak ayrıntıları pek önemsememektedirler. Peki Antik Çağ tarihinde benzeri görülmemiş bu göçleri –Yunanistan’ın dışarısında, Akdeniz ve Karadeniz’de 230’a yakın yerleşmenin kurulduğu, daha önceden örneği görülmemiş boyuttaki bu olguyu- betimlerken hangi terim kullanılabilir? Önerebileceğim en iyi tanımlama ‘denizaşırı yerleşme’ olabilir. Bu tanımlama konuyu pek fazla aydınlatmasa da, en azından ortadaki belirsizliği daha ileri bir düzeye taşımaz.

Burada karşılaştığımız ana problem Yunanların hiçbir zaman kendilerini ve yaptıkları eylemi ‘kolonizasyon’ veya farklı herhangi bir şey olarak tanımlamamış olmalarıdır. Bizim kolonizasyon olarak tanımladığımız bu eylem, yalnızca meydana gelmiş bir durum, bir olay veya (az çok birbiriyle ilişkili) bir olaylar serisidir. Kolonizasyon terimi Latince kökenlidir ve bu eylem Roma geleneğinden gelmektedir. İnsan topluluklarının hareketleri hakkında Homeros, Hesiodos ve Archilochus çeşitli bilgiler vermektedir ancak Homeros’un yazdıklarına baktığımızda bunların gerçekçi olmaktan çok şiirsel olduğunu görürüz. ‘Uzaktaki ev’ veya ‘evden uzaktaki ev’ anlamına gelen apoikia kelimesi ve ‘kolonileri kuran kişilerin lideri’ anlamına gelen oikistes kelimeleri ilk olarak MÖ 5. yüzyıl başlarında kullanılmıştır. Bu konu ile ilgili Herodotos ve Thukydides de bilgi vermektedir ancak her iki kaynak da anlatmak istedikleri olaylara göre çok daha ileri bir tarihte yaşamıştır.

Atina Akropolisi’ndeki Erektheion yapısı yakınlarında bulunan kabartmalı mermer taş parçası üzerinde trireme adlı Yunan gemisi betimleniyor. Akropolis Müzesi, Atina, Yunanistan

Yunan kolonizasyonu yalnızca bir yöne doğru değil, birçok yöne doğru açılan bir göç hareketiydi. Bu göç hareketi sayesinde, Yunan dünyasının fiziksel ve entelektüel sınırları öylesine genişlemişti ki, Platon’un tasvir ettiği dünya Herkül’ün Sütunları’ndan Phasis Nehri’ne kadar, yani Cebelitarık Boğazı’ndan Karadeniz’in doğu ucuna kadar uzanıyordu. Burada sorulması gereken asıl soru Yunanların neden daha ileri gitmediği sorusudur. Bu soruya verilebilecek basit ve anlaşılır tek bir yanıt yoktur. Bu dönemde Yunanistan’da doğal kaynakların yetersiz olması, aşırı nüfus yoğunluğu, yeterli besin üretilememesi gibi nedenler, modern araştırmalar ile birlikte geçerliliğini kaybetmiştir. Her kentin, denizaşırı kolonileşme faaliyetlerine atılmak için kendine özgü nedenleri vardı. Eğer kolonizasyon konusunda tek bir neden arıyorsak, antik kaynaklardan çıkarabileceğimiz tek bir sonuç vardır. Bu da, mümkün olduğunca geniş bir alan için geçerli olduğu düşünülen ‘zorunlu göç’ politikasıdır. Ancak bu politikanın arkasında çok sayıda ve çok çeşitli iç ve dış güçler vardır ve bunlar farklı dönemler ve farklı kentlerde birbirinden çok farklı şekillerde kendini göstermektedir. Bu ‘itici’ unsurlar ile ‘çekici’ unsurların arasında nasıl bir bağ olduğu veya birbirlerine nasıl karşı durdukları konusu ise değişken olduğu kadar tahmin edilemez niteliktedir.

Zorunlu göç konusunda en belirgin örnek İon kolonizasyonu, özellikle de Miletos kentinin kuruluşudur. İlk koloniler, İonia ve komşu Lidya Krallığı arasındaki bozulan ilişkileri düzeltmek adına bu bölgeye gönderilir. Daha sonra İonia’nın Akhaemenid İmparatorluğu’na dahil edilmesinin ve özellikle Akhaemenidlerin, MÖ 499’da meydana gelen İon Ayaklanması’nı bastırmalarının ardından göçler devam etmiştir. Ölüm ve kölelik gibi olası tehlikelerden kaçan insanlar bölgeyi terk etmiştir.

Yakın zamana kadar tartışma konusu olan bir soru da Fenikeliler ile Yunan kolonizasyonu arasındaki ilişkidir. İlk gerçekleşen hangisidir? İki olay birbiriyle nasıl bir ilişkiye sahiptir? Birbiriyle nasıl kıyaslanabilir ve karşılaştırılabilir? Yakın zamanda Kartaca ve İspanya’daki Fenike yerleşmelerinden elde edilen bulgular sayesinde bu soruya yanıt verilebilmektedir. Yunanlardan neredeyse bir yüzyıl öncesinde aktif olan Fenikeliler, Sardunya’da ve daha batı ve güney bölgelerde yerleşmeler kurmuşlardır. Yunanlar ise, en azından başlangıçta, Orta ve Güney İtalya’ya, yani göreceli olarak kendilerine yakın olan bölgelere doğru ilerlemişlerdir. Birçok Fenike yerleşmesi, MÖ 6. yüzyıl sürecinde, büyük olasılıkla yerli halk ile kaynaşmalarından dolayı yok olurken, Yunan yerleşmelerinde devamlılık ve ilerleme görülmektedir.

Yunan kolonizasyonu adını verdiğimiz hareketi oluşturan yaklaşık 230 koloni ve yerleşme arasından çoğu ikincil kolonizasyon olma özelliği taşır. İlk kurulan kolonilerin yaptığı kolonileşme hareketleri sonucunda kurulan bu yerleşmelerin neredeyse yarıdan azı arkeolojik kazılarla incelenebilmiştir. Yazılı kaynaklarda çok sayıda denizaşırı yerleşmeden söz edilmektedir ancak bunların yerlerini ve durumlarını tespit etmek imkansızdır. Arkaik Dönemin başlıca kolonileri Khalkis, Korinth, Eretria, Megara, Miletos ve Phokaia’dır.

Akdeniz’deki ilk koloni, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca ayakta kalan ve yakınlardaki Euboai Adası’ndaki Cumae kolonisinin kuruluşunun ardından yıkılan Pithekusai’dir. Günümüzde Hatay il sınırları içerisinde bulunan Al Mina kentinin koloni olup olmadığı henüz kesin olmamakla birlikte, bu bölgenin Yunanlar ve Yakın Doğu toplumlarının ilk buluşma noktası olduğu açıktır.

Güney İtalya ve Sicilya’ya baktığımızda, bu bölgelerin kolonilerle dolup taştığını görürüz. Güney İtalya’da bulunan ve mısır ve şarap üretimi için elverişli topraklara sahip Sybaris, MÖ yaklaşık 720’lerde Akhalar tarafından kurulmuştur. Akhalar tarafından MÖ yaklaşık 710’larda kurulmuş, tarıma elverişli topraklara sahip bir diğer koloni olan Crotone antik kentinde Hera Lacinia Tapınağı yer almaktadır. Yine Akhalar tarafından kurulan bir diğer koloni olan Metapontum, muhteşem bir limana ve içlerinde Apollon Tapınağı’nın da bulunduğu birçok tapınağa ev sahipliği yapar. Akhalar tarafından kurulan bir diğer koloni olan ve Etrüsklerle yakın bağları bulunan Poseidonia (Paestrum) kentinde sur duvarları ile Hera, Ceres ve Athena’ya adanmış tapınaklar ortaya çıkmıştır. Yine bu bölgede yer alan Tarentum, Siris ve Locri kolonileri ise Spartalılar tarafından kurulmuştur. Medma, Hipponium ve Metaurus kolonilerini kuran Locri kolonisi örneğinde olduğu gibi, kısa sürede büyük ve zengin kentler haline gelen bu koloniler, zamanla kendi kolonilerini kurmuşlardır.

Sicilya’da Korinthliler tarafından MÖ 734’te kurulan Siracusa, Yunan kolonileri arasında en zenginiydi. Kentin, yüksek kalitede bir limanı ve Athena, Zeus ve Apollon’a adanmış tapınaklar ile tamamlanmamış bir İon tapınağı bulunuyordu. Khalkisliler tarafından MÖ 734’te kurulan Naxos kolonisi ise yerel bir yerleşme üzerinde kurulmuştu. Thukydides bu yerleşmenin sakinlerinin yerinden edildiğini, Herodotos ise kölelere dönüştürüldüklerini yazmıştır. Khalkisliler tarafından MÖ 728’de kurulan Leontini kolonisi de, yerli bir Sicilya halkının yerinden edildiği bir yerleşme üzerinde kurulmuştur. Leontini kentinde de sur duvarları ortaya çıkarılmıştır. Khalkislilerin Catane kolonisini kurmalarının hemen ardından, Zancle’den gelen Khalkisliler ile Peloponnessos’tan gelen Messenialılar tarafından ortak olarak Rhegion kolonisi kurulmuştur. Dana sonraları Messina ismini alacak olan Zancle ise Cumae kolonisi tarafından, Naxos’un kuruluşunun ardından kurulmuştu. Megaralılar tarafından kurulan Megara Hyblaea adlı koloni kentinde yapılan kazılarda ev ve tapınaklardan oluşan düzenli bir mimari ortaya çıkmıştır. Dorlar tarafından MÖ 688’de kurulan Gela kolonisine Rodos ve Giritliler de katılmıştı. Yine yerli halkın yerinden edilmesi ile kurulan bu kentte Athena ve Demeter’e adanan tapınaklar yer almaktadır. MÖ 7. yüzyıl boyunca kurulan bu koloniler, kendi kolonilerini kurarak genişlemiştir. Örneğin Siracusa kolonisi Helorus, Acrae, Casmenae ve Camarina kolonilerini kurmuş, Megara Hyblaea kolonisi Selinus kolonisini kurmuş, Zancle kolonisi Himera kolonisini kurmuş, Gela kolonisi ise Acragas kolonisini kurmuştur.

Fransa’nın Burgonya bölgesindeki Vix kasabasında yerli bir kraliçenin mezarında bulunan ve MÖ yaklaşık 500’lere tarihlenen Vix krateri üzerindeki sahnede dört at tarafından çekilen at arabaları ve askerler betimleniyor. Châtillon-sur-Seine Arkeoloji Müzesi, Fransa.

İtalya ve Sicilya’daki Yunan kolonileri, zenginlik ve dış görünüş bakımından kısa sürede ana şehirlerini geçmişti. Bu nedenle Güney İtalya Magna Graecia olarak anılmaya başlamıştı. Siracusa, tüm Yunan kentleri arasında en büyük ve en güzeli olarak ün yapmıştı. MÖ 5. yüzyılda, Acragas 80.000 nüfusa, 10 kilometre civarında bir bölgeye yayılmış Sybaris ise 100.000 ile 300.000 arasında bir nüfusa sahipti. Yunan alfabesine dair ilk bulgu da yine İtalya’da, MÖ yaklaşık 770’e tarihlenen bir vazonun üzerinde yer alan bir yazıtta ele geçmiştir.

Yunanların Kuzey Afrika’da bulunan Kirene’de bir koloni kurmasının sebebi, belki de bölgenin bereketli topraklarıydı. MÖ yaklaşık 632’de Thera Adası’ndan gelen Dorlar, Kirene’de bir koloni kurdu. İlk olarak Platea adlı kıyıdan uzak, küçük adaya yerleşen Dorlar, kısa süre sonra yerli Libya halkının onları ikna etmesiyle Kirene’ye yerleşti. Bir süre sonra Kirene zenginleşti. Yerli halktan eşler alan ilk yerleşimcilerin ardından, MÖ 6. yüzyılda Peloponnessos ve Dor adalarından yeni yerleşimciler bölgeye gelerek Barca adlı yeni bir koloni kurdu. Bu genişleme hareketlerinin ardından telaşa düşen yerli halk, MÖ 570’te Yunanlara karşı Mısır’dan yardım istedi. MÖ 515’ten itibaren Pers İmparatorluğu’na katılan Kirene, zenginleşmeye devam etti. Kent; Apollon, Zeus ve Demeter tapınaklarının da aralarında bulunduğu etkileyici kamusal yapılara sahipti. Libya’da Kirene haricinde başka Yunan kentleri de bulunuyordu. Bunlar arasında Theralılar tarafından kurulan Apollonia ve Kireneliler tarafından kurulan Euhesperides ve Tauchira kentleri bulunuyordu.

MÖ 7. yüzyıldan itibaren Mısır firavunları İon ve Karyalıları paralı askerler olarak çalıştırmaya başladı. MÖ yaklaşık 650’de Phaselis, Mytilene, Aegina, Samos ve Miletos bir araya gelerek, Nil Deltası’nda Naukratis adında bir emporion kurdu. Mısırlılar tarafından sıkı denetim altında olan bu yerleşme pek büyük değildi ve yerli halk ile Yunanlar arasında evlilik kesinlikle yasaktı. Bu eyaletlerin birçoğu bir araya gelerek, içerisinde Aegina, Samos ve Miletos için ayrı tapınakların bulunduğu ortak bir tapınak (Hellenion) kurdu. Yalnızca bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda ünlü bir üretim merkezi olan Naukratis’te Yunan seramiği, adak, fayans skarab mühür gibi çeşitli objelerin üretim atölyeleri ortaya çıkarılmıştır. Bu örnekte olduğu gibi, MÖ 6.-5. yüzyıllarda Mısır’daki belirli yerleşmelerde Yunan stili objeler üretildiğine dair bulgular elde edilmiştir.

Yunan kolonizasyonu, İlliryalıların toprakları olan Adriyatik kıyılarına MÖ 8. yüzyılın son çeyreğinde ulaştı. Buraya olan ilginin bir nedeni de bölgedeki gümüş madenleriydi. Korfu Adası’nda bulunan Korkyra’daki ilk koloni MÖ 733’te Eretrialılar tarafından, ikinci koloni ise Korinthliler tarafından kuruldu. Korkyra’da iki adet Artemis tapınağı yer alırken, bir tane de Dionysos tapınağı bulunur. Korkyra ile ana şehri Korinth arasındaki gergin ilişkiler, MÖ 7. yüzyılda bir savaş çıkmasına neden oldu. MÖ yaklaşık 627’de, Korkyra ve Korinth bir araya gelerek, hakkında pek fazla arkeolojik veriye sahip olmadığımız Epidamnus’u kurdu. Kısa süre sonrasında ise Korinth, zengin bir koloni olan Apollonia’yı kurdu.

Ege’nin kuzey kıyılarındaki kolonilere dair sahip olduğumuz kaynakların çoğu edebi kaynaklardır ancak özellikle Arkaik Dönem için pek az arkeolojik veri elde edilmiştir. Bu dönemde Khalkisliler Torone kurmuş, Eretrialılar ise Mende, Scione ve Methone’yi kurmuştur. Korinth ise MÖ yaklaşık 600’de Potidaea’yı kurmuştur. MÖ yaklaşık 680’de Thasos’u işgal eden Parialılar ayrıca, anakarada da çeşitli kentler kurmuştur. Bunlar arasında Neapolis (Kavala) ve Trakya bölgesindeki Oesyme bulunur. Bu işgaller, yerli Trakya toplulukları ile çatışmaların çıkmasına neden olmuştur. Yine bu dönemde Koslular, Maroneia’yı kurarken, Aioller ise Aenos’u kurmuşlardır. Trakya’da yer alan zengin bir koloni olan Abdera ise, ilki MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında Klazomenaililer tarafından, ikincisi ise MÖ yaklaşık 545’te Tealılar tarafından olmak üzere iki kez kurulmuştur. Her iki koloni de İon kökenlidir.

Bir diğer İon kolonisi olan ve Fransa’nın güneyinde yer alan Massalia ise Phokaialılar tarafından MÖ yaklaşık 600’de kurulmuştur. Antik kaynaklar yerel yöneticinin kolonicileri hoş karşıladığını ve kolonicilerin yerel halktan kadınlar ile evlenmeleri üzerine olan sözlerinden bahsetmektedir. Bu yerleşmedeki ilk konutlar, taş temeller üzerine kerpiç kullanılarak inşa edilmiş, tek odalı yapılardır. Yerel yerleşmelerin kent duvarlarına yakın olması ve bölgenin taşlık olması sebebiyle tahıl üretimine uygun olmaması nedeniyle, Massalia’da antik Yunancada ‘kent dışındaki alan’ anlamına gelen khora bulunmuyordu. Dolayısıyla, ekonomik açıdan hayatta kalabilmesi adına Massalia’nın Etrüsklerle kurduğu ilişkiler gibi, Galyalılar ve diğer yerel halklarla yakın ilişkiler kurması gerekiyordu. Massalia zamanla yakın bölgelerde alt koloniler kurdu. Bir diğer Phokaia kolonisi olan ve Massalia ile aynı zamanda İspanya’da kurulmuş olan Emporion, daha önceden yerel bir Tartessi krallığı ile çeşitli Fenike yerleşimlerine ev sahipliği yapmıştı. Önceleri bir adada küçük bir yerleşme olan Emporion, MÖ yaklaşık 575-540 arasında anakarada, yerel bir halkın yaşadığı bir bölgeye taşınmıştır. Yerli halk da yeni gelenlere katılarak kentin oluşmasına katkı sağlamıştır. Çevredeki arazinin bataklık olması nedeniyle, Emporion’daki khora en azından MÖ 5.-4. yüzyıllara kadar oldukça ufaktı. Dolayısıyla, Massalia gibi, bu kentin de refahını koruması için yakındaki yerel halklarla yakın ilişkiler kurması gerekliydi. İspanya’da yer alan Rhode isimli diğer Yunan kolonisi hakkında ise herhangi bir arkeolojik veriye rastlanmamıştır.

İtalya’nın Campania bölgesinde yer alan ve Yunan kolonileri tarafından kurulan Poseidonia (Paestum) antik kentinde yer alan MÖ 480’e tarihlenen ‘Dalgıç’ın Mezarı’ isimli yapı içerisindeki duvar resimlerinde günlük yaşamdan sahneler, cenaze törenleri, av sahneleri gibi çeşitli konular betimleniyor. Paestum Arkeoloji Müzesi

Magna Graecia’da İon kolonileri oldukça azdır. Etruria’nın Gravisca bölgesinde ise (Tarquinia Limanı) İonlar MÖ yaklaşık 600’de kendi mahallelerini kurmuşlardır. Burası, yalnızca Yunan ve Etrüskler arasındaki ticaret faaliyetlerinin merkezi değil, ayrıca bir üretim merkeziydi. Hatta bu merkez içerisinde MÖ 6. yüzyıl sonlarına tarihlenen bir değerli taş atölyesi bulunuyordu. İçerisinde yerel halkın yaşadığına dair hiçbir ize rastlanmayan Elea/Hyele tamamen Yunanlardan oluşuyordu. Başlangıçta yerel liderlerle yakın ilişkiler yürüttüğü bilinse de, MÖ 520li yıllarda kentte sur duvarları inşa edilmiştir. Phokaialılar tarafından MÖ 565’te kurulan Alalia kentinin de yerli halk ile çevrili olduğu bilinmektedir.

İon kolonizasyonunun ana merkezi, Yunanlar tarafından ilk başlarda ‘pek konuksever olmayan’ bir bölge olarak tanımlanan ancak zamanla ‘konuksever’ (Yunanca Euxine) hale gelen Karadeniz Bölgesi’dir. Karadeniz’e açılan kapı olarak bilinen Hellespont (Çanakkale Boğazı) ve Propontis (Marmara Denizi) bölgelerinde ise Atina tarafından MÖ 561-556’da kurulan Trakya Chersonesos’u, Miletos tarafından MÖ 756’da ve daha sonra yine MÖ 679’da kurulan Kyzikos, Samos tarafından MÖ 602’de kurulan Perinthos, Megara tarafından MÖ 685 veya 676’da kurulan Khalkedon ve MÖ 668 veya 659’da kurulan Byzantion kolonileri yer almaktadır. Karadeniz Bölgesi’nin başlıca kolonizasyon faaliyetlerini, bölgede ilk olarak MÖ 7. yüzyılın üçüncü çeyreği ile sonlarında koloni kuran Miletos yürütmüştür. Bu koloniler arasında Histria, Berezan (antik Borysthenites), Sinope, Apollonia Pontika ve Amisus yer alır. Bu ilk kolonileri, MÖ 6. yüzyılda büyük bir kolonizasyon dalgası izler. Bu dönemde düzinelerce yeni kent ve yerleşme kurulmuştur. Bunlar arasında Panticapaeum, Olbia, Kepoi, Patraeus, Odessus, Phanagoria, Gorgippia, Phasis, Gyenos ve Dioskurias yer alır. Megara ve Boeotialılar tarafından MÖ 554 yılında Heraklea Pontika kurulmuştur. Hermonassa ise Miletos ve Mytilene tarafından ortak kurulan küçük bir kolonidir. Karadeniz kıyıları bu dönemde yoğun olarak yerel halk tarafından iskan görmektedir. Bu yerel topluluklar arasında Traklar, Getaeliler, İskitler, Kholklar, Mariadynoi kabilesi, Khalybes kavimleri ve Makronlar yer alıyordu. Heraklea Pontika ile Byzantion arasındaki geniş bölge, verimli toprakları ve elverişli limanlarıyla kolonizasyon için oldukça uygun bir bölge olmasına karşın, bu bölgede Yunan kolonisi veya yerleşmesi kurulmamıştır. Antik Yunan kaynaklarında bu bölgede düşman yerlilerin yaşadığından söz edilmektedir.

Yunan kolonizasyonuna gelişigüzel bir bakış attığımızda, bu hareketlerin belli bir model izlemediğini, tek bir motivasyona bağlı olarak ilerlemediğini ve karşılaştığı yerel koşullar karşısında farklı tepkiler gösterdiğini görürüz. Ancak, hareketi daha detaylı incelediğimizde bazı ortak özellikler görürüz. Örneğin, birinci ve hatta ikinci kuşak koloniler küçük kolonilerdir ve genellikle yarımadalar üzerinde kurulmuşlardır. Yakın zamanda yapılan arkeolojik kazıların sonucunda, bu kolonilerde hem Yunanların hem de yerli halkların yaşadığı anlaşılmıştır. Örneğin, Yunanların ve yerli halkın bir arada yaşadığı, Sicilya’daki Megara Hyblaea, bir köy olarak kurulmuş, daha sonra kamusal yapılar eklenerek genişlemiştir. İspanya’da kurulan Emporion, başlangıçta karaya uzak, küçük bir adada kurulmuş ve yerli halk ile birleşmiştir. Daha sonra karaya taşınan Emporion’un nüfusunun bir kısmını yine yerli halk oluşturmuştur.

Arkaik Dönemde Yunanlar ile yerli halk arasında şiddet veya anlaşmazlıklar olduğuna ilişkin bulgular son derece azdır. Örneğin, Karadeniz Bölgesi’nin kuzey kısımlarındaki Yunan kentlerinde MÖ 6. yüzyıl sonlarına kadar sur duvarları inşa edilmemiştir. Bu dönemde sur duvarları inşa edilmesinin sebebi ise yerli halk değil, bölgeye gelen Akhaemenidler olmuştur. Emporion ve Massalia örneklerinde olduğu gibi, Yunan kolonileri bazı yönlerden yerli halkın iyi niyetine bağlıdır. Ancak yerli Mariadynoi kabilesinden gelenlerin yarısının öldürüldüğü, kalanların ise köleleştirildiği Heraklea Pontika gibi örnekler de vardır. Yine bazı bölgelerde yerli halkın korsanlık faaliyetleri yürüttüğü ve Yunan kentlerine saldırdığı bilinmektedir.

Klasik Dönemde kolonizasyon faaliyetlerinin yerini farklı bir model almıştır. Pek çok bölgede yerli krallıklar ortaya çıkmıştır. Dengelerin değişmesiyle birlikte Yunan kolonileri artık tamamen yerli halkın iyi niyetine bağlı olarak hareket etmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde meydana gelen gelişmelerle ilgili en belirgin resmi Karadeniz Bölgesi sunar. Strabon konuyla ilgili, yalnızca kendilerine verilmesi gereken ödenmemiş haraçları toplamak için savaşa giden göçebelerden ve bu toplulukların makul bir ödeme karşılığında topraklarını diğerlerine vermekten mutluluk duyduklarından bahsetmektedir. Kırım’da kurulmuş bir Yunan kolonisi olan Kerkinitis’te bulunan bir yazıt, Yunanların İskitlere vergi ödediğini göstermektedir. Bu konuyla ilgili en açık ifade, Trakya’daki yerli Odrysian krallığı ile bugün Bulgaristan’ın Karadeniz kıyılarını kapsayan alandaki Yunan kentleri arasındaki ilişkileri anlatan Thukydides tarafından yazılmıştır. Thukydides’e göre, bu krallık Akhaemenid İmparatorluğu’na benzer bir yapıya sahiptir ve hem kentler hem de diğer Trak kabileleri krala haraç vermiştir. Elit sınıf ise altın, gümüş ve başka değerli materyaller ile vergi ödemiştir. Birçok bölgede, Yunan kolonilerinin haraç, hediye, vergi gibi çeşitli formlarda ödeme yaptığı anlaşılmaktadır. Bu ödemeler yalnızca para (değerli metaller, değerli nesneler) şeklinde değil, çeşitli biçimlerde de yapılmıştır. Örneğin, metal eşya yapımcısı veya mimarlık gibi mesleklere sahip zanaatkarların değerli yetenekleri ve hizmetleri de ödeme olarak kabul edilmiştir. İskit ve Trakya bölgelerindeki krallık ve elit mezarlarının çoğu Yunan stilindedir ve içerisinde duvar resimleri bulunmaktadır. Mezarların içerisinde ise çok sayıda olağanüstü altın ve gümüş nesne ele geçmiştir. Tüm bunlar, bu dönemde işçilerin bu bölgelere gönderildiğine işaret etmektedir. Benzer durumlar Kolhis’te ve yine Karadeniz Bölgesi’nin çeşitli kısımlarında gözlemlenmektedir.

İspanya bölgesine baktığımızda, Herodotos’un Phokaialı koloniciler ile yerli Tartessi krallığı lideri arasındaki dostluğa ilişkin ilginç bir anlatımı ile karşılaşırız. Bu anlatıma göre, Tartessi krallığının lideri, Phokaialıları kendi topraklarına yerleşmeleri için davet etmiştir. Phokaialıların bu daveti geri çevirmelerinin ardından Akhaemenidlerin ana şehirlerine yaptığı tehditten haberdar olan lider, Phokaialılara bir sur duvarı inşa etmeleri için para vermiştir. Kral ve Phokaialı koloniciler arasındaki dostluğun kanıtı niteliğindeki bu anlatım ayrıca hediye değişimi olduğuna ilişkin de göstergeler taşımaktadır. İber heykelciliği, metal işçiliği gibi alanlar üzerine yapılan araştırmalar, Yunan işçilerin bölgenin elit kültürüne yaptığı katkıya da işaret etmektedir. Emporion’dan fazla uzak olmayan bir yerli beylik olan Ullastret yerleşmesindeki yapılar da yine Yunan mimarların bölgede etkin olduğunu göstermektedir. Massalia’da meydana gelen olaylar da yine Tartessos’ta yaşananlara benzerdir. Yazılı kaynaklar Phokaialı kolonicilerin yerli kral ile güçlü bir dostluk kurduğunu göstermektedir. Bu öylesine güçlü bir dostluktur ki, kral onlara hem evlenmeleri için kızını, hem de yerleşme kurmaları için topraklarını vermiştir. Galya’da da yine hediye verme formunda diplomatik ilişkiler olduğuna ilişkin arkeolojik bulgular ortaya çıkmıştır. Yerli bir kraliçenin mezarında bulunan MÖ yaklaşık 500’lere tarihlenen Vix krateri bu ilişkilere ışık tutmaktadır. Bu bölge yakınlarındaki Heuneburg’da da yine Yunanların mimari alanda yaptığı katkı sur duvarlarında gözlemlenmektedir. Bunun yanı sıra yerli liderlerin prestij objelerinin üretiminde de yine Yunan katkısı görülmektedir.

Çok sayıda farklı etnik grubun (Messap, Daun, Venet) yaşadığı ve nadir olarak Yunan kentlerinin bulunduğu İtalya’nın Adriyatik bölgesinde, Yunan ticaret yerleşmelerinin varlığına işaret eden karışık nüfusa sahip birçok yerleşme bulunuyordu. Son derece katmanlaşmış bir yapıya sahip yerli topluluklar, MÖ 5.-4. yüzyıllara gelindiğinde ilk krallıkların öncüsü haline gelmiştir. MÖ 6. yüzyıldan itibaren, bu topluluklar içerisindeki güçlü ve zengin elit kesimin, çok sayıda Yunan objesine (ayrıca Güney İtalya seramiği, Etrüsk yapımı tunç objeler, vs.) sahip olduğu bilinmektedir. Elit mezarlarında, aralarında iyi kalitede kırmızı figürlü Atina vazolarının da bulunduğu çok sayıda Yunan kabı ele geçmiştir. Bu tür objelerin ticaret ile değil de hediye olarak (hatta yerli topraklarda yaşayan Yunanlar tarafından haraç olarak) geldiği düşünülmektedir. İtalya’nın Tiren bölgesinde ve komşu adalarda, özellikle Gravisca, Pyrgi ve bu kentlerin çevresinde ise farklı durumlara rastlarız. Bu bölgelerde İonların yerli Etrüsk topraklarında yerleşmesine müsaade edilmiş ancak koloni kurmalarına izin verilmemiştir. Akhaemenidler tarafından MÖ 540’ta Phokaia’nın işgal edilişinin ardından terk edilen Korsika’daki Aalia kolonisi, Yunan, Etrüsk, Fenikeli ve yerlilerden oluşan bir nüfusa sahipti.

Etruria’da bulunan mezarlardaki duvar resimleri ve boyalı seramikler, Karadeniz’dekine benzer bir dostluk ilişkisine ışık tutmaktadır. Sicilya’da elde edilen yeni bulgular ve yeniden gözden geçirilen eski veriler benzer bir modele işaret eder; yerli elit kesimin yaşadığı bu yerel politik merkezlerde ele geçen erken tarihli Yunan seramiği bugün hediye değiş-tokuşu olduğu şeklinde yorumlanmaktadır.

Genel bir tekrar yapmak gerekirse, koloni dünyasındaki durum çok çeşitli ve karmaşıktır. Yunanlar başkalarına ait topraklarda yaşamaktadır ve çoğunlukla gereklilikten, yerel halkın şartlarına uyarak hareket etmek zorundadır. Doğrusunu söylemek gerekirse Yunanlar yerel koşullara uyum sağlayabildiklerini iyi şekilde kanıtlamışlardır. Daha başlangıçta Yunan kentlerinin nüfusunun bir kısmını yerli halk oluşturmuştur ve genellikle Yunanların onlara vergi veya haraç vermesi gerekmiştir. Her iki tarafın da yararına olan bu durum, Yunanların yeni yurtlarında barış içerisinde ve refah dolu bir hayat sürmelerine ve yerli halka ya da daha çok yerli elit kesime, yeni ürünler, objeler, beceriler ve gelenekler getirmişlerdir.

Arkaik Dönemde denizaşırı yerleşme kurmayan Atina, Klasik Dönemde Yunan-Pers savaşlarının ardından, daha çok bir genişleme politikası içinde, toprak ve doğal kaynakların, özellikle besin ve kereste kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek adına bu tür girişimlerde bulunmuştur. Ancak bu girişimler erken dönemlerdeki kolonizasyon hareketlerinden farklıdır. Bu hareketlerin başlangıç noktası MÖ 478/7’de kurulan Delos Birliği’dir. Bu birliğin amacı Persleri, uğrattıkları zarar nedeniyle cezalandırmak ve ellerinde tuttukları Yunan esirleri özgürlüğüne kavuşturmaktır. 200’den fazla Yunan kentinin katıldığı bu birlik, Ege’deki Dor olmayan adalar, Yunanistan’ın kuzeyi ve Trakya’daki kıyı kentleri ile Hellespontos, Aiolis ve Karadeniz’deki Yunan kentlerinden oluşmaktadır. Başlangıçta her üye, Delos’ta bulunan Birlik’in hazinesine 460 talent olarak belirlenen bir miktarda vergi vermiştir. Ancak MÖ 545 sonlarında hazinenin Atina’ya taşınmasıyla birlikte, Atinalılar Birlik’i kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaya başlamış, bunun sonucunda birçok kent isyan etmiştir. Atina, bu isyanlara karşı ceza olarak isyan çıkaran bölgelerde Atinalılardan oluşan yerleşmeler kurmuştur. Bu yerleşmeler ‘arazi tutucu’ anlamına gelen Yunanca klerukya kelimesi ile tanımlanmaktadır. Atina’nın bulduğu bir diğer yöntem, isyancı kentlerden tiranları kovduktan sonra, bu bölgelere demokrasi getireceğini söyleyip, Atinalıları yerleştirerek yeniden kolonileştirmek olmuştur. Klasik Dönemde Atina tarafından kurulan 25 koloni, 7 klerukya ve 47 ‘yeniden kolonileştirme’ örneği görülmektedir.

Hellenistik Dönemde ise, Büyük İskender’in ölümünün ardından, Doğu’da Akhaemenid İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinde farklı krallıklar (Ptolemaios, Selevkos, Antigonid, vs.) görünümünde bir siyasi parçalanma olduğu görülür. Büyük İskender’in seferleri sırasında ve sonrasında Yunanlar ve yerli halkın yaşadığı birçok yeni kent kurulmuştur. Bu bir ‘Hellenleşme’ ve ‘Oryantalizm’ döneminden çok bir ‘kozmopolitanizm’ dönemidir. Doğudaki farklı etnik gruplar, Hellenistik kültürü benimserken, bir yandan kendi kültürlerinin çeşitli yönlerini Yunanlara aktarmışlardır. Hellenistik tarihçiler bu dönemde kurulan kentleri, örneğin Küçük Asya’da kurulan kentleri, Yunan ve Yunan olmayan kültürlerin bir araya gelerek kaynaştığı ve yeni kozmopolit medeniyetler oluşturduğu yeni kentler olarak tanımlamışlardır. Daha çok Atina’nın egemenliğindeki bir Eski Yunanistan ile Hellenistik Doğu’nun egemenliğindeki bir Yeni Yunanistan olarak iki dönemden söz etmek mümkündür. Hellenistik Doğu’nun kentleri anıtsal yapılar, geniş caddeler, tapınaklar, tiyatro ve gymnasium yapıları gibi etkileyici yapılardan oluşuyordu. Örneğin, Afganistan’ın kuzeyindeki Oxus bölgesindeki Ai Khanum kenti, Akdeniz’deki birçok Yunan kentinden daha Yunan sayılabilir. Heraclides Creticus adlı tarihçi, Doğu’dan gelenlerin Atina’yı ve Yunanistan’daki diğer kentleri ilk gördüklerinde hayal kırıklığına uğramamaları konusunda uyarmıştır.

Büyük İskender tarafından MÖ 331’de kurulan Mısır’daki İskenderiye kenti, Yunan dünyasının entelektüel kenti olarak Atina’ya karşı üstünlük kazanmıştır. İlk iki Ptolemaios krallıkları döneminde büyük bir kente dönüşen İskenderiye, birbirini dik açıyla kesen iki ana cadde esas alınarak ızgara planlı bir kent olarak şekillenmiştir. İskenderiye’de, tüm Yunan dünyasından göçmenler toplanarak Yunan, Mısırlı, Yahudi ve diğer etnik gruplardan oluşan karışık bir nüfus oluşturulmuştur. Kent, tapınaklar, saraylar ve büyük kamusal yapılardan oluşmaktadır. Ünlü İskenderiye Feneri, kentin doğu limanında inşa edilmiştir.

İskenderiye kentinin doruk noktasına ulaştığı nokta, müze ve kütüphanenin inşası olmuştur. Atina’dakilerin bir taklidi olarak başlayan bu yapılar, boyut ve şöhret bakımından kısa sürede Atina’yı geçmiştir. Ancak kütüphane ve müzenin önemi yalnızca büyüklüğü değildir, birçok bilim adamı ve yazar Ptolemaioslar tarafından İskenderiye’ye davet edilerek, burada maaşa bağlanmıştır. Bu kütüphane sayesinde, Yunan yazar ve entelektüeller tarafından yazılmış çok sayıda el yazması hayatta kalmayı başarmıştır. Daha geç dönemdeki Ptolemaios hanedanlığı üyelerinin ilgilerini kaybetmesi sonucunda bilim adamlarının görevlerine son verilmiş, MÖ 48 yılında ise Sezar’ın İskenderiye’yi kuşattığı sırada kütüphane yıkılmıştır. Kentin güney kısmında ise, Serapis Tapınağı’na bağlı bir diğer kütüphane yer almaktadır.

Birçok yüzyılı kapsayan ve farklı açılardan birçok farklı biçimde ortaya çıkan Yunan kolonizasyonu adını verdiğimiz hareket, yeni gelen yerleşimciler ile mevcut yerli halk arasında rekabet, düşmanlık ve sömürücülükten ziyade, bir tür işbirliği, bir arada var olma ve karşılıklı fayda üzerine kurulmuş bir harekettir.

EN ÇOK OKUNANLAR

Tarlada Yürüyüş Yapan Kadın 2150 Gümüş Sikke Buldu

Prag'ın güneydoğusundaki Kutnohorsk kentinde tarlada yürüyüş yapan bir kadın, çiftçilik faaliyetleri sırasında yüzeye çıkan birkaç gümüş sikkeye rastladı. Çek Cumhuriyeti'nde şimdiye kadar bulunan en büyük erken ortaçağ sikke istifini açığa çıkardığının farkında değildi.

SON İÇERİKLER